script src='http://ajax.googleapis.com/ajax/libs/jquery/1.2.6/jquery.js' type='text/javascript'/>

ÖYLE BİR RAHMET KI: HZ. ÖMER -ra- (634-644)


İkinci halîfe Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- da, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in nurlu izinden giden, O’nun yolunu sadâkatle devâm ettiren, hâl ve davranışlarıyla âbideleşen örnek bir İslâm şahsiyetidir.
Hazret-i Ömer, îmân ile şereflenmezden evvel, mer­ha­met­ mahrumu ve hak-hu­kuk ta­nı­maz câhiliye in­sa­nlarının tipik bir misâliydi. Îmanla şereflendiğinde ise, in­ce, di­ğer­gâm, hikmet ehli ve adâlet âbidesi bir insan hâline geldi. İslâm’dan evvelki sert ve haşin mizaçlı Ömer eriyip gitti; onun yerine gözü yaşlı, gönlü şefkat ve merhamet dolu, karıncayı dahî incitmekten sakınan, dâimâ ümmetin saâdetini düşünen, yüksek mes’ûliyet şuuruna sâhip bir “Hazret-i Ömer” geldi.
“Fırat’ın kenarında bir kuzu zâyî olsa, bu sebeple Allâh’ın beni hesaba çekmesinden korkarım.”[26] diyerek kendisini sürekli bir nefis muhâsebesine tâbî tuttu. Geceleri sırtında erzak çuvalı ile, mahalleleri dolaşıp zayıfların, muhtaçların yanıbaşında bulunmaya; yetimlerin, öksüzlerin ve kimsesizlerin kimsesi olmaya başladı. Kırık gönülleri tesellî etmeden, gözyaşlarını silmeden, onlara tebessüm ettirmeden gönlü huzur bulmaz oldu. Öyle bir emânet ve mes’ûliyet şuuruna erdi ki, halîfeliği müddetince ümmetin işleri için gecesini gündüzüne kattı. Buna rağmen, hizmetini aslâ yeterli görmedi. Allah Rasûlü’nü örnek aldığı için, zirve seviyedeki adâlet, dirâyet ve liyâkatine rağmen, vazîfesinin ağırlığı altında ezilen gönlünü hiçbir zaman teskin edemedi.
Uğradığı suikast sebebiyle ağır yaralandığında kendisine:
“–Yerinize birini tâyin etseniz!” denilmişti. O ise, hak ve adâlette kılı kırk yaran titizliğine rağmen şöyle cevap verdi:
“–Sizin mes’ûliyetinizi sağken üstlendiğim gibi (o mes’ûliyeti) vefat ettikten sonra da mı taşıyayım? Ben yaptığım halîfelikten bir mükâfat beklemiyorum. Bu vazîfedeki sevaplarımla vebâlimin birbirini dengelemesini ne kadar isterim! Ne lehime ne de aleyhime! Yeter ki (ilâhî mahkemede) muâheze edilmeyeyim!”[27]
Yerine, oğlu Abdullâh’ı bırakması teklif edildiğinde de:
“–Bir evden bir kurban yeter!” buyurdu.
İşte o mübârek sahâbî, ümmetin mes’ûliyetini yüklendiği, dertleriyle dertlendiği için, kendi dertlerini unutmuştu. Onun en mühim tasası, insanların huzur ve selâmetiydi. Bu yolda yegâne örneği de, Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- idi. O’nun Allah yolunda katlandığı çile ve ıztırapları hiçbir zaman unutmuyor, tıpkı karda yürüyen bir insanın izini takip edercesine, Efendimiz’in mübârek izinde mesâfe alıyordu.

Zühd ve Istiğnâ


Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mübârek vücûdunda, yattığı hasırın izlerini görmüş ve içli içli gözyaşları dökmüştü. Fahr-i Kâinât Efendimiz ona niçin ağladığını sorunca da:

“–Yâ Rasûlallah! Kisrâ ile Kayser’in ne şekilde yaşadığı mâlûm! Hâlbuki Sen, Allâh’ın Rasûlü’sün!” karşılığını vermişti. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- da:

“−Dünyânın onların, âhiretin de bizim olmasını arzu etmez misin, yâ Ömer?” buyurmuştu. (Müslim, Talâk, 31)

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın halîfeliği zamanında, Sûriye, Irak, Filistin, Mısır gibi beldeler fethedilmiş, İran toprakları baştanbaşa İslâm devletinin sınırlarına dâhil olmuştu. Bizans ve İran’ın zengin hazîneleri Medîne-i Münevvere’ye akmaya başlamıştı. Toplumun refah seviyesi yükselmiş, fakat mü’minlerin halîfesi Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, bütün bu zenginlik ve bolluktan müstağnî kalmıştı. Devletin ihtişâmına, beytü’l-mâlin zenginliğine rağmen, o yine yamalı elbisesiyle hutbe okuyordu. Makâmının şöhretinden nefsini korumak için çok mütevâzı bir hayat yaşıyordu. Kölesiyle Şam’a girerken:

“−Sıra sana geldi, haydi deveme sen bin!” demişti. Kölesi ise:

“−Yâ halîfe! Beni halîfe zannederler.” diyerek itiraz etmek istediyse de, köleyi deveye bindirdi, kendisi yaya olarak Şam’a girdi. Böylece İslâm kardeşliğine dâir, hâtırası asırları aşan, müşahhas bir misâl bıraktı.

Halîfe Hazret-i Ömer, bâzen borçlanıyor, sıkıntı içinde hayâtını idâme ettiriyordu. Hazîneden ancak kifâyet miktarı bir tahsisat almayı kabûl etmişti ve bununla da zor geçiniyordu. Onun bu mütevâzı hâli sebebiyle, kendisini tanımayan kimseler, onun, müslümanların halîfesi olduğunun farkına varamazlardı.

Ashâbın ileri gelenleri, halîfenin bu hâline dayanamadılar. Maaşını artırmak istediler. Fakat bunu kendisine söylemekten çekindikleri için, Peygamber Efendimiz’in zevcesi ve aynı zamanda Hazret-i Ömer’in kızı olan Hafsa vâlidemize başvurdular. Babasına bu teklifi arz etmesini istediler. Hazret-i Hafsa, ashâbın bu teklifini babasına açtı. Peygamber Efendimiz’in gün boyu açlıktan kıvranıp karnını doyuracak bir tek hurma bile bulamadığı günlerine şâhid olmuş bulunan[28] Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, kızı Hafsa’ya:

“–Kızım! Rasûlullâh’ın yeme-içme ve giyimde hâli nasıldı?” diye sordu.

“–Kifâyet miktarı (ancak yetecek derecede) idi.” cevâbını alınca da sözlerine şöyle devâm etti:

“–İki dost (Hazret-i Peygamber’le Ebû Bekir) ve ben, aynı yolda giden üç yolcuya benzeriz. Birincimiz (Hazret-i Peygamber) makâmına vardı. Diğeri (Ebû Bekir) aynı yoldan giderek birinciye kavuştu. Üçüncü olarak ben de arkadaşlarıma ulaşmak isterim. Eğer fazla yükle gidersem, onlara yetişemem! Yoksa sen, bu yolun üçüncüsü olmamı istemez misin?” dedi.[29]

Ömer -radıyallâhu anh-’ın tek gâyesi, Allâh’ın rızâsı idi. Bu hedefe öyle büyük bir azimle yönelmişti ki, ona ulaşma yolundaki bütün iptilâ ve musîbetler nazarında bir hiç hâline gelmişti. Bu uğurda her türlü çile ve ıztırâbı büyük bir sabır, rızâ ve teslîmiyetle karşılıyordu. Allah Rasûlü’nün birçok defâ kendisini cennetle müjdelemesine rağmen, bütün hayâtını sıkı bir riyâzat hâlinde yaşıyordu.

Allah Rasûlü’ne Muhabbeti

Birgün Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, um­re için ken­di­sin­den izin is­te­yen Haz­ret-i Ömer’e muhabbetle:

“–Bizi de duânda unutma kardeşim!”[30] buyurmuştu. Bu iltifat karşısında son derece duygulanan Hazret-i Ömer:

“–O ka­dar se­vin­dim ki san­ki dün­yâ­lar be­nim ol­du.” demişti. Zîrâ Allâh’ın Rasûlü’nden gelen küçük bir iltifat, dünyâlara bedeldi. Hazret-i Ömer’in Peygamber muhabbetini sergileyen şu misâl de câlib-i dikkattir:

Peygamber Efendimiz’i çok seven, Firâs adlı bir sahâbî vardı. Efendimiz’e olan muhabbetinden dolayı teberrüken O’nun bir eşyâsına sâhip olmak istiyordu. Birgün Efendimiz’in, önündeki bir tabaktan yemek yediğini gördü ve tabağın kendisine hediye edilmesini istedi. Kimsenin isteğini geri çevirmeyen Allah Rasûlü de tabağı ona hediye etti.

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- zaman zaman Firâs’ın evine gider:

“–He­le şu mü­bâ­rek ta­ba­ğı bir ge­ti­r.” der­di. Allah Rasûlü’nün mü­bâ­rek el­le­ri­nin değdiği bu ta­ba­ğı zem­zem­le dol­du­rup ka­na ka­na içer; ar­tan su­la­rı yü­zü­ne gö­zü­ne ser­per­di. (İbn-i Ha­cer, el-İsâ­be, III, 202)

Ömeru’l-Fârûk -radıyallâhu anh-

Hazret-i Ömer’in bir sıfatı da “Fârûk” idi. Yüce Rabbimiz:

“Ey îmân edenler! Eğer Allah’tan korkarsanız, O size furkân (iyi ile kötüyü ayırt edecek bir anlayış) verir…” (el-Enfâl, 29) buyurmuştur. Allah korkusunda da zirve bir şahsiyet olan Hazret-i Ömer, karşılaştığı meselelerde, hakkı hak bilip ona uymak, bâtılı da bâtıl bilip ondan sakınmak husûsunda, Allâh’ın lutfuyla büyük bir isâbetle hüküm veriyordu. Nitekim Ömer -ra­dı­yal­lâ­hu anh-’ın pek çok hu­sus­ta­ki re’yi­nin da­ha son­ra ge­len âyet­le­re mu­vâ­fık düş­tü­ğü de meş­hur­dur. Onun bu fazîleti, bir hadîs-i şerîfte şöyle ifade buyrulmuştur:

“Allah Teâlâ, hakkı Ömer’in diline ve kalbine koymuştur.” (Tirmizî, Menâkıb, 17/3682)

Diğer bir hadîs-i şerîfte de Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- şöyle buyurmuştur:

“Sizden önce yaşamış ümmetler içinde kendilerine ilham olunan kimseler vardı. Şayet ümmetim içinde de onlardan biri varsa, şüphesiz ki o, Ömer’dir.” (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 6)

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın bu dirâyetinin pek çok tezâhürleri görülmüştür. Ancak bunlar içinde son derece câlib-i dikkat bir hâdise vardır ki, onun apaçık bir kerâmetidir:

Ömer -ra­dı­yal­lâ­hu anh- min­ber­de hal­ka hut­be ve­rir­ken:

“−Yâ Sâ­ri­ye! Da­ğa, da­ğa!” di­ye ses­len­miş­ti. Hazret-i Ömer, hut­be­de­ki mev­zû ile alâ­ka­sı ol­ma­yan bu sö­zü söy­le­di­ği sı­ra­da, kumandan Sâ­ri­ye, Me­dî­ne’ye bir ay­lık me­sâ­fe­de Al­lah düş­man­la­rıy­la harbet­mek­tey­di. Fa­kat Al­lah -cel­le ce­lâ­lü­hû-, Ömer -ra­dı­yal­lâ­hu anh-’ın se­si­ni Sâ­ri­ye’ye du­yur­muş­tu. (İbn-i Ha­cer, el-İsâ­be, II, 3)

Allâh’ın lutfuyla daha nice mânevî tecellîlere mazhar olan Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, öyle bir doğruluk, adâlet ve hakkâniyet âbidesi hâline gelmişti ki, onun olduğu yerde insanları günah ve kötülüklere sevk eden iblis barınamaz, dolayısıyla da haksızlık ve zulüm hayat bulamazdı. Bundan dolayıdır ki Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, Hazret-i Ömer’e:

“Nefsim kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, şeytan sana yolda rastlamış olsa, mutlaka yolunu değiştirir.” buyurmuştu. (Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 22)

Âyînesi İştir Kişinin…

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın firâset ve incelik dolu şu ifadeleri, ne muhteşem bir nasihattir:

“Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız. Konuştuğunda doğru söylüyor mu, kendisine bir şey emânet edildiğinde emânete riâyet ediyor mu, dünyâ ile meşgul olurken helâl-haram gözetiyor mu, ona bakınız.” (Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, VI, 288; Şuab, IV, 230, 326)

Zîrâ gerçek mânâda ve lâyıkıyla kılınan namazların ve tutulan oruçların, kulu her türlü kötülüklerden alıkoyacağı, ilâhî bir hakîkat ve müjdedir. Lâkin nefsini ıslâha çalışmayan, ahlâkını ve davranışlarını güzelleştirmeyen bir mü’minin yaptığı ibâdetlerde feyz ve rûhâniyet olmayacağı için, onu kötülüklerden ve yanlışlıklardan koruyamaz.

Nitekim çalışıp gayret etmeden işini tembelliğe terk eden, sonra da; “Biz tevekkül ehliyiz.” diyen kimselere Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:

“Siz Allâh’a değil, başkalarının malına güvenen kimselersiniz. Hakîkî mütevekkil; toprağa tohumu attıktan sonra Allâh’a îtimâd edendir!” diyerek ihtarda bulunmuştur. (İbn-i Receb, Câmiu’l-Ulûm, I, 441)

Yine birgün, bir kimse Hazret-i Ömer’in yanında başka birinden övgüyle bahsediyordu. Ömer -radıyallâhu anh-:

“–Onunla hiç yolculuk, komşuluk veya ticâret yaptın mı?” şeklinde suâller sordu. Adam her seferinde “hayır” cevâbını verince Hazret-i Ömer:

“–Allâh’a yemin ederim ki sen onu tanımıyorsun.” buyurdu. (Gazâlî, İhyâ, III, 312)

İşte insanları tanıyıp değerlendirmede en çok dikkat edilecek husus budur. Yâni ecdâdın:

Âyînesi iştir kişinin lâfa bakılmaz,

Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde…

mısrâlarıyla dile getirdikleri hakîkat, Hazret-i Ömer’in en çok dikkat ettiği hayat düsturlarından biriydi. Buna göre kişinin sağlam bir karakter sâhibi olup olmadığı ve mânevî seviyesi, onun beşerî münâsebetlerinde, huy ve davranışlarında kendini gösterir.

Yine bu meyanda Hazret-i Ömer şöyle buyurmuştur:

“Görmediğim sürece sizin bana en sevimliniz, ismi en güzel olanınızdır. Gördüğümde bana en sevimliniz, ahlâkı en güzel olanınızdır. İmtihan ettiğimde sizin bana en sevimli olanınız ise, en doğru sözlünüzdür.” (İbnü’l-Cevzî, Menâkıb, s. 219)

Kur’ân ile Yücelmiş Bir Ömür

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın Kur’ân-ı Kerîm’e ittibâ hassâsiyeti de çok derindi. Nitekim onun İslâm ile şereflenmesine, kız kardeşi Fâtıma’nın evinde dinlediği Kur’ân-ı Kerîm vesîle olmuştu.

Hazret-i Ömer, Kur’ân-ı Kerîm’in muhtevâsına nüfûz edebilmek ve muktezâsınca yaşamak için çok gayret gösterirdi. Bu hâl kendisine sonsuz bir haz ve lezzet verirdi.

Rivâyete göre Bakara Sûresi’ni on iki senede bizzat yaşayarak ikmâl etmiş ve bitirince de şükür niyetiyle bir deve kurban etmişti. (Kur­tu­bî, el-Câmî, I, 40)

Velhâsıl Hazret-i Ömer, Kur’ân ve Sünnet’e bağlılıktaki sarsılmaz sebâtı, Allah yolunda ihlâs ve gayretteki örnek tavrı, hikmetler ve ibretlerle dolu hayâtı ile, müstesnâ bir irşad ve irfan menbaıdır.

Nitekim Hazret-i Ömer vefât ettiğinde Abdullah bin Mes’ûd -radıyallâhu anh- büyük bir teessür içinde:

“–İlmin onda dokuzu gitti.” demiştir.

Bunu duyan sahâbîler kendisine:

“–Daha içimizde âlimler var!” dediklerinde de cevâben:

“–Ben mârifet ilminden bahsediyorum.” demiştir.

İşte o mârifet menbaından lâyıkıyla istifâdenin lüzûmu sadedinde Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- vâlidemiz de şöyle buyurmuştur:

“Meclislerinizi Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e salevât getirmek ve Ömer bin Hattâb’dan bahsetmekle süsleyiniz.” (İbnü’l-Cevzî, Menâkıb, s. 276)

İşte Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in güzel ahlâkını, ilim ve irfânını büyük bir firâset ve basîretle tahsîl ederek, o feyizle Allah yolunda hizmet eden Hazret-i Ömer’in gönül dünyâsını yansıtan hikmet dolu sözlerinden bâzıları:

Hazret-i Ömer’den Hikmetli Sözler

“Günah işlemekten vazgeçmek, tevbe ile uğraşmaktan daha kolaydır.”

“En çok sevdiğim kimse, bana ayıp ve kusurlarımı haber verendir.” (Süyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 130)

“Çok konuşan, çok yanılır. Çok yanılanın, hayâ duygusu azalır. Hayâ duygusu azalanın, günah ve harama düşme endişesiyle şüphelilerden sakınma titizliği kaybolur. Şüphelilerden sakınma titizliği kaybolanın, kalbi ölür.”

“Gaybı iddiâ etmek olmasaydı, beş kimsenin cennet ehli olduklarına şâhitlik ederdim:

1. Çok çocuk sâhibi (olup şükür ve sabır hâlinde) olan fakir.

2. Kocası kendisinden râzı olan (sâliha) kadın.

3. Mehr-i müsemmâsını (yâni nikâh esnâsında iki tarafın da rızâsıyla tâyin edilen mehrini) kocasına tasadduk eden kadın.

4. Baba ve anası kendisinden râzı olan kişi.

5. Günahından (nefret ederek samîmiyetle) tevbe eden kimse…”

“Bütün dostları gezdim, gördüm; dili muhafaza etmekten daha iyi dost göremedim.

Bütün elbiseleri gördüm; iffet ve sakınmaktan daha iyi elbise görmedim.

Bütün malları gördüm; kanaatten daha iyi mal görmedim.

Bütün iyilikleri gördüm; nasihatten daha iyisini görmedim.

Bütün yemekleri görüp tattım; sabırdan lezzetlisini görmedim.”

“İnsanlarla güzel dostluk kurmak, aklın yarısıdır. Yerinde suâFl sormak, ilmin yarısı; iyi tedbir almak da yaşamanın yarısıdır.”

“Âhiret yanında dünyâ nedir ki! Ancak tavşanın bir defâ sıçraması misâli bir şeydir.” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VIII, 152)

“Fazla lâkırdıyı terk eden kimseye hikmet bahşedilir.

Fazla (tecessüsle) bakmayı terk edenin kalbine tevâzû bahşedilir.

Fazla yemeyi terk edene ibâdet lezzeti bahşedilir.

Fazla gülmeyi terk edene heybet bahşedilir.

Mizahı terk edene izzet bahşedilir.

Dünyâ sevgisini terk edene, âhiret muhabbeti bahşedilir.

Başkasının ayıbı ile meşgul olmayı terk edene, nefsinin ayıplarını ıslah etme hâli bahşedilir.

(Müteâl, yâni idrak ötesi olan) Allâh’ın keyfiyetinde araştırma ve tecessüsü terk edene, nifaktan kurtuluş bahşedilir.”

“On şey, on şeysiz düzelmez:

Akıl, iffetsiz; fazîlet, ilimsiz; kurtuluş, korkusuz; sultan, adâletsiz; asâlet ve şeref, edepsiz; ferah, emniyetsiz; zenginlik, sehâvetsiz; fakirlik, kanaatsiz; yücelik, tevâzûsuz; cihâd, tevfiksiz iyileşip düzelmez.”

“Merhamet etmeyene merhamet olunmaz, kusurları bağışlamayan bağışlanmaz, affetmeyen kişi affolunmaz, günahlardan korunmaya çalışmayan kimse de korunup takvâya erdirilmez.” (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, s. 415, no: 371)

“Duâ, semâ ile arz arasında durur. Rasûlullâh’a salevât getirilmedikçe, Allâh’a yükselmez.”

(Tirmizî, Vitr, 21)

“Bizim çarşımızda dîni(n ticâret kâidelerini) bilen kimseler satıcılık yapsın.” (Tirmizî, Vitr, 21/487)

“Yüze karşı övmek, boğazlamak gibidir.” (İbn-i Kuteybe, el-Mesâil, s. 145)

Hazret-i Ömer, vâlilerine şöyle yazmıştır:

“Benim katımda en mühim işiniz namazdır. Kim onu koruyup vakitlerine dikkat ederse, dînini korumuş olur; kim de onu yerine getirmeyip yitirirse, dînini de kısa zamanda yitirir.” (Muvatta’, Vukûtu’s-Salât, 6)

Kadı Şurayh, Hazret-i Ömer’e mektup yazarak nasıl hükmedeceğini sordu. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- cevâben şöyle yazdı:

“Allâh’ın kitabında olanlarla hükmet. Eğer onda bulamazsan Allah Rasûlü’nün sünnetiyle hükmet. Allâh’ın kitabı ve Rasûlü’nün sünnetinde de bulamazsan sâlihlerin verdiği hükümlerle hüküm ver. Sâlihlerin verdiği hükümler arasında da yoksa istersen devâm et hükmünü ver, istersen geri dur. Geri durup hüküm vermemenin senin için daha hayırlı olduğu kanaatindeyim. Ve’s-selâm.” (Nesâî, Kudât, 11/3)

“Zenginlik de fakirlik de aynı şekilde birer binektir. Hangisine bineceğime aldırmıyorum.”

“En akıllı kimse, insanların hareketlerini en iyi takdîr edendir.”

“Bir kimsenin sorduğu sorudan onun akıl seviyesini anlarım.”

“Bugünün işini yarına bırakma!”

“İş bir kere geri kalırsa artık hiçbir zaman ilerleyemez.”

“Şerri bilmeyen, onun tuzağına düşer.”

“Dünyâya az meylet ki hür yaşayasın. (Nefsin esâretine düşmeyesin.)”

“İnandığınız gibi yaşamıyorsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.”

“İnsanları düzeltebilmeniz için önce kendinizi ıslah etmeniz gerekir.”

“İnsanların en câhili (ve ahmağı), kendi âhiretini başkasının dünyâsı için satandır.”

“Bir iyiliğin şerefi, geciktirilmeden hemen yapılmasındadır.”

“Kötü bir işin en gizli şâhidi vicdânımızdır.” [Nitekim Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, iyiliğin ne olduğunu sormaya gelen birine; “Kalbine danış! İyilik, kalbinin müsterih olduğu ve yapılmasını tasdik ettiği şeydir. Günah ise içini tırmalayan ve başkaları sana «Yap!» diye fetvâlar verse bile, içinde şüphe ve tereddüt uyandıran şeydir.” buyurmuştur.

(İbn-i Hanbel, IV, 227-228)]

“Sırrını gizleyen, kendine hâkim olur.”

“Şiddet göstermeksizin kuvvetli, zayıflık belirtmeksizin yumuşak ol.”

İşte böyle yüce bir kalbî kıvâma ve takvâ hayâtına sâhip olan Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- dâimâ:

“Ey Allâh’ım! Beni ansızın yakalamandan, gaflet içerisinde bırakmandan ve gâfillerden kılmandan Sana sığınıyorum.” diye duâ ederdi.[31] Akşamları da, elindeki kamçısıyla ayaklarına vurur ve; “Bugün ne yaptın ey Ömer?” diye kendisini hesâba çekerdi.[32] Bu nefs muhâsebesini her akşam kendine vird edinmişti.

Şüphesiz ki bütün bu hassâsiyetler, ondan bize yâdigâr kalan en güzel irşad numûneleridir. Bizler de o mübârek sahâbînin bu güzel hâllerini ve hatıralarını gönlümüze nakşetmeli ve sık sık; “Bugün Allâh için ne yaptım?” diyerek kendimizi vicdan muhâsebesine çekmeliyiz. Maddî ve mânevî vazîfelerimizde gaflet, ihmâl, atâlet ve tembellik göstermekten titizlikle sakınmalıyız. Rabbimizin huzûrunda hesaba çekilmeden evvel kendimizle hesaplaşmalıyız.

Rabbimiz, âhiretteki hesâbımızı kolay getirsin. Îman ve güzel ahlâk iklîminde amel-i sâlihlerle dolu bir dünyâ hayâtı yaşayıp ebedî hayâtın saâdetiyle gönüllerimizi mes’ûd eylesin. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın “Fârûk” sıfatından gönüllerimize bir nasip ihsân eylesin!

Âmîn…

 
Siz bu yazıyı okuyan counter şanslı kişiden birisiniz..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

1 9