script src='http://ajax.googleapis.com/ajax/libs/jquery/1.2.6/jquery.js' type='text/javascript'/>

SARIKLI SOSYALİSTLER ve MÜSLÜMAN KÜRTLER



Allah Rasulü (s.a.v)  insanları İslam’ın hakikatine çağırdı. Münafıklar (sureten) suretine, sahabe ise hakikatine inandı İslam’ın. Cahiliyye örfünden kopan ilk müslümanlar, bir hendeğe düşercesine düştü hakikatin kucağına. Hattab’ın oğlu Ömer olarak gelip, “İslam’ın oğlu Ömer” diye mezun oldular İslam okulundan. Hayata bakışlarıyla annesinden, babasından ayrılan; yeri, yurdu farklı olmasına rağmen ‘Lailâhe illellah Muhammedurrasulullah’ diyenlerle ‘bunyanûn mersus/kenetlenmiş bir yapı’ olan bir nesil yetişti. Mekke müşriklerini rahatsız eden de bu ümmet yapısıydı. Hz. Ebû Bekir’le köle Bilal b. Rabah’ı kardeş yapan İslam’a karşı imtiyazlarını koruyabilmek için savaş kararı aldı Mekke Parlamentosu. Bunun için Bedir’e, Uhud’a gittiler. Müşrikler, Yahudiler, Münafıklar bu yapıyı çökertmek için Hendek muharebesinde güç birliği yaptı, koalisyon kurdu. Medine’de farklı kabilelere mensup olan sahabe arasında “uhuvvet-i İslamiyye” güçlendikçe ırka dayalı cahiliyye yapısının çözülmesi hız kazandı. Bu durumu yarınları adına tehlikeli gören münafıklar önlerine çıkan her fırsatta, İslam’ın ortaya koyduğu Ümmet yapısını hedef aldı. 
 

Münafıklar Devrede 

Allah Rasulü’nün (s.a.v)  büyük uğraşılar vererek birleştirdiği yürekleri dağıtabilmek için Yahudiler bir koldan, Münafıklar ise bir başka koldan çalıştı. Bunun için Mureysî Gazvesi’ne münafıklar hiç olmadığı kadar büyük bir sayıyla katıldı. Zafer kazanılınca tedirginlikleri daha da arttı, Ensar-Muhacir kardeşliğini parçalayabilmek için habbeyi kubbe yapma hilesine başvurdular. Bir kuyu başında Sinan b. Veber el-Cuhenî ile Cahcah b Saîd arasındaki kavga, bir anda Ensar-Muhacir mücadelesine döndü. Sinan, “Ya lel-Ensar/Yetişin Ey Ensar”, Cahcah da “Ya LeKureyşin, Ya Le Kinane/Yetiş Ey Kureyş, Kinane! Neredesiniz!” diye seslendi (İbn İshak, et-Tabâkat, II, 64-5).
 

Büyük Oyun 

Ensar ve Muhacirin aşırı tahrik altında birbirleri hakkında sarfettikleri ifadeleri, İslam kardeşliğini parçalama noktasında kullanmak isteyen nifak cephesinin lideri Abdullah b. Übey, Ensar’a, “Hele bir Medine’ye dönelim o zaman en aziz olan (kendisini ve münafıkları kastediyor), en zelil olanı (Allah Rasulü’nü (s.a.v) ve muhaciri kastediyor) Medine’den çıkaracak.” dedi. Ardından da Ensar’a yönelip, “Bunu siz yaptınız! Onları yerlerinize siz yerleştirdiniz, mallarınızı onlarla siz paylaştınız. Bunun tek sorumlusu da sizlersiniz.” (İbn İshak, et-Tabâkat, II, 65) dedi. Tahrikin nihai noktasında ortam o kadar gerildi ki, Allah Rasulü   ve muhacir için, “Semmin kelbek ye’kulke/Besle köpeğini yesin seni.” gibi aşağılık cümleler bile kuruldu. Ne varki, Allah Rasulü’nün   tesis ettiği Ümmet yapısına en zor şartlarda dahi sadakat gösteren Ensar’ın imanı bu “büyük oyunu” bozdu. Baş Münafık İbn Übey’in hezeyanlarını onunla aynı kabileden olan genç sahabi Zeyd b Erkam Allah Rasulü’ne   bildirdi. Efendimiz konuşmaları tetkik etti. Sonunda münafıkları anlatan ve malum hadiseyi tasdik eden “Münafikûn Suresi” nâzil oldu. Münafıkların İslam millet yapısını parçalamak için yaptığı hamlelere karşı geliştirilen Nebevî Müdafaa, benzer durumlara sonraki zamanlarda nasıl karşı konacağı noktasında fevkalade canlı bir tecrübe, tam bir üsve-i hasene oldu.
 

Babasının Yolunu Kesen Sahabi 

Babasının Allah Rasulü   ile alakalı sarf ettiği cümlelere muttali olan Abdullah b Übeyy’in oğlu Abdullah, Efendimiz’in huzuruna çıkıp, “Eğer babamı öldüreceksen bunu bana emret, sana başını ben getireyim/İn Kunte failen fe Murnî bihi fe Ene Ehmilu ileyke ra’sehu” der. Abdullah’ın İslam Millet yapısının her nevi ırkı aidiyetten daha güçlü olduğunu resmeden teklifi üzerine Allah Rasulü, (s.a.v)   “Hayır babanı öldürmeyi kasdetmedim. Aramızda kaldığı müddetçe onunla iyi geçiniriz.” buyurarak genç sahabiyi teselli etti (Muhammed Rıza, Muhammedun Rasulüllah  , 279). Medine’de hiç kimsenin sevmediği kadar babasını seven Abdullah, Ümmet yapısını parçalamayı amaçlayan pederine karşı öfkesine hakim olamaz ve İslam ordusu Medine’ye yaklaştığı sırada Akik vadisinde atından inip babasının yolunu keser, devesini çöktürüp ona, “Kendinden başka ilah olmayan Allah Azze ve Celle’ye yemin olsun ki, ‘İnsanların en azizi Allah Rasulü (s.a.v), en zelili de benim.’ diye ikrarda bulunmadan seni salmam, Medine’ye giremezsin, der( İbn İshak, et-Tabâkat, II, 65; Kurtubi’, el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, XVIII, 84). 

Abdullah b. Übeyy, karşısında kılıcını çeken, devesini çökerten oğlu Abdullah’ı bu halde görünce şaşırır. İslam düşmanı bir babanın karşısında, Allah Rasulü’nün (s.a.v) bağlısı bir oğul vardı ve babasını ölümle tehdit ediyordu. Sahabe bu manzarayı hayretle izlerken yanlarına Allah Rasulü    gelir ve “Yemin olsun ki, aramızda yaşadığı müddetçe ona iyi davranacağız. Bırak onu/da’hu” buyurdu (İbn İshak, et-Tabâkat, II, 65; Mübarekfurî, er-Rahîku’l-Mahtum, 303). 

Kıyafetiyle İslam’ın, Davetiyle Marksistlerin Yanında Yer Alanlar 

Bedir’de, Hendek’te, Müreysî’ Gazvesi dönüşünde İslam millet yapısını yıkamayan küfür cephesi hiç boş durmadı, geliştirdiği yeni senaryolarla İslam’ın yürüyüşünü durdurma çalışmalarına devam etti. Bu noktada kıyafetiyle Müslüman, hakikatiyle ise zındık olan pek çok isim tamir adına din tahripçiliği yaptı.


Nifak Oyunları   

Allah Rasulü (s.a.v), Medine’ye gelenlere bizzat kendisi, gelemeyenlere ise ashabıyla davasını tebliğ etti. Farklı ırklardan yeni bir millet yapısı ortaya çıkardı. Devleti o millet yapısıyla kurdu, Bedir’de zaferi onunla kazandı. Bütün siyaset merkezlerine, zulüm tapınaklarına kulluk çağırısında bulundu. Zalime, tağuta meydan okudu. Uhud’ta ağır darbeler aldıktan, en yakınlarını şehit verdikten, Hendek’te kuşatıldıktan kısa zaman sonra Bizans’a karşı sefer hazırlığına başladı. Hadiseyi maddi mikyasta değerlendirenler, “Muhammed’in Bizans’la hesaplaşma iradesi bir cinnet halidir.” demekteydi. Fakat O   tam bir tevekkülle ashabına, “Üzülmeyin, gevşemeyin, eğer inanıyorsanız üstün olan sizlersiniz.”; ”Allah size yardım edince kim size galip olabilir?” ayetlerini okudu. Allah Rasulü (s.a.v) -harb meydanlarında aldığı darbelere rağmen- bütün stratejik planları altüst eden bir iradeyle Bizans üzerine yürüme kararlılığında geri adım atmadı. Bütün insanlığın kurtuluşu için sağına soluna bakmadan yürüdü,  atını yeryüzünün en önemli güç merkezlerine sürdü. O, bu meydan okuyuşu başlattığında ashabının en önemli dayanağı imandı. Sahabe imanla eşyanın da insanın da hakikatine vakıf oldu. Bizans’ı, İran’ı asli suretleriyle gördü. Dışı muhteşem, yüreği kokmuş bir uygarlık vardı karşılarında. Bu yüzden ürkmediler. Yürüdüler. 


Bir Bizans Projesi Olarak Mescid-i Dırar 

Madde planında İslam’ın önünü kesemeyeceklerini anlayan güç merkezleri, İslam’a karşı İslam projesiyle Ümmet yapısını parçalamayı hedefledi. Bunun için “daha içerden bir söylem ve eylem” geliştirdi. Bu çerçevede, yapımında Allah Rasulü’nün (s.a.v)   görev aldığı Kuba Mescidi’nin yakınlarında “Mescid-i Dırar” inşa edildi. Bedir’den, Hendek’ten zafer çıkaramayan küfür cephesi, Mescid’i karargah yaparak İslam’a saldırmayı planladı. 

Projeyi Cahiliyye devrinde de Hristiyan olan Hazreçli Ebû Amir er-Rahib hazırladı, tatbikinde ise Medineli münafıklar rol aldı. Ehl-i Kitab hakkında geniş malumata sahip olan Ebû Amir, Hazreçliler arasında muteber bir adamdı. Ne var ki Allah Rasulü’nün (s.a.v)   Medine’ye gelmesi ve İslam’ın aziz olmasından rahatsız oldu. Efendimiz onu İslam’a davet etti, ona Kur’an-ı Kerim’den ayetler okudu. Fakat Ebu Amir, Müslüman olmaktan imtina etti. Allah Rasulü de (s.a.v)  onun için, Medine’den uzak yerlerde, kovulmuş bir halde ölsün buyurdu (Öyle de oldu). 

Bedir, büyük bir İslam zaferi olarak kayda geçince Ebû Amir içindeki kini açığa vurdu, İslam’a karşı açıktan cephe aldı. Medine’den kaçıp Mekke müşriklerine sığındı. Orada da boş durmadı, onları Allah Rasulü’ne (s.a.v) karşı tahrik etti. Arap kabilelerinden Kureyş’e uyanlarla birlikte Uhud yılında Medine’ye doğru yola çıktı. Bedir’de Ensar’ı yanına çekmek için onlara hitap etti. Sahabe ne demek istediğini anlayınca, “Allah gözünü kör etsin ey fasık, ey Allah düşmanı!” diyerek ona hakaret etti. Beklemediği bir tepkiyle karşılaşan Ebû Amir şöyle diyerek geri çekilmek zorunda kaldı, “Allah’a yemin olsun ki benden sonra kavmime şer isabet etmiş/Vallahi kad asâbe kavmî ba’dî şerrun.”dedi. 

Ebû Amir, Mekke müşriklerinin yardımıyla İslam’ı ortadan kaldıramayacağını anlayınca, Allah Rasulü’ne (s.a.v) karşı yardım alabilmek için Bizans Hükümdarı Heraklius’a gider. Heraklius, kendisine çeşitli vaatlerde bulunur, yanında ağırlar. Bütün bunları teminat olarak gören Ebû Amir, Medine’deki münafıklara Allah Rasulü’nü (s.a.v) geldiği yere göndermek üzere bir ordu ile geleceğini, bunun için de üs olacak bir bina yapmalarını talep eder. Münafıklar Kuba Mescidi’nin yanına bir mescit inşaatı başlar ve Allah Rasulü (s.a.v) Tebük Seferi’ne çıkmadan mescid inşaatı bitirilir. Allah Rasulü’ne (s.a.v), Kuba Mescidi’ne gidemeyecek kadar zor durumda olanların ve hastaların ibadet etmeleri için bir mescid yaptıklarını ve Ondan da orada namaz kılmasını istediklerini bildirirler. Allah Rasulü (s.a.v), “Biz sefer hazırlığındayız, inşallah dönünce gelir, kılarız.” buyurur. Tebük dönüşünde, Medine’ye bir günlük ya da daha az bir mesafenin kaldığı noktada Cebrail, Mescid’in içyüzünü deşifre eden ayetle gelir (bk İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Azîm, I, 169). 

Allah Rasulü  , Hz. Vahşi ve Ma’n b Adî ile birlikte bir grubu bu mescidi yıkıp, enkazını yakmak üzere gönderdi. Ashab, Mescid-i Dırar’ı yıktıktan sonra Allah Rasulü’nün   talimatı gereği yerini çöp ve leşlerin atıldığı bir mezbeleliğe çevirdi. Ebû Amir’de Allah Rasulü’nün   ifade ettiği gibi yurdundan uzakta, Şam’da öldü(Nesefî, Medârik, I, 709).
 

Çağdaş Ebû Amirler ve Mescid-i Dırarlar 

Ebû Amir, Bedir Savaşı’nda kendi milletini açıkça küfre çağırınca büyük tepki almış, “Kavmime benden sonra kötü şeyler olmuş” diyerek geri çekilmek zorunda kalmıştı. Allah Rasulü’nün (s.a.v), Bizans’a meydan okuduğu Tebük Seferi sürecinde strateji değişikliğine giden Ebû Amir, Bizans’ı da arkasına alarak münafıkları mescid çevresinde örgütlenmeye çağırdı. Bu noktada o kadar hassas davranıldı ki küfre karargah olacak bir binanın açılışına bizzat Allah Rasulü de (s.a.v) davet edildi. Büyük oyun camide tezgahlanacak, büyük kafirler cami kılıf yapılarak gizlenecekti. Bedir’de kaybedenler, Müslüman gözükerek saf Müslümanları saflarına çekecek, İslam’ı İslam’la vuracaklardı. Müslümanların Ümmet olduklarını günde beş defa ilan ettikleri vahdet merkezi camiler, tefrikaya vasıta olacaktı. Plan tam devreye giriyordu ki, Kur’an-ı Kerim münafıkların masum niyetlerle yaptıklarını iddia ettikleri Mescid’in esasta bir küfür karargahı olduğunu haber verdi: “Kuba Mescid’i çevresinde örgüleşen Ümmet yapısına zarar vermek, içlerinde sakladıkları küfrü güçlendirmek, toplu halde tek bir mescitte namaz kılan Müslümanların kardeşlik yapısını dağıtmak, daha önceden Allah ve Rasulü’ne (s.a.v) karşı savaşanlara üs kurmak için mescid yapıp, ‘Biz bununla sadece namaz, zikir ve müslümanların rahat etmesi gibi iyilikler yapmayı istedik’ diye yemin edenlerin şüphesiz ki yalancı olduklarına Allah şahittir(Tevbe: 107; Meal-tefsir için bk Ebussuud, İrşâd, III, 191; Nesefî, Medârik, I, 709). Kur’an-ı Kerim, Allah Rasulü’ne  , İslam’ı çökertmek için namazı, ezanı, zikri kullanan zahirde mescid, hakikatte ise küfre karargah olan bir yerde “namaz için asla durma!” (Tevbe: 108) buyurdu. 

Küfür, savaş meydanlarında istediği sonucu alamayınca İslamî değerleri istismar edip Müslümanlar arasına sızdı onları bölen yapılanmaları Mescid-i Dırar’larda şekillendirdi. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim yıkılan, yakılan o Mescid’ten bahsetti. Çünkü Mescid-i Dırar Müslümanların kardeşlik yapısını parçalayan en sarsıcı bir yöntem, en bölücü bir stratejiydi. Bu yüzden Müslümanlar ne Mescid-i Dırar’ı, ne de Bizans’la işbirliği içerisinde hareket eden Ebû Amir’i ve içerideki adamlarını unutmamalıydı.
 

“Biz de Müslümanız” 

Namazı inkar eden, çevirdiği tiyatrolarla onu aşağılayan, hakim olduğu noktalarda Zerdüştlük propagandası yapan faşist ve marksist bir yapı, Arab’ı, Türk’ü, Kürd’ü kardeş yapan İslam Millet Örgüsü’nü parçalamak için Ebû Amir’in Bedir’de yaptığı gibi apaçık bir küfür diliyle kendi ırkından olan Müslümanları safına çağırdı. İstediği oranda destek bulamayınca Mescid-i Dırar yöntemine başvurdu. Müftülerden, imamlardan, medrese hocalarından, başını örten kadınlardan bir güruhu ikna ederek, kendine taraftar yaptı, onları da sahneye çıkararak, aldatamadığı Müslümanlara, “İşte biz de müslümanız. Geliniz.” dedi. 

Kur’an-ı Kerim’i sadece ibadet niyetine okuyanlar, Mescid-i Dırar’ın bu gün hayatın neresine tekabül ettiğini, Ebû Amirler’in kimlerle nasıl bir kirli ittifak içeride olduğunu anlayamadı. Müreysî’ Gazvesi dönüşünde olduğu gibi İslam’la alay eden İbn Übeyler’in karşısına pek çoğunun oğlu çıkamadı. Ümmet yapısı tarihin en ağır darbelerinden birini aldı. Başına sarık saran bazı hocalar faşist yapıyı desteklemek için kürsü, kürsü dolaştı, nutuk attı. Marksist kadınlarla poz verdi, namazla alay eden müseccel mürtede “önder” dedi. Ezanı susturan, medreseleri kapatan, ulemayı darağaçlarına gönderen faşist bir anlayışın, “Ne Mutlu Türküm diyene!” gibi ırkçı bir hezeyanı, Müslümanlar tarafından söylenmiş gibi gösterilerek, bir başka faşist davaya gerekçe arandı; “Ne yapalım onlar da yapıyor” denilerek Kürt ırkçılığı bazı sarıklılardan destek gördü. Allah Rasulü’nün ,  “Irkçılığa çağıran bizden değildir, ırkçılık için savaşan bizden değildir, ırkçılık üzere ölen bizden değildir.” (Müslim, Ebû Davud) buyruğu Marksistlerin hevaları doğrultusunda tevil edildi, masum Müslüman Kürtler kandırıldı. Yerden biter gibi bir anda imamdan, müftüden sarıklı sosyalist yapı propagandistleri zuhur etti. Bütün sermayesi birkaç sarf ve nahiv kitabı okumaktan ibaret olanlar, Allah Rasulü’nün (s.a.v) Mekke Ordusu’nun meydan okumalarına karşı, kendi akrabalarından Hz. Hamza, Ali ve Ubeyde’yi onların karşısına çıkararak neyi amaçladığını ya da ‘Artık bundan sonra saflar ırk merkezli değil, iman merkezli oluşturulacak.” gerçeğine işaret ettiğini göremedi; Allah’a ve Rasulü’ne  hasım olan Marksist yapıya bazı hocalar payanda oldu.  

Ebû Amirlerin talimatıyla kurulan çağdaş Mescid-i Dırar’lar Mısır’da da “Allah-u Ekber” dediğinden dolayı mahkum edilen Muhammed Mursi’ye karşı katil Sisi’nin yanında yer aldı. İhvan-ı Müslimîn’e verilen idam kararları altına sarıklılar da imza attı. 

Ehl-i Sünnet çerçevesindeki İslamî hareketler her nevi inkar taarruzlarına karşı bir İslam Müdafaa hattıydı. Necip Fazıl, küfür kimliğini açıkça izhar eden yobazlara karşı da, meydanlarda Kur’an-ı Kerim’i öperek Müslümanları Siyonist yapıya hizmet etmeye çağıran müseccel masona karşı da mücadele etti. Müslümanlar bazen kazandı, bazen kaybetti fakat neticede Ümmet siyasi bir şuur elde etti. Her darbe sonrasında saflar ırkî aidiyetlere göre değil, Allah’a ya da Şeytan’a yakınlığa göre belirlendi. Müslümanlar 12 Eylül öncesindeki sağ-sol kavgasında, ağır tahriklere rağmen faşist bir eğilim göstermedi. Her nevi siyasi ahvalde Ümmet çizgisinden ayrılmadı. İslamî hareketin içinde yer alan ne Türkler, ne Lazlar, ne Boşnaklar, ne Arnavutlar, ne Kürtler, ne de Gürcüler İslam’dan başka bir kimlikle ortaya çıkmadı. Laz İslam’ı, Çerkez İslam’ı, Kürt İslam’ı gibi sentez iddiasında ya da Lazların, Gürcülerin, Kürtlerin hakları gibi taleplerin peşinde koşmadı. Çünkü İslam’ın hakim olduğu bir sistemde bir ırkın diğerine tasallutunun olmayacağını Asr-ı Saadet’ten biliyorlardı. Bu yüzden ırkların haklarını talep etmeyi cahiliyye, Ümmet’in gasp edilen dinini dava etmeyi ise vazife telakki ettiler. Diyarbakır’ı Şam’dan, İstanbul’u Bağdat’tan ayrı düşünmediler, “kardeşim” derken aynı dili konuştuğu insanları değil, aynı dine inandığı Müslümanları kasdettiler.  

Ebû Amirlerin yeni oyunlar kurduğu, Abdullah b. Ubeyler’in İslam kardeşliğini parçalamak için habbeyi kubbe yaptığı bir zamanda bütün eski ve yeni masalları onların suratına çalacak Zeyd b Erkamlar yeniden çıkacak, kendi ırkından da olsa sarıklı sosyalistlere karşı Ümmet’in safında mücadele edecektir. 

Müslüman Arab’ın, Türk’ün, Kürd’ün 14 asırdır omuz omuza durduğu İslam Ümmet safının çizgisi değişmeyecek; Abdullah’ın babası İbn Übey’e karşı, Allah Rasulü’nün   yanında durduğu İslam safını kimse bozamayacaktır. Bağrından Taha Hakkarileri, Abdulhakim Arvasileri, Bediuzzamanları, Şeyh Seydaları, Emin Erleri çıkaran toprakların Müslüman Kürt gençleri kudemanın izinde büyük diriliş hamlesini mutlaka başlatacaktır. İşte o zaman sosyalist yobazlar gibi onların meddahlığını yapan sarıklı din tacirleri de ebediyen kaybedecektir. 

Alinti: http://www.ihsansenocak.com/sarikli-sosyalistler-ve-musluman-kurtler/
Siz bu yazıyı okuyan counter şanslı kişiden birisiniz..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

1 9