script src='http://ajax.googleapis.com/ajax/libs/jquery/1.2.6/jquery.js' type='text/javascript'/>

HASED (KISKANÇLIK)



Rahman ve Rahîm olan Allah’ın (c.c.) adı ile…

Hem mastar hem de isim olarak kul­lanılan hased kelimesi, başkasının sahip olduğu maddî veya manevî imkânların kendisine intikal etmesi veya kıskanılan kişinin bu imkânlardan mahrum kalması yönündeki istek ve niyeti ifade eder.

Başkasının elindeki nimeti çekemeyerek, o nimetin ondan gitmesini arzu etmek ve o nimeti gidermek için bir takım hilelere (çarelere) teşebbüs etmekten ibaret olan hased, bütün dinlerde haramdır. Bu hal, insanlar arasında uyumsuzluğa, tefrikaya ve dünyada bozgunculuğa sebep olduğundan dolayı çok kötü bir ahlaktır.

Hased (kıskançlık), başkasının elindeki nimetin gitmesine sebep olduğu gibi hased eden kimsenin de ebediyen helakine sebep olacağı İblis’in helakiyle sabittir. Çünkü İblis’in küfrü Hz. Âdem’e (a.s.) olan hasedinden kaynaklanmıştır. Fakat başkasında olan nimetin devamıyla beraber kendisinin de o nimete nail olmasını (kavuşmasını) arzu etmeğe “gıbta” denir ki bu haram değildir.

Bilinmelidir ki, hased büyük günahlardandır. Birçok ayet-i kerime ve hadis-i şerif buna delalet etmektedir.

Allahü Teâlâ (c.c.) Kur’ân-ı Kerim’de buyuruyor ki: “Yahudi ve Hıristiyanlardan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler.”[1]Kur’an-ı Kerim aynı zümrenin Allahü Teâlâ (c.c.) tarafın­dan; “Müslümanlar’a lütfedilen başarıları kıskanması da haset kavramıyla ifade edilmiştir.”[2]

Allah Resulü (s.a.v.) hadis-i şeriflerde hasedin çirkinliğini ifade etmiştir. Kâinatın Efendisi (s.a.v.) buyuruyor ki:

“Hasetten sakının. Ateşin odunu yeyip bitirdiği gibi hased de bir insanın bütün iyiliklerini yer bitirir.”[3]

“Size eski ümmetlerin hastalığı sirayet etti. Bu hastalık, hased ve buğuzdurBuğuz traş edicidir. Bilesiniz traş edici derken ‘Saçı traş edici’ demiyorumO, dini traş edicidir. Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsinizBirbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız. Birbirinizi sevmeye yardımcı olacak şeyi haber vereyim mi: Aranızda selâmı yaygınlaştırın.”[4]

“Şu iki kişi dışında hiç kimseye gıbta etmek caiz değildir: Biri, Allah’ın kendisine verdiği hikmetle hükmeden ve bunu başkasına da öğreten hikmet sahibi kimseDiğeri de Allah’ın kendisine verdiği malı hak yolda sarf eden zengin kimsedir.”[5]

“Birbirinize buğuz etmeyin, birbirinize hased etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları, Allah’ın emrettiği gibi kardeş olunuz.”[6]

Hasedi gıptadan ayıran en önemli fark, haset kavramının “ben­cillik ve çekememezlik” anlamına gelme­sinden kaynaklanmaktadır. Nitekim bazı kötü niyetli kişilerin elde edecekleri im­kânlarla fitne ve fesat çıkarmak gibi za­rarlı faaliyetlerde bulunmasından kaygı duyulduğu için bunların o imkânlardan mahrum kalmasını arzulamakta sakınca görülmemiştir. Buna göre haram olan hased, başkasının meş­ru yoldan sahip olduğu bir imkândan do­layı insanın kıskançlık duygusunun et­kisine kapılarak kendisine bir yararı ol­masa bile o nimetin elden çıkmasını is­temesidir.

HASEDİ GİDERMENİN YOLLARI

İslâm âlimleri, hased duygusunu or­tadan kaldırmanın veya etkisinden ko­runmanın bazı yollarına işaret ederler. Bunun için öncelikle hasedi doğuran se­beplerin bilinmesi gerekir. İmam-ı Gazâli hasedin sebeplerini şöyle sıralar: Düşmanlık ve kin gütme, üstünlük duygusu, kibir, bö­bürlenme, ulaşılmak istenen şeylerden mahrum kalma korkusu, makam ve mevki tutkusu, nefsin kötülük ve çirkin­liği. İmam-ı Gazâli, bu sonuncu halin belli bir sebebinin bulunmadığını, bu durumdaki insanlar, Allahü Teâlâ’nın (c.c.) nimetlerini herkesten kıskanan çirkin bir ahlaka sahip olduk­ları için bunlardaki haset duygusunu te­davi etmenin çok zor olduğunu belirtir.

İslâm âlimleri, hasedi bir tür ruh hastalığı saydıkları için bunun öncelikle kıskanan kimsenin kendisine zarar ver­diğini, çünkü onu mutsuz kıldığını söy­lerler. Hased ruhu kirleten bir kusurdur ve şerlerin en fenasıdır. Hased, başkasının zarar görmesini isteme duygusu olduğu­na göre bir kötülük sevgisidir. Kötülüğü sevenin kendisi de kötüdür; insanların en kötüsü ise dostlarının zarara uğrama­sına sevinen kimsedir.

Ebu Bekir er-Râzî ise hasedi hem bedenî hem ruhî tahri­bata, zihnî ve amelî verimsizliğe yol açan bir hezeyan durumu olarak değerlendirir ve bundan dolayı hasedin kıskanılandan çok kıskanan kimseye zarar verdiğini söyler.

Kaynaklarda hased hastalığının ilim ve amelle tedavi edilebileceği belirtilir. İlim sayesinde kişi bu duygunun mahiyeti, se­bepleri ve zararları hakkında bilgi edinir; amelle de haset duygusuna yol açan se­beplerin aksi istikametindeki davranışla­ra kendini zorlayarak kıskançlık eğilim­lerini ortadan kaldırır veya hafifletir ya da bu eğilimlerin baskısından kurtulma imkânına kavuşur.

İnsan içindeki haset duygusuna rağmen düşünce ve davranışlarını bu duygunun etkisinde kalmadan aklın ve dinin gerekli gördüğü biçimde düzenler; ayrıca böyle bir duygu taşıdığı için kendini eleştirme erdemini gösterirse görevini yerine ge­tirmiş, sorumluluktan kurtulmuş olur. Bunun ötesinde dünya nazlarına ilgi duy­duğu sürece haset duygusunu tama­mıyla söküp atması mümkün değildir.

İmam-ı Gazâli, meselenin bu kısmında tasavvufî üslûba yönelerek böyle bir sonuca ulaşmanın ancak insanların kendileriyle ilgilenmeyi bir yana bırakıp her şeye ve herkese rahmet gözüyle bakmak, bütün insanları Allahü Teâlâ’nın (c.c.) kulları ve onların bütün davranışlarını da Allahü Teâlâ’nın (c.c.) fiilleri olarak gör­mekle mümkün olabileceğini ifade eder.

Hased duygusunun oluşması ve güçlen­mesinde, kişinin kendini başkalarından daha aşağı seviyede görmesinden doğan kompleksin büyük etkisi vardır. Bu se­beple çalışarak giderilebilecek zaafların bertaraf edilmesi için elden gelen gayre­tin sarf edilmesi hasedin önemli tedavi yollarından biri olarak kabul edilmelidir.

HASEDCİNİN ŞERRİNDEN KORUNMAK

Bazı kaynaklarda, kendisine hased edi­len kişinin hasedciden gelebilecek zarar­lardan korunması için hangi tedbirlere başvurması gerektiğine ilişkin önerilere de yer verilmiştir. Bunlar; Hasedcinin şerrinden Al­lahü Teâlâ’ya (c.c.) sığınmak, takvaya yönelmek, Allahü Teâlâ’nın (c.c.) emir ve yasaklarına uymak, hasedciye karşı sabırlı olup onunla çatış­maktan, ona eziyet vermekten sakınmak, Allahü Teâlâ’ya (c.c.) tevekkül etmek, düşüncesinde hasedciye yer vermemek, ihlâsla Allahü Teâlâ’ya (c.c.) yönelmek, hasedcinin kendisine musallat olmasını bir musibet kabul edip bu musibete sebep olabilecek günahlarından tevbe etmek, mümkün olduğu kadar ikram ve ihsanda bulunarak hasedcinin zararın­dan korunmak, hasedci ve zararlı kimse­lerin kalplerindeki kötülük ateşini onlara iyilik ederek söndürmek, tasavvufi anla­yışıyla bütün olup bitenleri Allahü Teâlâ’nın (c.c.) ira­desine bağlamak ve yalnız O’nun koru­yuculuğuna sığınmaktır.

Bunların yanında Allahü Teâlâ’nın (c.c.) mad­dî ve manevî lütuflarına mazhar olan ki­şinin israftan kaçınması, davranışlarını başkalarının kıskançlığına sebep olma­yacak şekilde ayarlaması gerekmekte­dir. Bu hem dinî bir görev hem de insa­na karşı bir nezaket kuralıdır.

HASEDİN KÖTÜLÜĞÜNÜ ANLATAN İBRETLİK BİR OLAY

Tarih kitapları hased (kıskançlık)la ilgili ilginç bir olaydan bahseder. Nakledildiğine göre halifelerden biri döneminde oldukça zengin bir adam, bir gün pazarda bir köle alıp evine getirir. Kölesine bir köle gibi değil de tam bir efendi gibi davranır. En güzel elbiselerden alır, en nefis yiyecekleri ikram eder ve dilediği kadar harcama yapmasına yardımcı olur, adeta öz oğluymuş gibi davranırdı. Ancak efendisinin hep düşünceli ve kederli hali kölenin dikkatinden kaçmamaktadır. Bir gün efendisi, ona yapabileceği en büyük iyiliği de yapar, kendisini azat edeceğini söyleyerek iyi bir iş kurup sermaye olarak kullanabilmesi için de yüklüce bir para vereceğini bildirir.

Kölenin sevincine diyecek yoktur. O gece adam kölesini yanına çağırıp kendisiyle dertleşmek istediğini söyler ve içini döküp anlatmaya başlar:

“Bak evladım! Sana bunca ummadığın iyiliklerde bulundum, hatta seni azat etmeye ve sermaye olarak kullanabileceğin yüklüce bir para vermeye de niyetlendim. Bütün bunları niçin yaptım biliyor musun?” Köle;

“Hayır” der. Adam;

“Sana bunca iyilikte bulundum, karşılığında bir ricam var, bu ricamı yerine getirecek olursan sana verdiğim her şey helal olsun, ancak ricamı yerine getirmezsen hakkımı helal etmem. Üstelik isteğimi gerçekleştirmen halinde bugüne kadar verdiklerimden kat kat daha fazlasını vereceğimi de bilmiş ol!” Köle;

“Emriniz baş üstüne; siz benim efendimsiniz, her emrinizi yerine getirmeye hazırım. Siz yeniden hayata kavuşturdunuz beni, ne isterseniz yaparım...” diye cevap verince adam;

“Yok, öyle olmaz. Bana söz vermen lazım. İstediğimin ne olduğunu öğrendikten sonra vazgeçmenden korkarım!” der. Bunun üzerine köle o ne isterse yapacağına dair yemin edip söz verir. Adam ondan söz aldıktan sonra;

“Şimdi iyice kulak ver bana! Benim tayin edeceğim bir zaman ve mekânda başımı keseceksin, tamam mı?” Köle hayretten donakaldı, kulaklarına inanamaz:

“Aman efendim! Nasıl olur?” dese de fayda etmez, efendisi kararlıdır. Böyle bir şeyi kabul edemeyeceğini anlatmaya çalışır, fakat efendisi kendisine vermiş olduğu sözü hatırlatarak köleyi ikna eder.

Gece yarısına doğru adam gidip köleyi uyandırır, eline keskin bir bıçak verip kendisini takip etmesini söyleyerek evin damına çıkıp, oradan da komşusunun damına çıkarlar. Para dolu keseyi kölesine verip:

“Bu para senin olsun. Benim başımı burada kesip sonra dilediğin yere gitmekte serbestsin.” Köle şaşkınlık içinde:

“Neden sizi öldürmemi istiyorsunuz?” diye sorar. Efendisi;

“Üzerinde durduğumuz bu dam, komşumun evinin damıdır. Ben bu komşumu fena halde kıskanırım; gözüm götürmez işte, adamı görmeye bile tahammül edemiyorum, ölürüm daha iyi! Biz ticarette birbirimizin rakibiydik. Ama adam beni geride bıraktı şimdi, her hususta benden ileri! Hırsımdan yanıp yanıp kül olasım geliyor, ben bu adama tahammül edemiyorum! Sonunda bu çareyi akıl ettim, kendimi öldürmek suretiyle onun üzerine bir cinayet yüklemeye karar verdim. Böylece onu zindana atacaklar, ben de rahatlamış olacağım nihayet. Başka türlü rahatlayamam. Biz rakip olduğumuzdan bu cinayet muhakkak onun üzerinde kalır. Yarın cesedi bulduklarında ‘Falancanın evinde bulduk, zaten birbirinin rakipleriydiler. O halde kesinlikle bu öldürmüştür adamcağızı!’ diyerek onun yakasına yapışacak ve cinayet suçuyla idama götüreceklerdir. Benim istediğim de bu!”

Köle duydukları karşısında hayrete kapılıp:

“Bir insan ancak bu kadar alçalabilir. Senin gibi ahmak ve alçak birinin hakkı da ölümdür zaten” diyerek onun isteğini yerine getirip başını keser paraları da alarak uzaklaşıp gider.

Çok geçmeden cesedi komşunun damında bulurlar. Adamcağızı yaka paça tutup zindana atarlar. Fakat bir yandan da “Eğer katil bu adamsa onu ne diye kendi evinin damında öldürsün ki? Bu işte bir iş olmalı” demektedirler.

Nitekim çok geçmeden olayın iç yüzü anlaşılır. Vicdanı rahatsız olan köle, kadıya başvurup gerçekleri anlatır.

“Yakaladığınız adam suçsuzdur, onu kendi isteğiyle ben öldürdüm. Bu adamcağıza katil damgası vurabilmek için planladı her şeyi. Kıskançlıktan yanıp tutuşuyordu, sonunda kendi hayatına kıyacak kadar ileriye götürdü işi” der.

Mesele böylece anlaşılınca katil zanlısı komşu ve köle serbest bırakılır ve bu olayda bir ibret tablosu olarak tarih sayfalarına geçer.

Rabbimiz (c.c) hased hastalığından bizleri, ailemizi ve bütün Müslümanları muhafaza eylesin… Satırlarımızı Rabbimizin bizlere Felak suresinde öğretmiş olduğu dua ile sonlandıralım:

“Hased ettiği zaman hased edenin şerrinden Allah’a (c.c.) sığınırım.”[7]


[1]Bakara Suresi: 109

[2]Nisa Suresi: 54

[3]Ebu Dâvud: 4903

[4]Tirmizi: 2512

[5]Buhari: 73

[6]Müslim: 2563

[7]Felak suresi: 5

 
16 Ekim 2012, 11:25

Adem ŞENER Hoca Efendi

 
Siz bu yazıyı okuyan counter şanslı kişiden birisiniz..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

1 9