script src='http://ajax.googleapis.com/ajax/libs/jquery/1.2.6/jquery.js' type='text/javascript'/>

İlk Müs­lü­man­lar



 

İlk îmân eden in­san Ra­sû­lul­lâh -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem- Efen­di­miz’dir. Bu hu­sus âyet-i ke­rî­me­ler­de şöy­le bil­di­ril­mek­te­dir:

آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ

“Pey­gam­ber, Rab­bi ta­ra­fın­dan ken­di­si­ne in­di­ri­le­ne îmân et­ti…” (el-Ba­ka­ra, 285)

قُلْ إِنِّي أُمِرْتُ أَنْ أَعْبُدَ اللَّهَ مُخْلِصًا لَّهُ الدِّينَ

(11)

وَأُمِرْتُ لِأَنْ أَكُونَ أَوَّلَ الْمُسْلِمِينَ

(12)

“De ki: Ba­na, dî­ni Al­lâh’a hâ­lis kı­la­rak O’na kul­luk et­mem em­ro­lun­du. Ve ben, müs­lü­man­la­rın il­ki ol­mak­la em­ro­lun­dum.” (ez-Zü­mer, 11-12)

Fahr-i Kâ­inât Efen­di­miz’den son­ra ilk müs­lü­man, muh­te­rem zev­ce­si Haz­ret-i Ha­tî­ce -ra­dı­yal­lâ­hu an­hâ- idi.

Âlem­le­rin Efen­di­si, kav­mi­nin ha­kâ­ret, alay ve ezi­yet gi­bi kö­tü ta­vır ve dav­ra­nış­la­rı­na mâ­ruz ka­la­rak mah­zûn ve mü­ked­der bir hâl­de evi­ne dön­dük­çe, Al­lâh Te­âlâ O’nun hüz­nü­nü Haz­ret-i Ha­tî­ce vâ­li­de­mi­zin te­sel­lî ve teş­vîk edi­ci söz­le­riy­le ha­fif­let­miş, ilâ­hî nus­re­tiy­le va­zî­fe­si­ni ko­lay­laş­tır­mış­tır.138

Haz­ret-i Ha­tî­ce -ra­dı­yal­lâ­hu an­hâ- îmân edin­ce Efen­di­miz’in kız­la­rı Haz­ret-i Ru­kıy­ye, Üm­mü Gül­süm ve Fâ­tı­ma da müs­lü­man ol­muş­lar­dı.139

Haz­ret-i Ali -ker­re­mal­lâ­hu vec­heh- de Ra­sû­lul­lâh -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem- ile Haz­ret-i Ha­tî­ce’nin na­maz kıl­dık­la­rı­nı gör­müş ve:

“–Ne­dir bu?” di­ye sor­muş­tu.

Al­lâh Ra­sû­lü -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem-:

“–Bu, Al­lâh’ın ken­di­si için seç­ti­ği dî­ni­dir. Ben se­ni tek olan Al­lâh’a îman ve ibâ­det et­me­ye, hiç­bir fay­da ve za­ra­rı ol­ma­yan Lât ile Uz­zâ’yı da in­kâ­ra dâ­vet edi­yo­rum!” bu­yur­du.

Haz­ret-i Ali -ra­dı­yal­lâ­hu anh-:

“–Ben bu dî­ni şim­di­ye ka­dar hiç işit­me­dim! Ba­bam Ebû Tâ­lib’e sor­ma­dan bir iş ya­pa­mam!” de­di.

Fahr-i Kâ­inât Efen­di­miz, o sı­ra­lar teb­lîğ fa­âli­yet­le­ri­ni giz­li­den giz­li­ye de­vâm et­tir­di­ği için:

“–Ey Ali! Şâ­yet müs­lü­man ol­ma­ya­cak­san sa­na bah­set­ti­ğim bu hu­sû­su giz­li tut, açı­ğa vur­ma!” bu­yur­du.

Haz­ret-i Ali, o ge­ce bek­le­di. Al­lâh Te­âlâ onun kal­bi­ne İs­lâm mu­hab­be­ti­ni bah­şet­ti. Sa­bah­le­yin Pey­gam­ber Efen­di­miz -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem-’in ya­nı­na git­ti ve İs­lâm dî­ni hak­kın­da su­âl­ler sor­du. Al­dı­ğı ce­vap­lar üze­ri­ne, Al­lâh Ra­sû­lü’nün buy­ru­ğu­nu he­men ye­ri­ne ge­ti­rip müs­lü­man ol­du. Ba­ba­sın­dan çe­ki­ne­rek, müs­lü­man­lı­ğı­nı bir müd­det giz­li tut­tu. Haz­ret-i Ali, bu sı­ra­lar­da on ya­şın­da idi. (İbn-i İs­hâk, s. 118; İbn-i Sa’d, III, 21)

Pey­gam­ber Efen­di­miz -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem- na­maz kıl­mak is­te­di­ğin­de, Haz­ret-i Ali -ra­dı­yal­lâ­hu anh- ile bir­lik­te Mek­ke vâ­di­le­ri­ne doğ­ru çı­kıp gi­der­ler ve in­san­lar­dan giz­li ola­rak, na­maz­la­rı­nı ora­lar­da kı­lar­lar, ak­şam­le­yin de dö­ner­ler­di. Al­lâh’ın di­le­di­ği za­mâ­na ka­dar bu böy­le de­vâm et­ti.

Ebû Tâ­lib, oğ­lu ve sev­gi­li ye­ğe­ni­nin giz­li giz­li na­maz kıl­dık­la­rı­na mut­ta­lî olun­ca, Pey­gam­ber Efen­di­miz, çok sev­di­ği am­ca­sı­nı da İs­lâm’a dâ­vet et­ti. Ebû Tâ­lib ise bu dâ­ve­te şöy­le ce­vap ver­di:

“–Ey kar­de­şi­min oğ­lu! Be­nim, ata­la­rı­mın dî­nin­den ay­rıl­ma­ya gü­cüm yet­me­ye­cek! Lâ­kin Sen gön­de­ril­di­ğin şey üze­re de­vâm et! Val­lâ­hi ben ha­yat­ta ol­du­ğum müd­det­çe Sa­na kim­se za­rar ve­re­me­ye­cek­tir!”

Haz­ret-i Ali’ye de:

“–Ev­lâ­dım! O, se­ni an­cak ha­yır ve iyi­li­ğe dâ­vet eder. Sen, O’nun yo­lu­na sım­sı­kı sa­rıl. O’ndan hiç ay­rıl­ma!” de­di. (İbn-i Hi­şâm, I, 265)

Ab­dul­lâh bin Mes’ûd140 -ra­dı­yal­lâ­hu anh-, Mek­ke’ye ti­câ­ret için gel­di­ğin­de Al­lâh Ra­sû­lü -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem-’i Haz­ret-i Ha­tî­ce ve Haz­ret-i Ali ile bir­lik­te Kâ­be’yi ta­vâf eder­ken gör­dü­ğü­nü ve bu es­nâ­da Haz­ret-i Ha­tî­ce’nin te­set­tü­re çok dik­kat et­ti­ği­ni

söy­le­mek­te­dir. (Ze­he­bî, Si­yer, I, 463)

Ufeyf el-Kin­dî de, ti­câ­ret için Mek­ke’ye gel­miş ve Ab­bâs -ra­dı­yal­lâ­hu anh-’ın evi­ne mi­sâ­fir ol­muş­tu. Ufeyf, Pey­gam­ber Efen­di­miz’in, Haz­ret-i Ha­tî­ce’nin ve Haz­ret-i Ali’nin Kâ­be’de na­maz kıl­dık­la­rı­nı gör­müş, Ab­bâs -ra­dı­yal­lâ­hu anh-’tan on­lar hak­kın­da mâ­lu­mât is­te­miş­ti. Haz­ret-i Ab­bâs da on­lar­dan bah­set­tik­ten son­ra:

“–Val­lâ­hi ben yer­yü­zün­de bu dî­ne ina­nan şu üç ki­şi­den baş­ka kim­se bil­mi­yo­rum!” de­miş­ti.

Ufeyf -ra­dı­yal­lâ­hu anh- hi­dâ­yet­le şe­ref­yâb ol­duk­tan son­ra hep şöy­le ha­yıf­la­nır­dı:

“–Âh ne olur­du o za­man îmân edey­dim de ikin­ci er­kek mü’min ben olay­dım! On­la­rın dör­dün­cü­le­ri ol­ma­yı, ne ka­dar ar­zu eder­dim!” (İbn-i Sa’d, VI­II, 18; İbn-i Ha­cer, el-İsâ­be, II, 487)

Pey­gam­ber Efen­di­miz’in âzat­lı kö­le­si Zeyd bin Hâ­ri­se -ra­dı­yal­lâ­hu anh-, Haz­ret-i Ali’den son­ra müs­lü­man ol­muş, na­maz kıl­mış, Ra­sû­lul­lâh -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem-’in ma­iy­ye­tin­den ve hiz­me­tin­den hiç ay­rıl­ma­mış­tı. Tâ­if­li ser­ger­de­le­rin Pey­gam­ber Efen­di­miz’e at­tık­la­rı taş­la­ra ken­di vü­cû­du­nu si­per edip kan­lar için­de ka­la­cak ka­dar fe­dâ­kâ­râ­ne bir mu­hab­bet­le ken­di­si­ni Al­lâh Ra­sû­lü’ne ada­mış, bu­na mu­kâ­bil Âlem­le­rin Efen­di­si’nin hu­sû­sî mu­hab­bet ve il­ti­fâ­tı­na maz­har ol­muş­tu.
1 9