Peygamberimizin Ahlaki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Peygamberimizin Ahlaki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Güvenilirligi


El-Emin Geliyor...

Efendimize (asm), peygamberlik vazifesinin verilmesinden önceki dönemlerdi... Kabe'nin yeniden inşaası için kabileler bir araya gelmiş olanca güçleri ile çalışmaktaydılar. Sıra Hacer-ül Esved'in yerine yerleştirilmesine gelmişti ki, her kabilenin canla başla yerine getirmek isteyeceği bu vazife için kabileler bir biri ile anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Bu anlaşmazlık öyle büyümüştü ki, bir an sesler yükselir olmuş ve kılıçlar kınlarından çıkmıştı.

Birkaç gün süren bu anlaşmazlık süresince Kabe'nin inşaasına ara verilmiş, herkes Hacer-ül Esved'in yerleştirilmesi meselesine odaklanmıştı. Kanlı bir hadisenin kopması her an beklenirken, Ku­reyş’in en yaşlılarından Ebû Ümeyye diye bilinen Huzeyfe b. Muğîre, ortaya atıldı ve taraflara şu tekli­fi sundu:

“Ey Ku­reyşliler! Anlaşamadığınız şu işte, mâbedin şu kapısından (Benî Şey­be Kapısını eliyle işaret ederek) ilk girecek zâtı aranızda hakem yapın; o kimse bu işi bir neticeye bağlasın!”[1]

Ebû Ümeyye’nin beklenmedik bu teklifi, taraflarca tereddütsüz kabul gör­dü. Artık bütün gözler Benî Şeybe kapısındaydı! Acaba kim çıkacaktı ve kabilelerin anlaşmazlığına nasıl bir çareyle son vere­cekti? Hiçbir kabilenin gönlünü kırmadan bu işi nasıl halledecekti? Merak dolu bakışlar, mescidin mezkûr kapısını dikkatle süzmekte idi. Kapıdan bir zât belirdi!

Uzaktan fark ettiler, kendisine mahsus boyu posu ve yürüyüşüyle vakar içinde gelen bu zâtı derhal tanıdılar ve sevinç içinde bağırdılar:

“El-Emin o! Muhammed o! Onun aramızda vereceği hükme râzıyız!”[2]

Evet, gelen Muhammedü’l-Emin’di (a.s.m.). Herkesin iti­madını kazanmış olan dürüst insandı. Bu sebeple, merak dolu bakışlar, birden sevinç bakışlarına döndü. Çünkü âdil karar vereceğinden hepsi tereddütsüz emindi.

Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Kulluk



Peygamber Efendimiz (asm), her konuda olduğu gibi kulluk ve ubudiyet konusunda da ümmetine örnek olmuş; peygamberliği onun bir beşer olduğu gerçeğini ortadan kaldırmadığı gibi, bir kulun yaratıcısına ibadet etmesi mükellefiyetinden de azade kılmamıştır. Hz. Peygamber (asm) de ümmetin diğer fertleri gibi her türlü emir ve yasağın muhatabı olmuş, hatta bazı durumlarda -mesela gece namazı- bizlere göre sünnet sayılan ek mükellefiyetlerin ona farz olmasıyla daha ağır bir sorumluluk üstlenmiştir.

Beni Övmede Haddi Aşmayın

Peygamber oluşundan dolayı hiçbir zaman ayrıcalıklı biriymişçesine tavır ve davranışlarda bulunmayan Efendimiz (asm),

“Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı övmede haddi aştıkları gibi, beni övmede siz de haddi aşmayın. Bilin ki ben sadece bir kulum. Benim hakkımda Allah’ın kulu ve elçisidir, deyin.”[1]

buyurarak kul olma bilincinde de bizlere güzel bir örneklik sergilemiştir.

Ashâb-ı Kiram’ın kendisine hürmeten kullandığı bazı ifadeleri düzelten Allah Resûlü (asm), bir defasında kendisini,

“Ey kâinâtın en hayırlısı.” diye çağıran kişiye dönmüş ve

“O, İbrahim’di.” demiştir.[2] Başka bir rivayette ise,

“Beni Yunus b. Matta’ya üstün tutmayın. Peygamberler arasında tafdil (daha faziletli olduğunu söyleme) yapmayın. Beni, Mûsâ’dan daha hayırlı görmeyin. Ben şüpheye düşme hususunda İbrahim’e göre daha zayıfım. Yusuf’un kaldığı kadar hapiste kalsaydım kralın davetine hemen uyardım.”[3]

ifâdeleriyle kendisine aşırı ta’zimde bulunulmasını yasaklamıştır.

Şükreden Bir Kul Olmayayım mı?

Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Öğretici



Peygamber Efendimizin (asm) öğretmenliği ve terbiye ediciliği de müstesnadır. Onun terbiyesi ile meydana gelen o Asr-ı saadetin emsalsiz fertlerinden günümüze kadar gelen ümmetin fertleri hep Efendimizin (asm) terbiyeciliğinin şahitlerindendir. Evet, bu icraatı yapan Allah'tır; bunu sarraf ve cevherci olan Hz. Muhammed'in (asv) eliyle yapmıştır. Bu itibarla, denebilir ki, tüm insanlığı, hakiki insanlığa ve insanî kemalâta yükselten veya yükseltme adına eşsiz bir din getiren Hz. Muhammed Mustafa'dır (asm).

O’nun (asm) terbiye sistemi sadece nefis eksenli bir terbiye sistemi değildi. O (asm) ümmetini nefis, akıl, kalp ve bütün hissiyatıyla ele almış; çocuklarını diri diri toprağa gömen o vahşi kavimden, en medeni bir toplum meydana getirmişti. Bu durumu mümtaz sahabe Cafer İbn Ebî Talib'in, Necaşî karşısında söylediği sözler tam olarak özetlemektedir:

"Ey Melik, biz kan içer, leş yer, zina eder, hırsızlık yapar, adam öldürür ve yağmacılıkla iştigal ederdik... Kuvvetli olan, zayıfı ezer ve insanlık adına utandırıcı daha neler neler yapardık..."[1]

Cafer İbn Ebî Talib böyle derken, Hz. Muhammed'den (asv) evvel insanlığın nasıl üst üste karanlıklar içinde bulunduğuna dikkati çekiyordu.

Şimdi genel bazı başlıklar halinde Efendimizin (asm) terbiye sistemi hakkında bilgiler ve örnekler verelim. Ancak bilinmelidir ki, burada nakledeceklerimiz, ancak denizden bir damla kadar değerlendirilmelidir.

Okuma Yazmaya Verdiği Önem


Bedir Savaşı’nda yakalanan esirlerden kurtuluş fidyesi vermeye gücü yetmeyip de okuma yazma bilen esirler vardır. Efendimiz (asm) bunlara ensardan onar çocuğa yazı öğretmek şartıyla serbest bırakılacaklarını söylemişti. Bu fikir, hem esirlere, hem de Ensar’a iki taraflı menfaati olan bir görüştü. Hemen eğitim için kolları sıvayan esirler ve ashab, kısa süre içinde okuma ve yazmayı öğrenmişti. Bu sayede Medine’de okuma yazma bilenlerin sayısı iyice artmıştı.[2] Bunların içerisinde vahiy katibi olan ve istikbalde Kur’an’ın mushaf haline getirilmesinde vazife alacak olan Zeyd bin Sabit Hazretleri de vardı. O dönemde bir çocuktu, ama Allah Resulü’nün (asm) harika terbiyesi onu hem vahiy katibi yapmış hem de Kur’an’ın günümüze mushaf olarak ulaşması vazifesinde görev ifa edecek bir eğitim almasını temin etmişti.

Suffe Mektebi

Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Şakacı


DİŞİ DEVENİN YAVRUSU

Bir arkadaşı kendisinden bir binek devesi ister. O (asm);
"Olur, seni bir dişi deve yavrusuna bindirelim."der. Arkadaşı şaşırarak, itiraz eder.
"İyi ama ey Allah'ın Elçisi, ben dişi deve yavrusunu ne yapayım.Bir işime yaramaz ki."
"Bütün develer bir dişi devenin yavrusu değil midir?"[1]

SANA BAHA BİÇİLMEZ

Zahir, çölde yaşayan Müslümanlardandır. Çölden Hz. Muhammed (asv)'in siparişlerini getirir ve Hz. Muhammed (asv) de onun şehirden yaptığı alışverişine yardımcı olur. Aralarındaki ilişkinin bu boyutuna dikkat çekerek:
"Zahir bizim çölümüzdür, biz de onun şehriyiz." der.
Fakat Zahir'in ciddi bir sorunu vardır. Doğuştan gelen bazı fizyonomik kusurları nedeniyle insanlar arasında görünmek istememekte, mecburen topluma karıştığı zamanlarda ise "Herkes bana bakıyor!" kompleksi ile ezilmekte, sıkıntı çekmektedir. Hz. Muhammed (asv) de Zahir'in bu sorununun farkındadır. Ve bir gün onu rahatlatmanın fırsatını da yakalar.
Zahir, Medine çarşısının en kalabalık olduğu bir saatte alışveriş yapmaktadır. Hz. Muhammed (asv) sessizce arkasından sokulur, elleriyle Zahir'in gözlerini yumarak bedenini kendisine çeker. Kendisine bu şakayı yapanın, kokusundan Hz. Muhammed (asv) olduğunu tanıyan Zahir ise, duyduğu mutluluktan adeta kendinden geçmiş olarak bütün vücuduyla Hz. Muhammed (asv)'e yaslanır. Peygamberlerinin o güne kadar hiç kimseye bu denli mesafesiz davranmadığını bilen Müslümanlar hayretten büyüyen gözlerle etrafına yığılırlar. Hz. Muhammed (asv) tebessümle seslenir:
"Bir kölem var. Satıyorum. Onu benden kim alır?"
Zahir bir yandan yaşadığı sürpriz iltifatın şokuyla, diğer yandan ise ömrü boyunca bütün bilincini doldurmuş olan o kompleksin etkisiyle, peygamberinin şakasına biraz acılık karışmış bir şakayla cevap verir.
"Yemin olsun ki ey Allah'ın Elçisi, beş para etmez bir köleyi satmaya çalışıyorsun."
İşte Hz. Muhammed (asv)'in beklediği fırsatta budur. "Herkes bana bakıyor" kompleksinin sahibine "herkes" in içinde öyle bir tedavi uygulayacaktır ki, o andan itibaren Zahir, hiç kimse karşısında en küçük bir sıkıntı hissetmeden, rahat ve başı dik olarak yaşayacaktır. Bu tam taşı gediğine koyma fırsatıdır. Hz. Muhammed (asv) o anda şakayı keser. Ciddileşir. Zahir'i göstererek ve kendilerini sarmış olan kalabalığa seslenerek:
"Hayır; andolsun ki Allah ve Allah'ın Elçisi katında senin değerine paha biçilmez!"der.
O gün Zahir'in, hayatının bayram günüdür.[2]

PARAM YOK Kİ

Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Vefası




ANNE HAKKI

Bir arkadaşı O'na (asm) annesini şikâyet eder.
"Huyu ve ahlakı kötü." der. O (asm) cevap verir.
"Ama seni dokuz ay karnında taşırken kötü huylu değildi." Arkadaşı tatmin olmamıştır.
"Ey Allah’ın Elçisi! Gerçekten kötü huylu."
"Ama seni iki sene emzirirken kötü huylu değildi." Adam yine de ısrar eder. O (asm) da devam eder:
"Senin yüzünden uykusuz kalırken kötü huylu değildi." Arkadaşı dayanamaz.
"Ama ben de karşılığını ödedim."
“Ne yaptın?”
“Sırtımda taşıyarak hac yaptırdım.” Hz. Muhammed (asv)'in dudaklarında acı bir tebessüm belirir.
“Bir tek doğum sancısının bile karşılığını ödemiş olmadın.”[1]

EBUBEKİR BENİ DOĞRULADI

Hz. Ebubekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) tartışırlar. Hz. Ebubekir (ra)'in üzgün olduğunu görünce müdahale eder, arkadaşlarını karşısına toplar ve:
“Allah beni size peygamber olarak gönderdi. Siz bana yalancı dediniz, Ebubekir doğruladı. Siz bana düşmanlık ettiniz, o canıyla, malıyla siper oldu. O günler hatırına arkadaşıma bundan sonra kimse ilişmesin.” der.
O günden sonra herkes Hz. Ebubekir (ra)’i kırmamaya özen gösterir.[2]

ÖNCE SÜRÜYÜ SAHİBİNE

Hayber'de Yahudilerle savaşılmaktadır. O bölgede ücretle çobanlık yapan bir zenci Müsluman olmaya karar verir. Hz. Muhammed (asv)'in yanına gelir ve isteğini söyler. Fakat Hz. Muhammed (asv) hemen kabul etmez.
"İlk önce sürüyü sahibine teslim etmen gerekir. Müslüman olman ve bizimle beraber savaşa katılmak istemen, üzerindeki emanetin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz." der.
Çoban kendine söyleneni yapar. Önce sürüyü tastamam sahibine iade eder, sonra yeni girdiği dinin gereğine koşar.[3]

HATİCE'NİN ARKADAŞI

Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Şefkati,

FAKİR HIRSIZ 

Medine'de kıtlık yaşanmaktadır. Aç bir Müslüman bir bahçeye girerek ağaçlardan hurma toplar ve yer. Fakat bahçe sahibi tarafından yakalanır. Dövülür ve yediği hurmalara karşılık olarak elbiselerine el konulur. Sonra da fakir hırsız, yanında kendini döven ve soyan bahçe sahibi olduğu halde Hz. Muhammed (asv)'in yanına gelir. Fakir hırsız gördüğü davranıştan ötürü bahçe sahibini şikâyet eder. Hz. Muhammed (asv) her ikisini de dikkatle dinledikten sonra bahçe sahibine döner:
"O cahildi, sen ona öğretmeliydin; o açtı, sen onu doyurmalıydın."
Bahçe sahibi önce fakir hırsızın elbiselerini iade eder, sonra da ona attığı dayağa bedel olarak kendi ambarından yüz seksen kilo buğday verir. [1]

DÜŞMANA YARDIM

Mekke'nin tahıl ihtiyacının bütününü karşılayan Hamame isimli bir kabile reisi Müslüman olur. Ve Mekke'ye tahıl satışını durdurur. Aniden açlık tehlikesiyle yüz yüze kalan Mekke'li putperestler önce Hamame'ye başvururlar. Fakat sonuç olumsuzdur. Bunun üzerine, son çare olarak Hz. Muhammed (asv)'e bir elçi heyeti gönderirler.
"Eğer senden de bir çare bulamazsak, hepimiz açlıktan kırılırız." derler.
O, Mekkelilerin üç yıl boyunca kendiyle beraber bütün Müslümanlara bir tek buğday tanesi bile vermediklerini hatırına getirmez. Müslüman arkadaşlarıyla beraber kendisine sadece "Rabbim Allah'tır." dedikleri için, vatanlarında hayat hakkı tanımayıp, göç etmek zorunda bıraktıklarını düşünmez. Kendisini defalarca öldürmeye kastettiklerini dikkate almaz. Defalarca ordu düzüp Medine'ye yürüdüklerini unutur. Unutur ve Hamame'ye emreder, Mekke yeniden tahılına kavuşur.[2]

CANINA AZAP ETMESİN

Yaşlı birinin develeri üzerindeki iki oğlunun arasında yaya olarak Kâbe’ye gittiğini görür. Sebebini sorar. Öğrenir ki bu yaşlı adamın bir adağıdır. Fakat güçlükle yol alabilmektedir. Kendisine haber gönderir.

"Allah bu kişinin kendi canına azab etmesine muhtaç değildir. Söyleyin ona bir deveye binsin."[3] 

TAİF AÇ KALINCA

Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Nezaketi

 
TEMİZ DİŞLERLE

Başını eşi Hz. Ayşe (r.anha)'nin kucağına teslim etmiş, ruhunu da Allah'a teslim etmek üzeredir. Son saniyeleri sayılmakta, son nefesler alınıp verilmektedir. Ve bu dünyadan ayrılmadan önceki son işlerinden biri de, Hz. Ayşe (r.anha)'nin de yardımıyla dişlerini misvakla temizlemek olur. Rabbinin huzuruna temiz dişlerle, düzgün ve özenli bir üst başla gitmek için...[1]

ŞEYTAN GİBİ

Arkadaşlarından biri mescide girer... Saçı sakalı dağınık, birbirine karışmıştır. Hz. Muhammed (asv)'in yüz ifadesinin değişmesinden hoşnutsuzluğu belli olur. Mesajı alan arkadaşı hızla çıkar, tıraş olur, temizlenir ve geri dönerek O'nun (asm) önüne mahcup, gülümser bir edayla oturur. Hz. Muhammed (asv) de gülümsemektedir şimdi.

"Birinizin şeytan gibi saçı başı dağınık olması yerine, böylesi daha iyi değil mi?" der.[2]

ELLERİNİ TEMİZLEMEDİKÇE

Mekke fethedilmiştir. Müslüman olmakta inatlarını aşamayıp sona kalanlar şimdi, kendi istekleriyle sıraya girerek Hz. Muhammed (asv)'in önünde bağlılık sözü vermektedir. Bunlardan biri de amcasının katili, Mekke toplumunun yöneticisi Ebu Süfyan (ra)'ın eşi Hind'tir. Tam Müslümanlığını ilan edeceği sırada Hz. Muhammed (asv)'in gözleri Hind'in ellerine ilişir ve sözünü keserek bağlılık sözünü yarım bıraktırır:

"Ellerini temizleyip tırnaklarını kesmedikçe bağlılığını kabul etmem."[3]

Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Zekasi


HUNEYN'DE MEDİNELİLERLE

Huneyn zaferiyle birlikte akıl almaz boyutlarda ganimet elde edilir. Hz. Muhammed (asv), bu ganimetin önemli bir kısmını kısa bir süre önce Müslüman olmuş ve henüz din kalplerinde sağlamca yerleşmemiş bulunan Mekke’nin ileri gelenleri arasında dağıttırır. Beklenen etki gerçekleşir. Şimdi Mekke yöneticileri,

"Muhammed gerçekten peygamberdir, yoksa bu kadar cömert olamazdı.", demektedirler.

Fakat bu durum Medine'den gelen bir kaç gencin de yanlış anlamasına neden olur. Küçük bir dedikodu çıkar. Denmektedir ki:

“Allah'ın Elçisi kendi halkı ve akrabalarına kavuştu ve galiba artık hep onlarla kalacak.”

Dedikodu kendisine ulaşınca zaman kaybetmez. Emir verir bütün Medinelileri bir vadiye toplar. Aralarında Medineli olmayan birisinin bulunmasına ise izin vermez. Herkes merak ve heyecanla beklemektedir.

"Ey Medineliler; duydum ki benim hakkımda bazılarınız, halkına ve akrabalarına kavuştu, artık hep onları tercih edecek demektedir." der.

Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Eş Olarak



Eş Olarak


Hz. Peygamber (asm), tavır ve davranışlarıyla hanımlarına örnek olmuştur. Bundan ötürü aile reisi, eşinden hangi tutumu sergilemesini bekliyorsa kendisi de o tutum içinde olmalıdır. Kişi nasıl muamele ederse, aynıyla mukabele görür. 

Hz. Peygamber (asm)'in hanımlarıyla sohbetinde, basit denilebilecek problemleriyle bile ilgilendiğini görüyoruz. Aile fertlerine ilgi gösterdiğini, kıymet verdiğini ifade eden çeşitli söz ve davranışlarıyla, onları memnun etmiş ve ruhen tatmin etmeye de ehemmiyet vermiştir. Hanımlarına faziletlerini söylemesi, sevdiğini ifade etmesi, bineğine alması, aynı kabın suyu ile müştereken yıkanılması, hanımının hayvana binmesinde yardımcı olması ve dizine bastırarak bindirmesi, kendisine yapılan yemek davetine"Hanım da gelirse" kaydıyla icabet etmesi, bir sıkıntıyla kederlenip ağlayanın göz yaşlarını elleriyle silerek teselli etmesi gibi Resulullah (asm.)'ın pek çok davranışı hanımlarını memnun etmeye yöneliktir.

Netice olarak, inananlar aile yaşayışında da Hz.Peygamber'i (asm) örnek alıp, önder edinerek saadete ulaşırlar. Çünkü Allah, Kur'an'ı Kerim'de şöyle buyurur:

 "Gerçek şu ki, Allah'ı ve âhiret gününü (korku ve umutla bekleyen) ve O'nu her daim zikreden kimseler için Allah'ın elçisi güzel bir örnek teşkil eder." (Ahzâb, 33/21) 

Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Önder


ZORUNLU YÜRÜYÜŞ


Ordu, Mustalikoğulları kabilesine karşı harekete geçmiştir. Zafer kolaylıkla kazanılır... Fakat dönüş yolculuğunun başlarında yaşanan bir olay büyük bir tehlikenin habercisidir.

Bir mola yerinde, Medineli bir Müslümanla Mekke'den hicret etmiş bir diğer Müslüman arasında basit bir sebepten bir tartışma yaşanır. Sonra olay hızla büyür ve bir Mekkeli-Medineli çatışmasına dönmeye başlar. Önlem alınmazsa, o güne kadar Müslümanların en büyük maddi güç dayanaklarını oluşturan iç birlik ve kardeşlik ruhu ortadan kalkmak üzeredir.

Duruma hızla el koyan Hz. Muhammed (asv) emir verir; ordu yürüyüşe geçer. Oysa her zaman molada geçirilen günün en sıcak saatleridir. O gün akşama kadar ve gece boyu hızlı tempoyla yürüyüş devam eder. Ertesi gün öğle saatlerinde nihayet mola izni verilir, ama neredeyse yirmi dört saattir hareket halinde olan orduda hiç kimse dünkü kavgayı devam ettirebilecek güce sahip değildir. Bütün ordu yarı baygın bir biçimde uyuyakalır. Bu arada Hz. Muhammed (asv) baş gösteren tehlikeyi ortadan kaldıracak girişimlerde bulunmuş, kavganın büyümesi adına en tehlikeli saatler de atlatılmıştır.[1]

ADAM HAKLI

Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Cesareti


Cesur

ŞECAAT VE NECDET 

Şecaat: Dinî ve dünyevî hukukunu korumak için canını dahî verecek derecede gösterilen bir yiğitlik olarak tarif edilir.

Necdet: Korku ve dehşet veren bir hâdise anında ve olağanüstü haller karşısında sabır ve sebat göstererek soğukkanlılığını koruyup, endişeye kapılmadan sakin bir şekilde hareket etmektir.

Bu hasletlerden her ikisi de Peygamberimiz (asm)'de tam ve mükemmel manada bulunuyordu.

O, insanların en cesuru, en yüreklisi, en kahramanı ve en yiğidi idi. Gençliğinden itibaren hayâtının bütün devrelerinde şecaat manasındaki cesaret, Peygamberimiz (asm)'de çok açık bir şekilde görülüyordu.

 Peygamberimiz (asm) tebliğinde ve insanları hakka davetinde o derece metanet, sebat ve cesaret gösteriyordu ki, büyük devletler, büyük dinler, kavim ve kabilesi ve hatta amcası ona şiddetli düşmanlık ettikleri halde, zerre kadar bir tereddüt eseri, bir telaş, bir korkaklık göstermiyor; tek başına bütün dünyaya meydan okuyor; İslâmiyeti anlatmaya devam ediyordu. Bu sebat ve azmin sonunda nihayet İslâmiyeti dünyaya hakim kıldı.

O’nda (asm),  her zaman sarsılmaz ve sağlam bir irade vardı. Bu iradenin ters yüz edilmesi mümkün değildi. Çünkü O’ndaki (asm) iradeyi Cenâb-ı Hakk, gizli meşietiyle biledikçe bilemişti.

Peygamberimizin Yüce Ahlaki - İnsanların En Cömerdi


İnsanların En Cömerdi

Hz. Muhammed (asv), insanların en cömerdi ve en iyilik severi idi. Ramazan'da Cebrâil (as) ile beraber bulunduğu zamanlarda her şeyini verirdi. Cebrâil (as), her Ramazan gecesi Onun (asm) yanına gelir, ona Kur'an öğretirdi. Cebrâil (as) şöyle derdi: 

"Allah'ın Râsulü, bereket getiren rüzgârlardan daha cömerttir." (Müslim, Fezâil, 12, 2308)

Malı olmayan kişide hırs değil kanaat olmalıdır. Malı olan kişide ise cimrilik değil cömertlik olmalıdır.

İKİ ALTINDAN KURTULMAK

Bilal-i Habeşi anlatır:

Allah'ın Elçisinin hesaplarını ben takip ediyordum. Bir fakir kendisinden yardım istediğinde bana emreder, eğer elimizde para yoksa birinden borçlanarak o fakirin ihtiyacını görürdük. Bu durumu bilen ve Hz. Muhammed (asv)'e de sempatisi olduğu zannedilen zengin bir putperest bir gün bana:

Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Çocuklara Şefkati



Baba, Dede ve Tüm Çocuklara Şefkatiyle

İBRAHİM'İ ZİYARET 

Hizmetçisi Enes, O'nu (asm) "Aile efradına O'ndan daha şefkatli davranan bir insan görmedim." sözleriyle anlatır...

Hayatının son yıllarında dünyaya gelen oğlu İbrahim'i, bulunduğu süt annenin evinde sık sık ziyaret eder... Burası, Medine'nin kenar mahallelerindedir ve süt annenin kocası da bir demirci ustasıdır. Evin içi de çoğu kez demirci ocağından gelen dumanla doludur. Her ziyarette İbrahim'i kucağına alır ve uzun uzun koklayarak öper. Bu sırada bütün Arap yarımadasını hakimiyeti altında bulunduran bir devletin de başkanıdır.[1] 

AĞLAYAN BİR ÇOCUĞUN SESİ

Mescit'te sabah namazını kıldırmaktadır. Genellikle yaptığı uygulama, farz olan iki rekatta, namazın ruhuna uygun bir biçimde, ağır ağır 100 ayet okuyarak uzun bir namaz kıldırmak iken, o sabah çok kısa sürede namazı tamamlar ve selam verir. Arkadaşları sorar:

- Ey Allah'ın Elçisi! Bugün neden namazı hızlı kıldırdın?

- Ağlayan bir çocuğun sesini duydum. Ana-babasının üzüleceğinden endişelendim.[2] 

BEN DE SİZİ SEVİYORUM

Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Hoşgörülü



YAHUDİ İDİ, İNSANDI

Medine'de meydanlık bir yerde arkadaşlarıyla oturmaktadır. Önlerinden bir cenaze alayı geçer. Alayın her şeyinden belli olmaktadır ki bu bir Yahudi cenazesidir. Hz. Muhammed (asv) cenaze geçinceye kadar, kalkarak ayakta bekler. Arkadaşları şaşkın, "belki de durumu anlayamamıştır" düşüncesiyle uyarırlar:

"Ey Allah'ın Elçisi! Bu bir Yahudidir."

Yani Müslüman değildir. Yani ayağa kalkmanız gereksizdir.

Oysa ki Hz. Muhammed (asv) başından beri her şeyin farkındadır, cevap verir:

"Fakat aynı zamanda bir insandır."[1] 

ABDULLAH'LA UĞRAŞMAYIN

Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Hayvanlara Bile Merhametli


ONLARA NÖBETÇİLİK EDİP

Altmış üç yıllık hayatının en büyük zaferine yol almaktadır. On bin kişilik bir ordunun başında baba ocağı, ana vatanı Mekke'nin kapısına dayanmak üzeredir. Artık bütün Arabistan hâkimiyetini tanımıştır.

Ordunun en önünde ilerlerken yolları üzerinde yeni doğum yapmış dişi bir köpekle yavrularını görür. Arkadaşlarından Suraka oğlu Cuayl'i çağırarak emir verir.

"Anneyle yavrularının önünde duracak ve ordunun tamamı geçinceye kadar onlara nöbetçilik edip, ezilmekten koruyacaksın."

Dişiyle yavruları rahatsız edilmemiş fakat on bin kişilik Fetih ordusu istikametini değiştirmiştir.[1] 

Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Alcakgönüllü


EV İŞLERİNDE
Vefatından sonra eşi ve bütün inananların annesi Hz. Ayşe (r.anha)'ye sorarlar:
“Allah'ın Elçisinin evdeki hali nasıldı?”
Hz. Ayşe (r.anha) cevaplar:
“O kendi işini kendi görmekten hoşlanırdı. Arkadaşları bütün işini yapmaya hazır olmalarına rağmen bunu istemezdi. Evdeyken, elbiselerini yamar, evi süpürür, keçileri sağar, develeri bağlar ve yemlerini verirdi. Ayrıca, ayakkabılarını ve delik su kırbalarını tamir eder, hizmetçilere de yardım ederek onlarla birlikte hamur yoğururdu. Çarşıdan yiyeceğini kendi taşır, birisi "Ey Allah'ın Elçisi! İzin ver ben taşıyayım."dediğinde,
"Her mümin, taşıyabiliyorsa kendi yükünü kendi taşısın." derdi.[1]