Reddiyeler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Reddiyeler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Mehdi Aleyhirıdvana dair Buhari ve Müslimde Gerçekten Hadis Yok mu?

 
 
Bâzı hoca müsveddeleri: “Bu hadis kütüb-ü sittede yok” diye inkâr ederler. Sen onlara: “Hazret-i Mehdî (Aleyhi'r-Rıdvân)ın çıkacağı rivâyeti kütüb-ü sittede var” desen, bu sefer:“'Buhârî, Müslim'de yok” derler.

Sen: “Îsâ (Aleyhisselâm)ın ineceği 'Buhârî, Müslim'de var” desen, bu defâ: “Kur'ân-ı Kerîm'de yok” derler.

Sen: “Yec'cûc, Me'cûc çıkacakmış, bu Kur'ân- Kerîm'de de var” desen, o zaman da: “Bunu akıl kabul edemez, onlar şu anda dünyâda olsalardı mutlaka yerleri tespit edilirdi, o halde böyle bir şey yok” derler.

Demek ki, bu adamların sermâyesi inkâr olduğu için cehennemi boylayıncaya kadar Hiçbir inanç konağında durmazlar.

Oysa Hazret-i Mehdî (Aleyh'i-Rıdvân)ın çıkacağı husûsu “Buhâri, Müslim” dahil birçok sahih kaynakta belirtilmiştir.

Nitekim Îsâ (Aleyhisselam)ın bu ümmetten sâlih bir kimsenin arkasında namaz kılacağı “Sahih-i Müslim” ve “Müsned-i Ahmed” gibi birçok sahih kaynakta yer almıştır ki, bu kimsenin Hazret-i Mehdî (Aleyhi'r-Rıdvân) olduğunda hiçbir şüphe yoktur.

Bu konudaki hadîs-i şerîf ve rivâyetleri cem edecek olsak büyük hacimli kitaplar derleyecek kadar geniş kaynaklara sahibiz. Fakat bu risâlede zikredeceğimiz bunca sahih kaynağa îtibar etmeyenler diğerlerine hiç îtibar etmeyeceği için sözü fazla uzatmaya lüzum görmedik. Ancak inkarcıların sözüne kanmayın diye bu bapta size özllikle “Buhârî ve Müslim”de Hazret-i Mehdî (Aleyhi'r-Rıdvân)dan bahseden bâzı sahih delilleri serdedeceğiz.

Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

“İmâmınız (size namaz kıldıran önderiniz Mehdî) kendinizden olduğu halde, Meryem oğlu sizin içinize indiği zaman (o da sizin dîninize uyduğunda) acaba sizler nasıl olursunuz?” [1] 

Buhârî şerhi “İrşâdü's-sâri”de zikredildiği üzere Îsâ (Aleyhisselâm)a “Bize imam ol” dendiğinde o, bu ümmete ikrâm olsun için:

“Hayır! Siz birbirinizin emirlerisiniz” [2]  buyurarak, imâmeti bu ümmete münâsip görecektir.

Nitekim Ebû Sa'îd el-Hudrî (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen:

“Ardında Meryem oğlu Îsâ'nın namaz kılacağı (Mehdî) biz(im ümmet)dendir” [3]  hadîs-i şerîfi de bu görüşün doğruluğuna delâlet etmektedir.

Tabî ki bu, Îsâ (Aleyhisselâm)ın hiç imam olmayacağı şeklinde anlaşılmamalıdır, zîra Sa'düddîn-i Taftazânî (Rahimehullâh)ın beyânına göre bir namazda Îsâ (Aleyhisselâm) bu ümmete imam olup Hazret-i Mehdî (Aleyhi'r-Rıdvân) da ona uyacaktır. Çünkü o efdal olduğundan imâmeti daha evlâdır. [4] 

Burada: “Bir peygamber nasıl olur da peygamber olmayanın peşinde kılabilir?” diye sorulacak olursa, buna cevâben denilir ki:

İSLAM ALEMİNİ VE ÖZELLİKLE VATANIMIZI TEHDİT EDEN ÜÇ BÜYÜK TEHLİKE HAKKINDAKİ 3 VASİYETİM


İSLAM ALEMİNİ VE ÖZELLİKLE VATANIMIZI TEHDİT EDEN ÜÇ BÜYÜK TEHLİKE HAKKINDAKİ 3 VASİYETİM

Türkiye için gördüğüm en büyük tehlike üçtür. Ben ölsem de, kalsam da bu hususlara dikkat edin!

1. Diyalogçuların misyoner faaliyetlere yol açıp, insanların Hristiyanlaştırılmasına ve neticede Türkiye'nin bölünmesine sebep olması.

2. Ehl-i Beyt mezhebi adı altında sünni Müslümanların Şi'ileştirilmesi.

3. Selefi düşünce adı altında Vehhabiliğin aşılanması.



(Arka Kapak Yazısı)

MEVA'İZ-İ AHMEDİYYE -5-

"(Habibim! De ki:) 'Gerçekten işte bu benim dosdoğru yolumdur, öyleyse siz ona hakkıyla uyun! (Onu bırkaıp da, Yahudilik, Hristiyanlık gibi batıl dinlere yahut ona uymuş gibi gözüküp de, Benim ve ashabımın temsilcisi konumundaki Ehl-i Sünnet ve'l-cemaat yolundan başka) yollara ise asla uymayın, sonra onlar sizi O (Allah-u Subhanehu)nun (biricik) yolundan ayırır.

İşte size! O (Allah) bu (dosdoğru yolu)nu (izlemenizi) size kuvvetlice emir buyurmuştur. Ta ki siz (haktan ayrılarak sapıklığa düşmekten) iyice sakınasınız!' "

(En'am Suresi: 153)


(Sayfa 1)

MEVA'IZ-I AHMEDİYYE

- 5 -

İSLAM ALEMİNİ VE ÖZELLİKLE VATANIMIZI TEHDİT EDEN ÜÇ BÜYÜK TEHLİKE HAKKINDAKİ 3 VASİYETİM

Türkiye için gördüğüm en büyük tehlike üçtür. Ben ölsem de, kalsam da bu hususlara dikkat edin!

1. Diyalogçuların misyoner faaliyetlere yol açıp, insanların Hristiyanlaştırılmasına ve neticede Türkiye'nin bölünmesine sebep olması.

2. Ehl-i Beyt mezhebi adı altında sünni Müslümanların Şi'ileştirilmesi.

3. Selefi düşünce adı altında Vehhabiliğin aşılanması.

Ahmet Mahmut Ünlü (Cübbeli) Hoca Efendi'nin Vaazlarından derlenmiştir.



(Sayfa 2)

(Sayfa 3)

Bismillahirrahmanirrahim

(Ve enne haza sırati müstakimen fettebiuh, vela tettebiu's-sübüle fe teferreka biküm an sebilih, zaliküm vassaküm bihi lealleküm tettekun)

"(Habibim! De ki:) 'Gerçekten işte bu benim dosdoğru yolumdur, öyleyse siz ona hakkıyla uyun! (Onu bırakıp da, Yahudilik, Hristiyanlık gibi batıl dinlere yahut ona uymuş gibi gözüküp de, Benim ve ashabımın temsilcisi konumundaki Ehl-i Sünnet ve'l-cemaat yolundan başka) yollara ise asla uymayın, sonra onlar sizi O (Allah-u Sübhanehü)nun (biricik) yolundan ayırır.

İşte size! O (Allah) bu (dosdoğru yolu)nu (izlemenizi) size kuvvetlice emir buyurmuştur. Ta ki siz (haktan ayrılarak sapıklığa düşmekten) iyice sakınasınız!' " (En'am Suresi: 153)

(Sayfa 4)

(Sayfa 5)

Bismillahirrahmanirrahim

Elhamdülillahillezi hedana li haza vema künna linehtediye levla en hedanallah, lekad caet rusülü rabbina bil hak

Sallu ala rasülina muhammed
Allahümme salli ala seyyidina muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim

Sallu ala tabibi kulubina muhammed
Allahümme salli ala seyyidina muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim

Sallu ala şefii zünübina muhammed
Allahümme salli ala seyyidina muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim

(Euzü billahi's-semii'l-alimimi mineşşeydanirracim, rabbi euzü bike min hemezati'ş-şeyatin, ve euzü bike rabbi en yahzurun, bismillahirrahmanirrahim)

(Ve enne haza sırati müstakimen fettebiuh, vela tettebiu's-sübüle fe teferreka biküm an sebilih, zaliküm vassaküm bihi lealleküm tettekun)

(Sayfa 6)

Sadakallahü'l-azim, Allahümme'n-fe'na bi'l-kur'ani'l-azim, ve barik lena fiyh, velhamdülillahi rabbil alemin, ve estağfirullahe'l-hayye'l-kayyum, hassantüküm bil hayyil kayyumillezi la yemütü ebeden, ve defa'tü ankümü's-süe bila havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim.

Allah-u Teala ve Tekaddes Hazretleri mevlid ayımızı mübarek eylesin, amin! Muhammed Mustafa (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in doğduğu ay'a kavuşmuş bulunuyoruz.

Önümüzde mevlid gecesi, doğum gecesi var, Allah-u Teala ümmet için yeni rahmetlere vesile eylesin. Amin! Bütün zahmetleri kaldırsın. Amin!

Bu gece yine mevzumuz Muhammed Mustafa (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)dir. O'nun doğumudur, O'nun doğumu ile ilgilidir, velakin size dediğim gibi, Yahudi ve Hristiyanların cennete gireceklerini iddia edenlere sözlü bazı cevaplar verdim.

Birkaç aydır gittiğim yerlerde konuşuyorum, burada da konuştum, iki kere geldim, konuştum.

Mustafa İslamoğlu Kainatın Efendisinin Şerefini Düşürmeye Uğraşıyor!


Benim ve mensubu bulunmakla iftihâr ettiğim cemaatin, kimsenin şahsına hakaret ve iftirâ ile veya herhangi bir kimseye yapılan bir iftirâyı nakletmekle işimiz olmaz. Zaten bu tür davranışlar İslâmiyetin yasak ettiği hareketlerdir. Bizim tek derdimiz Ehl-i Sünnet akîdesini muhâfaza etmek ve bunu bozmaya çalışanlara karşı ilmî reddiyelerde bulunmaktır.

Üzüntüler içinde uğurladığımız Rebî’u’l-evvel ayında bizlere Rahmeten li’l-âlemîn olan Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in sonsuz himmetlerini ulaştıran Allâh-u Te’âlâ’ya nihâyetsiz hamd-ü senâlardan, kendisi hakkında: “Ben bir kişiye anasından babasından, çoluk çocuğundan ve bütün insanlardan hattâ canından daha sevgili gelmediğim sürece o kişi (kâmil mânâda) îman etmiş olamaz” buyuran Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e ve âl-i ashâbına sınırsız salât-ü selâmlardan sonra!

Geçen yazımızda sizlere söz verdiğimiz başlıkları tâkib etmek suretiyle, bu yazımızda Mustafa İslamoğlu’nun, “Üç Muhammed” kitabında Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in şânını tenkıs ve Kâinatın Efendisinin şânına tâzim edenleri tahkîr içeren bâtıl fikirlerini reddederek Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in dünyada himmetlerini, âhirette şefaatlerini taleb etmeye devam edeceğiz.

Ancak şunu tekrar tekrar belirtmekte yarar görüyorum ki; benim ve mensubu bulunmakla iftihâr ettiğim cemaatin, kimsenin şahsına hakaret ve iftirâ ile veya herhangi bir kimseye yapılan bir iftirâyı nakletmekle işimiz olmaz. Zaten bu tür davranışlar İslâmiyetin yasak ettiği hareketlerdir. Bizim tek derdimiz Ehl-i Sünnet akîdesini muhâfaza etmek ve bunu bozmaya çalışanlara karşı ilmî reddiyelerde bulunmaktır.

Nitekim aylardır Ârifân Dergisi’ndeki yazılarımızı tâkib edenler ve toplantılarımıza iştirâk ederek ya da internetten bizi izleyerek sohbetlerimizi dinleyenler, bunun böyle olduğunu bilmektedirler. Bu konuda şüphesi olanlar da yayınlarımızı tâkib etme imkânına her dâim sahiptirler. Dolayısıyla geçen ay bâzı haber ajanslarında kasıtlı bir iftirâ olarak yazılıp çizilen: “Cübbeli Ahmet Hoca’yla Mustafa İslamoğlu belden aşağı kapıştılar, Cübbeli Ahmet Hoca’nın konuşmasından sonra İslamoğlu’nun hapis yatmasına neden olan mahkeme kararı dağıtıldı” şeklindeki haberler tamamen asılsızdır, bunun hiçbir isbâtı ve şâhidi olamaz.

Benim hiçbir konuşmamın peşinden İslamoğlu hakkında belge dağıtılmamıştır. Hele benim gibi iftirâya mâruz kalarak haksız yere iki sene yedi ay üç gün hüküm giymiş birinin, başka biri hakkında verilen karâra dayanarak yorum yapmam veya bu konuda yorum yapanlara katılmam ya da menşei belli olmayan böyle bir yazının dağıtılmasına seyirci kalmam asla düşünülecek bir şey değildir. Bu tür sokak hareketlerinden hiçbir şekilde haberdar edilmediğim halde, bâzı haber ajanslarının sitelerinde ve yeni çıkardıkları gazetelerinde hemen ilk hafta reyting kaygısıyla düzdükleri bu iftirâları okumam beni son derece üzmüştür.

Siz okurlarıma vasiyetim odur ki, fasıklar yoluyla gelen hiçbir habere îtibar etmeyesiniz, Müslümanlar arasında müstehcen haberlerin yayılmasını gönülden bile geçirmeyesiniz. Çünkü Allâh-u Te’âlâ: “Îman edenler içerisinde fuhşî konuların yayılmasını sevenler için dünyada da âhirette de çok acı verici büyük bir azab vardır” (Nûr Sûresi, 19) kavl-i şerîfiyle, aslı olan konuların yayılmasını arzulayanları bile büyük bir azabla tehdit etmişken, ya aslı astarı olmayan bu gibi iftirâları yayanları nasıl cezalandıracaktır?!

Bu vesîleyle sizleri tekrar bu yalanlara inanmamanız husûsunda uyardıktan sonra reddiyelerime devam edebilirim. Sizlerden ricam, canınızdan çok sevmeniz gereken, gece gündüz sizlerin affı için göz yaşı döken ve doğarken de yaşarken de, mahşerde de sizleri kurtarma derdine düşen Muhammed Mustafa (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) gibi Yüce bir Peygamberin şânını takdire çalışan Kâdı Iyâz, Suyûtî ve Nebhânî gibi büyüklere cephe açan, üstelik İmam-ı Buhârî ve Ahmed ibni Hanbel gibi muhaddis ve müctehidlere: “Peygamberin karizmasını artırmak için hadis uydurdular” diye iftirâ atma cesâretini gösteren bu İslamoğlu’nun fikirlerinden, hiç değilse tuttuğunuz takımın aleyhine konuşanlardan yâhut hayranı olduğunuz bir sanatçı hakkında ileri geri sözler sarfedenlerden rahatsız olduğunuz kadar rahatsız olmanız ve bu reddiyelerimizi insafla okuyup herkese ulaştırmanızdır.

Diyalog Ile Yok Etmek Istedikleri Değerler


Papalığa göre, Hıristiyanlaştırmada en büyük engel; Müslümanların, Muhammed aleyhisselamın son peygamber olduğu, O’na inanmayıp yolunda gitmeyenlerin, sonsuz olarak Cehennemde kalacağı, inancıdır. Buna bağlı olarak da; son dine inanmayıp Müslüman olmayanların düşman kabul edilmesi, Müslüman olana kadar bunlarla mücadele edilmesi inancı.

Bu inancın kırılması için ortaya yeni fikirler attılar. Bu fikirleri yerleştirmek için, Papaz Thomas Michael 1987’de Türkiye’ye geldi. Bazı İlahiyat fakültelerinde seminerler verdi. Bu fikirlerin devamlı kendileri tarafından seslendirilmesinin tepki doğuracağını bildikleri için de, düşüncelerini yayma işini İlahiyat fakültelerinde ikna ettikleri bazı akademik kadrolara havale ettiler.

Bu, İslamın temel inancına aykırı fikirleri iki ana grupta toplayabiliriz:


1- “Kur’an-ı kerimin bazı ayetleri ve bazı hadis-i şerifler tarihi sürecini doldurduğu için bunlarla amel edilemez. Kur’an-ı kerimin gelmesiyle yürürlükten kalkmış olan İncil ve Tevrat’ın hükümleri hâlâ geçerlidir. Bugünkü İncillere ve Tevrata inanan, Yahudi ve Hıristiyanlar da cennetliktir. Ehl-i Kitap ile ilgili âyetler, hadisler tarihseldir, dolayısıyla bugünkü Yahudi ve Hıristiyanları değil o dönemin insanlarını bağlar.”

Nitekim, ülkemizde dinlerarası diyaloğun önde gelen temsilcisi Fethullah Gülen, bu konu ile ilgili âyetleri yorumlarken; Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili Kur’an-ı kerimde geçen ayetleri, bilinen manalarının dışında çok farklı bir düzeyde ele alıyor: Ayetlerde geçen düşmanlığın o günün Yahudi ve Hıristiyanlarını içine adığını, Kur’anın kullandığı aynı üslup, bugünün Yahudi ve Hıristiyanlarını içine alacak diye bir şart, bir mecburiyet olmadığını, ayetlerin kesin, fakat bugünkü Yahudi ve Hıristiyanları içine aldığının kesin olmadığını, ifade etmektedir.

( Hoşgörü ve Diyalog İklimi s.155-156)

Yine aynı kitapta, Sayın Gülen, Kur’an-ı kerimde, Hıristiyanlarla, Yahudilerle ve Müşriklerle ilgili geçen sert ifadelerin uç noktayı temsil ettiğini,Yahudi ve Hıristiyanlarla diyalog kurup dostluk tesis edilebileceğini, Kur’anın onları dost edinmemek konusundaki nehyinin (yasağının) hususi şartlarda olduğunu; bunu umumileştirmenin Kur’anın ruhuna aykırı olacağını, Üstad Bediüzzamanın “Münazarat” kitabında bildirdiğini ifade etmektedir. (s.170)

Hocaefendi, aynı konularla ilgili hadisleri yorumlarken de, “Yahudileri ve Hıristiyanları kınayan ve azarlayan âyetler ya Hazret-i Muhammed (A.S.M) döneminde yaşayan ya da kendi peygamberlerleri döneminde yaşayan bazı Yahudi ve Hıristiyanlar hakkındadır.” diyor.

( Küresel Barışa Doğru, s.45)

Halbuki, bugüne kadar hiçbir İslam alimi

bu âyet ve hadislerin tarihsel olduğunu,

geçerliliğini yitirdiğini söylememiştir.

Aksine, kıyamete kadar

geçerli olduklarını ittifakla bildirmişlerdir.

Adem aleyhisselâmdan, Muhammed aleyhisselâma kadar, dinlerin nesh edilmesi, semavi kitapların, âyetlerin nesh edilmesi yani yürürlükten kaldırılması Allahü teâlâ tarfından yapılmıştır. Kur’anın bazı âyetlerinin veya bunların açıklaması olan hadislerin tarihsel olduğunu, geçerliliğinin kalmadığı iddiası, ve bunu savunmak yeni bir kitap veya Peygamberin geldiğini söylemek olur ki, bu da İslam inancına göre küfürdür.


Resulullah efendimiz, İslamiyeti kabul etmeyen Yahudilerin ve Hıristiyanların, Allah’a iman etmiş sayılmayacağını bunların Cehennemlik olduğunu bildirmiştir.

Dört büyük müctehid imamdan biri olan İmam-ı Ahmed bin Hanbel’in meşhur hadis kitabı olan El-Müsned isimli eserde, sahabeden Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği şu hadis-i şerif bunu açıkca göstermektedir:

“Allah Resûlü’ne biri geldi ve ‘Ey Allah’ın elçisi! Hıristiyanlardan Allah’a ve Resulü’ne inanarak İncil’e sâdık biri veya aynı şekilde Allah’a ve Resûlü’ne inanarak Tevrat’a bağlı biri, sonradan sana tâbi olmazsa, bu kişiler hakkında ne buyurursunuz?’ dedi.

Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, bu ümmetten biri veya Yahudi ve Hıristiyan bir kişi beni dinlemez ve getirdiğimi kabul etmeden ölürse, kesinlikle Cehennemlik olur.”

Bu konu ile ilgili diğer bazı hadis-i şeriflerde de şöyle buyuruldu:

“Beni duyup iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan elbette Cehenneme girecektir.” (Hakim)

“Cennete sadece Müslüman olan girer.” (Buhari)

 Dinden Cikaran Diyalog - Cübbeli Ahmet Hoca

40 Madde de Şia Akidesinin Batıl Olduğunun İsbatı


 

1. Şiiler Kuran-ı Kerimin tahrif olduğuna inanırlar..ve Kuranı doğru olarak bilenlerin sadece 12 imam olduğunu iddia ederler (şianın inanç esasları)

2. Şiiler imamlarının masum olduğuna inanırlar. (el munteka)

3. Şiiler ruyeti inkar ederler.(el hutut-ul arıza li’ş şiati-l-isney aşeriyye)

4. Kendileri senedi ve isbatı olmayan onbinlerce şii kaynaklı hadisle amel etmekle iken…sünni kaynaklarda geçen ve senedleri olan hadislerin dörtte üçünden fazlasını reddederler. (el hutut-ul arıza li’ş şiati-l-isney aşeriyye)

5. Şiiler kerbelayı beytullahtan daha faziletli sayarlar.. (şianın inanç esasları)

6. Şiiler Hz. Ali´den önceki halifelerin zalim yada kafir olduğunu iddia ederler.. (el hutut-ul arıza li’ş şiati-l-isney aşeriyye)

7. Şiiler Hz. Ebu Bekir ve Hz.Ömer´e lanet okurlar. (şianın inanç esasları)

8. Peygamberlerin getirdiği şeriatın sadece avama hitab eden bir ilim olduğunu gerçek ilmi (ilm-i hakikat) ise 12 imamdan başka hiç kimsenin bilmediğini iddia ederler.. (el hutut-ul arıza li’ş şiati-l-isney aşeriyye)

9. Hz. Ali (ra) nin ve onun zürriyetinden gelenlerin fikirlerine muhalefet eden herkesin ya zalim ya kafir,yada fasık olduğuna inanırlar.. (el hutut-ul arıza li’ş şiati-l-isney aşeriyye)

10. Takiyye adı altında münafıklığı akide edinirler.. (şianın inanç esasları)

Son Dönem İlahiyat Profesörleri (Çok Önemli) -2



Hz Ebu Bekir , Hz Ömer, Hz Aişeyi رضى الله عنهم hiç sevmezler (çocuklarına dahi bu isimleri takmazlar), Hz Aişeye namus iftirası atarlar (ki Hz Aişeye رضى الله عنهاn(3) atılan bu iftira hususunda masum olduğuna dair Ayeti Celile inmiştir). Dalalet fırkaları içinde en kötüsü bu olduğu söylenir zira Sahabe-i Kiram’a رضى الله عنهم buğz eden bir fırkadır. Hususiyetle kâfirlerle savaşmazlar, savaşları genellikle Müslümanlarladır. (Şiî şah yönetimi, Osmanlının avrupaya bütün gücüyle yönelmesinde ciddi şekilde sorun teşkil etmiştir)
Peygamber Efendimizinin صلى الله عليه وسلم “Ben Peygamber gönderilmesem, Ömer(رضى الله عنه) gönderilirdi” buyurduğu zat’a son derece buğz etmektedirler.
Akılcı taife : Genelde bunların çoğu akıl yürütür , hocaları mason Abduhun izini sadakatle takib ediyorlar … mesela Abdulaziz Bayındır Kur’an-ı Kerimde; Kur’ana abdestsiz ellenmez diye Ayet göremeyince (malumdur ki Ahkâmı devamlı Ayeti Kerimelerden çıkartıyor müctehit efendi !) abdestsiz ellenebilir diye basıyor fetvayı …
Dikkat :Bunlar muhtemelen Ayeti Celilede bulamadıkları için; hayızlı kadın namaz kılar ya da oruç tutar diyorlar. Halbuki ikisinide yapamayacağı Hadis-i Şeriflerle sabittir. Bu mesele 1400 senedir bu şekildedir. Ne namaz kılabilir ne oruç tutabilir ne de cima edebilir. (Süleyman Peygamber
على نبينا وعليه السلام zamanından dahi kıssalar vardır bu konuda)
Hangi ilahiyat Profösörü hangi sakat fetvayı veriyor :
Abdulaziz Bayındır : Vehhabi görüşü üzeredir. EvliyaULLAH’ı ve kabir ziyareti yapanı müşrik ilan eder, şefaati inkar eder. (Mecazı mürselin alakalarını sorsan yada birkaç tanesini sayıp misaller istesen yüzünüze bakakalırlar da, tvlere çıkıp yarım yamalak arapçalarıyla temiz Müslümanları müşrik olmakla itham ederler…)
Evliyayı duada vesile kılmayı, gider arada hiçbir teşbih alâkası yokken müşriklerin putlarını vesile kılmasına kıyas eder… Bu zat, ilahiyat proflarının içinde itikadı en sakat olanlarındandır. Zira Evliyayı(ALLAH dostlarını) müşrik olmakla nitelendirmektedir (haşa).
Hayrettin Karaman :Yahudi ve hristiyanlar Cennete girecek , onlar için imanın şartı ikidir diyor(imanın iki şartına inansın tamam; Yani demek oluyor ki Peygamberimize صلى الله عليه و سلم ve Kur’an-ı Kerime inanmasada, Cennete girermiş, “polemik değil diyalog kitabından” )…
Süleyman Ateş :hristiyan ve yahudilerin de (Efendimize (
صلى الله عليه و سلم) inanmasa da) Cennete gireceğini iddia etmektedir. “ALLAH’a inanan ve O’na ibadet eden iyi ahlak sahibi insanlar hangi dinden olursa olsun, Cennete giderler.” diyor. İsa عليه السلام ın ineceğini inkâr ediyor ve ikinci kat semada oksijen olmadığı ve orada nasıl yaşayacağı gibi komik şeyler söylemektedir.) <<
Mustafa İSLÂMOĞLU :“Kadere iman tartışmalı fazlalıktır” (iman bilinci sh17.) Cennet ve Cehennemin zamanı gaybi bir konudur. bu konuda konuşmak gaybı taşlamaktır. “bunu ALLAH bilir” diyor(acaba hiç mi Kur’anı Kerim okumadı bu zat): Halbuki: Birçok Ayeti Celile de Cennet ve Cehennemin Ebedi olduğu bildirilmiştir bu zatın dediği gibi gaybi bir konuda değildir. Ayeti Celile’de açıklanan bir şey nasıl gaybi bir konu olabilir ? “Girin Cehennemin kapılarından, içlerinde ebedi kalmak üzere.” Mü’min Sûresi/76Bu zatın hareket tarzı Osmanlı zamanında Müslümanların akâidini bozmak için şii safevi(iran) devleti tarafından dersaadet olan İstanbul’a gönderilen ilmi seviyesi yüksek şii ajanlarının hareket tarzı gibidir. Kendisini Sünni gösteren görevli bir şii olmasından korkulmaktadır…
Bayraktar Bayraklı :

DİYANET NEREDEN NEREYE! - Ali Eren Hocaefendi



Türkiye’de dini hizmetlerle vazifeli resmi müessese Diyanet İşleri Başkanlıpı’dır. Onun içindir ki, dini bir sorusu olan Müslümanların başvurmayı düşündükleri yer haliyle Diyanet olur, oluyor veya olması icap eder. Onun için, Diyanet’in büyük bir manevi mes’uliyet içinde olduğu ortada.

Bu müessese, verdiği cevaplarda yakın zamanlara kadar Ehli Sünnetten ayrılmadı. Hatta ortalığın tozunu dumana katan şu meşhur başörtüsü meselesinde bile, Diyanet bazı malum ilahiyatçılar gibi davranmadı ve doğru cevabı/fetvayı vermekten çekinmedi. Gönül ister ki Diyanetimiz bu güzel ve takdire şayan hassasiyetini devam ettirsin ve zaman geçtikçe bazı malum ilahiyatçılar gibi olmasın yani yavaş yavaş ilahiyatlaşmasın(dı)

BöYle olup olmadığını anlamak için DİB’nın hem öncesine hem bu gününe bakmak lazım.

Diyanet’in geçmişinden bahsederek, “takdire şayan hassasiyet” ifadesiyle az yukarıda yarı yarıya zaten kanaatimizi ifade ettik. Şimdiki icraatlarını da zaten görüyor ve yaşayarak biliyoruz. Eskiden beri devam eden icraatı hakkında her ne kadar “takdire şayan hassasiyet” diyorsak da siz okuyucularımızın bunun sebebini bilmeniz için niçin öyle söylediğimizin izahını yapmamız lazım.

Belgeler gösteriyor ki, Diyanet, önceleri dini hizmetlerde bayağı hassas imiş. İsterseniz geçmişine ait numunelik bir belgeye bakarak önceki senelerdeki Diyanet İşleri Başkanlığı ile şimdiki Diyanet İşleri Başkanlığı’nı karşılaştıralım. Bakalım ikisi arasında fark var mı, varsa ne kadar..

Sözü, DİN’nın 1954 senesinde yani bundan 58 sene önce yayınladığı bir ta’mime getirmek istiyorum. Bu ta’mim, gayet kıymetli ve ibretli hükümler taşıyor. İslamın esaslarını ve sünnete uymak hususunu gayet güzel ifade ediyor. O zamanla bu zaman arasınaki farkın farkında olmak ve ibadetlerimizin yavaş yavaş nasıl bozulduğunun farkına varmak için bu ta’mimin bilinmesi, her Müslümanın bundan haberdar olması lazım.

1954 tarihli ve 27785 sayılı bu ta’mim, DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI Yazı İşleri ve Evrak Müdürlüğü tarafından bütün valiliklere ve kaymakamlıklara gönderilmiş. Ta’mimde, buna uymayanlar hakkında şu ifadelere yer veriliyor: “Aksine hareket edenler hakkında kanuni muameleye tevessül olunacağı (kanuni işlem yapılacağı) ta’mimen tebliğ olunur.” İmza: Diyanet İşleri Reisi Eyüp Sabri Hayırlıoğlu

SKANDAL “İSLAM’DA REFORM” TOPLANTISI – HADİS AYIKLAMA ÇALIŞMALARI





Ali Eren Hocaefendi internette köşesinden kıyısından bilgiler bulunan İslama İhanet toplantısını deşifre etti, okuyanların adeta kanları dondu. İşte Arifan Dergisinde, Ali Eren Hocaefendi’nin toplantıyı deşifre ettiği yazısı:

Değerli okuyucular!
Bu makalede “Bu kadarı da olmaz” dedirten şok edici bilgilerle karşılaşacak ve şoke olacaksınız. Baştan uyaralım, hazırlıklı olunda şokunuz çok şiddetli olmasın. İşte hayretten küçük dilinizi yutacağınız o gerçek:

Sene 1994, Aylardan nisan
Yer: Bursa, Gölüferah Oteli…
“Kur’an Vakfı”nın tertiplediği bir toplantı yapılıyor.
Konu: Dinde ıslahat (düzenleme) yapılması

İslam dini bozuk veya bozulmuş da yahut 1400 senedir hiç düzgün olmamış da bu toplantıdaki zevat düzeltecekmiş.

Toplantıyı yöneten eski Diyanet İşleri Başkanlarından Süleyman Ateş. Toplantıya katılanlar ise aşağıda bazılarının isimlerini vereceğim Türkiye’nin kalburüstü ilahiyatçıları.

ÜÇGEN ÇİZİP ÜÇE BÖLDÜLER
Önce tahtaya, sivri ucu yukarıya bakan bir üçgen çiziyorlar. Sonra üçgenin içinde yatayına aralıklarla iki çizgi çizip üçgeni yatayına üçe bölüyorlar.

En üstteki bölme K yani Kur’an ve Kur’an ilimleri
İkinci bölme S/ sünnet yani Hadis ve Hadis İlimleri
En alt bölme F yani Fıkıh ve usül-ü Fıkıh

Peki, ne yapmak istiyorlar? Yukarıda dediğim gibi (kendilerince) bozuk olan İslam dininde ıslahat (düzeltme) yapmak istiyorlar. İslamı düzeltmeye düzeltecekler de acaba önce bu üçün hangisinden başlasalar?

Esas ıslahatı kendilerinde, kendi kalplerinde olması icap ettiğinin farkında olmayan bu güruh, ellerine almış satırı, İslamın üç ana maddesi olan Kur’an, hadis ve fıkhı parçalamaya başka bir ifadeyle, yok etmeye azmü cezmü kasdetmişler.
Kendilerine sorsanız, İslam bozulmuş da kendileri onu orijinal haline getirecekler. Din esas mecrasından çıkmış da bunlar ameliyat edip düzeltecekler.

Düzeltme kararında hepsi hemfikir de, dedik ya acaba hangisinden başlasalar?
Bir gurup önce fıkıhtan başlayalım diyor. Bir gurup sünnetten/hadisten, diğer bir gurup da Kur’an’dan başlamak fikrinde.

Biliyorum, içinizden “Bunlar delirmiş mi?” diyorsunuz. Hayır delirmemişler. Ama bunlarınki hırs. Bu hırsın ne çeşit bir hırs olduğunun ismini de varın siz verin. Birinci guruptan yani önce fıkhı ele alalım diyenlerden başlayalım.

Bu ilahiyatçıların gayeleri, 1400 senelik usül-i fıkıh/ İslam fıkhının kaidelerini ve bizzat fıkhın kendisini ellerinin arkasıyla itip kendileri yeni bir fıkıh usulü ortaya koymak.

– O toplantıdakiler gibi ilahiyatçı değilse de Mustafa İslamoğlu da aynı şeyleri söylüyor. “yeni bir fıkıh usulü ortaya koymamız lazım” diyor. Bunun manası “İslam fıkhının canına okumamız lazım” demektir. Yine İslamoğlu “başkalarının ürettiği fıkhı tüketmektense kendimiz fıkıh üretmeliyiz” diyor. Başkaları dediği dört mezheb imamları… (Ali Eren Hoca bu kısmın devamında İslamoğlu’nun çorap üzerine mesh verilmesine cevaz vermesini örnek gösteriyor)

HADİSLERİ HALLETMEK
Diğer bir gurup ise önce sünneti halletmek düşüncesinde. Diyorlar ki: “hadislerin sahih/doğru zannedilenleri bile şüpheli. Akla, maslahata hatta (haşa, yüz bin kere haşa) Kur’an’a uymayanı var. Sonra, uyulması gerekn sünnetle, gerekmeyeni de ayırmak lazım.”

Son Dönem ilahiyat Profesörleri (Cok Önemli) -1





GÜNÜMÜZDEKİ BAZI İLAHİYATÇI PROFÖSÖRLER VE İLAHİYATÇILARIN DAVRANIŞ BİÇİMLERİ VE DÜŞÜNCE YAPILARININ İNCELENMESİDİR (1)

بسم الله الرحمن الرحيم الحمد لله رب العالمين واصلاة و السلام على سيد المرسلين (Dikkat bu yazı rastgele hazırlanmış bir yazı değildir ciddi bir ilmi çalışma neticesinde ortaya çıkmıştır. Yazıyı mutlaka sonuna kadar okuyunuz, ilmi bilgiler verilecektir.

“Ey iman edenler, ALLAH yolunda adım attığınız vakit, iyice anlayın, dinleyin. Size İSLÂM selâmı veren kimseye -dünya hayatının geçici metaına göz dikerek- “Sen mümin değilsin!” demeyin.” (Nisa-94) (Bazı İlahiyatçıların(sanki kendi itikatları çok düzgünmüş gibi) kabir ziyareti yapan temiz Mü’minleri müşrik ilan etmeleri çok vahimdir)“Ümmetim hakkında en çok korktuğum kişi, konuşmasını iyi bilen münafıktır” Hadis-i Şerif (Kaynak : Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned no:143, 1/289)

“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman Sana gelip günahlarına mağfiret dileselerdi, Peygamber de onların bağışlanması için dua ediverseydi, elbette ALLAH’ı tevbeleri kabul eden ve merhametli bulacaklardı.” Nisa-64 (Demek ki Efendimizin (صلى الله عليه وسلم) huzuruna gidip mağfiret dileyince (ilahiyatçıların söylediğinin hilafına) müşrik olunmuyormuş.) Burada bu ilahiyatçıların ve vehhabi zihniyetinin anlayamadıkları şey mağfiret dilenenin ALLAH’u Teâla olduğudur…

Hz. Ömer رضى الله عنه şöyle demiştir: “Bu ümmet için en çok, ilim bilen münafıklardan korkuyorum. Bunlar, ilimleri dillerinde olan, kalpleri cahil ve amelleri kötü kimselerdir.” (İhyâ)

İlahiyatçı Abdulaziz Bayındır, Sahabe ve Evliya Kabriniرضى الله عنهم ziyaret edeni müşrik ilan etmekte ise de “Fatih Sultan Mehmed” şiirinde bakınız ne buyurmaktadır ;“Fazl-i Hakku himmet-i cünd-i ricalluLLAH ile , Ehl-i küfri serteser kahr eylemektür niyyetüm, Enbiya vü Evliyaya istinadım var benum , Lütf-i Hakk’tandur heman ümid-i fethü nusretüm, Nefsü mâl n’ola kılsam cihanda ictihad, HamdulİLLAH var gazâya sad hazeran rağbetum, Ey
Muhammed mucizat-i Ahmed-i muhtar ile, Umarım galib ola â’dayı dine devletüm”(Herhalde Fatih Sultan Mehmet işi anlamadı da bu üç-beş tane ilahiyat profösörü anladı!!!) FATİH SULTAN MEHMET

Sapitanlar 7 - ABDULVEHHAB VE VEHHABİLİK






Arap krallarının, vesile ederek Osmanlı’ya düşmanlığa fırsat buldukları, diğer mezheplere mensup beldeleri işgal ettikleri, yağma ettikleri, insanlarını katlettikleri VEHHABİLİĞİN temel inançları konusunda bilgi edineceğiz. Abdülvehhab’ı ve inanç sistemini okuduktan sonra BİR İNGİLİZ CASUSUSN İTİRAFLARINI okuyarak, bu mezhebin İngilizler tarafından nasıl kurulduğunu ve yayıldığını anlayabilirsiniz.

MUHAMMED B. ABDÜLVEHHAB

İbn-i Teymiyye’in görüşlerini genişletip geliştirerek O’nun tenkid ettiği bazı fiilleri küfrü mucib hatta şirk addetmiş olan (İzmirli İsmail Hakkı – Yeni İlm-i Kelam eserinden) Abdulvehhab, 1703 tarihinde Necid bölgesinde küçük bir kasaba olan Uyeyne köyünde doğmuştur. (Eyüp Sabri – Tarih Vehhabiyan eserinde)
Ailesi Hanbeli fıkhı üzerinde pek çok alim yetiştirmiş ola Beni Temim kabilesine mensuptur. Babasının adı Muhammed olduğundan Muhammed bin Abdulvehhab diye anılır. İbni Teymiyye’nin görüşlerini kendi adıyla “Vehhabilik” suretinde anılmasına sebep olacak bir şekilde siyaset arenasına intikal ettirerek geliştirmiş olan Abdulvehhab, ilk dini bilgileri Uyeyne kadısı olan babasından almıştır. Daha sonra Mekke ve Medine’de de muhtelif hocalardan ders almış bulunan Abdülvehhab, Eyüp Sabri Bey (Paşa)’ya göre O, daha tahsilinin başlangıcında bilahare izhar edeceği zemin buluncaya kadar ketum davranmıştır. (Eyüp Sabri a.g.e 33)

Bu fırsatı tahsilini ikmal ettikten sonra gittiği Basra’da bulmuş, fakat gördüğü aksülamel üzerine buradan uzaklaştırılmıştır. Tekrar Necid’de babasının vazifeli bulunduğu Hureymila’ya döndü. O’nun ölümü üzerine bazı dini tavırları şirk olarak vasıflandırmaya başlamış bundan dolayı ölümle tehdid edilmesi üzerine doğum yeri olan Uyeyne’ye dönmüştür. Burada da aynı sapık fikirleri yaymaya başlamış hatta Müyselemetü’l Kezzab adıyla bilinen ve Hazreti Ebubekir’in hilafet devrinde peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkmış bulunan sapıkla yapılmış olan muharabelerde vefat etmiş olan sahabelerin kabirlerini yıktırması üzerine halkın büyük ölçüde aksülameliyle karşılaşmış ve bu sebeple 1745 tarihinde Suud ailesinin hâkimiyetindeki Dir’iyye bölgesine gidip yerleşmiştir. Bu hareket O’nun hayatında büyük bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Zira sapık fikirleri için Suud ailesinden büyük bir desteğe mazhar olmuştur.

Bugünkü Suudi Arabistan Devleti’ni kuran Muhammed Bin Suud ile akrabalık tesis eden Abdülvehhab, onların sağladığı siyasi destekle büyük ölçüde fikirlerini yaymak fırsatı bulabilmiştir. Zira Suudlar, artık inkıraz alameti başlamış olan Osmanlı Devleti’nden ayrılarak müstakil olmak hususunda bir fikre meyletmiş bulunuyorlardı. Böyle bir zamanda Abdülvehhab’ın fikirleri Osmanlı’ya isyan için mükemmel bir kılıf olabilirdi. Zira bu fikirleri kabullenmek Osmanlı Devleti ve O’nun memurlarının “müşrik” addedilmesine müncer olacak ve bu da onlara itaatten vazgeçerek isyan için haklı bir sebep teşkil edecekti.

TASAVVUF DÜŞMANLIĞI

Muhammed Esed ve Kur’an Mesajı isimli Meâl-Tefsiri

Değerli okuyucular! “Sonradan müslüman oldu.” görülen niceleri var ki, aslında müslüman olmadığı halde öyle görünmüşler. Onlar Müslüman görünmeye mecburdurlar, çünkü vazifelidirler. Esed’in müslüman olmadan yaptığı yolculuklar, insanın aklına böyle şeyler getiriyor. Sanki İslâm âlemine hususi olarak gönderilmiş…
Kur’an Mesajı” isimli eser Muhammed Esed’e ait. Eser hakkında bilgi vermeden önce, kısaca eserin sahibini tanıyalım.
Yahudi bir ailenin çocuğu olan Muhammed Esed, Ukrayna’nın Lvov şehrinde 1900 yılında doğdu. Anne tarafından dedesi bir Yahudi hahamı idi. Ailesinden husûsi bir Yahudilik eğitimi aldı.
Öyle ki, 13 yaşında İbrâniceyi su gibi biliyor, Tevratı ve Yahudiliğe ait diğer kitapları rahatça okuyordu.
Esed 14 yaşındayken âile Viyana-dadır. 20 yaşına gelen Esed, Viyana’yı terk ederek Prag’a, oradan da Berlin’e geçer. Orada film yönetmenliği ve senaristlik yapar. United Telegrabt adlı ajansta muhabir olur.
Dayısının daveti üzerine âni bir kararla Kudüs’e gider. Oradayken, birçok gazeteyle yazışma sonucu, Frankfurter Allgemeine Zeitung’un, Yakındoğu muhabiri olur.
Derken, Kudüs’ten Kâhire’ye gider. 23 yaşında tekrar Kudüs’e döner. Oradan Amman’a geçer. Amman’da Emir Abdullah ve danışmanı Rıza Tevfik’le tanışır. Rıza Tevfik, Sultan Abdülhamid’e karşı çıkanlardan olup meşhur masonlar-dandır.
Oradan Şam’a geçer. Devamla Bursa, İstanbul, Sofya, Belgrat üzerinden Frankfurt’a gider. Berlin’e gidiş gelişleri olur.
24 yaşındayken, Frankfurter Allgemeine Zeitung tarafından tekrar Doğu’ya gönderilir. Port Said üzerinden Kâhire’ye geçer. Ezher şeyhi Mustafa Merâğî ile tanışır. O senelerde Ezher Üniversitesi’nin kâmilen masonların elinde olduğunu hatırlatalım.
Kâhire’den Ürdün’e geçer. Birkaç kere Şam, Trablus, Beyrut arasında gidip gelmeleri olur. Sonra İran’a, Kürdistan’a ve Afganistan’a gider. (Burada kullandığımız “Kürdistan” kelimesi lütfen yadırganmasın. Çünkü, bu kelime bize ait değildir. Kendisinden bahsedeceğimiz eser, İşaret Yayınları tarafından 1999’da basılmış olup, Yeni Şafak Gazetesi tarafından okuyucularına verilmiştir. Eserin önsözünde Muhammed Esed hakkında bilgi verilmiş. “Kürdistan” kelimesi de orada geçiyor. Biz de orada okuduğumuzu olduğu gibi aktarıyoruz.)
Esed 26 yaşındadır. Herat, Merv, Semerkant, Buhâra ve Taşkent üzerinden Moskova’ya gider. Oradan da Avrupa’ya geçer ve evlenir. Berlin’e yerleşir. Çalıştığı gazeteden ayrılır ve yeni gazetelerle anlaşır. Bu sıralarda karısıyla beraber müslüman olduğunu açıklarlar. 27 yaşında karısıyla beraber yine seyahata çıkar, fakat bu sefer hacca giderler.
Karısı bilinmeyen bir sebeple Mekke’de ölür. Aynı yıl Kral Abdülaziz ile tanışır. Orada tekrar evlenir ve Medine’ye yerleşir. Burada tarih ve tefsir çalışmasına başlar. Arabistan’da ancak 32 yaşına yani 1932’ye kadar kalır. Daha fazla Arabistan’da kalmaz. Devamlı gezer. Afrika’da Şeyh Sünûsî ile de tanışır.

Hz.Peygamberin Üstünlüğünü Inkar Edenlere Reddiye - Cübbeli Ahmet Hoca



MUSTAFA İSLAMOĞLU ‘BEŞERİN EN ÜSTÜNÜ’NÜN BÂZI ÜSTÜNLÜKLERİNİ İNKÂR EDERKEN BİZ O SEVGİLİYE VEFÂ BORCUMUZU NASIL ÖDEYEBİLİRİZ?

Bu reddiyeleri kaç kişiye ulaştırırsanız ve Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in şânını tasğir ve şerefini tenkis için uydurulan bu hezeyanlara inanarak Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in şefâatinden mahrum olmaktan kimleri kurtarırsanız, Allâh ve Rasûlü nezdinde o denli mahbûbiyet ve makbûliyet kesbedecek ve Makâm-ı Mahmûd’un Sâhibinin ırzını ve haysiyetini koruyan bahtiyarlar zümresinde haşrolunacaksınız.

İdrâkiyle müşerref olacağımız Mevlid ayı olan Rebî’u’l-evvel ayında Rahmeten li’l-âlemîn olan Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i bize gönderen Allâh-u Te’âlâ’ya sonsuz hamd-ü senâlardan, kendisi: “Ben ancak çokça hidâyet eden bir rahmetim” buyuran Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ve âl-i ashâbına sınırsız salât-ü selâmlardan sonra!

Bu ayki yazımızın başlığından da anlayacağınız üzere; Kâdı Iyâz, Suyûtî ve Nebhânî gibi büyükler işlerini güçlerini, keyiflerini ve zevklerini terkedip bütün ömürlerini Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in dînine ve O’nun fazîletlerinin neşrine hizmet uğrunda kitaplar yazmaya vakfetmişlerken, Mustafa İslamoğlu gibi birileri de bütün mesâilerini Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bâzı fazîletlerini inkâr etme ve insanlara da bu inkârcı fikirleri telkin etme uğrunda hebâ etmektedirler. Ne yazık ki, İslâmî ilimlerden yoksun olan günümüz Müslümanlarının bir kısmı, canları gibi hattâ canlarından ileri sevdiklerini iddiâ ettikleri Peygamberlerinin en sahîh kaynaklarda yer alan fazîletlerini hayâsızca ve pervâsızca inkâr eden bu kişi hakkında hâlâ: “O kültürlü ve âlim biridir, belki bir bildiği vardır, Cübbeli Hoca niçin Müslümanların aleyhinde konuşuyor?” diyebilmekte, böylece de icmâa muhâlefetten başka hiçbir meziyeti olmayan bu kişinin şaz görüşleri karşısında Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in, kendisi hakkındaki açık beyanlarını, sahâbenin kavlî ve fîlî tatbîkâtını ve on dört asır ulemâsının cumhûrunun görüşlerini rahatlıkla göz ardı edebilmektedirler. Bu reddiyeleri hazırlamam ve sohbetlerimde bu konuları gündeme getirmem husûsunda beni tenkid edenleri insâfa dâvet ederek kendilerine şu soruyu yöneltiyorum: “Mustafa İslamoğlu “Yahudileşme Temâyülü” kitabında; hayızlı kadının mescide girmesinin helal olmadığını söyleyen Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i, ashâbını ve günümüze kadar gelip geçmiş dört mezheb ulemâsının tümünü Yahudilere meyletmekle ithâm ederken, “Üç Muhammed” kitabında ise, Ka’bu’l-Ahbâr gibi, sahâbenin dahi kendisinden ilim öğrendiği yüce bir Tâbi’î’yi, Yahudi Kabbalizmine dayalı hadis uydurmakla suçlarken, ayrıca Şifâ-i Şerîf sâhibi Kâdı Iyâz ve Hasâis sâhibi Suyûtî gibi büyükleri, dolayısıyla onların kaynak gösterdikleri Buhârî, Müslim ve Ahmed ibni Hanbel gibi muhaddis ve müctehitleri Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e karizma kazandırmak için hadis uydurma iftirâsıyla karalarken hiç çekinmiyor da, ben bu zatları ve doğru görüşlerini müdâfaa uğrunda reddiye hazırlarken niye çekineyim? Ayrıca şunu soruyorum: “İnsanlar ona ‘Sen bu büyükler hakkında nasıl böyle ağır ithamlarda bulunabiliyorsun ve bunca sahîh hadisi nasıl inkâr edebiliyorsun, sen bu cesâreti nereden alıyorsun?’ diyecekleri yerde, nasıl oluyor da bana: ‘Sen bu kişinin hakkında nasıl konuşabiliyorsun’ diyebiliyorlar.”