Silsile-i aliyye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Silsile-i aliyye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Altın silsilenin yazdığı kitaplar




Şah-ı Nakşibendi hz.

01.Evradı Bahaiyye

Abdullah Dihlevi hz.

01.Makamat-ı Mazhariyye. Hakikat kitabevi
02.Dürru-l mearif, hakikat kitabevi
03.İzahu’t-Tarika (Süleymaniye H.Hüsnü paşa 7421)

Halidi Bağdadi Hz. :

01.El-Akdü’l-Cevheri
02.Rabıta Risalesi, Reşahat kenarında
03.Şerh Makamatı Harir
04.Siyelkûti Haşiyesi
05.Akaid-i Adudiyye
06.Divan ( Abdulcebbar Kavakçı tarafından yazıldı. Ensar yayıncılık/KONYA)
07.Cem’u’l-Fevaid
08.Hayali Haşiyesi
09.Şerhu’r-Remli Haşiyesi
10.Risale fi’l-İbade
11.Risale fi Adabi’l-Mürid
12.Risale fi’t-Tarık ( Bulak 1262 / Şerif b. Ali tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir)
13.Risale fi Adabı’z-Zikr ( Buğyetü’l-Vacid içinde)
14.Caliyetül -Ekdar ( hakikat kitabevi)
15.Feraidü’l-Fevaid ( Cibril hadisinin farsça şerhi)
16.Vasiyyetü’ş-Şeyh Halid ( İstanbul - 1259)
17.Yadı Merdan Mevlana Halidi Nakşibendi (Molla Abdulkerim Müderris)
18.Risâle fî Tahkîkil-İrâdetil-Cüziye (Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi-Isparta Uluborlu İlçe Halk Kütüphanesi “Arş. No: 32 Ulu 93/14)
19.Mektûbât (Kastamonu İl Halk Kütüphanesi-Arş. No: 37 Hk 517/5)

Kadı Muhammed Zahid:

01.Mesmuatu Mevlana kadı Muhammed Zahid ( Farsça 155 varak) ( hakikat kitabevinde var)
02.Silsiletü’l-Arifin ve Tezkiretü’s-Sıddıkıyn ( Esad efendi 1715)

Kasım b.Muhammed:

01.Fıkhi görüşleri üzerine Tunus’ta el-Me’hedü’l-âla li’ş-Şeria’da Enes b. Şeyh. Muhammed el-Hadi el-Allani tarafından Fıkhu’l-İmam el-Kasım b. Muhammed ve Eseruhu fi Tunus adlı çalışma yapıldı.
02.Ayrıca Ali b. Abdullah Salih Cabir tarafından Riyad’da Camiatu’l-İmam
Muhammed b. Suud el-İslamiyye’de Fıkhu’l-Kasım b. Muhammed Muvazinen bi Fıkhı eşheri’l-Müctehidin adıyla doktora tezi yaptı.

Mazharı Canı Canan:

01.Kelimatı Tayyıbe, Müridlerine yazmış olduğu mektuplardır. Farsça olup 89 mektupu içerir.
02.Halifesi olan Naimullah Behraici de onun hayatı ve görüşleri hakkında Ma’mulat’ı-Mazhariyye ve Beşerât’ı-Mazhariyye adlı kitapı yazdı.

Ubeydullah Ahrar:

01.Risale-İ Enfas’ı-Nefise ( Delhi, mücteba matbaası)
02.Risale fi’t-Tasavvuf ( Süleymaniye esad 1688)
03.Risalei Validiyye
04.Risale fi Usuli Tariki’n-Nakşibendi
05.Fıkarat ( Süleymaniye, Lala İsmail 205)

Muhammed Masum:

01.Sebü’l-Esrar fi Medarici’l_ehyar ( matbaa. Şirketi Tabiyye 1331)
02.Risale fi Usuli’t-Tariki’n-Nakşibendi ( Süleymaniye Reşit efendi 404)
03.Risaletü’l-Yevakit ( Süleymaniye Nafiz paşa 460)

Caferi sadık:

01.Mişbâhu'ş-şerî'a ve miftâhu'l-hakîka. Ca'fer es-Sâdık'in dinî ve ahlâkî muhtevalı sözlerinin 100 babda ele alındığı bu eserin çeşitli yaz¬ma nüshaları British Museum'da, Meş-hed ve Haydarâbâd Osmaniye Üniversi¬tesi kütüphanelerinde bulunmaktadır. Kitap Delhi (1856), Tebriz (1278) ve Tah-ran'da (1314) yayımlanmış, ayrıca Fars¬ça tercüme ve şerhiyle birlikte Hasan el-Mustafavî tarafından neşredilmiştir. [24]
02.Tefsîrü'l-Kurân. En es¬ki nüshası hicrî X. asra ait olan bu ese¬rin Bankipûr, Bohâr ve Aligarh kütüpha-nelerinde yazmaları mevcuttur.
03.Kitâ-bü'l-Cefr. el-Hâfiye fi'l-cefr, el-Hafi¬ye fî cilmi'l-hurûf veya el-Hâfiye ad¬larıyla da anılan eserin yazma nüshaları British Museum'da, İskenderiye el-Mek-tebetü11- belediyye. Dârü' 1- kütübi' I - Mıs-riyye (Tal'at). Süleymaniye (Cârullah) ve Köprülü kütüphanelerinde bulunmakta¬dır.
04.İhtilâcü'1-a'zâ. İnsan organla¬rındaki titremeler ve bunların sebep ol¬duğu hastalıklardan bahseden eserin yazma nüshaları Berlin Staatsbibliothek ile Gotha. Topkapı (ili. Ahmed) ve Kasta¬monu kütüphanelerinde mevcuttur.
05.Heyâkilü'n-nûr (es-Sebca). Tılsımdan bahseden bu eserin iki nüshası Bibliot-heque Nationale ve Cambridge Üniver¬sitesi Kütüphanesi'ndedir. ( İngiltere’de)
06.Esrârü'l-vahy. Hicri X ve XIII. yüzyılda istinsah edilen iki yazması Süleymaniye Kütüp-hanesi'nde (Hamidiye ve Hasan Hüsnü Paşa) bulunan küçük bir risaledir.
07.Havâşşü'l-Kur âni'l-'azîm. Hicrî IV ve XI. yüzyılda istinsah edilmiş nüshalarının bu¬lunduğu bilinen risalenin bir yazması Dâ-rü'l-kütübi'z-Zâhİriyye'dedir.
08.Kitâbü't-Tevhîd ve'l-ihlîlce. Mufaddal b. Ömer'¬den rivayet edilen bu eser Tevhîdü'l-Mufaddaî diye de anılır. Meşhed, Tebriz ve Kâzımiye kütüphanelerinde ( İran’da) çeşitli nüs¬haları bulunan eser, Kitâbü't-Tevhîd ve'l-edille ve't-tedbîr adıyla 1329'da İstanbul'da basılmış, Fahreddin et-Türkistânî tarafından 1065'te (1654) Fars¬ça'ya çevrilmiştir.
09.Risâletü'l-veşâyâ ve'l-fuşûî. Kimya ile ilgili olup Risale fî cilmi'ş-şınâa ve'1-haceri'l-mükerrem olarak da bilinir. Nuruosmaniye, Râmpûr ( Hindistan’da) ve Halep kütüphanelerinde yazma nüs¬haları bulunan risale Almanca tercüme¬siyle birlikte J. Ruska tarafından neşre¬dilmiştir. [25]
10.Duâ'ul-cevşen. Birkaç varak hacmindeki risa¬lenin hicrî XI. yüzyılda istinsah edilmiş bir nüshası Bİbliotheque Nationale'de bulunmaktadır. ( Fransa’da) Bunların dışında Menâfi'u süveri'l-Kur'ân, Kitâb fî işbâti'ş-şânic, Es'ile cani'n-nebî, Münâzaratü'ş - Sâdık fi't-tafzîi beyne Ebî Bekir ve CA1Î, el-Edci-yetü'l-üsbû'iyye, Du'â3, Kitâbü'ş-Şı-rât, Hırz, el~Hikemü'l-Cacferiyye, Ri¬sale fi'1-kimyâ3, Ta'rîfü tedbîri'1-ha-cer, el-Edille 'ale'1-halk ve't-tedbîr, Risale fî fazli'l-Hacer ve Mûsâ, İhti¬yar âtü'l-eyyam ve'ş-şühûr, Mahmû-dâtü'l-eyyam, Cedvel fî mezhebi's-si-nîn ve'ş-şühûr ve'1-eyyâm, Meîhame, el-Kur'a, Risâletü'1-fe 1, Sirâcü'z-zul-me ve es-Silkü'n-nâdir gibi eserler Ca'¬fer es-Sâdık'a nisbet edilmektedir [27].
11.Kitabı menafi’l-Kuranil’l-Azim. Edirne selimiye yazma eser kütüphanesi

HALİL-İ NURULLAH ZAĞRAVİ

01.Adâb-ı Sâlikân (Amasya Beyazıt İl Halk Kütüphanesi-Arş. No: 05 Gü 219)

İMAMI RABBANİ

01.Mektubat-ı Rabbani
02.Zübdetür-Resâilil-Fârikîye ve Umdetül-Mesâcilis-Sufîye (Milli Kütüphane-Ankara-Tokat İl Halk Kütüphanesi-Arş No: 60 Hk 126/1)
03.El-Mebde ve-l mead. ( hakikat kitabevi)
04.el-Aharu'l-Erba'a
05.el-Mearifu’l-Ledüniyye (farsça) esad efendi no:1699
06.Hatmi Hacegan (Arapça)
07.El-Mükaşefetu’l-Gaybiyyeel-Farukıyye (farsça), Esad efendi no:1688
08.Makamat’ı-Turukı Sofiyye ( Hacı Alı Saib Efendi No:34)
09.İmam al-Rabbani ( Müstakim Zade Saadettin Süleyman b. Mehmet Emin) Yazma bağışlar no:2066
10.Varıdatı Rabbani ( Farsça) Müellifi: Ğulam Ali Abdullah) Reşit Efendi 491-1
11.İmam Rabbaninin Hayatı. İbarahim Hakkı Erzurumi, (Yazma bağışlar ( 1343))

Abdulhalik Gucduvani

01.Risâle-i Şâhihiyye. Yûsuf el-Hemedânî'nin menkıbelerini anlatan ve kendi hayatına dair bilgiler veren eser Saîd-i Nefîsî tarafından yayımlanmıştır. Harîrîzâdenin Tibyân'ında da (I, vr. 379a-389b) yer alan eserin bir özetini îrec Efşâr neşretmiştir.
02.Veşdid Gucdüvânî, kısa bir âdâb risalesi mahiyetindeki bu eserini halifelerinden Hâce Evliyâ-i Kebîr için kaleme almıştır. Risalede cahil sûfflerden kaçınmak, şeriat ve sünnetten ayrılma¬mak, hâkimlerden uzak kalmak, müm¬kün mertebe evlilikten kaçınmak, han-kahta oturmamak, semâ ile fazla meş¬gul olmamak gibi öğütler verilmektedir. Buhara'ya iltica eden İranlı Şafiî âlimi Fazlullah b. Rûzbihân, Gucdüvân şehri¬nin 918de (1512) bir Safevî muhasara¬sından Gucdüvânî'nin ruhaniyeti saye¬sinde kurtulduğu inancıyla Veşdyd'sına bir şerh yazmıştır. [231]
03.Risale der vasiyet ( süleymeniye ktp. El yazma,farsça)
04.Şerhu’l-kelimati’l-kudsiye min Hazret-i Hace Abdülhalik Gucdüvani ( Süleymaniye)
05.Vasiyetname-i gucduvani ( Süleymaniye el yazısı)

Muhammed Bakibillah

01.Külliyyâtî-ı Hâce Bâkî-Billâh (India Office ILondra], Delhi, Persian 1095)
02.Melfûzât (India Office (Londral, Delhi 1058). 3. Mektûbât-ı Şerîf. Bâkî-Billâh'ın Farsça yazdığı mektupların Ur¬duca tercümesidir (Lahor 1923).
03.Mektûbât lndia Office ILondra], Delhi, Persian 1132).
04.İrfaniyyât-ı Bakı. Bâkî-Billâh'ın iki mesnevisini, kırk altı rubaisini ve "Sil¬silename" ile "Sâkînâme" adlı manzume¬lerini ihtiva eder (nşr. Seyyid Nizâmeddin Ahmed Kâzımî, Delhi 1390).
05.Mesnevi¬yi Hâce Bâki'Billâh (Lahor 1333). Bu eserinde İrfâniyyât-ı Baki'dekilerin dı¬şında kalan mesnevileri mevcuttur.
06.Ri¬sale-yi $erîfe. Abdürrahim Nakşibendî'¬nin İrşâd-ı Rahîmiyye adlı eserinin sonundadır (Delhi 1333).
07.Meşâyih-i Turuk-ı Erbe’a (nşr. Gulâm Mustafa Han, Karaçi 1389). Baki - Billâh'ın iki rubâîsini müridi İmâm-ı Rabbânî Keşfül-ğayn fi şerhi rubâiyyeteyn (Delhi 1310) adıyla şerhetmiş, Reşid Ahmed Erşed onun hak¬kında Hayât-ı Bakî (Karaçi 1969) adlı bir monografi kaleme almıştır.




MAHMUD el-UFİ(KUDDİSE SİRRUHU) ESERLERI

01. Ruhu’l Furkan Tefsiri

02. Sohbetler Kitabı

03. Risale-i Kudsiyye Tercümesi

04. Kur’an-ı Mecîd ve Tefsirli Meal-i Âlisi

05. Mahmud Efendi Hz.’lerinden Dualar

06. Kur'ân-ı Kerim'in Faziletleri ve Okuma Âdabı

07. Fatiha Tefsiri

08. Efendi Babam Buyururdu ki

09. Umre Sohbetleri

10. İrşadü’l Müridin

11. Sözler  



Alinti

36 - Mahmud Efendi Hazretleri (k.s.)



Efendi hazretlerimizin hayatı ve diğer bilgilerine sitemizdeki  alttaki linkten ulasabilirsiniz.

http://eliftenyeye.blogspot.de/2012/04/gavsul-azam-muceddid-seyh-mahmud-ofi-ks.html

35 - Ali Haydar Ahishavi (k.s.)



İstanbul-Fâtih-Çarşamba'daki İsmet Efendi Dergâhının postnişini. Nakşibendî tarikatının Hâlidî kolundan gelen silsilenin son halkalarından bir halkadır. İsmi, Ali Haydar olup, babası Molla Şerif Efendidir. Ahıskalı Ali Haydar Efendi diye meşhur olmuştur. 1870 (H.1288) senesinde Batum'un Ahıska kazasında doğmuş. 1960 (H.1380) senesinde İstanbul'da vefat etmiştir. Kabri Edirnekapı Sakızağacı kabristanındadır.  

İki yaşındayken annesini, dört yaşındayken babasını kaybeden Ali Haydar Efendi 1894 yılına kadar süren ilk tahsilini memleketinde yaptı. Fakat Şeyh Şamil’in ve beraberinde ki Kafkas Müslümanlarının Rus zulmüne karşı direnişlerinde o bölgede ki birçok müderris ve şeyh şehit olmuş, tekkeler ve medreseler boş kalmış. Bu sebeple de, ilim tahsiline devam edebilmek için Erzurum'a gelerek Bakırcı Medresesi’ne kaydoldu. Bir süre sonrada, buradan İstanbul'a gidip Fâtih Câmiinde İslamî ilimleri öğrenimine devam etti. Tahsilini tamamlayıp, Bâyezîd Dersiâmlarından Çarşambalı Hoca Ahmet Hamdi Efendi’den 1901 senesinde umumi icazetname aldı. Buradaki Medrese arkadaşlarının en meşhuru İskilipli Muhammed Atıf efendidir. Bir yandan hocasının derslerine devam ederken diğer yandan kâdı yetiştiren Medresetü’l-kudât'a giderek 1906 yılında mezûn oldu. Yapılan imtihanları kazanıp, Fâtih Câmiinde talebe okutmaya başladı. Böylece Fâtih Dersiâmları arasında yerini aldı. 1909 senesinde Fetvahanede fetva yazmakla vazifelendirildi. Daha sonra Sahn-ı Seman (Fâtih) Medreseleri fıkıh müderrisliğine tâyin edildi.  

34 - Ali Riza El-Bezzaz (k.s.)



Meşâyıhı-ı kirâmın ve silsile-i âliyyenin otuz dördüncüsüdür. Do¬ğum tarihi bilinmemektedir. Doğum yeri El-uhyu olan Ali Rıza el-Bezzâz Hazretleri, H. 1330 yılında Bandırma’da vefât etmiştir.  

  

Ali Rıza Efendi(k.s.), bezzâz(manifaturacı) ismiyle şöhret bulmuştur. Kendisi çok zengindi. İstanbul'a gidip gelen ticâret gemileri ve manifaturacı dükkânları vardı. Manifaturacılık yaparken, kumaşı met¬reyi iki taraftan tutarak ölçerdi. Ölmeden önce zenbil sırtında bütün malını mülkünü dağıtan Ali Rızâ Efendi(k.s.), Şeyhi Halîl Nurullah Efendi¬’nin 1893'te vefât etmesiyle meşihat makamında irşâd(insanlara doğru yolu gösterme) faaliyetine devâm etmiştir.  

  

Ali Rıza Efendi(k.s.)’nin yirmi sene müezzinliğini yapmış Süleymân Dede denilen zât, Ali Rıza Efendi’ye intisab ettiğinde, bir se¬ne merkebiyle dergâha gelip gider ve : "Bir senedir gelip gidiyorum hâlâ birşey bulamadım." der. Ali Rızâ Efendi bir gün ona, gözlerini kapat¬masını söyler. Süleymân Dede gözlerini kapatıp açınca, Ali Rızâ Efendi’de bir nur olduğunu görür ve dayanamaz düşüp bayılır. Ali Rızâ Efendi ona ayıldığında : “Bu muydu görmek istediğin, bir daha böyle şeyler isteme, bunlar marifet değildir.” der.  

  

Yunan Harbi zamanında Ali Rızâ Efendi’nin tekkesine Yunanlılar doluşurlar. Subaylardan birinin köpeği Ali Rıza Efendinin kabrine pisle¬mek isteyince, köpek çarpılır. Köpeğin çarpıldığını gören subaylar, kabire tekme atma teşebbüsünde bulununca, subaylar da çarpılır. Neticede ola¬yı gören Yunan askerleri korkarak tekkeyi bırakıp kaçarlar.  

Alinti

33 - Halil Nurullah Zağravi (k.s.)



Fâtih Çarşamba'daki İsmet Efendi Dergâhı postnişinlerindendir. Dergâhın kurucusu Yanyalı Mustafa İsmet Efendi’nin halîfesidir.

Hocası¬nın 1872 yılında vefât etmesi üzerine geçtiği meşihat makamında 21 yıl görev yaptı. 1893'te vefât eden Nûrullah Efendinin kabri, İsmet Efendi Dergâhı’nın bahçesindedir.

Nûrullah Efendi Hazretleri(k.s.)’nin hayatı hakkında tarih kitaplarında herhangi bir kayıt bulunamamış, kabir taşındaki malumatla yetinilmiştir.

Kendisinin günde 70 bin kelime-i tevhitle 7 cüz Kur'an-ı Kerim okuduğu söylenmektedir.  


Alinti

32 - Mustafa İsmet Garibullah (k.s.)




Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’nin halifesi olan Abdullah-ı Mekkî Hazretleri’nin hâlifesidir. Aslen Yanyalı(Arnavut)dır. Abdullah-ı Mekkî Hazretleri’nden icâzet almıştır.

Büyük Şeyh Musta¬fa İsmet Efendi(k.s.), Mekke'de bulunan Abdullah-ı Mekkî Hazretleri’ne intisab etmişti. Kendisi gibi Abdullah-ı Mekkî Hazretleri’ne müntesip Süleyman Kırîmî(Kı¬rımlı) ile birlikte sohbetlere devam ediyorlardı. Birgün temiz hava tenef¬füs etmek için birlikte Taif’e doğru yola çıktılar.

Yolda giderlerken Kırîmî'nin devesi birden yere çöktü. Süleyman Kırîmî(k.s) Abdullah-ı Mekkî hazretlerini kastederek : "Sultan vefat etti, Mekke'nin hizmeti bana verildi." dedi. Geri Mekke'ye döndüler. Abdullah-ı Mekkî Hazret¬leri gerçekten de vefat etmişti. Süleyman Kırîmî Hazretleri Mekke'de hiz¬mete devam ederken Büyük Şeyh Efendi Arnavutluğa gitti. Orada bir müddet hizmete devam ettikten sonra, manevi bir işaretle Edirne’ye gelen İsmet Garîbullah(k.s.), Sultan Camii’nde bir müddet irşâd vazife¬sine devâm etti.

31 - Abdulllah Mekki (k.s.)



Büyük velî Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’nin Anadolu’da görevlendirdiği halifelerindendir. İsmi Adullah'tır, Erzincânî ve Mekkî nisbetleriyle şöhret bulmuştur. On dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan Abdullah-ı Mekkî Hazretleri’nin doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir..

Aslen Mekkeli olan Abdullah Efendi, zamanının usûlüne göre çeşitli ilimleri tahsil etti. İlimde yüksek dereceye ulaştıktan sonra Bağdât'ta bulunduğu sırada büyük âlim ve velî, Nakşibendiyye yolunun mürşid-i kâmili Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’ni tanıdı ve onun sohbetleriyle şereflendi.


Mevlânâ Hâlid Hazretleri’nin sohbet ve hizmetlerinde bulunarak kemâle erdi. Tasavvuf yolunda ilerleyip yüksek mânevi derecelere ulaştı. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’nin talebelerinin önde gelenlerinden oldu. Hocası ona ‘hilâfet-i mutlaka’ yâni tam icâzet verdi. İnsanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak ve talebe yetiştirmekle vazifelendirerek Erzincan'a gönderdi.


Abdullah-ı Mekkî(k.s.), Erzurum'a uğradıktan sonra Erzincan'a gitmek üzere yola çıktı. Erzincan'a gelirken buranın ova ve dağlarını seyderip yanındakilere : "Allah bilir ama Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdi Hazretleri’nin bize târif buyurdukları memleket burası olmalıdır. Buradaki bir zâtın bizde nasîbi ve emâneti vardır." dedi.


30 - Halid Bağdadi (k.s.)




DIŞ GÖRÜNÜŞÜ (HİLYESİ)

Uzun boylu, beyaz tenli, kırmızı yanaklıydı. Saçları ve gözleri siyahtı. Hafif değirmi burunlu, uzunca kirpikliydi. Kolları uzun, omuzları genişti. Vücudu kıllıydı. Heybeti ve ağırbaşlı duruşu bakanlar üzerinde ürperti uyandırır, saygınlık telkin ederdi. Güzel giyinirdi. Halkın arasına çıktığı zaman, ne taylasanını bırakırdı, ne de asasını. İkramı ve bahşişi boldu ve prensiplerine sıkı sıkıya bağlıydı.

Altın silsilenin 30. halkası ve yeni bir kolbaşısı. Bu sefer Osmanlı ülkesi Irak'ın Musul vilayetine bağlı Şehrezür kasabasından. Adı Halid b. Ahmed, lakabı Mevlana ve Zıyâeddin. İslâm dünyasında Mevlana Celaleddin-i Rumî'den sonra "Mevlana" (efendimiz, büyüğümüz) lakabıyla anılan ve bu sıfatla meşhur olan ikinci kişi olduğuna bakılırsa tesiri ve nüfuzu daha iyi anlaşılmış olur. Kendisinden sonra Nakşîlik neredeyse "Halidîlik" olmuş ve bu kol Osmanlı ülkesinin en yaygın tarikatı haline gelmişti.

29 - Abdullah Dehlevi (k.s.)


Orta boylu, esmer tenli, seyrek sakallı ve gökçek yüzlü idi. Hz. Peygamber'in torunu Hz. Hüseyin soyundan, seyyid-neseb. Derviş ve müridlerini cezbeye getiren engin bir feyze sahibti. Varidat-ı ilahiyyeye nail bir veliyy-i kamildi. Semaa önem vermediği halde vecd ve coşkusu yüksek bir süfi idi.

Kısa Çizgilerle Hayatı

Altın silsilenin yirmi dokuzuncu halkası yine Hind diyarından. 1158/1745 yılında Pencap'ta (Betale) doğdu. Babası Şah Abdüllatif, Kadiri tarikatına bağlı. Oğlu doğmadan önce rüyasında Hz. Ali'yi gördü. Hz. Ali ona: "Oğluna Ali adını koymasını" söyledi. Bu yüzden oğlu doğduğunda babası ona "Ali" adını verdi. Ancak daha sonra kendisine "Gulam-ı Ali" denmeğe başlandı. "Gulam-ı Ali" Ali'nin hizmetçisi demekti. Daha sonra rüyasında Hz. Peygamber'in Dehlevi'ye bizzat "Abdullah" diye hitab etmesi sonucu "Abdullah Dehlevî" diye meşhur oldu.

Yetişmesi

Babasının ilim ve marifet erbabINdan bir zat olması sebebiyle küçük yaşından itibaren ilim muhitlerinde yetişti. Abdülaziz Deh'levi'den Sahih-i Buhari, diğer bazı alimlerden tefsir ve fıkıh okudu. Babasının ısrar ve delaletiyle Kadiri şeyhi Şah Nasıruddin Kadirî'ye intisab etmek üzere gittiğinde şeyhin vefat etmiş olması sebebiyle intisab edemedi. Yirmi iki yaşına kadar Delhi'de bulunan muhtelif "Çiştiyye" tarikatı şeyhleriyle görüşüp tanıştı. Nihayet nasibinin Mirza Can-ı Canan olduğunu anlayarak onun dergahına kapılandı. Müceddidî şeyhi Mirza Can-ı Canan, "Burada tuzsuz taşı yalamaktan başka ne var ki..." diyerek onun bu konudaki ciddiyetini sınadı. Aldığı cevap:

"Bizim de istediğimiz budur" şeklinde olunca dervişliğe kabul etti. Kendisi bunu şöyle anlatır:

"Tefsir ve hadis ilimlerim tahsil ettikten sonra Habibullah Mazhar'ın hizmetine girdim. Mübarek eliyle bana bey'at verdi. Kadiri ve Nakşı tariklerim telkin etti. Onbeş yıl kadar onun hizmetinde bulundum. Zikir halkasında ve murakabede aradığım huzuru bulmuştum. Nihayet beni tarikat icazetiyle şereflendirdi."


28 - Habibullah Can- Canan El-Mazhar (k.s.)



Uzunca boylu, gökçek yüzlü buğday benizli, siyah sakallı, mehabet ve cemal sahibiydi Yumuşak görünüşüne rağmen heybetliydi Hz Ali'nin oğlu Muhammed b Hanefiyye neslindendi Anaları ve ataları cihetinden cedleri hep veli, ya da veli tabiatlı kimselerdi Özellikle büyük annesinin yaratık-ların teşbihim işitecek bir manevi olgunluğa sahip olduğu rivayet edilirdi

Altın Silsile'nin yirmi sekizinci halkası da Hind diyarından Adı Mirza "Şemseddin' ve "Habibullah' lakaplarıyla anılırdı Belki de çok arzuladığı "şehidlik" sıfatıyla Rabbına kavuştuğu için "Mazhar-ı can-ı canan" diye meşhur olmuştu.

1113/1701 yılında doğdu Küçük yaşlarında Kur'an ve İslamî ilimler tahsil etti Şeyhi Nur Muhammad Bedayünî'nin (ö 1135/1722) vefatında yirmi iki yaşlarında olduğuna bakılırsa pek genç yaşta (onsekiz yaşları civarında) tasavvuf yoluna girdiği anlaşılmış olur Şeyhinin yanında sıkı bir riyazat ve mücahede île nefs eğitiminden geçtiği anlaşılmaktadır Genç yaşta şeyhinin vefatı üzerine çağdaşı bazı şeyhlerin hizmetine girdi, kendilerinden feyz aldı Muhammed Efdal, Hafız Sa'dullah ve Muhammed Abid Sem'ani onun feyz aldıkları arasındadır Yirmi yıl sureyle hizmet ettiği bu şeyhlerin vefatından sonra oturduğu irşad makamında otuz yıldan fazla kaldı

Kendisi şöyle anlatıyor:

"Velayetin ilk derecesiyle, velayet ilim ve varidatını şeyhim Seyyid Muhammed Nur'dan aldım Yedi hakikate ve daha bir takım hallere Muhammed Abid eliyle yedi sene içinde erdim Bu arada Kadiriyye, Çeştiyye ve Sühreverdiyye tarikatı halifeliği île şereflendirildim "

Şeyh Mirza, zühdi yaşayışı severdi Bu yüzden hiçbir zenginden dünyalık kabul etmezdi Kendisi dünyadan elini, eteğini çektiği gibi, muridlerinin de öyle olmasını arzu ederdi Etrafında kendisine hizmet etmek isteyen zengin müridleri bulunduğu halde, kendisi için ne bir tekke, ne de bir ev yaptırmıştı

Altın silsilede yer alan şeyhlere çok düşkündü Gönülden bağlıydı Özellikle imam-ı Rabbanî'yi çok severdi "Bu yolda ne bulduysam büyükleri, şeyhleri sevmede buldum derdi

Tarikat ve tasavvufu, şeriatta ihtisas gibi görür, tarikata meyli "Hak sevgisinin ağır basması' şeklinde yorumlardı Tarikatı sadece bir zikir vasıtası görmezdi Çünkü zikir, herkese emredilen bir konuydu Kalb gözünün açılması da zikri çok yapmakla ancak mümkün olurdu Zikirden gaye zikrin manasına ermekti Daha ilerisi güzel ahlak sahibi olmak Çünkü güzel ahlak, bu ışın kaymağı mesabesinde Bu yüzden sevgili Peygamberimiz "Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim" (Muvatta, Hüsnü'l hulk) buyurmuştur

27 - Muhammed Bedayuni (k.s.)


Orta boylu, esmer tenli, seyrek sakallıydı. Kaşları çatıktı; fakat yüzündeki ve alnındaki nur, kaşlarının çatıklığına tatlı bir mehâbet kazandırmıştı. Gözü yaşlıydı. Göz pınarlarından akan yaşlar, yanaklarına doğru derin iz açmıştı. Zahiri ve batini ilimlere vukufu sebebiyle "Allame-i cihan" diye anılırdı.

Altın Silsilenin 27. halkası yine Hind diyarından, fakat bu sefer "Serhindi" ailesinden ve İmam-ı Rabbâni soyundan değil. Seyyidliği sebebiyle "Seyyid Nur" diye anılan Muhammed Bedayünî, Delhi'den. el-Hadaiku'l-Verdlyye ve ondan naklen diğer bazı kaynaklar, nisbesini "Bedvanî" diye anarlarken çağdaş araştırmacı Ebu'l-Hasan Nedvî, onun nisbesini "el-Bedayünî" olarak kaydetmektedir. (bk. el-İmamu's-Serhindî, s. 314, 317)

Nur Muhammed Bedayünî, İmam-ı Rabbâni'nin torunu Seyfeddin Serhindi'nin yetiştirdiklerinden. Dini ilimlerde belli bir merhale katettikten sonra önce Seyfeddin Serhindî'ye, ardından Şeyh Muhammed Muhsin'e intisab etti. Muhammed Muhsin, Muhammed Masum'un önde gelen halifelerindendir. Her iki şeyhten feyz aldıktan sonra otuz beş yıl kadar Delhi'deki Nakşi Müceddidi dergahında hizmet etti. Gönüllere iman heyecanı ve aşk kıvılcımı taşıdı. 1135/ 1722'de vefat etti.

26 - Seyfeddin Ebu'l-Berekat (k.s.)




Uzunca boylu, esmer tenli, güzel yüzlüydü Gözleri büyükçe, sakalının iki tarafı seyrekçeydi. Zahir ve batın ilimleri derlemiş, zühd ve takva ehli bir zattı. Heybetli bir yüzü, müessir bir siması vardı. Yüzünü görenler etkilenir, durumlarına göre tevbe eder veya hidayete ererdi.   

  

Muhammed Masum'un oğlu. İmam-ı Rabbani'nin torunu 1049/1639 yılında Serhind'de doğdu. Tasavvuf ve tarikatte üstadı, babası Muhammed Ma'sum Seyr u sülukunü tamamladıktan sonra babası tarafından Delhi'de irşada memur edildi. Burada ki tekkesi ruhanî bir eğitim merkezi oldu. Halkın her sınıfından binlerce insanla dolup taştı Bu dergahtan pekçok halife yetişti. Burada yetişen halifeler aracılığıyla, Nakşbendiyye'nin Müceddidiye kolu, Afganistan, Türkistan, Irak ve Şam belgeleme kadar yayıldı. Evi ve dergahı kafile kafile gelen ziyaretçilerin konağı oldu. Dedesi İmam-ı Rabbani'nin kendisine karşı büyük mücadele verdiği Ekber Şah'ın torunu ve zamanın sultanı Alemgir Evrengzîb onun bendeleri arasında yer aldı. İmam-ı Rabbani ve oğlu Muhammed Masum'un mücadeleleri böylece meyvesini vermiş oluyordu. Sultan Alemgîr takva ehli bir zat olarak yetişti. Sultanın Seyfeddin Serhendiye intisabının ardından pek çok vezir ve devlet ricali de onun yolunu izledi. Tarikat neşvesiyle marifet deryasına daldı.

25 - Muhammed Ma's–m Far–ki



Uzun boylu, buğday benizli, gökçek yüzlüydü. Gözünün beyazında bir miktar kırmızılık vardı. Havf ve haşyeti galip, daimi huzura malik bir gönül sultanıydı.   
Asıl adı Muhammed'di. Günaha düşmekden ve şüphelilere yaklaşmaktan çok sakındığı için "Ma'sum" ikabıyla anılırdı. İmam-ı Rabbani'nin yedi oğlundan üçüncüsüdür. Babamdan sonra, ilim, marifet takva ve yakîn açısından onun yerine en layık olanı olduğundan halefi oldu. Akranları ve tanıyanları kendisine "el-Urvetü'l-vüska" (sağlam kulp) lakabını vermişlerdi.  

  

1007/1598 yılında Serhind'de doğdu. İlk dînî ilimleri önce ağabeyi muhammed Sadık'tan, daha sonra da babasından okudu. Muhammed Tahir el-Lahorî de hocaları arasındadır. Üç ayda Kur'an'ı ezberleyebilecek bir hafızaya sahipti. Babasının ders ve sohbetlerinin aralıksız müdavimiydi. Çok kısa sürede İmam-ı Rabbani'nin müntesibleri arasında temayüz etti. Babası ondaki bu fevkaladeliği sezerek büyük manevi makamlara ereceğini müjdelemişti. Babasının vefatından sonra irşad makamına oturdu. O zaman henüz yirmi yedi yaşlarında bir gençti. Gençliğine rağmen halinin kemali herkesçe müsellemdi. Bir ara hac için Hicaz a gitti Bir sure Medine-i Münevvere'de mücavir olarak kaldı ise de tekrar memleketine döndü. Ömrünün kalan kısmını ders ve irşadla geçirdi. Ders olarak genellikle Beyzavi Tefsiri, el-Mişkat ve el-Hidaye gibi fıkıh ve hadise dair muhtelif eserler okuttu.   

24 - İMAM-I RABBANİ AHMED FARUK ES-SERHENDİ (k.s.)



Uzun boylu buğday benizli, gökçek yüzlüydü. Kaşları siyah ve hilal biçimindeydi. Gözlerinin beyazı oldukça beyaz, siyahı daha siyahtı. Bakışları canlı ve keskindi. Çekme burunlu, dudakları ince kırmızı renkliydi. Ağzı orta büyüklükteydi. Dişleri inci gibi düzgün ve parlaktı. Sakalı gür ve büyükçeydi. İkinci hicrî bininci yılın yenileyicisi yani "Müceddid-i elf-i sanî." Nakşî, Kadirî, Suhreverdî, Çiştî ve Kubrevî tarikatlarından icazetli Rabbani imam ve Rahmani mürşid.

Altın silsilenin 24. halkası "İmam-ı Rabbanî" lakabıyla anılan mürşidimizin asıl adı Ahmed b. Abdülahad el-Farukî. "Farukî" nisbesi, ikinci halife Hz Ömeru'l Faruk'un soyundan olmasından "İmam-ı Rabbani" Allah adamı imam,demek Müceddid-i elf-i sanî" şöhreti, Hz Peygamber'in "Allah her yüzyılın başında bu ümmete dinini yenileyen (müceddid) gönderecektir." (Ebu Davud, Mışkat, l, 82) hadis-i şerifi gereği, ikinci bin yılın başında gelen "müceddid" sayılmasından.

İmam-ı Rabbani, 971/1563 yılında Hindistan'da Delhi ile Lahor arasındaki Serhind denilen yerde doğdu. İlk hocası babası. Ondan Arapça ve İslamî ilimler tahsil etti. Küçük yaşta hıfzını tamamladı. Kemaleddin Keşmiri'den aklî ve nakli ilimleri, İbnu'l-Haceri'l-Mekkî île Abdurrahman b. Fihri'l-Mekkî'den muteber hadis kaynaklarını, Behlul Bedahşanî'den de fıkıh, tefsir ve diğer islamî konulara dair eserleri okudu. Onyedi yaşında iken icazet alacak seviyeye geldi. İlim tahsili sırasında bazı eserler telifiyle meşgul olacak kadar ilme ve telife yatkındı. Küçük yaşlardan itibaren tasavvuf yoluna olan meyli sebebiyle babası eliyle Kadiriyye, Suhreverdiyye ve Çiştiyye gibi tarikatlara intısab etti.

23 - Muhammed Baki Billah (k.s.)




Ortaboylu, kırmızı tenli, seyrek sakallıydı. Vefatında henüz sakalının çok az bir kısmı ağarmıştı. Uzlet ve riyazat ehliydi. Kur'an tilavetine düşkündü. Geceleri az uyurdu. Az yemek ve az konuşmak onun tabii hali olmuştu.   

  

Müceddid-i elif-i sânî; yani hicri ikinci bin yılın yenileyicisi unvanının haklı sahibi İmam-ı Rabbani hazretlerinin mürşidi. Hacegân pirânının ulularından.   

  

O'nun hayat coğrafyası bugün Afganistan'ın baş şehri olan Kabil'den, Özbekistan'da Buhara yakınındaki Semerkant'a, oradan Hindistan'ın Delhi'sine kadar, Acem, Türkistan ve Hind diyarını içine alır.   

  

673/1565 yıllarında Kabil'de doğdu. Gençlik yıllarında dini ilimler tahsili için Semerkant'a gitti. Orada bir süre dini ilimler tahsiliyle meşgul oldu. Ardından gönlüne tasavvuf yoluna sülük arzusu düşünce kendini Hâcegi Muhammed İmkenegi'nin kapısında buldu. Batın alemi kendisine bu gönül Sultanı eliyle açıldı. Üveysi-meşreb olduğu için gerek Şah-ı Nakşbend, gerekse Ubeydullah Ahrar hazretlerinden feyz aldığı kaydedilir. Hz. Ahrar, kendisine üveysi yolla emaneti yükledikten sonra onu Hindistan tarafına yolladı. Hindistan'da Delhi civarında Cihânâ-bâd'a yerleşti. Çevresine iman ve irfan nuru seçmeye başladı. Hindu, ya da putperest halka İslâm'ı, müslümanlara da tasavvufu anlatarak Ahmed Faruk es-Serhîndî'nin yetişeceği ortamı hazırladı.   

Nazarı etkileyici, konuşması cezbedici, tavırları sevimliydi. Bu yüzden meclisine katılanlar, kısa zamanda muhib ve müntesibi olurlardı. Teveccüh ettiği kimselere nazarlarından cezbe aksederdi. 1014/1605 yılında Delhi'de öldü. Kabri Delhi'de Kadem-i Saadet resminin bulunduğu cami civarındadır.
       

Cemal Tecellisi
Anlatıldığına göre büyük oğlu Abdullah, elinde bir ayna olduğu halde babasının yanına geldi. Muhammed Baki Billah dedi ki:   
- Oğlum, elindeki aynada bir suretine bak bakalım!   

  
Abdullah, çevirip bakınca aynada kendisini değil, babasını gördü. Hem de Mimsiyah sakallı babasını bembeyaz sakallı ve nurlu yüzüyle.   

  
Gördüklerinden şaşkına dönen Abdullah'ın halini farkeden babası:   
- Şaşkınlığa gerek yok. Aynada yüzümde ve sakalımda gördüğün beyazlık ve nur, Allah'ın cemal nurudur. Bizden değil, dedi.   

  
Kur'an okumaya düşkünlüğü sebebiyle geceleri çok az uyurdu. Tanyeri ağarıncaya kadar Kur'an ve özellikle de Yasin okurdu. Tanyeri ağardığını görünce de:   
- Aman Allahım, geceler ne çabuk geçiyor? diye hayıflanırdı.


İmam-ı Rabbani'nin Hüsn ü Şehâdeti
Talebesi İmam-ı Rabbanî'nin şeyhi ve emaneti devraldığı mürşidi hakkında söyledikleri ise şöyle:   
- Nakşı meşayıhının ulularındandı. Velayet makamının en üst noktasında, kutbiyyet sırrına ermiş bir Muhammedî-meşreb erdi. Arifler serdarı, mesnedimiz, mürşidimiz irfan sahibi üstadımız Muhammed Baki Billah.

Alinti


22 - Hace Muhammed Es-Semerkandi (k.s.)




Esmer tenli, yuvarlak, aydınlık yüzlü, seyrek sakallıydı. Feyz ve cez-besi yüksekli. İbadet ve zühde düşkündü. Kerameti zahir ve bahir olmakla birlikte sırrım insanların gözünden saklardı. "Kendisini bilen, Rabbını bilir" kaidesince kendi özündeki gerçeğe ermeğe büyük gayret sarfederdi. Tasavvufî disiplinin maddî ve manevî izleri hayatında görülebilecek olgunluktaydı.   

Altın silsilenin 22. halkası Hacegî Muhammed îmkenegî, 21. halkadaki Derviş Muhammed'in oğlu ve halifesi. 918/1512 yılında Semerkand ile Buhara arasındaki İmkene köyünde doğdu. İlk temel İslamî bilgileri de, ileri seviyedeki tasavvufi incelikleri de babasından öğrendi. Sağlığında vekili, ölümünde halifesi oldu.   

  

Hacegî, "hoca" anlamına gelen ve Nakşî şeyhlerinin adlarının basında "şeyh" manasına kullanılan "hace" kelimesinden. Sonundaki nisbet "ya" sı sebebiyle Farsça kaideye göre "h" harfi "g"ye dönüşmüştür. "Hacegî" hacegan yoluna mensup demektir.   

  

"İmkenegî", İmkene'li anlamına. Aynı kaideye göre nisbet "ya"sı gelince "h" sesi "g"ye çevrilmiş.   

Osmanlı devletinde tasavvufun en canlı olduğu yıllarda yaşayan bu gönül eri de babası gibi, meçhul kalanlardan. Bir asra yakın ömür sürerek 1008/1599 yılında vefat ettiği ve yaklaşık 38 yıl şeyhlik ettiği halde Osmanlı ülkesinde pek tanınmıyor. Belki bugün Taşkent ve Buhara kütüphanelerinde komünist zulmünden kurtulabilen kitaplarda onlara dair bilgiler bulunabilir. Ayrı bir araştırma konuşu. Bizim en önemli kaynağımız olan Abdullah b. Muhammed el-Hanî'nin el-Hadaiku'1-verdiyye fî hakaik ecillai'n- Nakşbendiyye, adlı eserinde bilgiler çok sınırlı. Ancak orada adı geçen Şerhu silsileti'z-zeheb diye bir eser var ki, biz henüz ona ulaşamadık. Türkî cumhuriyetlerin kapılarının açılmasından sonra sanırız ki. bu araştırmalar daha da kolaylaşacaktır.   

Alinti

21 - Dervişi Muhammed (k.s.)



Orta boylu, güzel yüzlü, buğday tenli, aksakallıydı. Azaları düzgün yapılı ve mütenasipti. Zahir ve batın ilimlerini bilen bir veliyi-kamil idi. Herkesin anlayacağı dilden konuşma özelliğine sahipti. Kabiliyet ve yetenekleri ortaya çıkarıp geliştirmede mahirdi. Cezbe ve istiğrakı sahi ve temkînine galip, isimsizliğe talip bir gönül eriydi. Bu yüzden "Derviş Muhammed" diye anılırdı.   

Altın Silslle'nin 21. halkası Derviş Muhammed, Semerkantlı. Kadı Muhammed Zahid hazretlerinin kız kardeşinin oğlu. Emaneti ondan aldı. İlim ve irfanı ondan okudu. Onun gönül tezgahında muhabbet dokudu ve erenler kervanına katıldı.

20 - Muhammed Zahid (k.s.)



Kısa Çizgilerle Hayatı:


Nakşbendiyye'nin Ubeydullah Ahrar'dan İmam-ı Rabbani'ye kadar olan dönemdeki adı"Ahrariyye." Ubeydullah Ahrar'dan emaneti alan ise Muhammed Zahid. O da silsiledeki Yakub Çerhî'nin kızının oğlu. Reşehât'ta kendisinden "Kadı Muhammed" diye bahsedildiğine bakılırsa dinî ilimlerde "Kadılık" payesine ulaşacak bir derinliğe sahip olduğu, belki kadılık da yaptığı anlaşılmaktadır. Dini ilimlerde belli bir derinlik kazandıktan sonra tasavvufa meyletti. 855/1451 yılında Ubeydullah Ahrar'a intisab etti. On iki yıl süreyle şeyhinin yanında ve hizmetinde bulundu. Silsiletü'l-arifîn ve tezkiretü's-Siddikıyn adlı Farsça eserinde özellikle şeyhi ile olan münasebetlerini Nakşî tarikatı adabını, tasavvufun belli esaslarını anlatmaktadır. Şeyhinin vefatından sonra yerine irşad makamına oturdu. 936/1529 yılında vefat edinceye kadar bu görevi sürdürdü. Kabri Hisar'da Vahş denilen yerdedir.

19 - Ubeydullah Ahrâr (k.s.)

 



HİLYE-PÂK-İ AHRÂR

 
Uzunca boylu, esmer tenli, gökçek yüzlüydü. Sakalı büyükçe ve beyazdı. Sakalındaki karalar, sayılabilecek kadar azdı. Sohbeti tatlıydı, konuşurken müridlerini saadette gark ederdi. Zahir ve batın ilimleriyle donanmıştı. Nurlu yüzünü gören dua ve senadan kendini alamazdı. Şiirleri ve sözleri çok tesirliydi. Tarikatte huccet sayılırdı . Nakşi meşayıhının muammerininden, uzun ömürlülerindendi. Bir asra yakın muammer oldu. Hz. Ömer neslindendi.
Altın silsile'nin ondokuzuncu halkası Ubeydullah Ahrâr Nefehât müellifi Molla Cami ile Reşahat müellifi Ali b. Hüseyin el-Vaiz'ın mürşidi. Bu yüzden her iki müellif de eserinde Ubeydullah Ahrâr için geniş yer ayırmışlardır. Özellikle, Reşahat müellifi, eserini Ubeydullah Ahrâr için yazmıştır, denilse yeridir.
       

Kısa Çizgilerle Hayatı
Ubeydullah Ahrâr hazretleri, hicrî 806 Ramazan'ında (m 1404 Mart) Taşkent'e bağlı Bağıstan'da doğdu. Hz Ömer neslinden ilim ve irfan ehli bir aileden. Kendisinin eğitimiyle dayısı şeyh İbrahim Şaşî meşgul oldu. Temel ilimleri Taşkent'te okudu. Daha sonra yine dayısının teşvikiyle Semerkand'a gitti. Orada Uluğ Bey medresesinde Nizameddin Hamüş'un talebesi oldu. Semerkand'dan Buhara'ya geçti. Orada Şeyh Hamîduddın Şaşî'nın sohbetlerine katıldı. Buhara'dan Herat'a geçerek Seyyid Kasım Tebrîzî'nin yanına vardı. Tebrîzî, Ahrâr'ın çok istifade ettiğini belirttiği ustadır. Herat'ta ayrıca Bahaeddın Ömer Horasani ile tanıştı. İlim ve irfan yolunda geçen bu seyahatlerden sonra Ubeydullah Ahrâr, nihayet Çiganyan'da Yakub Çerhî'yi buldu, ona bende oldu, emaneti ondan aldı. Şahsî kabiliyeti ve daha önce görüştüğü şeyhlerden aldığı feyz sayesinde Ya'kub Çerhi'nın yanında kısa zamanda seyr-ü sulükunu tamamladı, şeyhinin iltifat ve sevgisine mazhar oldu. Bir kısmı ilim muhitınden, bir kısmı devlet ricalınden, diğer bir kısmı da halkın muhtelif kesimlerinden olmak üzere pekçok mürid ve halife yetiştirdi.

18 - Ya'kub Çerhî (k.s.)



 

Altın Silsile'nin Alâeddin Attâr'dan sonraki halkası Yakub Çerhî. Maveraün-nehir'de Kandehar ile Gaznin arasında, Gaznin'e bağlı Cerh köyünden. Bu yüzden Çerhî diye ünlü. Bu köyde doğdu. İlk tahsilini memleketinde yaptı. İlim için Herat ve Mısır'a gitti. Mısır'da Şihabuddin Seyrânî'den okudu. Aynı yıllarda Mısır'da ilim tahsili için bulunan Sühreverdiyye'nin Zeyniyye kolu kurucusu Zeyneddin Hafî ile arkadaşlık etti. Bedahşan ve Buhara gibi şehirleri de dolaşan Çerhi'nin tasavvuf yoluna ilk intisabı Şah-ı Nakşbend hazretleri eliyledir. Ancak seyr u sülûkünü tamamlaması Alâeddin Attâr vasıtasıyla olmuştur. Zahir ve batın ilimlerinde derinlik kazanmış bulunan Yakub Çerhi, pek çok halife yetiştirdi ve pek çok kimsenin Hak yola girmesine vesile oldu. Şeyhinin vefatından sonra yerleştiği Hisar köylerinden Hülfütû'da 851/1447 yılında vefat etti. Kabri oradadır. Yaşadığı yıllar Timurleng dönemine rastlamaktadır.