Bu yazılarımızdan etkilenerek yanlış inançlardan tevbe edenler ve yanlış insanlardan uzak duranlar olabilir ümidiyle bu reddiyelerimizi inşâallâh sürdüreceğiz. Sizden beklentimiz dikkatle ve insafla muhakeme etmeniz, bu yazımızın okunması hususunda iyiliği emretmeniz ve bu ilmî reddiyeleri yaymak dışında hiçbir şahsa hakaret ve nefretle dilinizi ve kalbinizi meşgul etmemenizdir.
Bizleri Kur’ân-ı Kerîm’e inanan ve buyurduklarını tahrife yeltenmeyen Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat’ten kılan Allâh-u Te‘âlâ’ya sonsuz hamd-ü senâlardan ve: “Benim ve ashâbımın sahip bulunduğumuz Cemaat inancından bir karış ayrılan kişi, muhakkak İslâm ipini boynundan çıkarmış olur” (Tirmizî, no:2641, 2863,) buyuran Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e ve Cemaati temsil eden ashâbına sınırsız salât-ü selâmdan sonra!
Bu ayki yazımız yine Ehli Sünnet müdâfaası ve Ehli Bidat reddiyesi kapsamında
Mustafa İslamoğlu’nun Kur’an mealine ve tefsirine soktuğu bir bidati, bir
tahrifi ve bir inkârı eleştirmek üzerine olacaktır. Tabi şunu sizlerle
paylaşmak isterim ki; bizim, kişilerin şahsiyetine hakaret ve bazı kimselerden
nefret gibi bir seciyemiz bulunmamaktadır. Zaten dînimiz de bize bu tür ahlâkı
yasaklamaktadır. Biz ancak kişilerin yanlış bulduğumuz fikirlerini ilmî
cevaplarla reddetmeye ve insanların bu yanlışlara inanarak îmandan
çıkmamalarına gayret etmeye yönelik faaliyetler içerisinde olabiliriz. Zaten
bundan başka bir şey düşünmeye bile vaktimiz yoktur. İnkârın îmanla, dalâletin
de hidâyetle yer değiştirmesi neticesinde İslâm’a giren bir kâfire ve yola
gelen bir dalâlet sahibine karşı fikrimizi ve tavrımızı değiştirmemiz bize
emrolunduğuna göre, bidatten sünnete ve firak-ı dâlleden Ehl-i Sünnete dönen
bir kimseye de aynı muameleyi revâ görürüz ki, bu da bizim kimseye karşı şahsî
ve nefsî bir nefret ve adâvet taşımadığımızın en büyük göstergesidir.