MUSTAFA İSLAMOĞLU YE’CÛC VE ME’CÛC’U DA İNKÂR EDİYOR






Bu yazılarımızdan etkilenerek yanlış inançlardan tevbe edenler ve yanlış insanlardan uzak duranlar olabilir ümidiyle bu reddiyelerimizi inşâallâh sürdüreceğiz. Sizden beklentimiz dikkatle ve insafla muhakeme etmeniz, bu yazımızın okunması hususunda iyiliği emretmeniz ve bu ilmî reddiyeleri yaymak dışında hiçbir şahsa hakaret ve nefretle dilinizi ve kalbinizi meşgul etmemenizdir.


Bizleri Kur’ân-ı Kerîm’e inanan ve buyurduklarını tahrife yeltenmeyen Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat’ten kılan Allâh-u Te‘âlâ’ya sonsuz hamd-ü senâlardan ve: “Benim ve ashâbımın sahip bulunduğumuz Cemaat inancından bir karış ayrılan kişi, muhakkak İslâm ipini boynundan çıkarmış olur” (Tirmizî, no:2641, 2863,) buyuran Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e ve Cemaati temsil eden ashâbına sınırsız salât-ü selâmdan sonra!
Bu ayki yazımız yine Ehli Sünnet müdâfaası ve Ehli Bidat reddiyesi kapsamında Mustafa İslamoğlu’nun Kur’an mealine ve tefsirine soktuğu bir bidati, bir tahrifi ve bir inkârı eleştirmek üzerine olacaktır. Tabi şunu sizlerle paylaşmak isterim ki; bizim, kişilerin şahsiyetine hakaret ve bazı kimselerden nefret gibi bir seciyemiz bulunmamaktadır. Zaten dînimiz de bize bu tür ahlâkı yasaklamaktadır. Biz ancak kişilerin yanlış bulduğumuz fikirlerini ilmî cevaplarla reddetmeye ve insanların bu yanlışlara inanarak îmandan çıkmamalarına gayret etmeye yönelik faaliyetler içerisinde olabiliriz. Zaten bundan başka bir şey düşünmeye bile vaktimiz yoktur. İnkârın îmanla, dalâletin de hidâyetle yer değiştirmesi neticesinde İslâm’a giren bir kâfire ve yola gelen bir dalâlet sahibine karşı fikrimizi ve tavrımızı değiştirmemiz bize emrolunduğuna göre, bidatten sünnete ve firak-ı dâlleden Ehl-i Sünnete dönen bir kimseye de aynı muameleyi revâ görürüz ki, bu da bizim kimseye karşı şahsî ve nefsî bir nefret ve adâvet taşımadığımızın en büyük göstergesidir.

Musibetlerden Korunma Duasi 1





Arifan Dergisi Kasim 2009

Sure isimlerinin anlamları




1.Abese: "Yüzünü ekşitti."

2.Âdiyât: Nefes nefese koşanlar

3.Ahkaf: Bir yer adı, kum tepeleri

4.Ahzâb: Hizipler, gruplar, kabileler

5.A'lâ: Yüce, büyük, kutlu

6.Alak: Embriyo, ilgi, pıhtı, düşmanlık

7.Âli İmran: İmran Ailesi

8.Ankebût: Dişi örümcek

9.A'raf: Cennetle cehennem arası bölge

10.Asr: Çağ, asır, zaman

Keder - Hüzün Isabet Ettiginde Okunacak Dua




Arifan Dergisi Nisan 2011


Âl-i İmrân: 102 - Cübbeli Ahmet Hoca




Ey İman edenler! Allah’dan sakınılması gerektiği şekilde, hakkıyla sakının” (Âl-i İmrân: 102)



Günahların küçüğünü de, büyüğünü de terk et ki, asıl takva odur. Diken dolu arazide yürüyen gibi ol ki, o her gördüğünden sakınır. Küçük bir günahı hakir tutma (küçümseme), zira dağlar küçük taşlardandır.

Takva; Mevlâ’nın seni yasak ettiği yerde görmemesi ve emrettiği yerde seni kaybetmemesidir


Bu âyet-i kerime nâzil olduğu zaman sahâbe-i kirâm, takvanın hakikatine ulaşmak maksadıyla çok ibâdet etmekten ayakları şişmiş, neredeyse alınlarının derileri soyulmuştur. Bunun üzerine: “O halde gücünüz yettiği kadar Allah’dan korkun.” (Teğabün:16) âyet-i celilesi nâzil olmuştur. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde müttakîlerden övgüyle bahsetmiştir. Onları sevdiğini, onlarla beraber olduğunu, onların dostu olup, onların felaha ereceklerini bildirmiş, hatta: “Ancak müttakîlerin amellerini kabul edeceğini” beyan etmiştir. (Maide: 27’den)


Peki takva nedir? Müttakî kimdir?
Takva, “vikaye” kelimesinden gelmektedir. Vikaye lügat manası olarak; mutlak manada kendini korumaktır. Istılah manası ise; kişinin, kendisine âhirette zarar verecek şeylerden korunmasıdır.
Ruhu’l-Beyan tefsirinde zikrolunduğu üzere takva: Kişinin kendisine âhirette zarar verecek şeylerden, son derece sakınmasından ibarettir. Bunu yapanlara da “müttakî” denilir.
Takvanın üç mertebesi vardır, bu üç mertebe şu şekilde sıralanmaktadır: