Peygamber Efendimiz'le Müslümanların biraz rahat edecekleri bir sırada, amcası
Ebû Tâlib ve kendisine ilk imân eden Hz.Hatîce gibi cefâkâr ve vefâkâr bir hayat
arkadaşının, birbiri ardınca vefât etmeleri, Rasûlüllah Efendimiz için
boşlukları doldurulamayacak kayıplardandı.
Bi'setin 10.yılına rastlayan bu hâdiseler, Hz.Peygamberimiz'e hayâtı boyunca
unutamayacağı üzüntüler getirmiş olduğundan bu seneye, «gam ve keder yılı,
hüzün yılı» denmiştir.
Ebû Tâlib vefât ettiği zaman 87 yaşında idi. Kendisi Müslüman dahi olmadığı
halde, Kureyş'in bütün düşmanlıklarına hedef olan Peygamberimiz'i hayâtının
sonuna kadar korumaktan da geri durmamıştı.
Aynı yıl Ramazan-ı Şerif ayında bütün mü'minlerin annesi Hz.Hatîce vâlidemiz de
65 yaşında olduğu halde vefât etti. Hz.Hatîce vâlidemiz, Peygamberimizin
Peygamberliğini ilk tasdik eden, en sıkıntılı günlerinde derdine ortak olan,
vefâkâr bir hayat arkadaşı idi. Peygamber Efendimizle birlikte 25 yıl yaşadı.
Peygamberimiz, Hz.Hatîce vâlidemizi takdir ve rahmetle anar, hatırasına çok
hürmet ederdi. Peygamberimiz'in Hz.İbrâhim'den başka bütün çocukları
Hz.Hatîce'den doğmuştu. Yalnız Hz. İbrâhim O'nun vefâtından sonra Hz. Mâriye
adındaki zevcesinden doğmuştur.
Ebû Tâlib'in vefâtından sonra, müşrikler, Peygamberimiz'e, Ebû Tâlib'in
sağlığında yapmadıkları zulüm ve işkenceleri yapmışlar, Allah Rasûlü'nü göz
açamaz hâle getirmişlerdi.
Rasûlüllah Efendimiz bî'setin 10.yılı Şevval ayının 27.gecesinde azatlı kölesi
Zeyd ibn-i Hârise'yi yanına alarak Tâif'e gitti. Maksadı; müşriklere karşı,
Sakıf kabîlesinin kendisini korumalarını, desteklemelerini, Yüce Allah'dan
getirdiklerini kabul eylemelerini onlardan istemekti. Peygamberimiz, Tâif'e
varınca orada Sakıf kabîlesinden bâzı kimseler ile görüşmek istedi ki, bunlar
Abdi Yâlil'ibn-i Amr, Mes'ud'ibn-i Amr, Habib'ibn-i Amr adında üç kardeşti.
Allah Rasûlü bunlarla görüştü. Onları, Allâh'ın birliğini kabule, İslam dînine
yardıma dâvet etti. Kavminden muhâlefet edenlere, kendisiyle birlikte karşı
koymalarını istemek için geldiğini söyledi.
Üç kardeş her biri ayrı ayrı cevaplar vererek reddedip çeşitli incitici sözler
söylediler. Gençlerinin Müslümanlığa heveslenmelerinden korkarak, Peygamber
Efendimiz'e; "Memleketimizden çık. Nereye gidersen git!" dediler. Bununla
da kalmayarak, içlerinden bir takım aklı ermez ayaktakımını, çocukları, ipsiz
kimseleri kışkırtarak Peygamber Efendimize musallat ettiler. Onları yolun iki
yanına doldurdular. Söve saya Rasûlüllah'ı taşa tutturdular. Ayaklarını
topuklarına kadar kanlar içinde bıraktılar. Dermansız düşüp oturdukça
kaldırttılar. Yürüdükçe taşlattılar. Zeyd ibn-i Hârise atılan taşlara, kendi
vücudunu siper etmekte, Rasûlü Ekrem'i korumağa çalışmakta idi. Onun da başı
yarılmış ayaklarından kanlar akmağa başlamıştı.
Peygamberimiz, nihâyet üzgün ve bitkin bir halde Mekke'li Rebîa oğulları Utbe
ve Şeybe'nin Tâif dışındaki bağ evine sığınınca Tâif'in ipsizleri geri
döndüler.
Peygamber Efendimiz biraz sükûnet bulduktan sonra Allâhü Teâlâ'ya şöyle ilticâda
bulundu: "Allâhım! Kuvvetsiz ve çâresiz kaldığımı, halk nazarında hor ve
hakir görüldüğümü ancak Sana arz ve şikâyet ederim.
Ey merhametlilerin en Merhametlisi! Herkesin hor görüp de dalına bindiği
bîçârelerin Rabbi Sensin! Sensin benim Rabbim! Sen beni, kötü huylu, yüzsüz bir
düşman eline düşürmeyecek kadar bana merhametlisin.
Allâhım! Senin gazabına uğramaktan, İlâhi rızana uzak kalmaktan Sana, Senin, o
karanlıkları aydınlatan, dünyâ ve âhiret işlerini yoluna koyan İlâhi nûruna
sığınırım! Allâhım! Sen, hoşnut oluncaya kadar affını dilerim. Allâhım! Her
kuvvet, her kudret ancak Seninle kâimdir! "