Allah
Rasulü (s.a.v) insanları İslam’ın
hakikatine çağırdı. Münafıklar (sureten) suretine, sahabe ise hakikatine inandı
İslam’ın. Cahiliyye örfünden kopan ilk müslümanlar, bir hendeğe düşercesine
düştü hakikatin kucağına. Hattab’ın oğlu Ömer olarak gelip, “İslam’ın oğlu
Ömer” diye mezun oldular İslam okulundan. Hayata bakışlarıyla annesinden,
babasından ayrılan; yeri, yurdu farklı olmasına rağmen ‘Lailâhe illellah
Muhammedurrasulullah’ diyenlerle ‘bunyanûn mersus/kenetlenmiş bir yapı’ olan
bir nesil yetişti. Mekke müşriklerini rahatsız eden de bu ümmet yapısıydı. Hz.
Ebû Bekir’le köle Bilal b. Rabah’ı kardeş yapan İslam’a karşı imtiyazlarını
koruyabilmek için savaş kararı aldı Mekke Parlamentosu. Bunun için Bedir’e, Uhud’a
gittiler. Müşrikler, Yahudiler, Münafıklar bu yapıyı çökertmek için Hendek
muharebesinde güç birliği yaptı, koalisyon kurdu. Medine’de farklı kabilelere
mensup olan sahabe arasında “uhuvvet-i İslamiyye” güçlendikçe ırka dayalı
cahiliyye yapısının çözülmesi hız kazandı. Bu durumu yarınları adına tehlikeli
gören münafıklar önlerine çıkan her fırsatta, İslam’ın ortaya koyduğu Ümmet
yapısını hedef aldı.
Münafıklar
Devrede
Allah
Rasulü’nün (s.a.v) büyük uğraşılar
vererek birleştirdiği yürekleri dağıtabilmek için Yahudiler bir koldan,
Münafıklar ise bir başka koldan çalıştı. Bunun için Mureysî Gazvesi’ne
münafıklar hiç olmadığı kadar büyük bir sayıyla katıldı. Zafer kazanılınca
tedirginlikleri daha da arttı, Ensar-Muhacir kardeşliğini parçalayabilmek için
habbeyi kubbe yapma hilesine başvurdular. Bir kuyu başında Sinan b. Veber
el-Cuhenî ile Cahcah b Saîd arasındaki kavga, bir anda Ensar-Muhacir
mücadelesine döndü. Sinan, “Ya lel-Ensar/Yetişin Ey Ensar”, Cahcah da “Ya
LeKureyşin, Ya Le Kinane/Yetiş Ey Kureyş, Kinane! Neredesiniz!” diye seslendi
(İbn İshak, et-Tabâkat, II, 64-5).
Büyük
Oyun
Ensar
ve Muhacirin aşırı tahrik altında birbirleri hakkında sarfettikleri ifadeleri,
İslam kardeşliğini parçalama noktasında kullanmak isteyen nifak cephesinin
lideri Abdullah b. Übey, Ensar’a, “Hele bir Medine’ye dönelim o zaman en aziz
olan (kendisini ve münafıkları kastediyor), en zelil olanı (Allah Rasulü’nü
(s.a.v) ve muhaciri kastediyor) Medine’den çıkaracak.” dedi. Ardından da
Ensar’a yönelip, “Bunu siz yaptınız! Onları yerlerinize siz yerleştirdiniz,
mallarınızı onlarla siz paylaştınız. Bunun tek sorumlusu da sizlersiniz.” (İbn
İshak, et-Tabâkat, II, 65) dedi. Tahrikin nihai noktasında ortam o kadar
gerildi ki, Allah Rasulü ve muhacir
için, “Semmin kelbek ye’kulke/Besle köpeğini yesin seni.” gibi aşağılık
cümleler bile kuruldu. Ne varki, Allah Rasulü’nün tesis ettiği Ümmet yapısına en zor şartlarda
dahi sadakat gösteren Ensar’ın imanı bu “büyük oyunu” bozdu. Baş Münafık İbn
Übey’in hezeyanlarını onunla aynı kabileden olan genç sahabi Zeyd b Erkam Allah
Rasulü’ne bildirdi. Efendimiz
konuşmaları tetkik etti. Sonunda münafıkları anlatan ve malum hadiseyi tasdik
eden “Münafikûn Suresi” nâzil oldu. Münafıkların İslam millet yapısını
parçalamak için yaptığı hamlelere karşı geliştirilen Nebevî Müdafaa, benzer
durumlara sonraki zamanlarda nasıl karşı konacağı noktasında fevkalade canlı
bir tecrübe, tam bir üsve-i hasene oldu.
Babasının
Yolunu Kesen Sahabi
Babasının
Allah Rasulü ile alakalı sarf ettiği
cümlelere muttali olan Abdullah b Übeyy’in oğlu Abdullah, Efendimiz’in huzuruna
çıkıp, “Eğer babamı öldüreceksen bunu bana emret, sana başını ben getireyim/İn
Kunte failen fe Murnî bihi fe Ene Ehmilu ileyke ra’sehu” der. Abdullah’ın İslam
Millet yapısının her nevi ırkı aidiyetten daha güçlü olduğunu resmeden teklifi
üzerine Allah Rasulü, (s.a.v) “Hayır
babanı öldürmeyi kasdetmedim. Aramızda kaldığı müddetçe onunla iyi geçiniriz.”
buyurarak genç sahabiyi teselli etti (Muhammed Rıza, Muhammedun Rasulüllah , 279). Medine’de hiç kimsenin sevmediği
kadar babasını seven Abdullah, Ümmet yapısını parçalamayı amaçlayan pederine
karşı öfkesine hakim olamaz ve İslam ordusu Medine’ye yaklaştığı sırada Akik
vadisinde atından inip babasının yolunu keser, devesini çöktürüp ona,
“Kendinden başka ilah olmayan Allah Azze ve Celle’ye yemin olsun ki,
‘İnsanların en azizi Allah Rasulü (s.a.v), en zelili de benim.’ diye ikrarda
bulunmadan seni salmam, Medine’ye giremezsin, der( İbn İshak, et-Tabâkat, II,
65; Kurtubi’, el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, XVIII, 84).
Abdullah
b. Übeyy, karşısında kılıcını çeken, devesini çökerten oğlu Abdullah’ı bu halde
görünce şaşırır. İslam düşmanı bir babanın karşısında, Allah Rasulü’nün (s.a.v)
bağlısı bir oğul vardı ve babasını ölümle tehdit ediyordu. Sahabe bu manzarayı
hayretle izlerken yanlarına Allah Rasulü
gelir ve “Yemin olsun ki, aramızda yaşadığı müddetçe ona iyi
davranacağız. Bırak onu/da’hu” buyurdu (İbn İshak, et-Tabâkat, II, 65;
Mübarekfurî, er-Rahîku’l-Mahtum, 303).
Kıyafetiyle
İslam’ın, Davetiyle Marksistlerin Yanında Yer Alanlar
Bedir’de,
Hendek’te, Müreysî’ Gazvesi dönüşünde İslam millet yapısını yıkamayan küfür
cephesi hiç boş durmadı, geliştirdiği yeni senaryolarla İslam’ın yürüyüşünü
durdurma çalışmalarına devam etti. Bu noktada kıyafetiyle Müslüman, hakikatiyle
ise zındık olan pek çok isim tamir adına din tahripçiliği yaptı.
Nifak
Oyunları
Allah
Rasulü (s.a.v), Medine’ye gelenlere bizzat kendisi, gelemeyenlere ise ashabıyla
davasını tebliğ etti. Farklı ırklardan yeni bir millet yapısı ortaya çıkardı.
Devleti o millet yapısıyla kurdu, Bedir’de zaferi onunla kazandı. Bütün siyaset
merkezlerine, zulüm tapınaklarına kulluk çağırısında bulundu. Zalime, tağuta meydan
okudu. Uhud’ta ağır darbeler aldıktan, en yakınlarını şehit verdikten,
Hendek’te kuşatıldıktan kısa zaman sonra Bizans’a karşı sefer hazırlığına
başladı. Hadiseyi maddi mikyasta değerlendirenler, “Muhammed’in Bizans’la
hesaplaşma iradesi bir cinnet halidir.” demekteydi. Fakat O tam bir tevekkülle ashabına, “Üzülmeyin,
gevşemeyin, eğer inanıyorsanız üstün olan sizlersiniz.”; ”Allah size yardım
edince kim size galip olabilir?” ayetlerini okudu. Allah Rasulü (s.a.v) -harb
meydanlarında aldığı darbelere rağmen- bütün stratejik planları altüst eden bir
iradeyle Bizans üzerine yürüme kararlılığında geri adım atmadı. Bütün
insanlığın kurtuluşu için sağına soluna bakmadan yürüdü, atını yeryüzünün en önemli güç merkezlerine
sürdü. O, bu meydan okuyuşu başlattığında ashabının en önemli dayanağı imandı.
Sahabe imanla eşyanın da insanın da hakikatine vakıf oldu. Bizans’ı, İran’ı
asli suretleriyle gördü. Dışı muhteşem, yüreği kokmuş bir uygarlık vardı
karşılarında. Bu yüzden ürkmediler. Yürüdüler.
Bir
Bizans Projesi Olarak Mescid-i Dırar
Madde
planında İslam’ın önünü kesemeyeceklerini anlayan güç merkezleri, İslam’a karşı
İslam projesiyle Ümmet yapısını parçalamayı hedefledi. Bunun için “daha içerden
bir söylem ve eylem” geliştirdi. Bu çerçevede, yapımında Allah Rasulü’nün
(s.a.v) görev aldığı Kuba Mescidi’nin
yakınlarında “Mescid-i Dırar” inşa edildi. Bedir’den, Hendek’ten zafer
çıkaramayan küfür cephesi, Mescid’i karargah yaparak İslam’a saldırmayı
planladı.
Projeyi
Cahiliyye devrinde de Hristiyan olan Hazreçli Ebû Amir er-Rahib hazırladı,
tatbikinde ise Medineli münafıklar rol aldı. Ehl-i Kitab hakkında geniş
malumata sahip olan Ebû Amir, Hazreçliler arasında muteber bir adamdı. Ne var
ki Allah Rasulü’nün (s.a.v) Medine’ye
gelmesi ve İslam’ın aziz olmasından rahatsız oldu. Efendimiz onu İslam’a davet
etti, ona Kur’an-ı Kerim’den ayetler okudu. Fakat Ebu Amir, Müslüman olmaktan
imtina etti. Allah Rasulü de (s.a.v)
onun için, Medine’den uzak yerlerde, kovulmuş bir halde ölsün buyurdu
(Öyle de oldu).
Bedir,
büyük bir İslam zaferi olarak kayda geçince Ebû Amir içindeki kini açığa vurdu,
İslam’a karşı açıktan cephe aldı. Medine’den kaçıp Mekke müşriklerine sığındı.
Orada da boş durmadı, onları Allah Rasulü’ne (s.a.v) karşı tahrik etti. Arap
kabilelerinden Kureyş’e uyanlarla birlikte Uhud yılında Medine’ye doğru yola
çıktı. Bedir’de Ensar’ı yanına çekmek için onlara hitap etti. Sahabe ne demek
istediğini anlayınca, “Allah gözünü kör etsin ey fasık, ey Allah düşmanı!”
diyerek ona hakaret etti. Beklemediği bir tepkiyle karşılaşan Ebû Amir şöyle
diyerek geri çekilmek zorunda kaldı, “Allah’a yemin olsun ki benden sonra
kavmime şer isabet etmiş/Vallahi kad asâbe kavmî ba’dî şerrun.”dedi.
Ebû
Amir, Mekke müşriklerinin yardımıyla İslam’ı ortadan kaldıramayacağını
anlayınca, Allah Rasulü’ne (s.a.v) karşı yardım alabilmek için Bizans Hükümdarı
Heraklius’a gider. Heraklius, kendisine çeşitli vaatlerde bulunur, yanında
ağırlar. Bütün bunları teminat olarak gören Ebû Amir, Medine’deki münafıklara
Allah Rasulü’nü (s.a.v) geldiği yere göndermek üzere bir ordu ile geleceğini,
bunun için de üs olacak bir bina yapmalarını talep eder. Münafıklar Kuba
Mescidi’nin yanına bir mescit inşaatı başlar ve Allah Rasulü (s.a.v) Tebük
Seferi’ne çıkmadan mescid inşaatı bitirilir. Allah Rasulü’ne (s.a.v), Kuba
Mescidi’ne gidemeyecek kadar zor durumda olanların ve hastaların ibadet
etmeleri için bir mescid yaptıklarını ve Ondan da orada namaz kılmasını
istediklerini bildirirler. Allah Rasulü (s.a.v), “Biz sefer hazırlığındayız,
inşallah dönünce gelir, kılarız.” buyurur. Tebük dönüşünde, Medine’ye bir
günlük ya da daha az bir mesafenin kaldığı noktada Cebrail, Mescid’in içyüzünü
deşifre eden ayetle gelir (bk İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Azîm, I, 169).
Allah
Rasulü , Hz. Vahşi ve Ma’n b Adî ile
birlikte bir grubu bu mescidi yıkıp, enkazını yakmak üzere gönderdi. Ashab,
Mescid-i Dırar’ı yıktıktan sonra Allah Rasulü’nün talimatı gereği yerini çöp ve leşlerin
atıldığı bir mezbeleliğe çevirdi. Ebû Amir’de Allah Rasulü’nün ifade ettiği gibi yurdundan uzakta, Şam’da
öldü(Nesefî, Medârik, I, 709).
Çağdaş
Ebû Amirler ve Mescid-i Dırarlar
Ebû
Amir, Bedir Savaşı’nda kendi milletini açıkça küfre çağırınca büyük tepki
almış, “Kavmime benden sonra kötü şeyler olmuş” diyerek geri çekilmek zorunda
kalmıştı. Allah Rasulü’nün (s.a.v), Bizans’a meydan okuduğu Tebük Seferi
sürecinde strateji değişikliğine giden Ebû Amir, Bizans’ı da arkasına alarak
münafıkları mescid çevresinde örgütlenmeye çağırdı. Bu noktada o kadar hassas
davranıldı ki küfre karargah olacak bir binanın açılışına bizzat Allah Rasulü
de (s.a.v) davet edildi. Büyük oyun camide tezgahlanacak, büyük kafirler cami
kılıf yapılarak gizlenecekti. Bedir’de kaybedenler, Müslüman gözükerek saf
Müslümanları saflarına çekecek, İslam’ı İslam’la vuracaklardı. Müslümanların
Ümmet olduklarını günde beş defa ilan ettikleri vahdet merkezi camiler,
tefrikaya vasıta olacaktı. Plan tam devreye giriyordu ki, Kur’an-ı Kerim
münafıkların masum niyetlerle yaptıklarını iddia ettikleri Mescid’in esasta bir
küfür karargahı olduğunu haber verdi: “Kuba Mescid’i çevresinde örgüleşen Ümmet
yapısına zarar vermek, içlerinde sakladıkları küfrü güçlendirmek, toplu halde
tek bir mescitte namaz kılan Müslümanların kardeşlik yapısını dağıtmak, daha
önceden Allah ve Rasulü’ne (s.a.v) karşı savaşanlara üs kurmak için mescid
yapıp, ‘Biz bununla sadece namaz, zikir ve müslümanların rahat etmesi gibi
iyilikler yapmayı istedik’ diye yemin edenlerin şüphesiz ki yalancı olduklarına
Allah şahittir(Tevbe: 107; Meal-tefsir için bk Ebussuud, İrşâd, III, 191;
Nesefî, Medârik, I, 709). Kur’an-ı Kerim, Allah Rasulü’ne , İslam’ı çökertmek için namazı, ezanı, zikri
kullanan zahirde mescid, hakikatte ise küfre karargah olan bir yerde “namaz
için asla durma!” (Tevbe: 108) buyurdu.
Küfür,
savaş meydanlarında istediği sonucu alamayınca İslamî değerleri istismar edip
Müslümanlar arasına sızdı onları bölen yapılanmaları Mescid-i Dırar’larda
şekillendirdi. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim yıkılan, yakılan o Mescid’ten bahsetti.
Çünkü Mescid-i Dırar Müslümanların kardeşlik yapısını parçalayan en sarsıcı bir
yöntem, en bölücü bir stratejiydi. Bu yüzden Müslümanlar ne Mescid-i Dırar’ı,
ne de Bizans’la işbirliği içerisinde hareket eden Ebû Amir’i ve içerideki
adamlarını unutmamalıydı.
“Biz
de Müslümanız”
Namazı
inkar eden, çevirdiği tiyatrolarla onu aşağılayan, hakim olduğu noktalarda
Zerdüştlük propagandası yapan faşist ve marksist bir yapı, Arab’ı, Türk’ü,
Kürd’ü kardeş yapan İslam Millet Örgüsü’nü parçalamak için Ebû Amir’in Bedir’de
yaptığı gibi apaçık bir küfür diliyle kendi ırkından olan Müslümanları safına
çağırdı. İstediği oranda destek bulamayınca Mescid-i Dırar yöntemine başvurdu.
Müftülerden, imamlardan, medrese hocalarından, başını örten kadınlardan bir
güruhu ikna ederek, kendine taraftar yaptı, onları da sahneye çıkararak,
aldatamadığı Müslümanlara, “İşte biz de müslümanız. Geliniz.” dedi.
Kur’an-ı
Kerim’i sadece ibadet niyetine okuyanlar, Mescid-i Dırar’ın bu gün hayatın
neresine tekabül ettiğini, Ebû Amirler’in kimlerle nasıl bir kirli ittifak
içeride olduğunu anlayamadı. Müreysî’ Gazvesi dönüşünde olduğu gibi İslam’la
alay eden İbn Übeyler’in karşısına pek çoğunun oğlu çıkamadı. Ümmet yapısı
tarihin en ağır darbelerinden birini aldı. Başına sarık saran bazı hocalar
faşist yapıyı desteklemek için kürsü, kürsü dolaştı, nutuk attı. Marksist
kadınlarla poz verdi, namazla alay eden müseccel mürtede “önder” dedi. Ezanı
susturan, medreseleri kapatan, ulemayı darağaçlarına gönderen faşist bir
anlayışın, “Ne Mutlu Türküm diyene!” gibi ırkçı bir hezeyanı, Müslümanlar
tarafından söylenmiş gibi gösterilerek, bir başka faşist davaya gerekçe arandı;
“Ne yapalım onlar da yapıyor” denilerek Kürt ırkçılığı bazı sarıklılardan
destek gördü. Allah Rasulü’nün ,
“Irkçılığa çağıran bizden değildir, ırkçılık için savaşan bizden
değildir, ırkçılık üzere ölen bizden değildir.” (Müslim, Ebû Davud) buyruğu
Marksistlerin hevaları doğrultusunda tevil edildi, masum Müslüman Kürtler
kandırıldı. Yerden biter gibi bir anda imamdan, müftüden sarıklı sosyalist yapı
propagandistleri zuhur etti. Bütün sermayesi birkaç sarf ve nahiv kitabı
okumaktan ibaret olanlar, Allah Rasulü’nün (s.a.v) Mekke Ordusu’nun meydan
okumalarına karşı, kendi akrabalarından Hz. Hamza, Ali ve Ubeyde’yi onların
karşısına çıkararak neyi amaçladığını ya da ‘Artık bundan sonra saflar ırk
merkezli değil, iman merkezli oluşturulacak.” gerçeğine işaret ettiğini
göremedi; Allah’a ve Rasulü’ne hasım
olan Marksist yapıya bazı hocalar payanda oldu.
Ebû
Amirlerin talimatıyla kurulan çağdaş Mescid-i Dırar’lar Mısır’da da “Allah-u
Ekber” dediğinden dolayı mahkum edilen Muhammed Mursi’ye karşı katil Sisi’nin
yanında yer aldı. İhvan-ı Müslimîn’e verilen idam kararları altına sarıklılar
da imza attı.
Ehl-i
Sünnet çerçevesindeki İslamî hareketler her nevi inkar taarruzlarına karşı bir
İslam Müdafaa hattıydı. Necip Fazıl, küfür kimliğini açıkça izhar eden
yobazlara karşı da, meydanlarda Kur’an-ı Kerim’i öperek Müslümanları Siyonist
yapıya hizmet etmeye çağıran müseccel masona karşı da mücadele etti.
Müslümanlar bazen kazandı, bazen kaybetti fakat neticede Ümmet siyasi bir şuur
elde etti. Her darbe sonrasında saflar ırkî aidiyetlere göre değil, Allah’a ya
da Şeytan’a yakınlığa göre belirlendi. Müslümanlar 12 Eylül öncesindeki sağ-sol
kavgasında, ağır tahriklere rağmen faşist bir eğilim göstermedi. Her nevi
siyasi ahvalde Ümmet çizgisinden ayrılmadı. İslamî hareketin içinde yer alan ne
Türkler, ne Lazlar, ne Boşnaklar, ne Arnavutlar, ne Kürtler, ne de Gürcüler İslam’dan
başka bir kimlikle ortaya çıkmadı. Laz İslam’ı, Çerkez İslam’ı, Kürt İslam’ı
gibi sentez iddiasında ya da Lazların, Gürcülerin, Kürtlerin hakları gibi
taleplerin peşinde koşmadı. Çünkü İslam’ın hakim olduğu bir sistemde bir ırkın
diğerine tasallutunun olmayacağını Asr-ı Saadet’ten biliyorlardı. Bu yüzden
ırkların haklarını talep etmeyi cahiliyye, Ümmet’in gasp edilen dinini dava
etmeyi ise vazife telakki ettiler. Diyarbakır’ı Şam’dan, İstanbul’u Bağdat’tan
ayrı düşünmediler, “kardeşim” derken aynı dili konuştuğu insanları değil, aynı
dine inandığı Müslümanları kasdettiler.
Ebû
Amirlerin yeni oyunlar kurduğu, Abdullah b. Ubeyler’in İslam kardeşliğini
parçalamak için habbeyi kubbe yaptığı bir zamanda bütün eski ve yeni masalları
onların suratına çalacak Zeyd b Erkamlar yeniden çıkacak, kendi ırkından da
olsa sarıklı sosyalistlere karşı Ümmet’in safında mücadele edecektir.
Müslüman
Arab’ın, Türk’ün, Kürd’ün 14 asırdır omuz omuza durduğu İslam Ümmet safının
çizgisi değişmeyecek; Abdullah’ın babası İbn Übey’e karşı, Allah
Rasulü’nün yanında durduğu İslam safını
kimse bozamayacaktır. Bağrından Taha Hakkarileri, Abdulhakim Arvasileri,
Bediuzzamanları, Şeyh Seydaları, Emin Erleri çıkaran toprakların Müslüman Kürt
gençleri kudemanın izinde büyük diriliş hamlesini mutlaka başlatacaktır. İşte o
zaman sosyalist yobazlar gibi onların meddahlığını yapan sarıklı din tacirleri
de ebediyen kaybedecektir.
Alinti: http://www.ihsansenocak.com/sarikli-sosyalistler-ve-musluman-kurtler/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.