14 - Muhammed Baba Es-semasi (k.s.)





HİLYE-İ MUHAMMED BÂBÂ ES-SİMASÎ


Simasî; ortaboylu, gökçek yüzlü ve esmer tenliydi. Nurlara mazhar olduğu yüzünden lemean eden ziyadan belliydi. Nâfiz bir nazar, keskin bir görüşe ve derin bir hissedişe malikti.

"Azizan" lâkabıyla meşhur Ali Râmîtenî'den sonra silsile Muhammed Bâbâ Simasî ile devam etmektedir. Hoca Muhammed, Râmîten'e bir, Buhârâ'ya üç fersah mesafede bulunan Simas köyünden. Burada doğdu, burada yaşadı ve burada vefat etti (755/1354).

Simasî bir süre memleketinde dînî ilimler tahsili ile meşgul oldu. Zâhir ilimlerinde belli bir derinlik kazandıktan sonra, mânevi ilimlere yöneldi. Devrin ünlü şeyhi, altın silsilenin çağındaki halkası Ali Râmîtenî'nin dergâhına kapılandı. Buhârâ ve Harezm taraflarında şeyhiyle beraber bulundu. Riyâzat ve mücâhedede, edeb ve ifadede akranına tefevvuk ederek şeyhinin yerine irşad makamına geçti. Şeyhi Ali Râmîtenî vefatı sırasında müridlerine: "Buna bağlanın, emrini tutun, sağ olduğu sürece onun yanından ve yolundan ayrılmayın" diye vasiyette bulundu.

13 - Hace Ali Er-Ramiteni (k.s.)


HİLYE-İ RAMÎTENÎ
Boyu mevzun, yüzü güzeldi. Azaları arasında tam bir tenasüh vardı. Fakrı iltizam etmiş bir dokumacıydı (Nessâc). Avam-ı nas ile ülfeti severdi. Nakşiliğin Hâcegân yolunda "Azizan" diye anılırdı. Kerâmât ve makamât sahibi bir veliyy-i kâmildi.

Altın silsilenin onüçüncü halkası "Azîzan" lakabıyla anılan Ali Ramîtenî, Mahmûd Fağnevî'nin ikinci halîfesi. Hâcegân yolunu Şah-ı Nakşbend hazretlerine taşıyan kolbaşı. Râmîten'de doğdu. Râmîten, Buhara'ya iki fersah (yaklaşık onbir km.) mesafede büyükçe bir kasaba. Hoca Ali burada yetişti. Devri ulemasından okudu. Maişetini dokumacılıkla kazanırdı. Şeyh Rükneddin Alâüddevle Simnanî ve Ahmed Yesevi soyundan Seyyid Atâ ile çağdaş. Mahmûd Fağnevî'yi tanıdıktan sonra, ona teslim oldu. Nefehât ve Reşehât, ikisi arasında geçen bazı olayları, menkıbe olarak nakletmektedir.

12 - Mahmûd İncir Fağnevî (k.s.)

 

HİLYE-İ FAĞNEVÎ


Fağnevî orta boylu, güleç ve güler yüzlü, çekme burunlu, genişçe ağızlıydı. Teni beyaz, sakalı siyahtı. Beyaz sarık sarardı. Mûsâ (a.s) meşrebinde ve kerameti zahir bir veliyyi kâmildi. Esâsı hafî zikir olan yolun usûlünü hal ve cezbe galebesiyle ve mürşidinin işâret ve müsâadesiyle cehrî yapmıştı. Yani cehri zikir ona, şeyhi Rîvegerî'den mevrûstu.

Altın Silsile'nin onikinci halkası yine Buhârâlı. Reşehât'ın verdiği bilgiye göre Buhârâ'ya üç fersah mesâfede ve Eykenî'ye bağlı Fağnî köyünden Mahmûd Fağnevî bu köyde doğdu ve Eykenî'de yaşadı. Kabri Eykenî'dedir. Hayatı hakkında bildiklerimiz pek sınırlıdır. Bazı, kaynaklarda ismiyle beraber geçen "Encer", "Encîr" veya "İncir", lakabı olmalıdır. "Encer" gemi demiri demektir. Tarîkatı şeriat esaslarıyla demirleyen bir mürşid olduğu için kendisine bu lâkap verilmiş olabilir. Encir ve İncir ise bildiğimiz, incirdir. Bazı kaynaklarda Encir ve İncir, Fağnî köyü ile birlikte kullanıldığına bakılırsa İncir'in Fağnî'nin bir mahallesi olabileceği ihtimali de hatıra gelmektedir.

11 - Ârif Rivegerî (k.s.)




HİLYE-İ RÎVEGERÎ

Orta boylu, ayyüzlü, iri gözlü idi. Kaşları hilal gibi inceydi. Teninin rengi, beyaz ve kırmızı karışımı; gül kurusunu andırırdı. Vücudunun hoş ve latif bir kokusu vardı. İlim, hilim, takva, riyazat, ibadet ve sünnete mütabaat ehliydi.

Hacegan yolunun ulusu, zikr-i hafinin sahibi ve "onbir esas"ın kurucusu Hace Abdülhalik Gucdüvanî'den sonraki halka Arif Rivegerî. Gucdüvanî'nin dördüncü halifesi. Nakşbendîliğin mukaddimesi olan "Hacegan" yolunda zikir, bu zat eliyle tekrar "cehri" şekle konuldu.

10 - Abdulhalk Gucduvani (k.s.)



HİLYE-İ HACE ABDULHALIK

Boyu uzun, başı büyükçe, teni beyaz, yüzü güzel, kaşları gür ve çatıktı. Göğsü enli, omuzları genişti. İri vücudlu ve mehabetliydi. Basiretli ve gönlü maneviyatça açıktı. Hızır'la yoldaş ve arkadaştı. Hacegan yolunun ilkiydi.

Kısa çizgilerle hayatı:

Gucdûvanî, altın silsilenin onuncu halkası. "Şeyh" anlamına kullanılan Farsça "Hace", Türkçe "Hoca" lakabıyla meşhur. Kendi dönemine kadar "Bistamiyye" ya da "Tayfûriyye" adıyla anılan "Nakşbendiyye" Gucdûvanî'den Muhammed Bahaeddin Nakşbend'e kadar "Tarik-ı hacegan" adıyla anılmıştır.

Emaneti Yusuf Hemedanî'den alan Hace Abdulhalık Gucdûvanî aynı Pir'den feyz alan Ahmed Yesevî'den farklı olarak hafî zikri esas almış ve tarikatın onbir prensibini vaz etmiştir. Ahmed Yesevî cehrî zikre dayalı tarikatini Maveraünnehr bölgesinde, Gucdûvanî ise, hafi zikre dayalı yolunu Harezm ve Horasan bölgesinde yaymıştır. Daha sonraki asırlardan günümüze kadar her iki tarikat Orta asya ve Anadolu ile Balkanlar'da müessir olmuştur.

Gucdûvanî'nin hayatı hakkında bilinenler, kendisinden bir kaç asır sonra yazılan Nefehatü'l-Üns ve Reşahat aynu'l-hayat gibi tabakat ve bazı adab kitaplarında verilen pek sınırlı bilgilerden ibarettir.