33 - Halil Nurullah Zağravi (k.s.)



Fâtih Çarşamba'daki İsmet Efendi Dergâhı postnişinlerindendir. Dergâhın kurucusu Yanyalı Mustafa İsmet Efendi’nin halîfesidir.

Hocası¬nın 1872 yılında vefât etmesi üzerine geçtiği meşihat makamında 21 yıl görev yaptı. 1893'te vefât eden Nûrullah Efendinin kabri, İsmet Efendi Dergâhı’nın bahçesindedir.

Nûrullah Efendi Hazretleri(k.s.)’nin hayatı hakkında tarih kitaplarında herhangi bir kayıt bulunamamış, kabir taşındaki malumatla yetinilmiştir.

Kendisinin günde 70 bin kelime-i tevhitle 7 cüz Kur'an-ı Kerim okuduğu söylenmektedir.  


Alinti

32 - Mustafa İsmet Garibullah (k.s.)




Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’nin halifesi olan Abdullah-ı Mekkî Hazretleri’nin hâlifesidir. Aslen Yanyalı(Arnavut)dır. Abdullah-ı Mekkî Hazretleri’nden icâzet almıştır.

Büyük Şeyh Musta¬fa İsmet Efendi(k.s.), Mekke'de bulunan Abdullah-ı Mekkî Hazretleri’ne intisab etmişti. Kendisi gibi Abdullah-ı Mekkî Hazretleri’ne müntesip Süleyman Kırîmî(Kı¬rımlı) ile birlikte sohbetlere devam ediyorlardı. Birgün temiz hava tenef¬füs etmek için birlikte Taif’e doğru yola çıktılar.

Yolda giderlerken Kırîmî'nin devesi birden yere çöktü. Süleyman Kırîmî(k.s) Abdullah-ı Mekkî hazretlerini kastederek : "Sultan vefat etti, Mekke'nin hizmeti bana verildi." dedi. Geri Mekke'ye döndüler. Abdullah-ı Mekkî Hazret¬leri gerçekten de vefat etmişti. Süleyman Kırîmî Hazretleri Mekke'de hiz¬mete devam ederken Büyük Şeyh Efendi Arnavutluğa gitti. Orada bir müddet hizmete devam ettikten sonra, manevi bir işaretle Edirne’ye gelen İsmet Garîbullah(k.s.), Sultan Camii’nde bir müddet irşâd vazife¬sine devâm etti.

31 - Abdulllah Mekki (k.s.)



Büyük velî Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’nin Anadolu’da görevlendirdiği halifelerindendir. İsmi Adullah'tır, Erzincânî ve Mekkî nisbetleriyle şöhret bulmuştur. On dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan Abdullah-ı Mekkî Hazretleri’nin doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir..

Aslen Mekkeli olan Abdullah Efendi, zamanının usûlüne göre çeşitli ilimleri tahsil etti. İlimde yüksek dereceye ulaştıktan sonra Bağdât'ta bulunduğu sırada büyük âlim ve velî, Nakşibendiyye yolunun mürşid-i kâmili Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’ni tanıdı ve onun sohbetleriyle şereflendi.


Mevlânâ Hâlid Hazretleri’nin sohbet ve hizmetlerinde bulunarak kemâle erdi. Tasavvuf yolunda ilerleyip yüksek mânevi derecelere ulaştı. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’nin talebelerinin önde gelenlerinden oldu. Hocası ona ‘hilâfet-i mutlaka’ yâni tam icâzet verdi. İnsanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak ve talebe yetiştirmekle vazifelendirerek Erzincan'a gönderdi.


Abdullah-ı Mekkî(k.s.), Erzurum'a uğradıktan sonra Erzincan'a gitmek üzere yola çıktı. Erzincan'a gelirken buranın ova ve dağlarını seyderip yanındakilere : "Allah bilir ama Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdi Hazretleri’nin bize târif buyurdukları memleket burası olmalıdır. Buradaki bir zâtın bizde nasîbi ve emâneti vardır." dedi.


30 - Halid Bağdadi (k.s.)




DIŞ GÖRÜNÜŞÜ (HİLYESİ)

Uzun boylu, beyaz tenli, kırmızı yanaklıydı. Saçları ve gözleri siyahtı. Hafif değirmi burunlu, uzunca kirpikliydi. Kolları uzun, omuzları genişti. Vücudu kıllıydı. Heybeti ve ağırbaşlı duruşu bakanlar üzerinde ürperti uyandırır, saygınlık telkin ederdi. Güzel giyinirdi. Halkın arasına çıktığı zaman, ne taylasanını bırakırdı, ne de asasını. İkramı ve bahşişi boldu ve prensiplerine sıkı sıkıya bağlıydı.

Altın silsilenin 30. halkası ve yeni bir kolbaşısı. Bu sefer Osmanlı ülkesi Irak'ın Musul vilayetine bağlı Şehrezür kasabasından. Adı Halid b. Ahmed, lakabı Mevlana ve Zıyâeddin. İslâm dünyasında Mevlana Celaleddin-i Rumî'den sonra "Mevlana" (efendimiz, büyüğümüz) lakabıyla anılan ve bu sıfatla meşhur olan ikinci kişi olduğuna bakılırsa tesiri ve nüfuzu daha iyi anlaşılmış olur. Kendisinden sonra Nakşîlik neredeyse "Halidîlik" olmuş ve bu kol Osmanlı ülkesinin en yaygın tarikatı haline gelmişti.

29 - Abdullah Dehlevi (k.s.)


Orta boylu, esmer tenli, seyrek sakallı ve gökçek yüzlü idi. Hz. Peygamber'in torunu Hz. Hüseyin soyundan, seyyid-neseb. Derviş ve müridlerini cezbeye getiren engin bir feyze sahibti. Varidat-ı ilahiyyeye nail bir veliyy-i kamildi. Semaa önem vermediği halde vecd ve coşkusu yüksek bir süfi idi.

Kısa Çizgilerle Hayatı

Altın silsilenin yirmi dokuzuncu halkası yine Hind diyarından. 1158/1745 yılında Pencap'ta (Betale) doğdu. Babası Şah Abdüllatif, Kadiri tarikatına bağlı. Oğlu doğmadan önce rüyasında Hz. Ali'yi gördü. Hz. Ali ona: "Oğluna Ali adını koymasını" söyledi. Bu yüzden oğlu doğduğunda babası ona "Ali" adını verdi. Ancak daha sonra kendisine "Gulam-ı Ali" denmeğe başlandı. "Gulam-ı Ali" Ali'nin hizmetçisi demekti. Daha sonra rüyasında Hz. Peygamber'in Dehlevi'ye bizzat "Abdullah" diye hitab etmesi sonucu "Abdullah Dehlevî" diye meşhur oldu.

Yetişmesi

Babasının ilim ve marifet erbabINdan bir zat olması sebebiyle küçük yaşından itibaren ilim muhitlerinde yetişti. Abdülaziz Deh'levi'den Sahih-i Buhari, diğer bazı alimlerden tefsir ve fıkıh okudu. Babasının ısrar ve delaletiyle Kadiri şeyhi Şah Nasıruddin Kadirî'ye intisab etmek üzere gittiğinde şeyhin vefat etmiş olması sebebiyle intisab edemedi. Yirmi iki yaşına kadar Delhi'de bulunan muhtelif "Çiştiyye" tarikatı şeyhleriyle görüşüp tanıştı. Nihayet nasibinin Mirza Can-ı Canan olduğunu anlayarak onun dergahına kapılandı. Müceddidî şeyhi Mirza Can-ı Canan, "Burada tuzsuz taşı yalamaktan başka ne var ki..." diyerek onun bu konudaki ciddiyetini sınadı. Aldığı cevap:

"Bizim de istediğimiz budur" şeklinde olunca dervişliğe kabul etti. Kendisi bunu şöyle anlatır:

"Tefsir ve hadis ilimlerim tahsil ettikten sonra Habibullah Mazhar'ın hizmetine girdim. Mübarek eliyle bana bey'at verdi. Kadiri ve Nakşı tariklerim telkin etti. Onbeş yıl kadar onun hizmetinde bulundum. Zikir halkasında ve murakabede aradığım huzuru bulmuştum. Nihayet beni tarikat icazetiyle şereflendirdi."