Cuma Günü Okunacak Dualar


Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz Hazretleri buyurmuşlardır ki:

"Cuma gününde bir saat vardır. Allah'ın kullarından bir müslim namazda ve kıyamda iken Allah Teâlâ'dan niyâz ile bir şey isteyip duâsı o saate tesadüf ederse Allah Teâlâ Hazretleri o kimsenin dileğini verir."
Böyle buyurduktan sonra mübarek küçük parmağının ucuna işaret buyurdu. (11)

Cuma gününün içindeki saat, küçük parmağına nisbetle parmağın ufak ucu ne kadar ise, güne nisbetle o kadar az bir müddetdir ki o saat içinde her halde duâ müstecâb olur demektir.
Nebiyy-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Hazretleri:




'Cum'a günü, ibâdet ve ezkâr ile mü'minlerin kalbi mesrûr olacak bir bayram günüdür' (12) buyurmuşlardır.

"Size bir sûre haber vereyim mi ki, azameti semâ ile arz arasını doldurmuş, onu yetmişbin melek teşyî' etmiştir. O sûre Kehf süresidir. Kim cum'a günü bu sûreyi okursa Allah onu öteki cum'aya kadar bu sûre ile mağfiret eder, sonunda üç gün de ziyâdesi vardır. Ve semâya ulaşan bir nûr verilir ve Deccal'in fitnesinden muhafaza edilir. Yatacağı vakit bu sûrenin sonundan beş âyet okuyan hıfz olunur ve gecenin istediği vaktinde kaldırılır." (13)

"Ey Rabbim! Perşembe günü ümmetimin erkenden yaptığı işleri bereketli kıl." (14)

Hadîsin şerhinde deniliyor ki, bugünün evvelinde bir ihtiyacını tedarik etmek, nikâh akdetmek ve bunun gibi mühim işler sünnettir.

"Cum'a gününde; Yani perşembeyi cumaya bağlayan gece iki rek'at namaz kılıp Fâtiha'dan sonra onbir defa Zilzâl Sûresini okuyan kimseyi Allah Teâlâ kabir azâbından ve kıyâmet korkularından emin kılar. " (15)

"Şu duâ ile cum'a günü herhangi bir saatte dua edilirse sâhibine muhakkak icâbet olunur." (16)




(la ilahe illa ente ya hannanü ya mennanü ya bediassemavati velardi ya zelcelali vel ikram)

"Cum'a gününde bir saat vardır, mü'min bir kul namazda duâ ederken Allah 'dan bir şey ister ve o saate denk gelirse Allah muhakkak ona icâbet eder. Ashab-ı kirâm: 'Bu saat hangi saatdir yâ Resûlellah" dediklerinde: "İkindi namazı ile güneş batması arasındaki vakittir." buyurdular.

"Cum'a namazından sonra daha oturduğu yerden kalkmadan





sübhanallahi ve bi hamdihi sübhanallahil azim ve bi hamdihi estağfirullah
diyen kimsenin yüzbin günâhını, ana ve babasının da yirmidörtbin günâhını Allah mağfiret eder." (17)

(11) bk. el-Ezkâr, 80; Buharî, Deavât, 61.
(12) el-Câmi'u's-Sağîr.
(13) bk. Tuhfetü'z-zâkirîn, 269
(14) Tirmizî, Ticâret, 41.
(15) Râmûzü'l-ehâdîs, 427 (Deylemî'den)
(16) el-Cami'u's-Sağîr.
(17) Buharî, Deavât, 61.

Mezhepler bidat midir? Peygamberimizin neden mezhebi yoktu!



Mezhep sözlük anlamı olarak” gitmek, izlemek, gidilen yol” demektir. Terim anlamı olarak ise, dinin aslî (inanç) veya fer’î (ibadet-muamelat) hükümlerinin dayandığı delilleri bulmakta ve bunlardan hüküm çıkarıp yorumlamakta otorite sayılan âlimlerin (müctehid) ortaya koyduğu görüşlerin tamamı veya belirledikleri sistem manasına gelmektedir.

Cübbeli Ahmet Hoca - Mezhepler



Mezheplerin, Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz döneminde olmaması gayet doğaldır

Efendimiz (S.A.V.) hayatta iken sahabeler arasında herhangi bir ihtilaf yoktu. Dinin usul ve füruunda sahabelerden bazısının anlamadığı bir mesele çıkarsa, Hz. Peygamber (S.A.V.)’e sorar, O da açıklardı.

Fakat Efendimiz (S.A.V.)’in vefatından ve bilhassa Hz.Ebubekir ve Hz. Ömer dönemlerinden sonra çıkan ihtilaf ve fitnelerle birlikte ilk siyasi ve bidat mezhepler ortaya çıkmıştır. Bu siyasi mezhepler dini kisveye bürünmüşlerdi.

Şunu belirtelim ki akaidde ihtilaf zararlıdır. Akaidde ihtilaf, bid’at ve sapıklığa götürür. Sapıklık da büyüdüğü zaman küfre kadar iletir. Akaidde ihtilaf, İslam ümmetinin birliğini bozar, dinde tefrika doğurur. Bu sebeple, sahabe ve bunlara güzellikle tabi olan selef âlimleri akaidde ihtilafı haram saymışlar ve buna asla cevaz vermemişlerdir. Çünkü ümmetin birlik ve dayanışmasını aynı iman esasları etrafında ittifak etmek sağlar. Kamil imanın müminleri birbirleriyle birleştirdiği kadar başka hiç bir şey birleştiremez.

SAFER (SEFER) AYININ SON CARSAMBASI YAPILMASI GEREKENLER


Sapitanlar 6 - REŞİD RIZA



Tarihçi Kadir Mısıroğlu, 3 ciltlik GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TAHRİF HAREKETLERİ adlı eserinde İslam tarihinin reformistlerini ve başlattıkları hareketleri ve onlara verilen cevapları delilleri ile gözler önüne seriyor. Reddiyeler kısmında başladığımız “sapıkları tanıyalım” konusuna bu eserlerden devam edeceğiz. Şimdi okuyacağınız bilgiler tümüyle bu kitaptan alıntıdır.

REŞİD RIZA (1865 – 1935)

Efgani ile başlayan yenilikçi veya reformist üçlüsünün sonuncusu olan Reşid Rıza, şimdi Lübnan sınırları içinde bulunan Trablusşam yakınlarında doğmuştur. Irak asıllı olup, Hazreti Hüseyin’in soyundan geldiği iddia edilen köklü bir aileye mensuptur. Bu sebeple Reşid Rıza el-Hüseyni olarak bilinir. Efgani’yi görmemi fakat O’nun yetiştirmesi Abduh ile yakın temas sonucu, mezhep düşmanı bir reformist olmuştur. Önce Hüseyin elCisr’den ders almış ve İmam-ı Gazali’nin “İhyau Ulumiddin” adlı eserinin tesiriyle düzgün bir ilim adamı olma yolunda ilerlerken Efgani ve Abduh’un birlikte çıkardıkları “Urvetü’l Vüska” adlı dergi ile karşılaştığında, kendi tabiri ile “elektrik çarpması gibi bir tesirle” onların fikri mesleğine intisap etti. Abduh’un Beyrut’taki derslerine devam etti ve sonra O’nunla 1888 yılında Mısır’a döndü.

Burada Abduh’un da tasvip ve tensibiyle “el-menar” adıyla dergi çıkarmaya başladı ki, bunu, ölümüne kadar devam ettirmiştir. Bir taraftan dergicilik ve telifle meşgul olurken, diğer taraftan da Hindistan’a, Batı ülkelerine ve hatta Türkiye’ye seyahatler yaptı. İlmi cemiyetler kurdu ve böyle cemiyetlerin reisliklerinde bulundu. Yaşadığı devrenin bütün siyasi hadisleri hakkında dergisinde değerlendirmeler yapan Reşid Rıza, 1908’de meşruiyetin ilanı üzerine İttihatçıları tutmuşsa da onların Türklüğe yönelmeleri karşısında bundan vazgeçmiş, Arap milliyetçiliğine yönelmiştir. Şerif Hüseyin ile Suudiler arasındaki ihtilafta Vehhabiliğe meyyal görüşleri sebebiyle Suudileri, fakat daha sonra ondan da vazgeçmiştir.
….
Reşid Rıza’nın çeşitli dini ve siyasi fikir ve iddiaları arasında en dikkat çekicisi, O’nun mezheplere ilan-ı harp etmesidir. Bu maksatla yazdığı “Muhaveretü’ş-muslih ve’l-mukallid fi mes’eleti’l-ictihad ve’t-taklid” isimli eser, değerli alim Ahmed Hamdi Akseki tarafından 1914 yılında “Mezhebin telfiki ve İslam’ın Bir Noktaya Cem’i” adıyla Türkçeye tercüme edilmiş, önce Sebilürreşad Dergisi’nde tefrika edilmiş, sonra da kitap halinde basılmıştır.

HAYRETTİN KARAMAN YİNE DEVREDE

Erba´in-i İdrisiyye 3. İsm-i Şerif