Mezhep sözlük anlamı olarak”
gitmek, izlemek, gidilen yol” demektir. Terim anlamı olarak ise, dinin aslî
(inanç) veya fer’î (ibadet-muamelat) hükümlerinin dayandığı delilleri bulmakta
ve bunlardan hüküm çıkarıp yorumlamakta otorite sayılan âlimlerin (müctehid)
ortaya koyduğu görüşlerin tamamı veya belirledikleri sistem manasına
gelmektedir.
Cübbeli Ahmet Hoca - Mezhepler
Mezheplerin, Hz.Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz döneminde olmaması gayet doğaldır.
Efendimiz (S.A.V.) hayatta iken sahabeler
arasında herhangi bir ihtilaf yoktu. Dinin usul ve füruunda sahabelerden
bazısının anlamadığı bir mesele çıkarsa, Hz. Peygamber (S.A.V.)’e sorar, O da
açıklardı.
Fakat Efendimiz (S.A.V.)’in
vefatından ve bilhassa Hz.Ebubekir ve Hz. Ömer dönemlerinden sonra çıkan
ihtilaf ve fitnelerle birlikte ilk siyasi ve bidat mezhepler ortaya
çıkmıştır. Bu siyasi mezhepler dini kisveye bürünmüşlerdi.
Şunu belirtelim ki akaidde
ihtilaf zararlıdır. Akaidde ihtilaf, bid’at ve sapıklığa götürür. Sapıklık
da büyüdüğü zaman küfre kadar iletir. Akaidde ihtilaf, İslam ümmetinin
birliğini bozar, dinde tefrika doğurur. Bu sebeple, sahabe ve bunlara
güzellikle tabi olan selef âlimleri akaidde ihtilafı haram saymışlar ve buna
asla cevaz vermemişlerdir. Çünkü ümmetin birlik ve dayanışmasını aynı iman
esasları etrafında ittifak etmek sağlar. Kamil imanın müminleri birbirleriyle
birleştirdiği kadar başka hiç bir şey birleştiremez.
Fıkıhtaki ihtilaflar, itikattaki ihtilaflar gibi bid’at ve delâlete
götürmez. İtikadî ile amelî hükümdeki ihtilaf arasında büyük fark vardır. İslâm
dininin akaidinde kesin delilsiz ihtilaf haram, bid’at ve dalalet sayılırken
fıkhi meselelerde içtihadların farklılığı rahmet sayılmıştır. Böylece zaman ve
mekânlara göre ümmete geniş imkânlar sağlanmış olur.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz
Muaz İbn Cebel’i Yemen’e vali olarak gönderirken ona sordu. “Ne ile
hükmedeceksin?” O da “Allah’ın kitabıyla” “-Onda bulamazsan.” Muaz:
“Rasulullah’ın sünnetiyle hükmederim” dedi- “Bunların her ikisinde de
bulamazsan ne yaparsın.” diye sorunca, Muaz: “O zaman re’yimle (görüşümle)
içtihad ederim.” dedi. Rasulullah bu cevaptan memnun kalarak “Rasulünün
elçisini, resulünün razı olacağı bir şeye muvaffak kılan Allah’a hamdolsun ”
dedi.1 Böylece Rasulullah Kitap ve Sünnet’te hükmü bulunmayan
meseleler hakkında ictihad etmesine izin verdi. Fakih sahabiler de Muaz b.
Cebel’in yolunu takip ettiler.
Abdullah (R.A.) den rivayete göre
Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
“Müslümanların güzel gördüğü birşey, ALLAH katında da güzeldir”2 buyurmuştur.
“Müslümanların güzel gördüğü birşey, ALLAH katında da güzeldir”2 buyurmuştur.
Bu sebeple müslümanların dini
varlıklarını temsil eden bütün müçtehitlerin bir mesele hakkında aynı görüş ve
kanaatta bulunmaları, o mesele hakkında şer’an muteber bir delildir, bir
hüccettir.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz,
müctehidin içtihadında isabet ederse, iki sevap, iyi niyetle Allah rızası için
yaptığı içtihadında hata ederse, bir sevap alacağını ifade etmiştir.3
Mezheplerin
Kuruluşu
Hicri 1. yüzyılın sonlarından itibaren mezheplerin kurucuları, akaid ve fıkıhtaki görüşlerini beyan ederler, meselelerin hükümlerini açıklarlardı. Bunlardan okuyanlar ve yazanlar, sözlerini ve içtihadlarını duyan insanlar, bunların görüş ve açıklamalarına uyarlardı. Böylece bu zatların görüş ve içtihadları halkın anlayışlarında bir mezhep olarak yerleşip kalmıştır. Mezhep sahibi olan bu büyük âlim ve imamlar hiç bir zaman, biz bir mezhep kuruyoruz, bize uyunuz, diye halkı görüşlerine uymaya çağırmazlardı. Hükümdar, emir gibi kimselerin davet ve emriyle de bir mezhep kurmaya yeltenmemişlerdi.
Mezheplerin ortaya çıkışına neden
olan sebepler olarak şunlar zikredilebilir:
İnsanların anlayış-zeka
seviyelerin farklı olması; insanların arzu ve isteklerinin uyuşmaması; metod ve
ölçülerin farklı olması, mesela mutezile aklı esas almış, ehlisünnet ise nakli
esas alırken aklı destekleyici olarak görmüştür. Kuranda muhkem ve müteşahih
ayetlerin bulunması, Müteşabih nasların belirlenmesi ve bunların tefsir ve
te’villerinin ihtilafa yol açması; hadislerin, zabt edilme ve senedi konusunda
konulan şartlar sebebiyle sahih, hasen ve zayıf kısımlarına ayrılması, zayıf
hadisle amel edilip edilemeyeceği gibi meselelerin ihtilafa yol açması;
Arapça’nin belagat ve gramerinin tüm incelikleriyle bilinememesi; hilafet
çekişmeleri, ırkçılığın gelişmesi, fethedilen yeni yerlerde yeni kültürlerle
karşılaşılması, örf ve adetlerin değişiklik göstermesi gibi nedenler
mezheplerin ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır.
Mezhepler Bidat
midir?
Bugün mezhepleri bidat olarak değerlendirmek doğru değildir. Bidat; bazı kimselerin dinde olmayan bir şeyi sonradan ortaya atıp bunu şer’î imiş gibi göstermeleri ve bununla Allah’a ibadeti kastetmeleridir.
“Asr-ı Saadet’te mezhep yoktu,
binaenaleyh bid’attir” diyenler yanılgı içindedir. Asr-ı Saadet’te Mushaf
(Kitap şeklinde Kur’ân) da yoktu. Mushafa da mı bid’at diyeceğiz? Mushaf
Kitabullah’ın metninin, İlâhî nazmın tamamını bir araya getirmiştir; fıkıh
mezhepleri de Kur’ân’ın ve Sünnetin hükümlerini bir araya getirmiştir. Hiçbir
kimsenin hakkı ve haddi yoktur ki kendi kafasından bir hüküm koyabilsin.
Mezhepler rahmettir
Bugün dört büyük mezhep, müslümanlar hakkında bir ilahi rahmettir. Bunlar dört temel delilden dini hükümleri çıkarmış, müslümanlara takip edecekleri yolu açıkça göstermişlerdir. Artık bunlardan her hangisinin mezhebine uyan bir Müslüman hak bir mezhebe intisap etmiş, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz’in yolunda bulunmuş olur.
Bu pek muhterem müçtehitlerin
hepsi de dini meselelerin esasında ittifak etmişlerdir. Aralarında bir ayrılık
yoktur. Ancak ikinci derecede bulunan bir kısım fer’î (ayrıntılı) meselelerde
ihtilaf etmişlerdir. Fakat güzelce incelenirse görülür ki, bunların birçoğu da
görünüşte bir ihtilaftan başka şey değildir. Çünkü bu meselelerin birçoğunda bu
mübarek zatlardan biri, bir azimet ve takva yolunu, diğeri de bir ruhsat ve
müsaade yolunu tercih etmiş, bu şekilde ümmet-i merhumenin önünde geniş bir
rahmet sahası açık bulunmuştur. İşte Abdullah ibn-i Abbas (R.A.) den rivayet
edilen Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin: “Ümmetimin ihtilafı bir rahmettir.”4
hadis-i şerifi ile buna işaret buyrulmuştur.
Dinimizin bir ilâhî yönü, bir de
insanların anladığı ve uyguladığı yönü vardır. Mezhep, bunlardan ikincisine
karşılık gelmektedir. Dolayısıyla mezhep, bir veya birkaç meselede kendine has
bir anlayış geliştirip başkalarına muhalefet eden kimsenin oluşturduğu basit
bir olgu olmayıp İslâm’ı benimseyen bir zümrenin bütün fikir ve amel tarzları
ile töre, âdet ve geleneklerinin bütününü ifade eder.
Bir Mezhebe
Tabi Olmak Zorunluluk mudur?
Dinin temel kaynaklarından hüküm çıkarmaya gücü yetmeyen kimselerin bu işin ehli olan müçtehid kimselere tabi olması, Allah Teâlâ’nın kesin bir emridir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “…Eğer bilmiyorsanız, ehl-i zikre, bilenlere sorun.”5
Ayet-i Kerimede geçen “ehl-i zikir”den maksat âlimlerdir. Bu emirden de anlaşılmaktadır ki: Müminler, bilmediklerini bilenlere sormakla mükelleftirler. Bu nedenle herkes tabi olduğu mezhebe göre hareket etmeli ve bundan sorumlu olacağını bilmelidir.
Evet… Düşünmeli ki, müslümanlıkta
ibadetlere, muamelelere ve diğer konulara âit ne kadar çok meseleler vardır.
Bunların hükümlerini, Kur’an-ı Mübin ile hadis-i şeriflerden ve ümmetin
icmâından bulup meydana çıkarmak öyle her müslüman için kolay birşey değildir.
Bu pek büyük bir ihtisas işidir.
İşte bu yüksek müctehidler, bu
vazifeyi sadece Hak Teâlâ’nın rızası için yapmış, müslümanlara lazım olan bütün
meseleleri açıkça bildirmiş, her asırda milyonlarca ehli islama rehber
olmuşlardır.
dipnot
(1) Ebû Dâvud; Akzıye:11; No:3592; 2/327; Tirmizi; Ahkam:3; No:1332; 3/62; Nesâî; Kuzat:11; No:5334; 8/230; A. b. Hanbel; 5/230
(2) Hakim, el-Müstedrek: 3/78, A,b.Hanbel, 1/379, Taberani, el-Mu’cemu’l-Kebir, 9/112
(3) Buhari, el-İ’tisam, 21; Müslim, el-Akdıye, 6
(4) Deylemi, Firdevs; No:6497; 4/160; Ebû Nuaym, Hılyetü’l-Evliya;7/119
(5) Nahl Sûresi:43
(1) Ebû Dâvud; Akzıye:11; No:3592; 2/327; Tirmizi; Ahkam:3; No:1332; 3/62; Nesâî; Kuzat:11; No:5334; 8/230; A. b. Hanbel; 5/230
(2) Hakim, el-Müstedrek: 3/78, A,b.Hanbel, 1/379, Taberani, el-Mu’cemu’l-Kebir, 9/112
(3) Buhari, el-İ’tisam, 21; Müslim, el-Akdıye, 6
(4) Deylemi, Firdevs; No:6497; 4/160; Ebû Nuaym, Hılyetü’l-Evliya;7/119
(5) Nahl Sûresi:43
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.