Lalegül Dergisi
A´dan Z´ye… ا´den ي´ye… Beşikten mezara kadar öğrenilmesi gereken, kadın-erkek tüm Müslümanlara farz olan ve sonu Cennete varan bir yoldur İlim✦Amel✦İhlas
AMENTÜ
(Amentü billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rusulihi velyevmil ahiri ve bil kaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teala velba'sü ba'delmevti hakkun eşhedü en la ilahe illallah ve ehedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü )
( MANASI )
"Ben Allah-u Teala'ya , meleklerine ,
Kitaplarına , Resul ( Peygamber ) lerine , ahiret gününe , kader ( takdir
edilen şeyler ) in hayırlısı ve şerlisi ( yaratılmak yönünden ) Allah-u Teala
dan olduğuna inandım.
Öldükten sonra dirilmek de haktır. Ben
şehadet ederim ki Allah (-u Teala) dan başka hiçbir ilah yoktur ve yine
şehadet ederim ki , Muhammed (s.a.v.) Allah (-u Tealan)ın kulu ve
resulüdür"
Bilindiği Üzere iman şartları altıdır.
1- ( Amentü billahi ) ALLAH'A İNANMAK
Tabiki Allah'â inanmak için
evvela onu tanımak lazımdır. Yahudi ve Hristiyanlar da Allah'a inandıklarını
söylemektelerse de ; "Allah'ın oğlu ve hanımı var " şeklinde sapık
inançlarından dolayı Allah'a inanmaları muteber sayılmamıştır.
Dolayısıyla Allah'a inanmak onun "
Varlığına , birliğine , doğmadığına , eşi dengi olmadığına ,bütün kemal
sıfatlarla muttasıf olup bütün noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna"
inanmak demektir ki bu hususta daha geniş malumat ileride vermeye çalışacağız.
O halde Allah-u Teala hakkında şuna
inanmalıyız ki " Allah-u Teala varlığı vacip olan , yokluğu
düşünülemeyen ve varlığı zatından olup hiçbir kimseye muhtaç olmayan bir
zattır. "
Allah-u Teala bütün kemal sıfatlarla
mevsuf ( Üstün Sıfatlara Sahip ) olup , Noksan sıfartların tümünden
münezzeh ( son derece uzak ) tir.
Allah-u Teala hiçbir icap ( Kimsenin
Zorlaması ) olmaksızın dilediğini yapan , hiç şüphesiz mahlukatı yaratan ve her
yaptığını bir hikmete dayalı olarak yerli yerinde yapandır.
Melekler Allah-u Teala'dan izinsiz
hiç bir şeyi kendiliklerinden yapmadıkları için herhangi bir nedenle onlar
hakkında kötü konuşmak ve onlara düşman olmak gerçekte Allah'a düşmanlık
sayıldığından insanı dinden çıkarır.
Bu husus Yahudilerin Cebrail (
Aleyhisselam ) a düşmanlığı ile ilgili Bakara suresinin 97-98. ayeti
kerimelerinde zikredilmiştir.
2- ( Ve Melaiketihi ) MELEKLERİNE İNANMAK
Ihlas
“Ameller,
niyetlere göredir…”
buyurmuştur. (Buhârî, Îmân, 41; Müslim, İmâre, 155)
Bu itibarla
başta ibâdetler olmak üzere bütün hayırlı amellerin, Allâh rızâsı için
yapılması esastır. Bu da, ancak ihlâs ile tahakkuk edebilir. Diğer bir
ifâdeyle, yapılan amelleri ancak ihlâs ile ulvî bir gâyeye bağlayarak ibâdet
vasıf ve derecesine yükseltmek mümkündür. Dolayısıyla Allâh katında amellerin
makbûliyetinin asıl şartı, ihlâstır.
İhlâs,
amelleri sırf rızâ-yı ilâhîyi kasdederek îfâ etmek ve onlar üzerine nefsânî
gâyelerin gölgesini düşürmemektir. Beden için ruh ne ise, amel için ihlâs da o
mesâbededir. İhlâssız amel, özden mahrum kuru bir yorgunluktan ibârettir.
İhlâs,
Cenâb-ı Hakk’a yakınlaşabilme gâyesiyle her türlü dünyâ menfaatlerinden kalbi
koruyabilmektir.
İhlâs,
amellerin, başta riyâ ve ucub olmak üzere her türlü mânevî kirden arınmasıdır.
Zîrâ bunlar, ihlâsı bulandıran ve onu yok eden kalbî hastalıklardır.
Cenâb-ı
Hakk’ın rızâsından gayri bütün emelleri gönülden söküp atmak, müslümanın
îfâsına mecbûr olduğu büyük bir vazîfedir.
Lâkin şuna
dikkat etmek lâzımdır ki, ihlâs sâhibi kimseler her an nefsâniyetin galebesi
neticesinde bu güzel hâllerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar.
Zirvede durmak nasıl zor ise, ihlâsı muhâfaza edebilmek de o derece güçtür.
Nitekim bu hususta Zünnûn-ı Mısrî Hazretleri’nin şu sözü pek meşhurdur:
“Bütün
insanlar ölüdür, âlimler bundan müstesnâdır. Bütün âlimler uykudadır, ilmiyle
âmil olanlar bunun dışındadır. İlmiyle amel edenlerin de aldanma ihtimâli
vardır, ancak ihlâslılar müstesnâdır. İhlâslılar da (dünyâda her an) büyük bir
tehlike ile karşı karşıyadırlar…”16
Bütün
zorluğuna rağmen ihlâsı muhâfaza edebilen kullar ise pek çok ilâhî lutuflara
mazhar olurlar. Ezcümle:
İhlâs,
kulları en büyük hayır olan ilâhî rızâya nâil eyler. Çünkü Allâh’ın, insanların
amellerinden murâdı, ancak kendi rızâsının hedeflenmiş olması, yâni ihlâstır.
Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“(Ey Rasûlüm!) Şüphesiz ki Kitâb’ı
Sana hak olarak indirdik. O hâlde Sen de dîni Allâh’a has kılarak ihlâs ile
kulluk et!” (ez-Zümer, 2)
“De ki: Ben,
dîni Allâh’a has kılarak ihlâslı bir şekilde O’na kulluk etmekle emrolundum.” (ez-Zümer, 11)
İhlâs,
mü’mini, en büyük düşmanı olan şeytanın tasallutundan kurtarır. Zîrâ o, ancak
ve ancak ihlâsta zaaf gösterenlere musallat olabilmektedir. Âyet-i kerîmede
şöyle buyrulur:
“(Şeytan) dedi ki: Ey
Rabbim! And olsun ki, beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara
(günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlakâ azdıracağım. Ancak
onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesnâ!”
(el-Hicr, 39-40)
İhlâs sâhibi olanlar, cehennem azâbından âzâd olurlar. Cenâb-ı Hakk’ın: “(Azaptan)
ancak Allâh’ın hâlis kulları istisnâ edilecektir.” (es-Sâffât, 40)
buyruğu bu hakîkati müjdelemektedir.
İhlâsla yapılan amel, az da olsa, sâhibinin kurtuluşuna kâfîdir. Nitekim
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Dîninde ihlâslı ol! Böyle yaparsan az amel bile
sana kâfî gelir.” buyurmuştur. (Hâkim, IV, 341)
İhlâs, ilâhî nusreti celbeder. Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-:
“Allâh bu ümmete, zayıfların duâsı, namazları ve
ihlâsları sebebiyle yardım eder.” buyurmuştur. (Nesâî, Cihâd,
43)
Ağlayan hurma kütüğü
Peygamberlerin,
mûcize sûreti ile ortaya koydukları hârikalar, insandaki gafletin izâlesi
istikâmetinde bir şok te’sîri husûle getirmek içindir. Tâ ki, insanoğlu hiçten
daha hiç olduğunu anlasın ve tam bir teslîmiyetle Rabb’ine kul olsun!..

Bu
mûcizeler, âşikâr bir sûrette gözler ve gönüller önünde defalarca
sergilenmiştir. Bunların en meşhûrlarından biri de, bir hurma kütüğünün meşhur
olan feryâd ü figânıdır:
Mâlûmdur ki,
Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, ashâbına vaaz ederken mescid
direklerinden bir hurma kütüğüne dayanır, öyle sohbet ederlerdi. Bu hurma
kütüğü de, kendisine Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in
yaslandığını duyar, bu mazhariyetle mes’ûd olurdu.
Gün geldi,
mescidde sohbet dinleyen ashâb o kadar çoğaldı ki, sahâbelerin mühim bir kısmı,
kalabalıktan Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in mübârek yüzünü göremez
oldular ve:
“–Yâ
Rasûlallâh! Bizler, mescid hayli kalabalık olduğundan mübârek yüzünüzü
göremiyoruz!” diye haklı olarak şikâyette bulundular.
Hazret-i
Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’den mescide bir minber
yapılmasını ve O’nun bu minbere çıkarak hutbesini îrâd etmesini taleb ettiler.
Bunun
üzerine mescide bir minber yapıldı. Nûr-i nübüvvet, Varlık Nûru, artık bu
minbere çıkarak sohbet edecekti. Fakat Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve
sellem-’in bu yeni minbere ilk çıkışında beklenmeyen mûcizevî bir hâdise oldu:
O Âlemlerin
Efendisi’nin daha evvel hutbe okurken kendisine yaslandığı hurma direği; duyan,
düşünen, hicran ve hasret içinde kavrulan bir insan gibi feryâd u figân ile âh
edip inlemeye başladı.
Bu, derin ve
yanık bir ney sadâsı gibi öyle içten bir seslenişti ki, o sohbet meclisinde
bulunan, genç ve yaşlı, bütün mü’minler bu feryâdı duydular. Feryâd bir sadâ
olmaktan da çıkarak, âdetâ bir muzdarip lisân hâline geldi.
Bütün ashâb,
kuru bir hurma ağacının bu kadar yanık bir sesle içindeki hasret ve ızdırâbını
ifâde etmesi karşısında hayret ve dehşet içinde kaldı. (Buhârî, Menâkıb 25,
Buyû 32)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)