Lalegül Dergisi
A´dan Z´ye… ا´den ي´ye… Beşikten mezara kadar öğrenilmesi gereken, kadın-erkek tüm Müslümanlara farz olan ve sonu Cennete varan bir yoldur İlim✦Amel✦İhlas
SÂLİH ve SÂDIKLARLA BERÂBER OLMAK
Evliyâullâh’ı
sevmeyen gâfil bir kimse vardı. Birgün bir Hakk dostunun dergâhının yanından
geçerken başını merakla dergâhtan içeri sokup baktı. İçeride sohbet meclisi
kurulmuş, ilâhî feyz yağmurları birer inci hâlinde oradakilere ikrâm
ediliyordu. Bundan habersiz gâfil, dudak büküp yoluna devâm etti.
O günün
gecesinde dehşetli bir rüya gördü. Mahşer meydanındaydı. Zebânîler onu almış
cehenneme götürüyorlardı. Bu arada gündüz görüp baktığı dergâhın şeyhi göründü
ve zebânîlere:
“–Onu
bırakın, onun başı dün bizim sohbet meclisimize dâhil oldu!” dedi.
Zebânîler
de:
“–Hayır! Bu
gâfil bir kimsedir ve cehennemliklerdendir.” dediler.
Onlar böyle
konuşurlarken uyanan adamcağız, sabahleyin derhâl o zâtın meclisine koştu ve
gönlü uyanmış bir vaziyette ârifler kervanına katıldı.
Enes
-radıyallâhu anh-’ın rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfe göre, Allâh Teâlâ’nın
bir takım gezici melekleri vardır. Bunlar dâimâ zikir ve sohbet meclislerini
ararlar. Bulduklarında meclisin etrâfında halka olarak:
“–Yâ Rab! Bu
kulların senin kitâbını okuyorlar, Hazret-i Peygamber’e salât ü selâm
getiriyorlar ve Sen’den dünya ve âhiret hâcetlerini taleb ediyorlar.” derler.
Cenâb-ı
Hakk:
“–Şâhid
olunuz, onları afvettim.”buyurur.
Melekler:
“–Yâ Rab!
İçlerinde oraya yanlışlıkla gelmiş olan falan ve filan da vardı!..” deyince
Allâh Teâlâ:
“–Onlar (o
sâlih ve sâdık kullar)öyle bir topluluktur ki, onlarla berâber bulunanlar şakî
sayılmazlar…” (Tergîb, II. 402)
Buradaki
müjdeler, sâlih ve sâdıklarla berâber olmak husûsunda derûnî bir teşviktir.
Zîrâ kalbin mâsivâdan muhâfaza edilmesi ve dâimâ hayır telkînlerine muhâtap
kılınması için, rûhâniyetlerinden feyz alınabilecek gönül ehli, sâlih ve
sâdıklarla ünsiyet zarûrîdir. Çünkü her uzuvda bir irâde bulunmasına rağmen
yalnız kalbde irâde yoktur ve kalb, çevresinden gelen telkînlerin kendisini
yönelttiği istikâmete tâbî olmak temâyülündedir.
Kalb, içinde
bulunduğu vasatın rengine, şekline ve âhengine bürünür. Ancak, bu hâl kalbde
belli tesirlerin kök salıp yerleşmesindeki başlangıç hâlidir. Sonradan oluşan
müsbet veyâ menfî tesirler, evvelkilere benzerlik veyâ zıdlık sebebiyle müsbet
de olabilirler, menfî de. Lâkin kalb, başlangıçta iyi tesirlerle yoğrulup belli
bir kıvâma getirilmedikçe büyük bir tehlikeye mâruzdur. Zîrâ bütün tesirler
karşısında kalbde mevcûd olan muhabbet, onun tesiri altında kalıcı; nefret ise
bu tesirleri reddedici bir rol oynar. İşte bu sebepledir ki insanın mânen
yükselip alçalmasında, muhabbet ve husûmetin yerinde kullanılması pek mühim bir
müessirdir.
Gerçekten
muhabbeti lâyıkına, husûmeti de müstehakkına yöneltebilmek, sahibini âbâd
ederken, aksine muhabbeti lâyık olmayanına, husûmeti de müstehak olmayana
yöneltmek, bunu yapanı bu yönelişlerdeki şiddet nisbetinde bedbaht kılar.
Bu hakîkat
göz önünde tutulduğunda, mânevî terakkî için Allâh’ın sâlih kullarıyla berâber
olup onların tesir dâiresi içinde yaşamanın lüzûm ve ehemmiyeti net bir şekilde
ortaya çıkar. Ancak bu takdîrde de istifâde, muhâtaba duyulan muhabbet
nisbetinde gerçekleşir. Yoksa kuru kuruya bir berâberlik -az çok bir fâide
sağlasa da- istenen netîceyi hâsıl etmez.
Ayrıca
“sahâbî” ve “sohbet” kelimelerinin aynı kökten geliyor olması da câlib-i
dikkattir. Ashâb-ı kirâm, Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’e
duydukları muhabbet, hürmet ve edeb hissiyâtı içinde mânevî sohbet ve
terbiyeden murâd edilen istifâdenin en müşahhas ve mükemmel bir nümûnesi
oldular. Ancak nâil oldukları bu istifâdenin âdetâ şartını ifâde eder mâhiyette
de Rasûlullâh’ın sohbetinde büründükleri huzur ve edeb hâlini:
“–Sanki
başımızın üzerinde bir kuş var. Kıpırdasak uçacak zannederdik.” şeklinde ifâde
ederlerdi.
İSLÂM’DA KADININ MEVKİİ VE KIZLARIN EĞİTİMİ
Kadının
fazilet ve iffeti, toplumu cennete çevirir. O cennette büyüyen nesiller de,
toplumların huzur kaynağı olur. Bu bakımdan sâliha kadın; âilede, toplumun
billur bir âvizesi gibidir.
Kadının İslâm’daki mevkii nedir? Günümüzde kadınlar çeşitli vesîlelerle ve
yaldızlı sözlerle sokaklarda mutluluğu aramaya itiliyor. Kadınlar huzur ve
saâdeti nerede aramalıdır?
Cenâb-ı Hak,
kadını duygu bakımından erkeğe göre daha zengin yaratmıştır. Bu duygu ve his
zenginliği, kadına Allah’ın yüklediği bir temel vazifenin îcabıdır. Bu vazife,
neslin muhafazası ve terbiyesidir. Bu ilâhî tanzimin dışına çıkılırsa, kadının
fıtratına ihânet edilmiş olur.
Çağımızda
kadınlarla erkekler arasında uydurma bir eşitlik yarışı başlatılmıştır.
Yaratılıştaki hususiyetlere zıt olan bu yarış, hanımlık ve annelik vazîfelerini
zedelemiş, âilenin huzur ve sükûnu kaybolmuş, toplum hayatı sarsılmış, fertler
şahsiyetini yitirmiştir.
Kadın ve
erkeğin fizîkî, rûhî yaratılış ve fıtratları eşit değildir ki, fiilî veya
hukûkî eşitlik gerekli olsun. Mühim olan her alanda bir eşitlik değil, haklar
ve vazifeler arasındaki dengedir.
Cenâb-ı Hak,
kadınlar ve erkekler arasında birbirlerini ikmâl eden, çok güzel bir vazîfe
taksimi yapmış ve her ikisine ayrı ayrı kâbiliyetler vermiştir. Kadın ve erkek,
ancak madden ve mânen bütünleştiği zaman yaratılış gâyesine uygun bir olgunluk
meydana gelir; âile ve bunun neticesinde toplum huzurlu olur.
Kadının
olgunluğu, Allah’ın verdiği güzel hasletleri koruması ve geliştirmesi ile
ortaya çıkar. Kadın, sahip olduğu bu hasletleri, ilâhî tanzime ters bir şekilde
yönlendirir, kendi hakîkat ve haysiyetine vedâ ederse kıymetini mahvetmiş;
letâfet, nezâket ve zarâfetini zâyî etmiş olur. Böylece toplum hayatı
çoraklaşır.
Kadının
yaratılışına göre yaşaması toplumu cennete çevirir. Kadın; âilede, toplumun
billur bir âvizesi gibidir. Tarih sayfalarını karıştırdığımız zaman görürüz ki,
toplumlar hanımlarla âbâd olmuş ve yine onların elleriyle berbât olmuşlardır.
Eğer kadınlara mutluluk için sokaklar gösterilirse, hayat yolları cam kırıkları
ile dolar.
Kadının
saâdeti, haysiyetini koruyarak yaşamasında ve âilesini muhafazasındadır. “Cennet
annelerin ayağı altındadır.” 5 (Suyûtî, Câmius’sağîr, I,
125) hadîs-i şerîfi, gerçek anne için Peygamberimizin ne büyük bir müjdesidir.
Fazîletli
anne, ilâhî kudretin genişletilmiş bir rahmet kucağı, âilede saâdet kaynağı,
zevk ve safâ ışığı, âile fertlerinin şefkat odağıdır. Rabbimizin, “er-Rahmân”
ve “er-Rahîm” esmâsının dünyadaki müstesnâ ve mûtena bir tecellîgâhıdır.
Bizleri önce
bir müddet karnında, sonra kollarında ve ölünceye kadar kalplerinde taşıyan
annelerimize gösterilecek sevgi ve saygıya denk başka bir varlık
yaratılmamıştır. Ev tanzimi ve evlât terbiyesini omuzlarına alan anne, cidden
engin bir sevgiye, derin bir saygıya ve ömürlük bir teşekküre lâyıktır.
Bir anne
ruhunda biriken engin şefkatin sınırlarını tayin edebilecek bir ölçü var mıdır?
Yememiş yedirmiş, giymemiş giydirmiş, uyumamış uyutmuş… Hayatın fırtınalarında
bizlere bir toz konmasın diye bütün varlığını vakfetmiş olan anne ve babaların
haklarını ödeyebilmek mümkün müdür?
Mevlânâ hazretleri şöyle buyurmaktadır:
“–Anne
hakkına dikkat et! Onu başında taç et! Zira anneler doğum sancısı çekmeselerdi,
çocuklar da dünyaya gelmeye yol bulamazlardı.”
Büyük velî
ve İslâm hukukçusu olan İmâm-ı A’zam hazretleri, zulme âlet olmamak için
Bağdat kadılığını reddetmişti. Halife Ebû Câfer Mansur, onu cezâlandırmak için
hapse attırmış ve kırbaç cezâsına çarptırmıştı. Her gün vurma sayısını da
arttırıyordu. İmâm-ı A’zam Hazretleri ise kırbaçlar altında çektiği ıstıraptan
ziyade: “Ya şu hâlimi annem duyarsa ne yapar?” endişesiyle dostlarına haber
gönderdi:
“–Aman bu
hâlimi anneciğim duymasın. O benim acı çekmeme tahammül gösteremez, mahvolur!..
Ben de onun üzülmesine dayanamam!” diyerek, bir anne muhabbetinin en canlı misâlini
vermiştir. Anne muhabbeti, kendisine kırbaç acısını âdeta hissettirmemiştir.
Bahâuddin
Nakşibend Hazretleri
de:
“–Bizim
kabrimizi ziyârete gelenler, önce vâlidemizin kabrini ziyâret etsinler!”
buyurarak, anne sevgisinin enginliğine müşahhas bir misâl teşkil etmiştir.
Abdurrahman
Molla Câmi ise:
Kaydol:
Yorumlar (Atom)




