Rasulullah´in (SAV) Müminlere Zarar Veren Cinlere Mektubu
A´dan Z´ye… ا´den ي´ye… Beşikten mezara kadar öğrenilmesi gereken, kadın-erkek tüm Müslümanlara farz olan ve sonu Cennete varan bir yoldur İlim✦Amel✦İhlas
Râbıta

Bir varlığa
duyulan muhabbet şiddetlendikçe, bu muhabbetten o varlığa herhangi bir
“nispeti”, yâni yakınlığı, benzerliği veya ilgisi olan her şeye, o yakınlığın
şiddeti derecesinde bir pay isâbet eder.
Meselâ,
mürşidini aşırı derecede seven bir mürîd, ona âit tavırlardan
-nâkıs da olsa- benzer davranışlara sâhip olanlara bile, o davranışlar
mürşidini hatırlattığı için muhabbet duyar. Mürşidinin bir yakınıyla
karşılaşsa, onu Kâbe’den henüz dönmüş bir hacıya mülâkî olmuşçasına iltifâtlara
gark eder. Mürşidinin kullandığı herhangi bir eşyâya sâhib olmak, onun rûhunda
nihâyetsiz bir sürûr meydana getirir. Bu keyfiyet, Veysel Karânî Hazretleri’nin
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tarafından kendisine
gönderilen Hırka-yı Saâdet karşısında duyduğu sürûrun bir benzeridir.
Muhabbetin
ziyâdeleşmesine paralel olarak, sevilen varlığa “nisbet” keyfiyeti, gitgide en
kuvvetli nisbetten en zayıfına doğru bir şümûl kazanır. Burada şunu da ifâde
edelim ki muhabbetin şümûlünü, merkezinde sevilen varlık olmak üzere, yakın ve
uzak bütün nisbetleri ihtivâ edecek şekilde bir dâire gibi sonsuza kadar
genişletmenin tasavvuftaki adı “aşk-ı mutlak”tır.31 Bu keyfiyet
Yûnus’un:
“Yaratılanı hoş gör
Yaratandan ötürü”
mısralarında
ifâde ettiği gibi sıfat, mâhiyet ve amelleri her ne olursa olsun, Yaratan’ı
hürmetine bütün mahlûkâtı, muhabbet ve merhametle kucaklayabilme hâlidir. Bu,
âşığın ulaşabileceği son merhaledir. Bu merhaleye kadar bulunduğu -hemen hemen-
her noktadaki hâlinin ifâdesi ise, “aşk-ı mecâzî”dir.
Sâlik,
mürşidine aşk ve muhabbetle bağlandığı anda, bu “aşk-ı mecâzî” başlamış olur.
Bu aşk da “mecâzî”dir. Çünkü kalb, Allâh’a mahsûs bulunduğundan hakîkî mâşûk,
Allâh’tan gayrısı olamaz. Diğer sevilenler ve onlarla yaşanılan hâller, bir
saraya çıkışta merdiven basamakları mesâbesindedir. Bunlar, kalbin
muhabbetullâha hazırlanması yönündeki alıştırmalar hükmündedir. Tâbir câizse
“Leylâ”dan “Mevlâ”ya ulaşma gayretidir. Bu gayretlerde en feyyâz merhale,
gerçek bir mürşid-i kâmile mülâkî olmak ve onunla ünsiyet ve muhabbetin mânevî
heyecanını yaşamaktır. Bunun en verimli tezâhürü ise râbıtadır. Muhabbetin
böyle sıradan ve basit alâkalarla kıyaslanamayacak derecede bir şiddete
ulaşması, “râbıta”nın ta kendisidir.
Râbıtanın
lügattaki mânâsı, bağ ve alâkadır. Bu yönüyle esâsen kâinatta râbıtasız hiçbir
canlı yoktur. Her şey birbiriyle irtibat hâlindedir.
Diğer bir
ifâde ile râbıta, varlığın özünü teşkîl eden muhabbetin bir tezâhürüdür.
Muhabbetin tâzelik ve zindeliğinin devâm ettirilmesidir.
Üç türlü
râbıta vardır:
1- Tabiî
Râbıta:
Ferdin
yakınlarına duyduğu muhabbettir. Bu, fıtrî sâiklerin eseridir. Bir annenin
evlâdına olan muhabbeti gibi.
2- Bayağı
(Süflî) Râbıta:
Men edilmiş
olan şeytânî temâyüllere bağlanmadır. Bir kumarbazın kalbinin devamlı kumarla
meşgûl olup çoluk-çocuğunu dahî unutması gibi.
3- Ulvî
Râbıta:
Mukaddes
mefhûmlara ve ulvî duygularla insanı Allâh’a götüren vesîlelere râbıtadır.
Kalben tecliye (cilâlanma) ve müşâhede makâmına vâsıl olmuş kimselerin
rûhâniyetinden istifâde etmek için, fiilen veya mânen dâimî bir sûrette onlarla
birlikte olmaktır.
Biz burada,
râbıtanın yukarıda saydığımız bu üç nev’inden sonuncusunu anlatacağız. Bu,
sâlikin mürşidinden lâyıkıyla istifâde edebilmesi için, onun muhabbetini
gönlünde dâimî bir sûrette tâze tutmak üzere gerçekleştireceği bir mümâreseyi
ifâde eder.
Tasavvufî
eğitim metodlarından biri olan râbıta, her tarîkatte adı ve tatbik şekli az çok
farklı olmakla berâber, umûmiyetle mürîdin mürşidini gözünün önünde
canlandırması ve onun hâl ve tavırlarını hatırlayarak, ulvî duygularla hemhâl
olması demektir. Mürşide duyulan hürmet ve muhabbetin bu sûretle dâimâ tâze
tutulması, müride mânevî bir zindelik kazandırır.
İnsan, tesire açık bir varlıktır. Bazı hastalıklarda olduğu gibi
insanoğlunun “hâl”lerinde de sirâyet özelliği vardır. Rûhlar arasındaki mânevî
alışveriş, hayatın inkâr edilemeyecek gerçeklerinden biridir. Husûsiyle faal ve
müessir şahsiyetlerdeki kuvvetli rûhî temâyüller, onların yakınında bulunanlara
istîdâdları nispetinde -az veya çok- intikâl eder. Bu intikâl, sirâyet eden
“hâl”in müsbet veya menfî olmasına da bağlı değildir. Her hâlükârda intikâl
vâkî olur. Yeter ki arada muhabbet ve ünsiyet bağları bulunsun.
MÜRŞİD-İ KÂMİL
Mâneviyat
yolunda ilerleyen bir mümin, çok değişik tecellîlerle karşılaşır. Zîrâ insan
kalbi okyanus gibidir. Bu okyanusun suları bazen çok durgundur, bazen de
korkunç dalgalı bir fırtına hâlindedir. Bu sebeple okyanusu geçip sâhil-i
selâmete ulaşmak için geminin sağlamlığı kadar dirâyetli bir kaptana da ihtiyaç
vardır. Eğer kaptan fırtınalar esnâsında gemisine hâkim olamazsa, onu okyanusun
derinliklerine gömüverir. Henüz yolun başındakilerde bu gibi tecellîler pek
görülmez. Ancak bu deryada açıldıkça Rahmânî mi şeytânî mi olduğu bilinemeyen
zuhûratlar, ferdden ferde değişen bâzı mânevî cilveler, inkıbâz, inbisât30
vs. tâbir olunan birtakım hâller kendini göstermeye başlar. İşte bunların
tesbîti ve tedbîri için dirâyetli ve kâmil bir mürşidin rehberliğine ihtiyaç
vardır.
Her mümin bu
istikâmete ermek için kendisini bir disiplin altına almalıdır. Ümmete en büyük
numûne şahsiyet olan Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kalbî
hayâtını da titizlikle ve tâkat nisbetinde tatbîk etmeye çalışmalıdır. Rasûl-i
Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in Hakk’a teslîmiyetini, belâ ve
sıkıntılar karşısında sabır ve şükür hâlini, nîmetler, derya gibi önünde
akarken sergilediği istiğnâ, tevâzû ve mahviyeti, imkân nisbetinde hayata
geçirmelidir. Bu sebeple kalbî inkişâf yolundaki engelleri aşabilmek için,
peygamber vârisi olan âlimlerin, âriflerin ve mürşid-i kâmillerin rehberliğine
tevâzû ve edeble mürâcaat edip, tavsiyelerini cân u gönülden tatbîke gayret
etmelidir. Hak dostlarının yakınında ve terbiyesi altında bulunmayı nîmet
bilmelidir. Çünkü nûrunu güneşten alan mehtap, nasıl güneşin varlığına bir
delîl ise, nûr-i Muhammedî ile nûrlanmış velîler de Hazret-i Peygamber’in birer
şâhidi ve vârisidir.
Tasavvuf,
kişide fıtraten -az veya çok- var olan mânevî istîdâdı inkişâf ettirmektir. Her
gönül -tâbir câizse- altında petrol bulunan bir arâzî gibidir. Fakat sondaj
vurulmadığı için o petrol, kendi başına hiçbir zaman dışarı çıkma imkânı
bulamaz. İşte o alt zemindeki petrol, Cenâb-ı Hakk’ın insana verdiği mânevî bir
istîdâddır. Bu da tıpkı akıl gibi her insanda muhtelif seviyededir.
Bu istîdâdın
inkişâfı için mânevî sondajı vurarak o cevheri açığa çıkaracak olan, mürşid-i
kâmildir. Ancak bu petrolün yukarı çıkabilmesi için tâ mâdenin bulunduğu
mıntıkaya kadar o sondajın ulaşabilmesi gerekir. Ve sondaj âletinin bir kayaya
çarpıp parçalanmaması için de sağlam olması îcâb eder. Bu demektir ki mânevî
rehberliğine teslîm olunacak mürşidin muktedir ve dirâyetli olması da son
derece mühimdir. Bunun da belli bâzı kıstasları vardır. Yeri gelmişken bu mühim
meseleye bir nebze temâs etmek isteriz:
Gerçek bir
mürşid-i kâmili, sâhib olduğu şu üç vasıfla tanımak mümkündür:
Birinci vasıf:
Kitap ve sünnete tam bir ittibâdır. Kâmil bir mürşidin hayatı ve amelleri
Kur’ân-ı Kerîm ve sünnet-i seniyye ahlâkının yaşanmasından ibârettir. Mürşid-i
kâmillerin Kitap ve sünnete bağlılıkları daha bir üst derecededir. Tıpkı karlı
arâzîdeki bir şahsın, adımlarını önden giden rehberin ayak izlerine, tam bir
hassâsiyetle basarak yürümesi gibidir. Bunun için mürşid-i kâmile “veresetü’l-enbiyâ”,
yâni peygamber vârisi denir. Tabiî ki, böyle bir bağlılığın muhtevâsında
nefsânî bir hayat yaşanamaz.
İkinci vasıf:
Söz ve hâlleriyle Allâh’ı hatırlatmasıdır. Allâh’ın velî kulları esmâ-yı
ilâhiyye tecellîlerine kâmilen mazhar olup, cemâlî sıfatları ahlâka inkılâb
ettirdiklerinden etrafındakilere dâimâ Allâh’ı hatırlatırlar. Nitekim ashâb-ı
kirâm:
“– Allâh’ın velî kulları kimlerdir?” diye sorduklarında, Allâh Rasûlü
-sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
(Allâh’ın velî kulları) yüzlerine bakıldığında
Allâh Teâlâ’yı hatırlatan kimselerdir.” (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid,
X, 78; İbn-i Mâce, Zühd, 4) buyurmuştur.
İşte Allâh dostu bir mürşid-i kâmilin sîmâsının da muhâtabının gönlüne
huzur vermesi, onu mânevî bir âleme taşıması, Allâh’ı ve âhireti hatırlatması
îcâb eder. Çünkü onlar, Allâh ve Rasûlü’nün ahlâkıyla ahlâklanmışlardır.
Cenâb-ı Hakk’ın en mâruf isimlerinden ikisi “Rahmân” ve “Rahîm”dir.
Allâh’ın velî kulları da çok merhametlidirler. Cenâb-ı Hak, “Settâru’l-uyûb”
dur. Bir velî de ayıp araştırmayıp bilâkis örter. Cenâb-ı Hak, Kerîm’dir;
evliyâullâh da cömerttir ve ikrâm etmekten haz duyar. Cenâb-ı Hak Gafûrdur;
velîler de hatâ ve kusurları affederler. Cenâb-ı Hak, Halîm’dir; evliyâullâh da
hilm sâhibidirler.
Kâmil mürşidler, Allâh’ın dostudurlar. Bu sebeple onlar, diğer insanlardan
pek çok yönleriyle farklıdırlar. Kalbleri Allâh’a yakındır. İbâdetlerinde
ciddiyet ve huşû vardır. Davranışlarına çok dikkat ederler. Rasûlullâh
-sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in izinden yürüdükleri için onların duâları diğer
insanların duâlarından daha makbûldür. Vücûdları zâkir hâle gelip sadırları da
berraklaştığı için girdikleri yerlere ferahlık verirler.
Samîmî bir mümin, bir fâsıkla ihtilâtın mânevî sıkletinden müteessir olur.
Hâlbuki sâlih bir müminle birliktelik, onun rûhuna huzûr bahşeder. Lâkin bir
mümin için Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’le berâberlik, hayâl
ötesi bir güzelliktir. O peygamberler sultanının mânevî heybetine muhâtab
olmanın şerefi karşısında bir müminin alacağı mânevî hazzı târif etmek mümkün
değildir. İşte mürşid-i kâmiller de Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve
sellem-’in izinden yürüdükleri, sünnet-i seniyyeye kâmilen ittibâ ettikleri ve
nebevî ahlâka en çok onlar yaklaşabildikleri için, kaynağı Allâh Rasûlü
-sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den gelen mânevî bir heybet ve feyiz taşırlar.
Nasıl ki; elektriğe tutulan bir insan sarsılır, gerçek bir mürşidin de insanın
rûhunu önce biraz sarsması, sonra da onu ihyâ edip mânevî ufuklara götürmesi
lâzımdır.
CEVHERÂTU'L-KEMAL SİGASI OKUNUSU MANASI
Bu Gece 7 Defa okunacak... Peygamber Efendimiz SAS Bedeniyle ziyaretcimiz olacak insaallah...
Okunusunu Dinlemek icin...
1.
Cevheretul Kemal,Çok Değerli Bir
Salavat ve Bilgisi
Ticânîler arasında çokça methedilen ve Ahmed Ticânî (ö.1231/1835)’nin ancak
abdestle okunmasını tavsiye ettiği Cevheretü’l-kemâl de bir salavât metnidir.
“Allahümme salli ve sellim alâ ayni’r-rahmeti’r-rabbâniyyeti ve’l-yâkûteti’l
mütehakkıkati’l-hâitati”
şeklinde başlayan Cevheretu’l-kemâl’in günlük dersler içerisinde on iki defa okunması istenmektedir. Ticânîlerin inanışına göre Cevheratu’l-kemâl’in okunması esnasında Hz. Peygamber ve Hulefâ-i Râşidîn mânen hazır bulunur, evrâdın okunmasına iştirak ederler.
Cevheretu’l-kemâl şu şekilde okunur:
Bismillahirrahmanirrahiym* Allahümme salli ve sellim ala aynir rahmetir rabbaniyyeti vel yakutetil mütehakkıkatil haitati bi merkezil fühumi vel meani ve nuril ekvanil mütekevvinetil ademiyyi sahıbil hakkır rabbaniyyil berkıl estai bi müznil eryahıl malieti li külli mütearridın minel bühuri vel evani ve nurikel lamiıllezi mele’te bihi kevnekel haitı bi emkinetil mekani* Allahümme salli ve sellim ala aynil hakkılleti tetecella minha uruşül hakaikı aynil mearifil akvemi sıratıket tammil eskam* Allahümme salli ve sellim ala tal’atil hakkı bil hakkıl kenzil a’zami ifadatike minke ileyke ihatatin nuril mutalsemi sallellahü aleyhi ve ala alihi ve salaten tüarrifüna biha iyyah*
Manası:
Ey Allah’ım! Nazargahın olan rahmet pınarı,sonsuz kudretinle tahakkuk eden yakut ve inci tanesi, mana ilimlerinin mübarek Zat-ı Ahmediyyesi’nde neşet eden göz kamaştırıcı nur, Yüce Allah’ın ayan beyan apaçık mucizesi,yağmur tanelerini taşıyan rahmet bulutları arasında çakan şimşekler misali, zamanın ve de denizlerin engelleyemediği bütün mekanları kuşatan, kainatı aydınlatan Muhammed Mustafa’ya salat ü selam et,mübarek eyle Allah’ım!
Ey Allahım! Marifetlerin tecelligahı ve kaynağı,hakkın hakikatin görünen gözü, hakiki saltanatın onun marifetiyle ancak tecelli ettiği,edeceği marifetlerin menbaı,Sırat-ı Müstakim’de sebat etme sonucu zirveye taht kuran, o en berrak, pak ve temiz ruh u pak-i Muhammed(s.a.v.)’e salat ü selam olsun.
Ey Allahım! Hak ve hakikatin apaçık yüzü; senin sonsuz kudret ve celalinle en güzel ahlak-ı hamideye sahip olan, tükenmek bilmeyen hazinenin mümessili,gizli aşikar nur timsali Muhammed Mustafa’ya, al ve ashabına salat ü selam eyle ki, bu selam ile o müstesna insanı tanıyabilelim,onun yolunda yaşıyabilelim. Amin...
Bu salavatın fazileti Ahmed-i Ticani Hazretleri tarafından şöyle açıklanmıştır:
1.Bu salavatın bir defa okunması bütün mahlukatın üç defa okuduğu tesbihe bedeldir.
2.Bu salavat bir mecliste yedi defa okunursa, o meclise Resulü Ekrem (s.a.v.)’in ve dört halifesinin ruhaniyetleri teşrif buyuruyorlar.
3.Bu salavatı günde yedi defadan fazla okuyan, Efendimiz Aleyhisselam’ın özel sevgisine mazhar olur.Veliler ordusuna karışmadan ahirete göçmez.
4.Kim yatarken abdestli olarak yedişer defa okumaya devam ederse, Resulü Ekrem(s.a.v.)’i rüyada görür.
5.Her kim on iki defa okuyup Resulü Ekrem’in ruh-u şeriflerine hediye ederse,kabrini ziyaret etmiş gibi sevaba nail olur.(Cevahirul Meani,2/261)
Abdest almanın mümkün olmadığı durumlarda bu duanın yerine Salât-ı fâtıhiyye* okunur:
Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin el-fâtihu lemmâ uğliga, ve’l-hâtimu lemmâ sebeka, nâsıru’l-hakkı bi’l-hakkı, ve’l-hâdî ilâ sırâtıke’l-müstakîm ve alâ âlihî hakka kadrihî ve mikdârihi’l-azîm
Manası:
Allahım! kapalı (müşkil) işleri açan, işleri tamamlayan, hakkı hak ile destekleyen, doğru yoluna ileten Efendimiz Muhammed’e ve âline büyük miktarda, hakkının kudretince salât et.
abdestle okunmasını tavsiye ettiği Cevheretü’l-kemâl de bir salavât metnidir.
“Allahümme salli ve sellim alâ ayni’r-rahmeti’r-rabbâniyyeti ve’l-yâkûteti’l
mütehakkıkati’l-hâitati”
şeklinde başlayan Cevheretu’l-kemâl’in günlük dersler içerisinde on iki defa okunması istenmektedir. Ticânîlerin inanışına göre Cevheratu’l-kemâl’in okunması esnasında Hz. Peygamber ve Hulefâ-i Râşidîn mânen hazır bulunur, evrâdın okunmasına iştirak ederler.
Cevheretu’l-kemâl şu şekilde okunur:
Bismillahirrahmanirrahiym* Allahümme salli ve sellim ala aynir rahmetir rabbaniyyeti vel yakutetil mütehakkıkatil haitati bi merkezil fühumi vel meani ve nuril ekvanil mütekevvinetil ademiyyi sahıbil hakkır rabbaniyyil berkıl estai bi müznil eryahıl malieti li külli mütearridın minel bühuri vel evani ve nurikel lamiıllezi mele’te bihi kevnekel haitı bi emkinetil mekani* Allahümme salli ve sellim ala aynil hakkılleti tetecella minha uruşül hakaikı aynil mearifil akvemi sıratıket tammil eskam* Allahümme salli ve sellim ala tal’atil hakkı bil hakkıl kenzil a’zami ifadatike minke ileyke ihatatin nuril mutalsemi sallellahü aleyhi ve ala alihi ve salaten tüarrifüna biha iyyah*
Manası:
Ey Allah’ım! Nazargahın olan rahmet pınarı,sonsuz kudretinle tahakkuk eden yakut ve inci tanesi, mana ilimlerinin mübarek Zat-ı Ahmediyyesi’nde neşet eden göz kamaştırıcı nur, Yüce Allah’ın ayan beyan apaçık mucizesi,yağmur tanelerini taşıyan rahmet bulutları arasında çakan şimşekler misali, zamanın ve de denizlerin engelleyemediği bütün mekanları kuşatan, kainatı aydınlatan Muhammed Mustafa’ya salat ü selam et,mübarek eyle Allah’ım!
Ey Allahım! Marifetlerin tecelligahı ve kaynağı,hakkın hakikatin görünen gözü, hakiki saltanatın onun marifetiyle ancak tecelli ettiği,edeceği marifetlerin menbaı,Sırat-ı Müstakim’de sebat etme sonucu zirveye taht kuran, o en berrak, pak ve temiz ruh u pak-i Muhammed(s.a.v.)’e salat ü selam olsun.
Ey Allahım! Hak ve hakikatin apaçık yüzü; senin sonsuz kudret ve celalinle en güzel ahlak-ı hamideye sahip olan, tükenmek bilmeyen hazinenin mümessili,gizli aşikar nur timsali Muhammed Mustafa’ya, al ve ashabına salat ü selam eyle ki, bu selam ile o müstesna insanı tanıyabilelim,onun yolunda yaşıyabilelim. Amin...
Bu salavatın fazileti Ahmed-i Ticani Hazretleri tarafından şöyle açıklanmıştır:
1.Bu salavatın bir defa okunması bütün mahlukatın üç defa okuduğu tesbihe bedeldir.
2.Bu salavat bir mecliste yedi defa okunursa, o meclise Resulü Ekrem (s.a.v.)’in ve dört halifesinin ruhaniyetleri teşrif buyuruyorlar.
3.Bu salavatı günde yedi defadan fazla okuyan, Efendimiz Aleyhisselam’ın özel sevgisine mazhar olur.Veliler ordusuna karışmadan ahirete göçmez.
4.Kim yatarken abdestli olarak yedişer defa okumaya devam ederse, Resulü Ekrem(s.a.v.)’i rüyada görür.
5.Her kim on iki defa okuyup Resulü Ekrem’in ruh-u şeriflerine hediye ederse,kabrini ziyaret etmiş gibi sevaba nail olur.(Cevahirul Meani,2/261)
Abdest almanın mümkün olmadığı durumlarda bu duanın yerine Salât-ı fâtıhiyye* okunur:
Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin el-fâtihu lemmâ uğliga, ve’l-hâtimu lemmâ sebeka, nâsıru’l-hakkı bi’l-hakkı, ve’l-hâdî ilâ sırâtıke’l-müstakîm ve alâ âlihî hakka kadrihî ve mikdârihi’l-azîm
Manası:
Allahım! kapalı (müşkil) işleri açan, işleri tamamlayan, hakkı hak ile destekleyen, doğru yoluna ileten Efendimiz Muhammed’e ve âline büyük miktarda, hakkının kudretince salât et.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)