Tasavvuf; Kur’ân ve Sünnet’le Kemâle Ermektir – 1


 

İslâmʼın hedeflediği “kâmil bir insan” olabilmek için, dînî hayatı; madde ve mânâ bütünlüğü, zâhir ve bâtın derinliği, akıl ve kalp âhengi, şekil ve ruh beraberliği içinde kavrayıp yaşamak îcâb eder.

Gerçek tasavvuf, İslâmʼın zâhirine ilâveten, bâtın plânında da kavranıp yaşanması gayretinden ibarettir. Bu ise meşhur tâbiriyle; “şerîat, tarîkat, hakîkat ve mârifet” bütünlüğü içerisinde İslâmʼı idrâk etmeyi gerekli kılar. Buna tipik bir misal olması kabîlinden ifâde edelim ki;

Şerîatte, doyduktan sonra yemek israftır.

Tarîkatte ise, doyuncaya kadar yemek israftır.

Hakîkatte, kifâyet miktarını, Allâh’ın huzûrundan gâfil olarak yemek israftır.

Mârifette de, bütün bunlara ilâveten, nîmetlerdeki ilâhî kudret veesmâ tecellîlerini tefekkür etmeden yemek israftır. Zira yaratılmış her varlık, Yaratıcıʼsının sonsuz kudret ve azametine birer delil mâhiyetindedir.

Büyük velîlerden Şâh-ı Nakşibend Hazretleri, çoğu zaman yemek pişirip sofra kurma işlerinde bizzat hizmet ederdi. Yemek hazırlanırken ve yenirken, kalben uyanık olup bir an bile gâfil kalmamaları için, talebelerine devamlı tavsiyelerde bulunurdu. Müridleriyle birlikte yemek yediğinde, onlardan biri, bir lokmayı ağzına gafletle götürse, derhâl onu yumuşak bir lisanla îkâz eder ve bir lokmayı bile Allâhʼı unutarak yemelerine gönlü râzı olmazdı.

Yemek; zâhiren bir ibadet değildir. Fakat Allâhʼı zikrederek yenilen her lokma, ibadetlerde feyz ve huşûya vesîle olur. Allahʼtan gâfil bir şekilde yenilen lokmalar ise, kalbe kasvet, gaflet ve hantallık verir.

“Yemek” misâli üzerinden verdiğimiz bu İslâmî hassâsiyetleri, âdeta bir şablon gibi, ibadet hayatından âile hayatına, komşuluk münâsebetlerinden ticârî ve iktisâdî faaliyetlere kadar, akla gelebilecek bütün beşerî davranışlara tatbik edebilmekle, gerçek mânâda “tasavvufî derinliğe” ulaşılabilir.

TASAVVUF NEDİR?

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır.

Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi yüce bir ufka taşımanın diğer adıdır. Yani dâimâ ilâhî kameraların gözetimi altında bulunduğumuzun farkında olarak, bu şuur ve idrâk ile yaşamaktır.

Tasavvuf; bir arınma disiplinidir. Allahʼtan uzaklaştıran her şeyden sakınarak “takvâ”ya erebilme yoludur. Nefsânî ihtirasları dizginleyip rûhânî istîdatları inkişâf ettiren bir mânevî terbiyedir.

Tasavvuf; Peygamber Efendimiz’e vâris olmuş gerçek mürebbîlerin elinde; nefsin tezkiye, kalbin tasfiye edildiği mânevî bir mekteptir.

Tasavvuf; nefse karşı sulhü olmayan bir cenktir.

Esma'ul Hüsna 57. İsm-i Şerif

Esma'ul Hüsna 57. İsm-i Şerif
 

İSLÂM’IN BEŞERİ İLİMLERE BAKIŞ AÇISI NASILDIR?



“İslâm’da felsefenin yeri nedir? Felsefenin hakîkate ulaşmada en mühim vâsıta olarak gördüğü «akıl»la nereye kadar gidilebilir? Akıl terazisi bütün hakîkatleri tartabilecek kudrette midir? Aklın tıkandığı noktadan sonra nasıl yol alınabilir?” gibi sualler, tarihte olduğu gibi bugün de zihinleri meşgul etmektedir.
 
Evvelâ şunu ifâde etmeliyiz ki felsefe akla dayanır. İslâm ise hem tabiî hudûdu içinde akla, hem de nakle (Kur’ân ve Sünnet’e) istinâd eder. Sonsuz ilim sahibi Yaratıcımız’ın tebliğ ettiği hakîkatlere istinâd eden bir tefekkür sistemi ile, beşerî zaaflarla mâlûl ve gücü sınırlı bir akla dayanan felsefe arasında, mevzu ve gâye itibâriyle benzerlik olsa da, metod, vâsıta, tefekkür ve tahayyül gücü bakımından büyük farklar mevcuttur.

İSLAM AKLA DEĞER VERİR Mİ?
Buna rağmen, yaygın olan “İslâm Felsefesi” tâbiriyle; İslâm âleminde, İslâm tefekkürü içinde yetişmiş mütefekkirlerin veya tefekküründe felsefeye ağırlık vermiş olanların görüşleri kastedilir.( Kadir Mısıroğlu, İslâm Dünya Görüşü, sf. 32-33, Sebil Yayınevi, İstanbul 2008.) Bâzen de İslâm felsefesi tâbiriyle, dînin mücerred hakîkatleri anlatılmak istenir. Yoksa bu tâbir, İslâm’ın felsefeye müsâid olduğu mânâsına gelmez.
Meselâ İslâm da -belli ölçüde- rasyonalist, yani akılcıdır. İslâm, akla büyük değer verir. Öyle ki onu, Allah katında mes’ûl sayılmanın iki temel şartından biri sayar. Bu şartların biri, bâliğ olmak, yani bülûğa ermek; diğeri ise âkil olmak, yani haramı helâli, günahı sevâbı, yanlışı doğruyu birbirinden ayırt edebilecek seviyede aklî melekelerin gelişmiş olmasıdır. Bu sebeple çocuklar ve mecnunlar, İslâm nazarında amellerinden mes’ûl sayılmazlar.
Akla bu derecede ehemmiyet veren İslâm, mü’minleri her vesîleyle, hayat ve kâinâtın hakîkatlerini ve ilâhî beyanların hikmetlerini tefekküre teşvik eder. Bu ise ancak, birtakım menfîliklerle şartlandırılmamış olan “selîm akıl”la yapılabilir.
 
HİÇ BİR VARLIK SINIRSIZ KUDRETE SAHİP DEĞİL
Bununla birlikte İslâm’da, aklın hakîkatleri kavrayış kâbiliyetinin sınırsız olmadığı açıkça beyân edilmiştir. Zira Cenâb-ı Hak, yarattığı hiçbir varlığa hudutsuz bir kudret lûtfetmemiştir.
Bütün mahlûkâtın ilâhî bir lûtuf olarak sahip olduğu tâkatler hudutludur. Akıl da sahibine, hakîkate ulaşma hususunda sınırlı bir imkân sağlayabilir. Hayat ve kâinâtın ihtivâ ettiği hakîkatler ise, aklın bu salâhiyet dairesine mahsus olmayıp sonsuzdur. Bu gerçek de aklın, hakîkatleri kâmil mânâda idrâk etmekte “lâzım”, fakat “kifâyetsiz” olduğunu gösterir. Bu sebepledir ki İslâm âlimleri aklı, “akl-ı nâkıs” veya “akl-ı cüz’î” olarak ifâde etmişlerdir.
Yine bundan dolayıdır ki îman; “dil ile ikrarla birlikte -aklen değil- kalben tasdik” neticesinde gerçekleşir. Bu İslâmî esas bile, ulaşılmak istenen hedefe sadece akıl vâsıtasıyla varılamayıp onun tükendiği anda başlayacak olan kalbî bir faaliyetle, yani “teslîmiyet” ve “ön kabul” ile ulaşılabileceğini gösterir.

BEŞERİ İLİM YARIN BAŞINA NE GELECEĞİNDEN BİLE HABERSİZ
Zira beşerî akıl, ne kadar yüksek bir seviyede olursa olsun, onunla elde edilebilecek gerçekler, ilmi sonsuz olan Yaratıcımız’ın bildirdikleri karşısında, bir “hiç” mesâbesindedir.
Âyet-i kerîmede buyrulduğu üzere;
…Allâh’ın ilmi her şeyi kuşatmıştır…” (el-A‘râf, 89)
Beşerin ilmi ise, yarın başına ne geleceğinden bile habersizdir!..
Bu bakımdan akıl, kendisini yaratan Rabbinin ilâhî beyanları istikâmetinde kullanıldığı takdirde, var oluş gâyesini gerçekleştirmiş olur.
KAYNAK: Osman Nûri TOPBAŞ, İslâm Nazarında Akıl ve Felsefe, Erkam Yayınları, 2013, İstanbul

 

Esma'ul Hüsna 56. İsm-i Şerif

Esma'ul Hüsna 56. İsm-i Şerif
 

TERAVİH NAMAZI


 
Ramazan ayı teravih namazı
1. Teravih namazı, sünnet-i müekkededir. Hulefa-i Raşidin (dört büyük halife (Radıyallahu Anhum) buna devam etmiştir.
Teravih namazına niyet nasıl yapılır.?
2. Bu namazın niyetinde teravih namazına veya gecenin kıyamına veya vaktin sünnetine veya ramazan-ı şerifin kıyamına niyet edilebilir.
Teravih namazının hepsi bir namaz mesabesinde olduğundan, her iki rekatında ayrıca niyet lazım gelmez, en doğru görüş budur.
Teravih namazı kaç rekat kılınır.?
3. Teravihin rekat sayısı hakkında birkaç görüş varsa da, efdal olanı, Ömer (Radıyallahu Anh) Osman (Radıyallahu Anh) ve Ali (Radıyallahu Anh) zamanlarında uygulanan şekliyle yirmi rekat olarak kılmaktır.
Çünkü Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) dört büyük halifenin sünnetine sıkıca sarılmayı emretmiştir.
Teravih namazı ne vakit kılınır?
4. Teravih namazı, yatsı namazıyla şafak’a yakın zaman arasındaki süre içinde kılınır. Fukahanın cumhuruna göre; en efdali olanı yatsının son sünnetinden sonra ve vitirden önce kılınmasıdır.
Hanefilere göre; teravihin vakti, yatsı namazı ile vitirnamazı arasıdır.
Teravih namazı hızlı kılmak
5. Teravih namazı diğer namazlardan farksız olduğu için, namazın sünnetlerini, ve adabını ihlal edici bir hızla kılınmamalıdır. Bunu acele bitirme hususunda maalesef bazı imamlar ve bir kısım cemaat adeta yarışmaktadır.
Hatta bazen Ta’dil-i erkanı bile terk ederek, işi namazının ifsadına (bozulmasına) kadar götürülmektedir. Rabbim cümlemize şuur ihsan eylesin!..
Teravih namazında kıraatin uzatılması
6. Teravih namazında imamın, sünnet miktarı kraatten fazla okuyarak uzatması cemaati yormaya ve kaçırmaya sebep olacağından, mekruh sayılmıştır.
Teravih Namazı Nasıl kılınır.
Teravih namazı tek başına kılınabilen bir namazdır. Gücü yeten tek başına da kılabilir.
En güzeli cemaatle kılınmasıdır. Nitekim
Ama yinede en makbul olanı cemaatle kılınmasıdır nitekim.
Ali (Radıyalllahu Anh): “Ramazan ayı çıkıncaya kadar her gece yatsıyı cemaatle kılan kimse, muhakkak onun kıyamını yerine getirmiştir.”
            Teravih namazı yatsı namazı ile birlikte kılınır.
1. Öncelikle yatsının ilk dört rekatlık sünneti kılınır.
2. Sonra yatsı namazının dört rekatlık farzı cemaatle kılınır.
3. Sonra yatsı namazının son iki rekatlık sünnetini kılarız.
4. Son sünneti kıldıktan sonra cemaatle birlikte yirmi rekat teravih namazı kılınır.
5. Ve son olarak vitir namazı cemaatle kılınır.
Ramazan-ı şerif ayı ile ilgili tüm konulara Cübbeli Ahmet Hocamızın Ramazan-ı Şerif Risalesinden ulaşabilrisiniz.
·Ramazan-ı şerife ait hususiyetler
·Ramazan-ı şerifin günleri
·Ramazan-ı şerifin orucu
·Ramazan-ı şerifin namazları
·Ramazan-ı şerifteki faziletli ameller