Namaz,
hicretten bir buçuk sene evvel İsrâ gecesi her mükellef üzerine farz
kılınmıştır. İslam’ın, imandan sonraki en önemli emridir. Peygamber Efendimiz
(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) yedi yaşına girmiş olan çocuklara emredilmesini,
on yaşına girdiklerinde üzerlerine daha birçok düşerek namaz kılmalarının
sağlanmasını hatta bunun için hafifçe dövülebileceklerini buyurmuştur.[1]
عَنْ عَمْرِو بْنِ شُعَيْبٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ جَدِّهِ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مُرُوا أَوْلاَدَكُمْ بِالصَّلاَةِ وَهُمْ أَبْنَاءُ سَبْعِ سِنِينَ وَاضْرِبُوهُمْ عَلَيْهَا وَهُمْ أَبْنَاءُ عَشْرِ سِنِينَ وَفَرِّقُوا بَيْنَهُمْ فِى الْمَضَاجِعِ
Amr b. Şuayb
babsından o da dedesinden (Allah onlardan razı olsun), Peygamber Efendimiz
(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in şöyle dediğini rivayet etmiştir:”Çocuklarınız
yedi yaşma ulaştıklarında onlara namazı emrediniz. On yaşına geldiklerinde
namaz kılmazlarsa onları (hafifçe)dövün ve (o yaşa gelen çocukların)yataklarını
da ayırın.”[2]
Kitap,
sünnet ve icma ile sabit olan namaz, farz-ı ayn bir ibadettir. Bu hususta
Müslümanlar arasında her hangi bir ihtilaf söz konusu değildir.
Allah Teâlâ
şöyle buyuruyor:
وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَارْكَعُوا مَعَ الرَّاكِعِينَ
“Namazı kılın, zekâtı verin. Rükû
edenlerle birlikte siz de rükû edin.”[3]
Bir diğer
ayet-i kerimesinde Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
فَإِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلَاةَ فَاذْكُرُوا اللَّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَى جُنُوبِكُمْ فَإِذَا اطْمَأْنَنْتُمْ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا
“Namazı kıldınız mı, gerek ayakta,
gerek otururken ve gerek yan yatarak hep Allah’ı anın. Güvene kavuştunuz mu
namazı tam olarak kılın. Çünkü namaz, mü’minlere belirli vakitlere bağlı olarak
farz kılınmıştır.”[4]
Peygamber
Efendimiz(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَقَالَ عَبْدُ اللَّهِ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ قَالَ صلى الله عليه وسلم بُنِىَ الإِسْلاَمُ عَلَى خَمْسٍ شَهَادَةِ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ وَإِقَامِ الصَّلاَةِ وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ وَحَجِّ الْبَيْتِ وَصَوْمِ رَمَضَانَ
İbn Ömer
(Allah onlardan razı olsun), Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve
Sellem)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “İslam beş temel üzerine bina
edilmiştir. Allah’tan başka ilah bulunmadığına, Muhammed’in Allah’ın elçisi
olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Beytullahı haccetmek ve
Ramazan orucunu tutmak” [5]
Namazın farz
olduğuna dair icma eden âlimler, onu inkâr edenin kâfir olduğu konusunda da
icma etmişlerdir. Bu konuda her hangi bir ihtilaf söz konusu değildir.
Bu denli
önemli bir ibadeti Müslüman olanın yerine getirmemesi düşünülemez. Hatta o
kadar ki sadece baş işareti (ima) yapabilecek olan bir hastanın dahi namazı
terk etmesine ruhsat verilmemiştir. Namaz, bu önemine rağmen terkedilecek
olursa onu terk eden hem dünyada hem de ahirette cezalandırılır.
Namaz
kılmayanların Ahirette ki cezalarına ilişkin olarak Allah Teâlâ şöyle
buyuruyor:
فِي
جَنَّاتٍ يَتَسَاءَلُونَ * عَنِ الْمُجْرِمِينَ * مَا سَلَكَكُمْ فِي سَقَرَ * قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلِّينَ
“Onlar cennetlerdedirler. Birbirlerine
suçlular hakkında sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler: “Sizi Sekar’a
(cehenneme) ne soktu?” Onlar şöyle derler: “Biz namaz kılanlardan değildik.”[6]
فَخَلَفَ مِن بَعْدِهِمْ خَلْفٌ أَضَاعُوا الصَّلَاةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيًّا
“Onlardan sonra, namazı zayi eden,
şehvet ve dünyevî tutkularının peşine düşen bir nesil geldi. Onlar bu
tutumlarından ötürü büyük bir azaba çarptırılacaklardır.”[7]
Namazı terk
etmenin dünyadaki cezasına gelince: Hanefi fakihlerine göre; namazın farz bir
ibadet olduğunu kabul ettiği halde, onu sırf tembelliği veya umursamazlığından
terk eden kişinin cezası; hapsedilmesi ve namaz kılıncaya kadar dövülmesidir.
Bu durumda ya tövbe edip namazını kılar, ya da hapishanede ölür. Orucu terk
edenin cezası da budur.
Hanefilere
göre Müslüman, namaz kılmadığından dolayı öldürülmez. Çünkü Peygamber
Efendimiz(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لاَ يَحِلُّ دَمُ امْرِئٍ مُسْلِمٍ يَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَنِّى رَسُولُ اللَّهِ إِلاَّ بِإِحْدَى ثَلاَثٍ الثَّيِّبُ الزَّانِ وَالنَّفْسُ بِالنَّفْسِ وَالتَّارِكُ لِدِينِهِ الْمُفَارِقُ لِلْجَمَاعَةِ
Abdullah
(Allah ondan razı olsun), Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim
Allah Resulü olduğuma şahadet eden Müslüman bir kimsenin kanı (öldürülmesi)asla
helal değildir. Ancak üç şeyden dolayı helaldir; dul kadının zinası, cana karşı
can[8], dini terk edip cemaatten (İslam’dan)ayrılmak.”[9]
Şafîî,
Malikî ve Hanbelîlere göre namazı terk eden kişi mürted (dinden dönen) gibi üç
gün tövbe etmeye çağrılır. Tövbe etmezse öldürülür. Ancak Şafii ve Malikilere
göre öldürülme sebebi, Hanbelilerin ileri sürdüğü öldürme sebebinden farklıdır.
Şöyle ki;
Şafîî ve Malikîlere göre namazı terk edenin öldürülmesi “hadden” dir. Zira
namazı terk etmek; zina, iffete iftira, hırsızlık ve diğer şer’i cezalar gibi”
haddi gerektiren bir suçtur. Yani ceza hukukunda işlenen suça karşı mahkemenin
vereceği cezadır. Bu şekilde öldürülen, Müslüman olarak ölmüş olur. Kâfir
olduğundan dolayı öldürülmüş olsaydı Müslüman ölüye uygulanan cenaze namazı ve
sair işlemler ona uygulanmayacaktı. Fakat Müslüman olarak ölmüş olacağı için
cenazesi kılınacaktır.
Allah Teâlâ
şöyle buyuruyor:
انَّ اللَّهَ لَا يَغْفِرُ أَنْ يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَنْ يَشَاءُ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللَّهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا بَعِيدًا
“Şüphesiz Allah, kendisine ortak
koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları, dilediği kimseler için
bağışlar. Allah’a ortak koşan, kuşkusuz, derin bir sapıklığa düşmüştür.”[10]
Bu konuda
birçok hadisi şerif vardır. Bu hadislerden biri de Ebu Hureyre (Allah ondan
razı olsun)’den rivayet edilen şu hadis-i şeriftir:
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَعَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ إِنَّ أَوَّلَ مَا يُحَاسَبُ النَّاسُ بِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنْ أَعْمَالِهِمُ الصَّلاَةُ قَالَ يَقُولُ رَبُّنَا جَلَّ وَعَزَّ لِمَلاَئِكَتِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ انْظُرُوا فِى صَلاَةِ عَبْدِى أَتَمَّهَا أَمْ نَقَصَهَا فَإِنْ كَانَتْ تَامَّةً كُتِبَتْ لَهُ تَامَّةً وَإِنْ كَانَ انْتَقَصَ مِنْهَا شَيْئًا قَالَ انْظُرُوا هَلْ لِعَبْدِى مِنْ تَطَوُّعٍ فَإِنْ كَانَ لَهُ تَطَوُّعٌ قَالَ أَتِمُّوا لِعَبْدِى فَرِيضَتَهُ مِنْ تَطَوُّعِهِ ثُمَّ تُؤْخَذُ الأَعْمَالُ عَلَى ذَاكُمْ
Ebu Hüreyre
(Allah ondan razı olsun), Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Kıyamet gününde kulun ilk hesaba
çekileceği şey farz namazdır. Eğer bu namazı tam olarak yerine getirmişse ne
güzel! Yerine getirmemişse ona şöyle denecektir: Bakın bakalım bu kişinin
nafile namazı var mıdır?
Eğer nafile
namazları var ise, noksan olan farz namazları nafile namazlarıyla tamamlanır.
Sonra diğer farzlar için de aynı şeyler yapılır.”[11]
Bu iki
mezhebe göre namazı terk ettiğinden dolayı öldürülen kişinin cenaze namazı
kılınır ve Müslümanların mezarlığına defnedilir.[12]
Ahmed bin
Hanbel (Allah ondan razı olsun)’e göre; hiçbir özür olmaksızın namazı terk eden
kâfir olacağından dolayı öldürülür.
Umursamazlığı
veya tembelliğinden dolayı namazı terk eden kişi, önce namaz kılmaya çağrılır.
Ona “Namaz kılarsan ne güzel! Kılmazsan seni katledeceğiz” denir. Bu davetten
sonra kılarsa, ne güzel! Kılmazsa katli vacib olur. Ancak katledilmeden önce üç
gün hapsedilir. Bu günler içerisinde her namaz vakti, namaz kılmaya çağrılır,
katledilmekle korkutulur. Yine de kılmazsa katledilir.
Ahmet b.
Hanbel bu görüşüne şu ayeti ve beraberinde birçok hadis-i şerifi delil
getirmiştir.
Allah Teâlâ
şöyle buyuruyor:
فَإِذَا انسَلَخَ الأَشْهُرُ الْحُرُمُ فَاقْتُلُواْ الْمُشْرِكِينَ حَيْثُ وَجَدتُّمُوهُمْ وَخُذُوهُمْ وَاحْصُرُوهُمْ وَاقْعُدُواْ لَهُمْ كُلَّ مَرْصَدٍ فَإِن تَابُواْ وَأَقَامُواْ الصَّلاَةَ وَآتَوُاْ الزَّكَاةَ فَخَلُّواْ سَبِيلَهُمْ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Haram aylar çıkınca bu Allah’a ortak
koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her
gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp
zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok
bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”[13]
Bu ayete
göre serbest bırakılma şartı tövbe edip namaz kılmasına bağlanmıştır.
عَنْ جَابِر بْن عَبْدِ اللَّهِ يَقُولُ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ إِنَّ بَيْنَ الرَّجُلِ وَبَيْنَ الشِّرْكِ وَالْكُفْرِ تَرْكَ الصَّلاَةِ
Câbir b.
Abdillah (Allah ondan razı olsun), Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve
Sellem)’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Kuşkusuz kişinin, küfür ve şirk
ile arasında namazı terk etmek vardır”[14]
Ezcümle:Hanefî,
Malikî ve Şafîîlere göre tembellik veya umursamazlığından dolayı namazı terk
eden kişi, namazın farz bir ibadet olduğunu kabul ettiği sürece kâfir olmaz.
Ancak günahkâr bir Müslüman olur.
Çünkü bir
kimsenin kelime-i şehadet getirdikten sonra cehennemde ebedi olarak
kalmayacağına dair kesin deliller vardır.
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَعَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَأُمِرْتُ أَنْ أُقَاتِلَ النَّاسَ حَتَّى يَقُولُوا لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ فَمَنْ قَالَ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ فَقَدْ عَصَمَ مِنِّى مَالَهُ وَنَفْسَهُ إِلاَّ بِحَقِّهِ وَحِسَابُهُ عَلَى اللَّهِ
Ebu Hüreyre
(Allah ondan razı olsun), Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Lâ ilâhe illallah (Allahtan başka ilah
yoktur) deyinceye kadar insanlarla savaşmakla emredildim. Artık her kim Lâ
ilâhe illallah derse malı ve kanını benden korumuştur. (Malı alınamaz, kanı
akıtılamaz[15].) Ancak bir hak nedeniyle (kısas edilmesi veya malının
alınması)gerekirse müstesna. Artık bu kimsenin hesabı Allah Teâlâ’ya
aittir.”[16]
Hanbelilerin
namazı terk edenin kâfir olduğuna dair getirdikleri hadisleri Hanefî, Şafîî ve
Malikîler, namazı terk etmeyi helal kabul eden veya kâfirin müstahak olduğu
cezaya çarptırılmayı hak eden manasında tevil etmişlerdir.
Özetle şöyle
denir: Namazı inkâr eden kâfir olur. Hiçbir dini mazereti olmadığı halde sırf
tembelliğinden dolayı namazı terk eden bir Müslüman, darbedilir ve kılıncaya
kadar hapsedilir. Unutulmamalıdır ki bu tür cezaları uygulama şahısların işi
değildir. Aksine yetkili makamların işidir.
Allah Teâlâ
“Dinde zorlama yoktur” buyurduğu halde nasıl olurda namaz kılmayan kişi bu tür
cezalarla namaz kılmaya zorlanabilir şeklinde akla gelen suâlin de cevabı
şudur.
Evet, Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur:
لَا
إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللَّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى لَا انْفِصَامَ لَهَا وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
“Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk
sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa,
kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir,
hakkıyla bilendir.”[17]
Yani: Artık
hak ile bâtıl açıkça ortaya çıkmış, biri diğerinden ayrılmıştır. İslam’da,
dine girmek için zorlama yapmak yoktur. Doğru değildir. Öyleyse kim, şeytan ve
putlar gibi, Allah’tan başka tapınılan tağutları/putları-şeytanı tanımaz da
sadece Allah’ın, kendisinin rabbi ve hak mabudu
olduğuna iman ederse şüphesiz ki o, en sağlam bir iman kulpuna yapışmıştır. O
kulp kendisine sarılanı Allah’ın azabı ve cezasından kurtaracak olan en sağlam
bir kulptur. Allah, kendi birliğini tasdik edenlerin ikrarını işiten, ihlas ve
samimiyetlerini çok iyi bilendir.
Bazı
âlimlere göre bu ayetin hükmü kaldırılmıştır. Fakat sahih olan görüş, bu
ayetin hükmünün kaldırılmadığıdır. Bu âyet, İslam devletine Cizye vererek
boyun eğen ehl-i kitaba dair uygulanması gereken ahkâmdan bahsetmektedir.
Bunlardan, cizye verenleri İslam’a girmeye, İslam dinini kabul etmeye zorlama
yoktur. Fakat İslam dininden dönenler bu hükmün dışındadırlar. Onlar, İslam’ı
kabul etmeye zorlanırlar. Aksi halde mürtet olan şahıs katledilir.
Bir de
“Dinde zorlama yoktur” ayet-i celilesiyle vurgulanan kişilerin İslam’ı kabul
etmesi için zor kullanmanın doğru olmadığıdır. Yoksa namaz gibi dinin direği
olan vazifeleri Müslümanların yerine getirmesi için yetkili makamların zorlama
hakkı yoktur, manasında değildir.
Cemaatle
namaz kıldığı bilinen bir kişinin Müslüman olduğuna hükmolunabileceği gibi
hakkında bütün İslam ahkâmı cari olur.[18]
[1]Muhammed
Emin ibn Âbidîn, Reddu’l-Muhtâr
[2]Ebu
Dâvut, kitabu’s-salat, bâb: meta yu’meru’l-gulam bi’s-salat no: 495
[3]Bakara
Suresi/43
[4]Nisa
Suresi/103
[5]El-Buhari
kitabu’l-İman, bab:el-İman ve kavlu’n-nebiyyi buniye’l-İslâmu ala hamsin no:8;
Müslim, kitabu’l-İman bâb: kavlu’n-nebiyyi buniye’l-İslâmu ala hamsin no:121.
[6]Müddessir
Suresi/40-43
[7]Meryem Suresi/59
[8]Yani
kasten adam öldürme neticesinde yetkili makamlar tarafından uygulanacak kısas.
[9]El-Buharî,
kitabu’d-diyât, bâb: 5; Müslim, kitabu’l-kasâme, bâb: ma yubahu bihi
demu’l-Müslim
[10]Nisa
Suresi/ 116
[11]Ebu
Davud, kitabu’s-salat, bâb:kullu salatin la yütimmuha sahibuha tetimmu min
tadavvuihi no: 864
[12]El-Fıkhu’l-İslami
ve Edilletuhu / Vehbe Zuhayli: 1/504
[13]Tevbe
Suresi/5
[14]El-Buhari,
kitabu’z-Zekât, bâb: vucubu’z-zekât; Müslim, kitabu’l-İmân, bâb: el-emru bi
kıtali’n-nas hatta yekulu lâ ilâhe illellâh.
[15]Yani
malı ve canı artık bize emanettir. Onu İslam mahkun-i’d-dem yani canı ve malı
heder edilemeyecek, devlet tarafından korunacak olan kişiler arasına alır.
[16]El-Buharî,
Kitabu’l-cihad ve’s-siyer, bâb:dua’u n-nebiyyi ile’l-islami vbe’n-nübüvvet;
Müslim, kitabu’l-İman, bâb:el-emru bi kıtali’n-nas hatta yekulû lâ ilâhe
illellah
[17]Bakara
sûresi/256
[18]Muhammed
Emin ibn Âbidîn, Reddu’l-Muhtâr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.