Esma'ul Hüsna 77 ve 78. İsm-i Şerifleri
A´dan Z´ye… ا´den ي´ye… Beşikten mezara kadar öğrenilmesi gereken, kadın-erkek tüm Müslümanlara farz olan ve sonu Cennete varan bir yoldur İlim✦Amel✦İhlas
Allah-u Teâlâ'nın Kendileri İle Dua Edilmesini En Çok Sevdiği İsm-i Şerifler
Allah-u Teâlâ'nın Kendileri İle Dua Edilmesini En Çok Sevdiği İsm-i Şerifler
Lalegül Dergisi
Her Ayin, Özellikle de Safer Ayinin Başında Okunarak Korkulardan Kurtulmaya, Zelil Durumdan Aziz Olmaya Vesile Olacak Acayip Bir Dua
Her Ayin, Özellikle de Safer Ayinin Başında Okunarak Korkulardan Kurtulmaya, Zelil Durumdan Aziz Olmaya Vesile Olacak Acayip Bir Dua
SARIKLI SOSYALİSTLER ve MÜSLÜMAN KÜRTLER
Allah
Rasulü (s.a.v) insanları İslam’ın
hakikatine çağırdı. Münafıklar (sureten) suretine, sahabe ise hakikatine inandı
İslam’ın. Cahiliyye örfünden kopan ilk müslümanlar, bir hendeğe düşercesine
düştü hakikatin kucağına. Hattab’ın oğlu Ömer olarak gelip, “İslam’ın oğlu
Ömer” diye mezun oldular İslam okulundan. Hayata bakışlarıyla annesinden,
babasından ayrılan; yeri, yurdu farklı olmasına rağmen ‘Lailâhe illellah
Muhammedurrasulullah’ diyenlerle ‘bunyanûn mersus/kenetlenmiş bir yapı’ olan
bir nesil yetişti. Mekke müşriklerini rahatsız eden de bu ümmet yapısıydı. Hz.
Ebû Bekir’le köle Bilal b. Rabah’ı kardeş yapan İslam’a karşı imtiyazlarını
koruyabilmek için savaş kararı aldı Mekke Parlamentosu. Bunun için Bedir’e, Uhud’a
gittiler. Müşrikler, Yahudiler, Münafıklar bu yapıyı çökertmek için Hendek
muharebesinde güç birliği yaptı, koalisyon kurdu. Medine’de farklı kabilelere
mensup olan sahabe arasında “uhuvvet-i İslamiyye” güçlendikçe ırka dayalı
cahiliyye yapısının çözülmesi hız kazandı. Bu durumu yarınları adına tehlikeli
gören münafıklar önlerine çıkan her fırsatta, İslam’ın ortaya koyduğu Ümmet
yapısını hedef aldı.
Münafıklar
Devrede
Allah
Rasulü’nün (s.a.v) büyük uğraşılar
vererek birleştirdiği yürekleri dağıtabilmek için Yahudiler bir koldan,
Münafıklar ise bir başka koldan çalıştı. Bunun için Mureysî Gazvesi’ne
münafıklar hiç olmadığı kadar büyük bir sayıyla katıldı. Zafer kazanılınca
tedirginlikleri daha da arttı, Ensar-Muhacir kardeşliğini parçalayabilmek için
habbeyi kubbe yapma hilesine başvurdular. Bir kuyu başında Sinan b. Veber
el-Cuhenî ile Cahcah b Saîd arasındaki kavga, bir anda Ensar-Muhacir
mücadelesine döndü. Sinan, “Ya lel-Ensar/Yetişin Ey Ensar”, Cahcah da “Ya
LeKureyşin, Ya Le Kinane/Yetiş Ey Kureyş, Kinane! Neredesiniz!” diye seslendi
(İbn İshak, et-Tabâkat, II, 64-5).
Büyük
Oyun
Ensar
ve Muhacirin aşırı tahrik altında birbirleri hakkında sarfettikleri ifadeleri,
İslam kardeşliğini parçalama noktasında kullanmak isteyen nifak cephesinin
lideri Abdullah b. Übey, Ensar’a, “Hele bir Medine’ye dönelim o zaman en aziz
olan (kendisini ve münafıkları kastediyor), en zelil olanı (Allah Rasulü’nü
(s.a.v) ve muhaciri kastediyor) Medine’den çıkaracak.” dedi. Ardından da
Ensar’a yönelip, “Bunu siz yaptınız! Onları yerlerinize siz yerleştirdiniz,
mallarınızı onlarla siz paylaştınız. Bunun tek sorumlusu da sizlersiniz.” (İbn
İshak, et-Tabâkat, II, 65) dedi. Tahrikin nihai noktasında ortam o kadar
gerildi ki, Allah Rasulü ve muhacir
için, “Semmin kelbek ye’kulke/Besle köpeğini yesin seni.” gibi aşağılık
cümleler bile kuruldu. Ne varki, Allah Rasulü’nün tesis ettiği Ümmet yapısına en zor şartlarda
dahi sadakat gösteren Ensar’ın imanı bu “büyük oyunu” bozdu. Baş Münafık İbn
Übey’in hezeyanlarını onunla aynı kabileden olan genç sahabi Zeyd b Erkam Allah
Rasulü’ne bildirdi. Efendimiz
konuşmaları tetkik etti. Sonunda münafıkları anlatan ve malum hadiseyi tasdik
eden “Münafikûn Suresi” nâzil oldu. Münafıkların İslam millet yapısını
parçalamak için yaptığı hamlelere karşı geliştirilen Nebevî Müdafaa, benzer
durumlara sonraki zamanlarda nasıl karşı konacağı noktasında fevkalade canlı
bir tecrübe, tam bir üsve-i hasene oldu.
Babasının
Yolunu Kesen Sahabi
Babasının
Allah Rasulü ile alakalı sarf ettiği
cümlelere muttali olan Abdullah b Übeyy’in oğlu Abdullah, Efendimiz’in huzuruna
çıkıp, “Eğer babamı öldüreceksen bunu bana emret, sana başını ben getireyim/İn
Kunte failen fe Murnî bihi fe Ene Ehmilu ileyke ra’sehu” der. Abdullah’ın İslam
Millet yapısının her nevi ırkı aidiyetten daha güçlü olduğunu resmeden teklifi
üzerine Allah Rasulü, (s.a.v) “Hayır
babanı öldürmeyi kasdetmedim. Aramızda kaldığı müddetçe onunla iyi geçiniriz.”
buyurarak genç sahabiyi teselli etti (Muhammed Rıza, Muhammedun Rasulüllah , 279). Medine’de hiç kimsenin sevmediği
kadar babasını seven Abdullah, Ümmet yapısını parçalamayı amaçlayan pederine
karşı öfkesine hakim olamaz ve İslam ordusu Medine’ye yaklaştığı sırada Akik
vadisinde atından inip babasının yolunu keser, devesini çöktürüp ona,
“Kendinden başka ilah olmayan Allah Azze ve Celle’ye yemin olsun ki,
‘İnsanların en azizi Allah Rasulü (s.a.v), en zelili de benim.’ diye ikrarda
bulunmadan seni salmam, Medine’ye giremezsin, der( İbn İshak, et-Tabâkat, II,
65; Kurtubi’, el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, XVIII, 84).
Abdullah
b. Übeyy, karşısında kılıcını çeken, devesini çökerten oğlu Abdullah’ı bu halde
görünce şaşırır. İslam düşmanı bir babanın karşısında, Allah Rasulü’nün (s.a.v)
bağlısı bir oğul vardı ve babasını ölümle tehdit ediyordu. Sahabe bu manzarayı
hayretle izlerken yanlarına Allah Rasulü
gelir ve “Yemin olsun ki, aramızda yaşadığı müddetçe ona iyi
davranacağız. Bırak onu/da’hu” buyurdu (İbn İshak, et-Tabâkat, II, 65;
Mübarekfurî, er-Rahîku’l-Mahtum, 303).
Kıyafetiyle
İslam’ın, Davetiyle Marksistlerin Yanında Yer Alanlar
Bedir’de,
Hendek’te, Müreysî’ Gazvesi dönüşünde İslam millet yapısını yıkamayan küfür
cephesi hiç boş durmadı, geliştirdiği yeni senaryolarla İslam’ın yürüyüşünü
durdurma çalışmalarına devam etti. Bu noktada kıyafetiyle Müslüman, hakikatiyle
ise zındık olan pek çok isim tamir adına din tahripçiliği yaptı.
Nifak
Oyunları
Allah
Rasulü (s.a.v), Medine’ye gelenlere bizzat kendisi, gelemeyenlere ise ashabıyla
davasını tebliğ etti. Farklı ırklardan yeni bir millet yapısı ortaya çıkardı.
Devleti o millet yapısıyla kurdu, Bedir’de zaferi onunla kazandı. Bütün siyaset
merkezlerine, zulüm tapınaklarına kulluk çağırısında bulundu. Zalime, tağuta meydan
okudu. Uhud’ta ağır darbeler aldıktan, en yakınlarını şehit verdikten,
Hendek’te kuşatıldıktan kısa zaman sonra Bizans’a karşı sefer hazırlığına
başladı. Hadiseyi maddi mikyasta değerlendirenler, “Muhammed’in Bizans’la
hesaplaşma iradesi bir cinnet halidir.” demekteydi. Fakat O tam bir tevekkülle ashabına, “Üzülmeyin,
gevşemeyin, eğer inanıyorsanız üstün olan sizlersiniz.”; ”Allah size yardım
edince kim size galip olabilir?” ayetlerini okudu. Allah Rasulü (s.a.v) -harb
meydanlarında aldığı darbelere rağmen- bütün stratejik planları altüst eden bir
iradeyle Bizans üzerine yürüme kararlılığında geri adım atmadı. Bütün
insanlığın kurtuluşu için sağına soluna bakmadan yürüdü, atını yeryüzünün en önemli güç merkezlerine
sürdü. O, bu meydan okuyuşu başlattığında ashabının en önemli dayanağı imandı.
Sahabe imanla eşyanın da insanın da hakikatine vakıf oldu. Bizans’ı, İran’ı
asli suretleriyle gördü. Dışı muhteşem, yüreği kokmuş bir uygarlık vardı
karşılarında. Bu yüzden ürkmediler. Yürüdüler.
Ümmet Birliği ve İman Kardeşliği - Mehmet Şevket Eygi
ÜMMET birliğini ve İslam kardeşliğini zedelememek için bütün Kur’an Sünnet
Cemaat Müslümanları aşağıdaki hususlara ve inceliklere dikkat etmelidir.
Maddeler halinde yazıyorum:
1. Sünnî kesime mensup iki âlim, iki fakih, iki şeyh, iki mürşid ilmî,
tasavvufî bir konuda tartışırlarsa Müslüman halkın taraf tutmaması, ikisine de
saygı göstermesi gerekir. Bir örnek vereyim, İmam Buhari hazretleri, İmam-ı
Azam Hanefi Hazretleri’ni tenkit etmiştir. Biz taraf tutmayız, Ebu Hanife
hazretlerini mezhep imamı(mız) olarak kabul eder kendisini çok sayar ve
severiz, İmam Buhari hazretlerini de hadis konusunda imam kabul ederiz.
2. İcazetli bir din âlimi, bir şeyh efendiyi tenkit ederse o şeyh efendinin
müritleri terbiye ve vakarlarını bozmazlar, o âlime sövüp sayıp düşmanlık
etmezler.
3. İki muhterem şeyh efendi bir konuda ihtilafa düşseler ikisinin
dervişleri tartışmalı konulara bulaşmazlar.
4. Sizin çok muhterem bir şeyhiniz var, bir zat onu tenkit ettiğinde o
tenkitçiye düşman olursanız fitne ve fesat çıkar. Ne yapacaksınız? “Bu tenkitçi
zatın benim şeyhim konusunda nasibi yoktur…” diyerek fitne ateşini
söndüreceksiniz.
5. Ehl-i Sünnet Müslümanları arasında meşreb farklılıkları vardır. Meşreb
farkı yüzünden Müslümana düşman olmak, kardeşlik bağlarını kopartmak ve olumsuz
şekilde tartışmak çok yanlış olur. Nakşîlik ile Mevlevîlik arasında teferruata
ait farklılıklar vardır, bunların kardeşlik hukukunu zedelememesi gerekir.
6. İmana, İslam’a, Kur’ana, Sünnete, Şeriata hasbeten lillah hizmet eden
bir üstadın sağlığında onun cemaati birlik içindeydi. Vefatından sonra
ayrılmalar, parçalanmalar, çekişmeler görüldü. Birkaç sene önce
Antalya’nın bir ilçesine gitmiştim, orada o büyük ve muhterem zata bağlı bir
kardeşimizle konuşurken cemaat kaça ayrıldı dedim, “Yirmi iki şubeye ayrıldı…”
cevabını verdi. Üç hafta önce Fatih’te bir mecliste sohbet edilirken
“Filancalar yirmi iki parçaya ayrılmış” deyince oradaki bir zat “Kaç yirmi iki
parça!” dedi. Yeni bir şey değil, tarih boyunca Müslümanların belini kıran en
büyük âfet ve felâket bölünmek, birbirinden kopmak, olumsuz şekilde tartışıp
çekişmektir. Bunu önlemenin yolu da her ne pahasına olursa olsun Ehl-i Sünnet
Müslümanlarının birbirlerini meşreb farklılıklarına rağmen kardeş
bilmeleridir.
Sünniliğin temel prensiplerinden biri şudur: “Fasık veya facir olsun,
Müslümanın ardında namaz kılınır” yeter ki onun fıskı, fücuru, bid’ati imanına
ve namazının sıhhatine mâni olmasın.
7. 1960’tan itibaren Sünni kesimde kasıtlı ve yapay hizipleşmeler ve
düşmanlıklar oluşturuldu. Yakın tarihte ve şu anda İslamî kesimin ve hareketin
içinde sürüyle casus, ajan, provokatör, yönlendirici, istihbaratçı, münafık,
bid’atçi, reformcu; İbn Sebe’ler, Lawrence’lar Hempher’lar cirit atmaktadır.
Bunlar,bir ve beraber olması gereken Ümmet-i Muhammed’i bin fırkaya ayırmışlar
ve bol miktarda fitne tohumu ekmişlerdir. Tavşana kaç, tazıya tut derler.
Maalesef dünya üzerinde aldatılması en kolay, aldatılmaya en yatkın halk
Müslüman halktır. Hadis-i şerifte “Mü’min bir delikten çıkan (zararlı mahluk…
yılan, akrep…) iki defa sokulmaz” buyuruluyor. Biz maalesef bin kere sokulsak
akıllanmıyoruz.
8. Müslüman halk dinî konularda, bilhassa Kur’an-ı Kerim konusunda
tartışmamalıdır. Câhillerin Kur’an âyetlerini tartışmaları haramdır. Cahillerin
kendi heva ve reyleriyle Kur’anı yorumlamaları haramdır.
Sünni Müslümanlarla, Şiî Müslümanların da tartışmamaları gerekir.
9. Alevilik İslamiyet’in bir fırkasıdır. Bir takım kripto Yahudiler, kripto
Haçlılar Alevi postuna bürünerek Sünnilerle Alevileri birbirine düşman etmek
istiyor. Bunların oyunlarına gelmemeliyiz. Köken ve inanç itibariyle Alevi
olmayan bir zat kocaman bir kitap yazdı, ismi “Ali’siz Alevilik…”, böyle
saçmalık olur mu? Belli ki bunda bir kasıt var. Türkiye gemisinde birlikte
yolculuk eden Sünniler ve Aleviler sosyal barış ve mutabakat içinde olmazlarsa
gemi tehlikeye girmez mi, Titanic gibi batmaz mı?
10. İki İslam ülkesinden ülkemize petro-dolarlar geliyor,
bunlarla Sünni Müslümanların müşrik ve kâfir olduğu yahut Hz. Ömerin
zalim ve münafık olduğu propagandası yapılıyor. Maalesef bu konuda
Müslümanları uyarması gereken bir takım muhteremler uyarma, aydınlatma,
bilgilendirme, cerh ve iptal hizmetlerini yapmıyor.
Mehmet Şevket Eygi
http://www.gazetevahdet.com/yazarlar.htm
KUR’AN MÜDAFAASI - İhsan Şenocak Hoca Efendi
Ümmet Kur’an-ı Kerim’e
hem bugünün hem de yarının sorunlarını çözen bir kitap olarak baktı. Her şeyi
önce onda aradı. Okunduğu mekanlarda abdestsiz dolaşmadı. Bir hafız bir meclise
girdiğinde yaşına bakmadan Kur’an-ı Kerim’e ihtiramdan hazirun ayağa kalkardı.
Dedeler, hafız torunları önünde yürümekten haya ederdi. Namaz sonlarında
hafızlar müezzinlikte Kur’an-ı Kerîm okurken, “sırtımız Allah’ın ayetlerine
doğru olmasın.” diye yaşlılar bir yönlerini kıbleye, diğer yönlerini ise hafıza
karşı duracak şekilde otururdu. Onu okumaya muhatap olanları tebrik,
okuyacakları da teşvik etmek için yapılan “hatim merasimleri”ne köyden,
kasabadan, kentten insanlar akın eder, “ihtifal-i Kur’an”lar şehrayine dönerdi.
Harf ve Mana
Her alim Kur’an-ı
Kerîm’i ayrı bir cihetten incelerdi. Nahiv onu anlamak, belağat onun
güzelliklerini ortaya çıkarmak, usûl “ahkam-ı fıkhıyye”yi murad-ı ilahi
çerçevesinde istinbat etmek için telif edilmişti. Boşanan aynı zamanda da
çocuğunu emziren kadınların nafakasının örfe uygun bir şekilde babaya ait
olduğunu bildiren (Bakara: 233) ayet-i kerimenin “ibaresi”nden annenin
nafakasının babaya ait olduğu, “المولود له” deki ihtisas ifade eden “ل”
harfinden de, çocuğun babaya mülkiyet bakımından değil nesep yoluyla ait olduğu
ve bunun “nassın işareti”nden anlaşıldığı söylendi (bk. İbn Kutluboğa, Şerh-u
Muhtasari’l-Menar, 99). Müfessirler, usulcüler, fakihler Allah kelamı olan
Kur’an’ın harflerine de, hayatlarına dair hükümler çıkarılacak esaslar olarak
baktı. Kelimat-ı Kur’an gibi, huruf-u Kur’an da inşaya, inkişafa vasıta oldu.
Bazen bir müçtehit tek bir ayete takılıp sabaha kadar ondan pekçok hüküm
çıkardı. Tefsirlerde, kıraat ederken nerede durmak gerektiğine, vakıfta,
vasılda mananın nasıl olduğuna işaret edildi(bk. Nesefî, Medârik, II, 654).
Muhteva itibariyle,
تَنزِيلٌ مِّنْ حَكِيمٍ
حَمِيدٍ لَا يَأْتِيهِ الْبَاطِلُ مِن بَيْنِ يَدَيْهِ وَلَا مِنْ خَلْفِهِ
“Ona önünden de
ardından da batıl gelemez. O, hikmet sahibi çok övülen Allah’tan
indirilmiştir.”(Fussilet, 42) kıymetinde olması onu hem bütün kitaplardan
ayırdı, hem de rasih alimler gözünde hiçbir kitaba nasip olmayacak derecede
büyüttü. Okunmasına ihtifalle başlandı, ezberlenmesi, tefsiri, yaşanması şehr-i
ayin tadında oldu.
Ondört Asırdır Kapanmayan Ofis:
Kur’an Düşmanları “Ar-ge”si
Kur’an-ı Kerim’in
ümmet için rükn-u şedîd olması, onun sarsılmasıyla İslam binasının çökeceğinin
vehmedilmesi saldırıların öncelikle ona yönelmesine yol açtı. “Kur’an
muarızları” yeryüzünün en uzun ömürlü “ar-ge”si olarak çalıştı. Bir proje
elinde kalınca, diğerine sarıldı. 14 asırdır aynı kuruntuyla “Bu olmazsa,
diğeri olur.” diyerek yeni iftiralar üretti.
Kur’an-ı Kerim’in
talimatları, BM’ye ait bir karar gibi küresel güçlerin müeyyidesi ile değil,
yüreklerin inkıyadıyla intişar etti. Sonra da her dönemin hakim güçleriyle
hesaplaştı. Cahiliyye’den hesaplaşarak çıktı Kur’an. Diliyle “uydurma”
diyenler, yürekleriyle ona iman etti. Hz. Ömer gibi muhalifleri gizli gizli
Allah Rasulü’nün Kur’an okuyuşunu dinledi. “Madem insan sözü olduğunu iddia
ediyorsunuz benzerini, o olmazsa on suresinin, o da olmazsa bir suresinin
mislini getirin !” diye meydan okudu Kur’an. Şairler sustu, Mekke sustu.
Müşrikler her sessizliğin ardında bir fırtına koparmak istedi, yeni bir umutla Allah’tan
başka nisbeler arandı, bir mekr tutmayınca diğerine tevessül edildi, kalem ve
kelam kifayet etmeyince kılıçlar kuşandı, Kur’an’ı susturmak için savaştı
Mekke. Savaştı ve kaybetti. Bütün bunlar olurken diğer cepheden Kur’an’ın
yüreklere başlattığı yürüyüş devam etti. Gün geldi, kalbiyle teslim olup,
diliyle direnenler de onun karşısında diz çöküp iman etti.
Hiçbir asır ne Ebu
Cehilsiz ne de cahiliyyesiz kaldı. Farklı zamanlarda, farklı içeriklerde
Kur’an’a saldırlar hep devam etti. İbn Kuteybe (v. 276) “Te’vil-u
Müşkili’l-Kur’an”ı, Bâkillani, (v. 403) “İ’cazu’l-Kur’an”ı, Kadı Abdulcebbar
(v. 415) Tenzihu’l-Kur’an ani’l-Metain’i Ebu Cehil saldırılarını bertaraf etmek
için yazdı. Her biri zındıkların saldırılara karşı Kur’an müdafaası yaptı.
Zemahşeri, Razi, Beydavi, Nesefi’nin nahvi tahlillere sıklıkla yer vermesi,
İ’rabu’l-Kur’an’la alakalı telif edilen eserler de
أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ
الْقُرْآنَ وَلَوْ كَانَ مِنْ عِندِ غَيْرِ اللّهِ لَوَجَدُواْ فِيهِ اخْتِلاَفاً
كَثِيراً
“Eğer o Kur’an,
Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlıklar
bulurlardı.” ( Nisa: 82) ayetini tasdik sürecinde kaleme alındı. Ne var ki
Kur’an’a saldırılar durmadı ya yeni yeni şüpheler üretildi ya da eski marazlar
arşivden çıkarıldı. Geçen asırda Batı Müslümanlar karşısında siyasi, iktisadi
bir zafer kazanmasına rağmen iman cephesinde mücadeleyi kaybetti. On üç asırlık
mücadelede Nasranilik tevhid dini İslam karşısında büyük bir hezimet yaşadı.
Rahbaniliği savunan kilise, rabbanilik diyen, “din ve dünya”yı bir bütün gören
İslam’a Anadolu dahil pek çok dindaşının yaşadığı bölgeleri bırakmak zorunda
kaldı. Batı böyle bir dinle siyaseten istila ettiği bölgelerde insanları
İslam’dan koparıp, Hristiyanlaştıramayacağını bizzat gördü. Oryantalizm
Kur’an-ı Kerim ve İslam etrafında şüpheler oluşturarak Müslümanların
tesanüdünü, Kur’an’a ittibalarını koparmaya çalıştı.
Kur’an
Etrafında Oluşturulan Şüpheler
Kilise, defalarca
tahrif ettiği İncil’i, insanların İslam’a geçişini engelleyebilmek, “Dinse
aradığınız, bizde de var.” diyebilmek, onları yanlışla oyalayıp, doğrudan
alıkoymak için kullandı. Hristiyanlığın İslam hakkında ki sloganik
ifadelerini/iftiralarını İslam dünyasında yaymak için yeniden organize oldu.
Sömürü ve misyonerlikle yapamadığını, oryantalizm üzerinden gerçekleştirmeye
çalıştı. Özellikle Batı kentlerinde lisans, yüksek lisans eğitimi gören
gençlere İslam’ı kendi penceresinden anlatarak yerli oryantalizmin önünü açtı.
İslam dünyasında Kur’an’ı uydurma, sahabeyi barbar, Müslümanları vahşi bir
uygarlığın çocukları olarak gören bir güruh oluşturdu.
Oryantalistler, ibare
ve ifadesinde tekrar, geçmiş zaman fiili yerinde gelecek zaman kipi kullanma,
müfred yerinde “cem”i, müennes/dişil yerinde müzekker isim zikretme gibi
hatalar(!) içeren Kur’an’ın ilahi olmasının iddiadan öte bir anlam taşımadığını
söyledi. Bu nokta da pek çok oryantalist Kur’an’ı Allah’tan başkasına nisbet
eden, “Kur’an’ın kaynakları” üst başlığında toplanabilecek eserler kaleme
aldı(bk. Muhammed Hüseyin, el-Musteşrikûn ve’d-Dirasatu’l-Kur’aniyye, s.118,
120). Tarihi süreç içerisindeki saldırılardan daha kapsamlı olan oryantalist
tahrif hareketleri muasır alimlerin reddiyeleriyle tesirsiz hale getirildi.
“Ben de
Sizdenim” Konuşmaları
Batılılar işgalci
kimliklerinden mütevellid nefretten dolayı Müslümanlar üzerinde istenilen
anlamda tesir edemeyince, Müslümanlarla İslam arasındaki irtibatsızlığı yerli
oryantalizme havale etti. Onlar da “Siyasi istikrarsızlığa son vermek, ümmeti
istiladan ve geri kalmışlıktan kurtarmak, bilimsel çalışmaların önünü açmak”
gibi içerden bir dil kullanarak, hamasi konuşmalar yaptı. Ne gariptir ki
konumları ve ameliyeleri gereği küresel istilanın devam ve bekasına memur
olanlar, millet huzurunda işgal karşıtı konuşmalar yaptı, makaleler yazdı. Bu
durum tahrike yol açınca geri kalmışlığın bütün faturası modernistleri reddeden
Müslüman halka kesildi. Millet, ifadelerin “halavetin”den kahramanın
hakikisiyle sahtesini bir birinden ayırt edemedi.
Öğrencilerin İmanını
Sarsan Bir İlahiyatçı: Mustafa Öztürk
Oryantalizm’in Kur’an’la
alakalı iftiralarını aynısıyla tekrar eden, yer yer de bunu “kutsala zerre
kadar saygısı olan söyleyemez” diyeceğiniz bir üslupla yapan maalesef ki
Mustafa Öztürk gibi ilahiyatçılar var. Belki de bunlardan daha vahim olanı ise
Öztürk’ün bu yazıları (ya da bir kısmını) hakemli dergilerde yayınlamış olması.
Buna göre Türkiye’de “Kur’an uydurmadır.” diyen oryantalist Rudi Paret’i
destekleyen başka akademisyenler de var demektir.
Öztürk’ün Kur’an’la
alakalı kitaplarını okuyan birkaç öğrenci imanlarının büyük bir sarsıntı
içerisinde olduğunu, eğer Öztürk’ün iddia ettiği gibi Kur’an, Ahdi Atik’ten
iktibas edildiyse niçin aslıyla değil de kopyasıyla amel etmeye teşvik
edildiklerini sordu. Öğrencilerin imanlarını sarsan Öztürk’ün biri, diğerinden
iktibas olan kitaplarındaki “Kur’an’da lahn/hata” olduğunu iddia ettiği
ifadeleri şu şekilde:
1.ÖZTÜRK’ÜN KUR’AN’DA HATA
VAR İDDİASI
“Sırası gelmişken şunu
da belirtelim ki dil, üslup ve ifade düzeyindeki mükemmelliğe atfen Kur’an’ın
Arapça değil “Rabça” olduğuna ilişkin popüler söylem de gerçeğe tekabül
etmemektedir. Çünkü Kur’an’da son derece beliğ ifadeler mevcut olduğu gibi lahn
(hata) tartışmasına konu olan sorunlu ibareler de mevcuttur. Diğer bir deyişle,
Kur’an’da îcâz olduğu kadar ıtnâb, itâle ve tatvîl de vardır. Azımsanamayacak
ölçüde tekrarlar vardır. Keza ayetlerin hecelerinde ses uyumu (seci/nesir
kafiyesi) sağlamak için, geçmiş zaman kalıbı yerine şimdiki zaman kalıbı
kullanmak, tekil yerine çoğul, dişil yerine eril zamirler kullanmak, bazı özel
isimlerin özgün şeklini değiştirmek, kelimelerin sonuna harf eklemek, harf
düşürmek ve hatta “üzerine çıktıkları/çıkacakları merdivenler’ şeklinde tercüme
edilen وَمَعَارِجَ عَلَيْهَا يَظْهَرُونَ ve-meârice aleyhâ yezharûn (43/Zuhruf
33) ibaresinde olduğu gibi manaya katkısı bulunmadığı halde ayet sonuna aleyhâ
yezharûn (üzerine çıktıkları/çıkacakları) şeklinde bir ibare eklemek gibi
hususiyetler de mevcuttur.” (Mustafa Öztürk, Kur’an ve Tefsir Kültürümüz,
15-16).
Biz bu yazıda Mustafa
Öztürk’ün Kur’an’da –haşa- lahn/hata olarak nitelediği yukarıda ki hususlara
birer örnek vererek Müslümanların zihinlerinde oluşturulmaya çalışılan
şüpheleri izale etmeye çalışacağız.
Kur’an’da
Gereksiz İfade Var mı?
Kaydol:
Yorumlar (Atom)




























