Mustafa Özsimsekler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mustafa Özsimsekler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Ramazan'ı Şerif Ayı


Ramazan ayı ayların efendisidir. On bir ayın Sultanıdır. Kuranın inişi bu ayda başlamıştır. Mevla Teala Kuranı Kerimde, Kadir gecesinin ismini zikrettiği gibi, Ramazan ayının ismini de zikretmiş ve Onu methetmiştir.

Ramazan-ı şerif ayı, Allah-u Telanın bu ümmete rahmet ettiği, günahlarını mağfiret buyurduğu ve cehennemden kurtardığı bir aydır. Nitekim Efendimiz: “Bu ayın başı rahmet, ortası mağfiret sonu da cehennemden kurtuluştur.” buyurdu.

Ramazan ayı bu ümmetin ayıdır. Fazileti büyük, kazancı çoktur. Bu aya hürmet etmeli tazim etmelidir. Efendimiz buyurdular ki: “Eğer kullar Ramazan ayında neler olduğunu bilseydiler, elbette ümmetim bütün senenin Ramazan olmasını isterlerdi.” Allah dostları altı ay önceden “Ya Rabbi bizi Ramazan ayına ulaştır” diye dua ederlermiş.

Çünkü bu aydaki manevi kazancın büyüklüğünü bildikleri için, bu ayı kaçırmak istemiyorlar. Ramazan ayı gerçekten de büyük bir manevi ticaret mevsimidir. İbni Abbas r.a’ın rivayet ettiği uzun bir hadisi şerifte Efendimiz şöyle buyurmuştur:  “Cennet seneden seneye Ramazan ayının girmesiyle süslenir ve temizlenir.

Ramazan ayının ilk gecesi olduğu zaman arşın altından Mesire denen bir yel (Tatlı bir rüzgar) eser. Esen bu yelle cennet kapılarının halkaları vurmaya başlar. Cennetteki ağaçların yaprakları birbirine değer. Bu sürtünmeden öyle güzel sesler, nağmeler çıkar ki, hiç kimse bundan daha güzel bir ses ne duymuş ne de işitmiştir.

Cennetteki huri kızları da süslenip cennetin balkonlarına çıkarlar. Cennetin bekçisi Rıdvana sorarlar.“Bu gece ne gecedir.?”Rıdvan der ki: “Ey cennet Hurileri! Bu gece Ramazan ayının ilk gecesidir Cennet kapıları Muhammed ümmetine açıldı.”       Yine Ramazan ayının ilk gecesi Allah-u Teala, cennetin bekçisine emreder “Ey Rıdvan! Cennetin kapılarını aç!” Cehennem bekçisi Malike de: “Oruç tutanlara cehennem kapılarını kapa!”diye emreder.

Cebraile ise “Ey Cebrail! Sende yeryüzüne in azgın şeytanları bir yere hapset. Zincirlerle bağla ve onları engin denizlere bırak. Ta ki Habibim Muhammed ümmetinin oruçlarını bozamasınlar.” Bu hazırlıklar bu ümmet için. Ehli cennet bizim için seferber oldu hazırlık yapıyorlar. Peki bizim Ramazan ayına hazırlığımız var mı?Ramazan ayı bu ümmetin ayıdır. Fazileti büyük, kazancı çoktur. Bu aya hürmet etmeli tazim etmelidir.

Efendimiz buyurdular ki: “Eğer kullar Ramazan ayında neler olduğunu bilseydiler, elbette ümmetim bütün senenin Ramazan olmasını isterlerdi.” Allah dostları altı ay önceden “Ya Rabbi bizi Ramazan ayına ulaştır”diye dua ederlermiş. Çünkü bu aydaki manevi kazancın büyüklüğünü bildikleri için, bu ayı kaçırmak istemiyorlar. Ramazan ayı gerçekten de büyük bir manevi ticaret mevsimidir. İbrahim Nehâî rahimehüllah buyurdu ki: “Ramazanı şerifteki bir oruç bin oruçtan, bir  tesbih ramazanı şerif dışındaki bin tesbihten,

bir rekat diğer aylardaki bin rekattan üstündür.”Efendimiz aleyhissalatü vesselam Ramazan ayının gelmesiyle çok sevinir ve Ashabına da bunu müjdelerdi. Selman-ı Farisi radıyallahü anh der ki: “Resülüllah aleyhissalatü vesselam Şaban ayının sonunda bize hitap edip şöyle buyurdu:“Ey insanlar! Çok büyük ve mübarek bir ay sizi gölgeledi.(çok yaklaştı) o kendisinde bin aydan hayırlı bir gece bulunan bir aydır.

Allah-u Teala onun gündüzlerinde orucu farz,  gecesinin kıyamını (teravih namazını) da nafile kıldı. Her kim onda bir hayırla Allah’a yaklaşırsa, diğer aylarda, bir farz eda etmiş gibi olur. Onda bir farz eda eden Ramazan ayının dışında yetmiş farz eda etmiş gibi olur. Bu ay sabır ayıdır. Sabrın sevab ve karşılığı ise cennettir.

Sünnet İnkârcılarına Cevap; SÜNNET'İN İSLÂM'DAKİ YERİ VE ÖNEMİ


 
“Kur’ân’daki İslâm”, “Kur’ân Müslümanlığı” ve “Kur’ân’a dönüş” gibi benzer sloganlarla, sünnet ve hadis kabul etmeyip inkar eden; Müslümanların kafasında da bu konuda bir takım şüphe ve istifhamlar oluşturmaya çalışan sünnet inkârcılarına karşı, seneler evvel reddiye mahiyetinde birkaç makale yazmıştım.

Şimdilerde yine siz kardeşlerimizden bu konuda pek çok sorular alıyor ve sünnetin önemi hakkında bir yazı kaleme almamız husûsunda taleplerinizle karşılaşıyoruz. 
 
 
Bizlerin de âcizâne gayret ve arzusu; Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat i’tikadı doğrultusunda hareket edip, elimizden geldiğince bu sapık fikirlere karşı gerekli ilmî müdafaanın yapılması ve bu yanlış görüş sahiplerine aldanılmamasıdır.

Dolayısıyla, ehemmiyetine binâen sizlerin bu yöndeki taleplerinize hassâsiyetle yaklaşarak, sünnet ve hadis münkirlerine reddiye mahiyetindeki yazımı inşallah tekrar kaleme alıyorum.

Muhterem Okurlarım!

Bazı ilimler vardır ilaç gibidir, insanın sıhhat ve âfiyeti için zarûrîdir. Bazı fikirler de vardır ki maalesef zehir gibidir; insanın mânevî hayatına kasteder, öldürür, dünya ve âhiretini berbat eder. Onun için bu gibi fikirlere son derece dikkat etmek, bu tür görüş sahiplerinden de son derece sakınmak lazımdır. İnsanın mânevî hayatını berbat edecek bu zehirli fikirlerden biride, Hadis ve Sünnet kabul etmeme hastalığıdır.

Bu tehlikeli hastalığa yakalanmış olan güruh; “Kur’ân Müslümanlığı” ve “Kur’ân’daki İslâm” türünden bir takım sloganik ifadeleri ağızlarına pelesenk edip adeta vird haline getirmişlerdir. Sadece Kur’an’ın yeterli olabileceği fikrini hararetle savunup sünnetsiz İslâm arayışı içine giren bu zevat; her konuda bir âyet ararlar ve âyet dışında kendilerini bağlayan başka bir "La raybe fîh" delilin bulunmadığını ileri sürerler.

Tabi her lafın başında bunların “Kuran” dediklerini duyan da, onları Kur’an gönüllüsü, Kur’an sevdalısı zanneder. İyi de, hem Kur’an’da bulunan: “Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının.” (Haşr: 7) gibi, sünnete delâlet eden bazı âyetlere rağmen sünneti inkar edeceksin, hem de Kuran sevdalısı olacaksın bu mümkün olabilir mi?..

Sıradan bir kitabı size hediye eden birine bile teşekkür edip minnet ve şükranlarınızı iletiyorsunuz. Çünkü böyle yapmak bir insanlık icabıdır.

Hal böyleyken, Hz. Kur’an gibi dünya ve âhiret saadetinin reçetesini sunan o yüce kitabı bizlere getiren Resülüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)e bırakın teşekkür etmeyi, O’nun sünnetini dahi inkar edip devreden çıkarmaya çalışmak, acaba nasıl bir insanlık icabıdır?!

Hadis ve Sünnet kabul etmeyip sadece “Kuran Müslümanlığı”ndan söz etmek, aslında yeni ortaya çıkan bir görüş değildir, bu görüş asırlardan beri vardır ve eksik olmamıştır. Ama bu tür fikirler şimdi olduğu gibi her zaman azınlıkta kalmış, marjinal guruplar tarafından kabul görüp sahiplenilmiş ve ortaya sürülmüştür. Ve tarih yine tekerrür etmektedir.

Öncelikle şunu ifade etmek istiyorum ki; Sünnetin delil olduğunu inkar edip, sadece Kur’anla yetinmek gerektiğini iddia eden bu fâsid görüş sahiplerinin maksadları farklı farklıdır. Dolayısıyla evvela bu fâsid görüşün nereye dayandığı, nereden çıktığı ve bunların kimler olduğu husûsunda bir tasnif yaptıktan sonra, asıl konuya girmek gerektiğini düşünüyorum.

Bu tâifeyi pek çok guruplara ayırmak mümkün, fakat biz bunları genel olarak iki guruba ayıralım. Birinci gurup; Müslüman oldukları veya müslüman olduklarını iddia ettikleri halde, sünneti kabul etmeyip aleyhinde olanlardır ki bunlar, İslâm’ın ilk dönemlerinde Hz. Ali (Radıyallahü Anh)ın hilafeti döneminde ortaya çıkan “Hâriciler” tâifesidir.

Bu tâife “Hüküm yalnızca Allah’ındır” (Yusuf: 40) âyetini ele alarak, böylesine doğru bir hükümden, yaptıkları tevillerle yanlış anlamlar çıkardılar ve bu âyeti kerimeyi istismar ederek Hz. Ali (Radıyallâhü Anh) ve Hz. Muâviye (Radıyallâhü Anh) arasında vukû bulan Sıffin savaşında, her iki taraftan da harbe katılan sahâbenin adaletini, dolayısıyla onlardan gelen rivâyetleri bütünüyle reddettiler. Hatta daha da ileri giden bu sapık tâife, Ashâb-ı Kirâm’ı (Hâşa) küfürle itham etme ahmaklığını gösterdiler.

Bunun sonucu olarak onların bu bâtıl iddialarına göre, hadîsi şerifler (Haşa) kafir olan bir topluluğun rivâyetleri olduğu için, hiçbirini kabul etmediler. İkinci gurup ise; Batılı müsteşriklerin bâtıl görüşleri ve İslâm dışı cereyanlardır. Bu gurup aslında sadece sünnete değil, temelde her şeyiyle İslâm’ın bizâtihi kendisine karşıdır.

Bunların esas amacı; Müslümanların zihnine şüphe tohumları atmak, İslâm toplumlarının arasına fitne sokup onların birlik ve berberliğini yok etmektir. Evet ellerinden gelse bunu hemen yapacaklar, fakat karşılarında en büyük engel olarak bu Dîn’in Bânisi Muhammed Mustafa (Sallallah Aleyhi ve Sellem)i buluyorlar. Öyleyse yapılacak şey, ilk adım olarak bu engeli ortadan kaldırmak yada en azından O’nun ümmet nezdindeki sarsılmaz otoritesine gölge düşürmek…

Fakat, bunu yapmak için direk olarak o yüce şahsiyetin kendisini hedef alsalar foyaları meydana çıkacağından, saldırılarını O’nun şahsı üzerinden değil de, Sünnet ve Hadis üzerinden yapma yolunu seçmişler. Bu arada, az önce bahsettiğimiz birinci gurubun tavrından da faydalanıp, bir takım sûnî tartışmalarla müslümanları sünnet hakkında şüpheye düşürme gayreti içine girmişlerdir.

Böylece Sünneti Nebeviyyeyi sıfırlayarak, akıllarınca böyle bir yöntemle Resülüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)i devreden çıkaracaklar. İslâm âlimlerinin Kur’ânın tefsîri olarak kabûl ettiği “Sünnet sorununu” güya bu şekilde hallettikten ve bu engeli ortadan kaldırdıktan sonra sıra ikinci adıma, yani Kur’ân’a gelecek!..