C. ABDÜLHÂLÎK-I GÜCDÜVÂNÎ’NÎN NASİHATLERİ



Bundan sonra da Gücdüvânî Hazretleri’nin tarikat hakkındaki on bir nasihatini yazmaya çalışacağız. Bu on bir nasihat Sadreddin Konevî Hazretleri’nin on iki nasihatine uymaktadır.
1. Vukûf-ı Zamânî:
Kişinin zamanının nasıl geçtiğini anlaması ve ona göre hareketlerini tanzim etmesidir. Eğer zamanını huzur ile geçirdiyse buna şükretmeli ve eğer gaflet ile geçirdiyse buna da istiğfar ederek telâfisine çalışmalıdır. Hak taliplerine lâyık olan zamanını gafletle geçirmeyip huzur ile geçirmek için çalışmaktır. Zamandan hiçbir zaman geçmemelidir ki, Allah Teàlâ’nın, tam bir teveccüh ile huzurunda bulunmasın. Ve kişinin bilmesi lâzımdır ki Allah Teàlâ her şeyi görür, bilir ve işitir. Kişinin bütün yapıp yapacaklarına şâhid ve her işine muttalîdir. Gözlerin kötü bakışları ve kalblerde gizli olan şeyler de ona ayandır. Yerde ve gökte olan her şeyin bilinmesi Allah için müsavidir.
Binâenaleyh Hak yolcusunun her gün, her gece amellerini hesap etmesi, saat ve dakikalarının nasıl geçtiğine dikkat etmesi lâzımdır. Eğer vakitleri hayırla geçti ise şükretmeli ve eğer yaramaz, şer ve boş işlerle geçti ise, bundan da pişman olup istiğfar etmelidir. Yakubi’l-Çerhî Hazretleri’ne şeyhi emretmiş: “Kabız halinde istiğfar, rahatlık halinde de şükre devam eyle”.
Nakşibend Bahaeddin Hazretleri der ki: “Bu vukûf-ı zamanı talibin nefis ahvâllerine vâkıf olmasıdır. Eğer Hakk’ın rızasına ve şeriat-ı Ahmediye’ye muvafık ise şükreder, böyle olmadı ise onu da istiğfarları ile telâfiye çalışır. Bu hak yolunun kuruluşu zamanların muhafazasına bağlıdır. Nefesi alıp verirken sakın gafletle vermemeli, buna çok dikkat etmek lâzımdır. Sofiyyûn indinde vukuf-ı zamani hallerini muhasebeden kinayedir.
Bahaeddin Hazretleri der ki: “Vukûf-ı zamânî her geçen saatin ve dakikaların huzur veya gafletle geçmesini hesaplamaktır”. Bundan anlaşılıyor ki geçen vakit ve fiillerin boş yere ve gafletle geçti ise, bunun ıslahı için işe yeniden başlamak lâzımdır. Yâni riyazetlerle ve derslere devamla bu vukuf-ı zamânîyi değerlendirmeye çalışmalıdır.
2. Vukûf-ı Adedî:

Esma'ul Hüsna 38. İsm-i Şerif


 
 

Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Zekasi


HUNEYN'DE MEDİNELİLERLE

Huneyn zaferiyle birlikte akıl almaz boyutlarda ganimet elde edilir. Hz. Muhammed (asv), bu ganimetin önemli bir kısmını kısa bir süre önce Müslüman olmuş ve henüz din kalplerinde sağlamca yerleşmemiş bulunan Mekke’nin ileri gelenleri arasında dağıttırır. Beklenen etki gerçekleşir. Şimdi Mekke yöneticileri,

"Muhammed gerçekten peygamberdir, yoksa bu kadar cömert olamazdı.", demektedirler.

Fakat bu durum Medine'den gelen bir kaç gencin de yanlış anlamasına neden olur. Küçük bir dedikodu çıkar. Denmektedir ki:

“Allah'ın Elçisi kendi halkı ve akrabalarına kavuştu ve galiba artık hep onlarla kalacak.”

Dedikodu kendisine ulaşınca zaman kaybetmez. Emir verir bütün Medinelileri bir vadiye toplar. Aralarında Medineli olmayan birisinin bulunmasına ise izin vermez. Herkes merak ve heyecanla beklemektedir.

"Ey Medineliler; duydum ki benim hakkımda bazılarınız, halkına ve akrabalarına kavuştu, artık hep onları tercih edecek demektedir." der.

Cübbeli Ahmet Hoca - Yılbaşı Noel Kutlamanın Tehlikeleri Sohbetleri

Yılbaşı Noel Kutlamanın Tehlikeleri  31 Aralık 2010
 
 

Muhkem – Müteşâbih Ayetler Ve Tevili

 
Kur’an-ı Kerim ayetlerinin bir kısmı herkesin anlayabileceği bir şekilde (muhkem), bir kısmı da herkesin anlamayacağı bir şekilde (müteşâbih) idi. Kur’an-ı Kerîm’de muhkem ve müteşâbih ayetlerin varlığına işaret eden bizzat yine Kur’an-ı Kerîm’in kendisidir. Cenab-ı Hak şöyle buyurur:
“(Habibim) sana kitabı indiren O’dur. Ondan bir kısım ayetler muhkemdir ki bunlar Kitab’ın anası (temeli)dir. Diğer bir kısmı da müteşâbihlerdir. İşte kalblerinde eğrilik bulunanlar, sırf fitne aramak (ötekini berikini saptırmak) ve (kendi arzularına göre) Onun te’viline yeltenmek için Onun müteşâbih olanına tabi olurlar. Hâlbuki Onun te’vîlini Allah Teâlâ’dan başkası bilmez. İlimde yüksek payeye erenler ise, “Biz O’na inandık. Hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bunları) salim akıllardan başkası iyice düşünmez.”1
 
Bununla birlikte Cenab-ı Hak diğer bir ayet-i kerimede “(Bu sana indirilen) Ayetleri muhkem kılınmış bir kitaptır.”2 buyurarak Kur’an-ı Kerîm’in tamamının muhkem olduğunu, diğer bir ayet-i kerimede de: “Allah (ayetleri) müteşâbih olan kitabı, sözlerin en güzeli olarak indirmiştir.”3 buyurarak Kur’an-ı Kerim’in tamamının müteşâbih olduğunu açıklamıştır. Başta zikrettiğimiz ayeti kerimede ise, Kur’an-ı Kerim’in bir kısmının muhkem, bir kısmının da müteşâbih olduğunu zikretmiştir. Farklı gibi görünen bu üç hususu şöyle anlamak mümkündür:
Kur’an-ı Kerim ayetlerinin tamanının muhkem olması, hepsinin doğru ve gerçek olup, hiçbirinin fuzulî, ciddiyetten uzak olmaması demektir. Hepsinin müteşâbih olması ise güzellikte, fesahat ve belagatta, birbirine benzemesi demektir. Kur’an-ı Kerîm’in baştan sona lafızları; anlatım üslubu ve manaları birbirine benzemekte ve birbiriyle uyum içerisindedir. Kur’an-ı Kerîm’in bir ayet-i kerimesi, başka bir ayet-i kerimesiyle çelişmez. Bazısının muhkem, bazısının müteşâbih olması hususunda ise, ulemanın değişik sözleri vardır.