Kur’an-ı
Kerim ayetlerinin bir kısmı herkesin anlayabileceği bir şekilde (muhkem), bir
kısmı da herkesin anlamayacağı bir şekilde (müteşâbih) idi. Kur’an-ı Kerîm’de
muhkem ve müteşâbih ayetlerin varlığına işaret eden bizzat yine Kur’an-ı
Kerîm’in kendisidir. Cenab-ı Hak şöyle buyurur:
“(Habibim) sana kitabı indiren O’dur. Ondan bir kısım ayetler muhkemdir ki
bunlar Kitab’ın anası (temeli)dir. Diğer bir kısmı da müteşâbihlerdir. İşte
kalblerinde eğrilik bulunanlar, sırf fitne aramak (ötekini berikini saptırmak)
ve (kendi arzularına göre) Onun te’viline yeltenmek için Onun müteşâbih olanına
tabi olurlar. Hâlbuki Onun te’vîlini Allah Teâlâ’dan başkası bilmez. İlimde
yüksek payeye erenler ise, “Biz O’na inandık. Hepsi Rabbimiz katındandır”
derler. (Bunları) salim akıllardan başkası iyice düşünmez.”1
Bununla
birlikte Cenab-ı Hak diğer bir ayet-i kerimede “(Bu
sana indirilen) Ayetleri muhkem kılınmış bir kitaptır.”2
buyurarak Kur’an-ı Kerîm’in tamamının muhkem olduğunu, diğer bir ayet-i
kerimede de: “Allah (ayetleri) müteşâbih olan kitabı, sözlerin en güzeli olarak
indirmiştir.”3 buyurarak Kur’an-ı Kerim’in tamamının müteşâbih
olduğunu açıklamıştır. Başta zikrettiğimiz ayeti kerimede ise, Kur’an-ı
Kerim’in bir kısmının muhkem, bir kısmının da müteşâbih olduğunu zikretmiştir.
Farklı gibi görünen bu üç hususu şöyle anlamak mümkündür:
Kur’an-ı Kerim ayetlerinin tamanının muhkem olması, hepsinin doğru ve gerçek olup, hiçbirinin fuzulî, ciddiyetten uzak olmaması demektir. Hepsinin müteşâbih olması ise güzellikte, fesahat ve belagatta, birbirine benzemesi demektir. Kur’an-ı Kerîm’in baştan sona lafızları; anlatım üslubu ve manaları birbirine benzemekte ve birbiriyle uyum içerisindedir. Kur’an-ı Kerîm’in bir ayet-i kerimesi, başka bir ayet-i kerimesiyle çelişmez. Bazısının muhkem, bazısının müteşâbih olması hususunda ise, ulemanın değişik sözleri vardır.
Kur’an-ı Kerim ayetlerinin tamanının muhkem olması, hepsinin doğru ve gerçek olup, hiçbirinin fuzulî, ciddiyetten uzak olmaması demektir. Hepsinin müteşâbih olması ise güzellikte, fesahat ve belagatta, birbirine benzemesi demektir. Kur’an-ı Kerîm’in baştan sona lafızları; anlatım üslubu ve manaları birbirine benzemekte ve birbiriyle uyum içerisindedir. Kur’an-ı Kerîm’in bir ayet-i kerimesi, başka bir ayet-i kerimesiyle çelişmez. Bazısının muhkem, bazısının müteşâbih olması hususunda ise, ulemanın değişik sözleri vardır.
Muhkem: Hükme
delâleti açık, te\’vil, tahsis ve -Hazreti Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem)’in hayatında dahi- neshe (hükmün kaldırılması) ihtimali olmayan
lafızdır. Kur\’an-ı Kerim\’de helâl, haram, namaz, hac, zekat, oruç ve bunlar
gibi ahkamla ilgili ayetler muhkemdir. Yani manası kolaylıkla anlaşılan, haricî
bir tesire ihtiyaç göstermeyen ve tek manası olan ayetlerdir.
Yüce Allah
Teâlâ\’dan başka ilah olmadığına, O’nun meleklerine, kitaplarına,
peygamberlerine ve ahiret gününe iman gibi dini ayakta tutan temel hükümlere
veya adalet ve ahde vefa gibi fazilet prensiplerine delâlet eden yahut
süreklilik ve kesintisiz devamlılık ifade eden nasslar da böyledir.
Muhkeme
şu prensipler örnek verilebilir: Kur’an-ı Kerîm\’de Allah Teâlâ’ya, meleklere,
kitaplara, peygamberlere ve ahiret gününe iman gibi zamanın değişmesi ile
değişmeyen, temel hükümlere delâlet eden ayetler ile fazilet ve ahlak
esaslarını bildiren ve selim fıtratın benimsediği kurallarla, zulüm, hıyanet,
yalan, sözde durmama, ana-babaya karşı gelme ve fısk (bozgunculuk) gibi kötü
hasletleri yasaklayan hükümler de muhkemdir.
Muhkemin hükmü: Kesin olarak delâlet
ettiği manaya uygun amel etmenin gerekliliğidir. Zahirinden anlaşılan mananın
başka bir manaya çekilebilme ihtimali bulunmadığı gibi, nesih ve iptal
ihtimaline de kapalıdır.
Müteşâbih ise Kur\’an-ı Kerim\’de manası kapalı, bir çok anlama
gelebilen, tefsirinde güçlük çekilen ayet veya kelimeler olup bunlara
müteşâbihât denir. Bunların hangi manaya geldikleri yalnız kendilerinden
anlaşılmaz. Başka haricî bir delile ihtiyaç gösterirler. Müteşâbihin karşıtı
muhkemdir. Allah Teâlâ’nın sıfatları, kıyametin durumu, cennet nimetleri,
cehennem azabı vs. hakkındaki lafızlar müteşâbihtir.
Nasslar
üzerinde tümevarım yoluyla yapılan incelemeler sonunda, şer’î-amelî hükümleri
beyan etmek üzere gelen ayet ve hadislerde müteşâbihin bulunmadığı neticesine
varılmıştır. Çünkü ahkam nususu (hukukî temel metinler) ile kast edilen,
kulların bu nasslarla amel etmeleri ve onları hayatlarında tatbik etmeleridir;
sadece itikad ve iman etmek değildir. Eğer onlar müteşâbih olurlarsa,
kendileriyle amel etmeye imkân olmaz. Gereğine göre hareket olunmak üzere meşru
kılındıklarından kendilerinde herhangi bir anlaşılmazlık, teşabüh ve iştibah
(tereddüt) bulunmamak lazımdır.
Şu
halde, müteşâbih, ancak ahkâm ayetleri ve hadisleri dışındaki nasslarda
bulunur. Müteşâbihlik ya lafız yönünden, ya mana yönünden ya da her ikisi
yönünden olur.
Lafızda
müteşâbihlik ya kelimede ya da cümlede olur. Kelimenin garib bir kelime olması
veya birden fazla anlama gelmesi onu müteşâbih kılar. Cümlede müteşâbihlik ise,
cümlenin kuruluşunda takdim-te\’hir gibi cümlenin üslubundan kaynaklanan
durumdur. Mana yönünden müteşâbihlik; Allah Teâlâ\’nın sıfatları, kıyamet ile
ilgili hususlar gibi insan aklının künhüne (içyüzüne, aslına, özüne) varmaktan
aciz olduğu hususlardır.
Hem mana
ve hem lafız yönünden müteşâbihler ise; âmm-has, nasih-mensûh ve mübhemâtü\’l
Kur\’an-ı Kerîm\’i ilgilendiren hususlardır. Fıkıh usulü ulemâsı da
müteşâbihâtı iki kısma ayırmışlardır. Birincisi muhkemle mukayese edildiğinde
manası bilinebilen, ikincisi ise hakikatini bilmeye imkân olmayan ayetlerdir.
Mesala kıyametin ne zaman kopacağı ve bazı surelerin başlarındaki el-Hurûf-ul
Mukattaa gibi.
Geniş
anlamıyla müteşâbihlerin kapsamına yukarıda anlattığımız hususların hepsi
girmesine rağmen, özel ve yaygın anlamıyla müteşâbih, Allah Teâlâ\’nın
sıfatlarını konu alan ayetlerdir.
Kur’an-ı
Kerim Allah hakkında istiva, vech (yüz), yed (el), ayn (göz) gibi sıfatlardan
bahsetmektedir. Allah hakkında kullanılan bu sıfatlar zahirleri üzere mi kabul
edilecekler; yoksa te\’vîl mi edilecekler? Âlimler arasında bu hususlar tartışma
konusu olduğundan, müteşâbih derken ilk akla gelen hususlar bunlar olmaktadır.
Selef
âlimleri bu sıfatları zahirleri üzere kabul eder, te’vil etmezlerdi. Onlara
göre bu sıfatları te’vil etmek, mesela “istiva”ya istila demek, veçhe Allah
Teâlâ’nın zatı; yede Allah Teâlâ\’nın kudreti gibi anlamlar vermek, bu
sıfatları ta’til (işlevsiz kılma) ve onları yok saymaktır.
Selef
âlimleri bunu söylerken, Allah Teâlâ’nın elinin bizim elimize benzediğini ya da
Allah Teâlâ’nın cisim olduğunu kastetmezler. Nasıl Allah Teâlâ’nın zat ve
sıfatlarını bilmiyorsak, sıfatlarının da keyfiyetini bilemeyiz, derler. İmam
Malik’in, istivanın ne olduğunu soran birine; “istivanın keyfiyeti akıl ile
bilinmez. İstiva’nın dildeki anlamı ise meçhul değildir. Ayrıca buna iman etmek
vacip, hakkında soru sormak ise bid’attir” şeklindeki cevabı ise meşhurdur.4
Bu sıfatları ilk te’vil eden fırka Mutezile olmuştur.
Daha sonra Müteahhirün diye bilinen Ehl-i sünnet kelâmcıları, Mutezile’ye
uyarak bu sıfatları te’vil etmiş ve “onları zahirleri üzere kabul edersek bu,
bizi teşbih ve tecsime götürür” demişlerdir.
Müteşâbihin
hükmü; o
lafızların hak olduğuna inanıp gerçek manasını bilme iddiasından kaçınmaktır.
Hz.
Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) zamanında, müteşâbih ayetler olduğu
gibi kabul edilir, bunlar üzerinde durulmazdı. Bunları kurcalayanların
kalplerinin hasta olduğunu Kur’an-ı Kerim beyan etmektedir.5
Bu işi Hazret-i Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den
sonra gelen halifeler de sıkı tutmuşlardır. Hakikatte ilk devirde bunlarla
meşgul olanlar, müslümanları şüpheye düşürmeye çalışıyorlardı. İlk devirde
müteşâbih ayetlerin ihtiva ettikleri lafızların lugavî manaları malûm ise de, o
manaların Allah Teâlâ’ya isnadı muhal olduğundan, bunların medlullerini
tayinini selef ulemâsı Allah Teâlâ’ya tefviz ve havale etmişlerdir. Fakat
hapsedilemeyecek fıtratta yaratılan insan zekâsı, müteşâbihât üzerinde de
işlemeye başlamıştır. Hele hele İslâmiyetin aslını bozmak isteyenlerin bu
ayetlere gelişigüzel mana verişlerini frenlemek ve aynı zamanda kötü
neticelerinden müslümanları korumak için, müteşâbih ayetleri İslâm’ın ruhuna
uygun bir şekilde te’vil etmek mecburiyeti ortaya çıkmıştır.
Şurası
bir gerçektir ki: Sayıları yetmiş ikiyi bulan sapık fırkalar Kuran\’ı tamamen
reddetmemiş ancak bu anlatılan metodu kullanmışlardır. Böylece ayetler hakkında
sapık yorumlar yapılmış ve bu yorumlarda sadece kendi zevklerini esas
almışlardır. Bunlardan bazıları da bu konuda izledikleri tutumları ile tamamen
İslâm’ın dışına çıkmışlar, bazıları da tamamen küfre düşmese de sapıtmışlardır.
Ayrıca:
Kitabın te\’viline uğraşmak ve onu tahrif etmek, gerçeğe uymayan sapık bir
yorum yapmaktır. Bu tür yorum yapanlar ayette asıl kastedilen anlamın
kendilerinin çıkardıkları anlam olduğunu ileri sürerler. Her çağda ortaya çıkan
bidatçilerin, kafalarına göre yorumlar yapmaya kalkışanların ve dinden
dönmelerin izlediği yol budur. Çağımızda da kendilerini müjdeleyiciler olarak
adlandıranlar onların yollarını izlemektedir.
Meseleyi
özetlersek;
müteşâbih ayetler hususunda iki görüş vardır:
1- Selef
âlimlerinin görüşü: Bunlar müteşâbihleri te\’vil etmek istemezler, “Onların
mahiyetini Allah bilir” derler.
2-
Müteahhir ulemâ ise bu ayetleri te\’vil ederler, ayette kastedilen işarî manayı
ararlar. Bunlar müteşâbihleri akla ve şeriatın zahirine uygun şekilde te\’vil
etmenin cevazına hatta gereğine hükmederler. Buna göre \”istiva\”dan maksat,
hükümranlık, hâkimiyettir. Rahman\’ın arşı istivası, Cenab-ı Hakk\’ın ilim ve
kudretiyle kâinatı kuşatan Arş-ı Azam\’a hükmetmesi, tasarrufu altına alması
demektir. Yine “Allah Teâlâ\’nın eli”nden maksat da Allah Teâlâ\’nın
kudretidir.
Müteşâbih
hakkında verdiğimiz şu kısa bilgiden sonra, Kur’an-ı Kerîm-i Azimüşşan dini
açıklamak ve kulları irşad etmek için indirildiği halde, içinde müteşâbihlerin
bulunmasının ne faydası vardır, hepsi muhkem olmalı değil midir? gibi bir soru
sorulacak olursa ulemâ buna bir kaç şekilde cevap vermiştir:
1-
Kur’an-ı Kerîm-ı Azimüşşan Arap lügati üzerine indirilmiştir ki, Arap lügati
iki kısım üzeredir. Birincisi: İcaz (kısa
konuşmak)dır ki, bu, dinleyenin açıkça anlayacağı kısa ve net ifadelerdir. İkincisi: Itale’dir ki, bu da maksadı daha iyi
anlatmak ve kuvvetlendirmek için uzun konuşmaktan ibarettir. Bu ikinci kısım;
mecaz, kinaye, ta\’riz ve işaret gibi bazı manaları gizli kapalı olarak
açıklamaktadır ki Araplar katında çok güzel kabul edilen bir üslûptur.
İşte
Allah Teâlâ hazretleri müşriklerin, Kur\’an-ı Kerîm\’ın mislini yapmaktan aciz
olduklarını ortaya çıkarmak için, Kur\’an-ı Kerîm-ı Azimüşşanı bu iki kısım
üzere indirmiştir. Sanki onlara bu iki kısmın hangisiyle isterseniz mukabele
edin, karşılık verin buyurmak istemiştir.
Kur’an-ı
Kerim’in hepsi muhkem ve açık olarak indirilmiş olsaydı, elbette onlar: “bu
kitap bizce kabul edilen, beğenilen üslûp üzere niçin indirilmedi?”derlerdi.
2. Allah
Teâlâ Hazretleri müteşâbih ayetleri çok büyük bir fayda için indirmiştir ki o
da ilim ve nazar (düşünce) ehlinin, müteşâbih ayetleri anlamak için muhkem
ayetlere müracaat etmekle uğraşıp, uzun uzun düşünerek, diğer ibadetlerden
sevap aldıkları gibi, bu uğraşmaktaki zahmetlerinden de sevap almalarıdır.
Kur’an-ı
Kerim\’in tamamı muhkem olarak indirilecek olsaydı, elbette âlim ve cahil olan
herkes onu bilmekte eşit olup, âlimin cahile karşı üstünlüğü kalmayacak, ayrıca
inceleme gücü ölecek ve düşünce sönecekti.
Zira
manalar kapalı olduğu zaman onları anlamak için çare aramaya ve ince düşünceye
ihtiyaç olur. Gerçekten bu müteşâbih ayetler sayesinde İslâmiyet\’te insan
fikri dondurulmamış ve geniş bir fikir hürriyetine müsaade edilmiş oluyor ve
bunlar dinin temellerini kuvvetlendirmekte esaslı rol oynuyordu. Çünkü bu
ayetler bir kaç manaya tahammül edebiliyordu. Başlangıçta zihinleri tamamen boş
olan ve muhtelif fikirlerle karışmamış olan cahilî Araplara o anda akıllarının
alamayacağı bir şey söylemek, onları elbette tereddüte düşürebilirdi. Onlara
güneş yer etrafında dolaşmıyor, yer güneşin etrafında dolaşıyor denmiş olsaydı,
çoklarının zihinlerinin kabul edemeyeceği bir söz söylenmiş olacağından yeni
dine inanmada tereddüt gösterebilirlerdi. İşte bu ayetler sayesinde bu durum
ortadan kalkmış, müslümanları daha çok öğrenmeye ve başka bilgilere de sahip
olmaya sevk etmiştir. Yine bu ayetler sayesinde dinin tesisine ve tebliğine
mani olmak için girişilen teşebbüslere susturucu cevaplar verilmiş ve ilk
günlerde meydana gelebilecek ifsad hareketlerinin önüne sed çekilmiş oluyordu.
Müteşâbih ayetlerin te\’vil edilmesi caiz görülmezse de, Kur\’an-ı Kerim’de
işaret buyrulduğu şekilde, caiz görülmeyen te’vil, gönülleri sapkın, niyetleri kötü
olanların fitne ve fesat çıkarmak maksadıyla yapmak istedikleri tevillerdir.
Yoksa iyi niyetle akla, muhakemeye ve dinin esaslarına uygun olarak yapılan
te’viller makbul ve lazımdır. Çünkü ilk devirdeki sağlam iman sarsılmış,
meydana gelen tereddütleri makul bir şekilde ortadan kaldırmak gerekmiştir.
3- Her
ilim ehli, talebelerinin zihinlerini denemek için, ilimleri arasına kapalı
manalar ve ince meseleler koyarlar. Böylece o gizli manaları anlamakla daha
güçlü oldukları meydana çıkar. İşte Allahü Teâlâ’nın müteşâbih ayetleri
indirmesi ulemâ indinde güzel kabul edilen bu usul üzeredir.
4- Beni
İsrail, ırmakla imtihan edildiği gibi, bu ümmet de müteşâbih ayetlerle imtihan
edilmektedir. Şöyle ki: Mümin o ayetleri duyduğunda duraklayıp manasını
bilenlere havale edecek, böylece büyük sevaplar elde edecek. Münafık ise şüphe
edecek, dolayısıyla kalbine eğrilik girerek, cezaya çarptırılacaktır.
dipnot
(1) Al-i İmran suresi: 7
(2) Hud suresi: 1
(3) Zümer suresi: 23
(4) Beyhekî, Kitabü\’l-Esma ve\’s-sıfat, sh: 408
(5) Al-i İmran suresi: 7
(2) Hud suresi: 1
(3) Zümer suresi: 23
(4) Beyhekî, Kitabü\’l-Esma ve\’s-sıfat, sh: 408
(5) Al-i İmran suresi: 7
Mehmet
Talu Hocaefendi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.