Sapitanlar 5 - MEVDUDİ VE SAPIK GÖRÜŞLERİ


Mevdudi, Çeştiyye tarikatının büyüklerinden olan hoca Kutbuddin Mevdudi Çeştinin torunlarındandır. Ecmir’de medfun olan Mu’inuddin-i Çeşti, Kutbuddinin halifelerinden Osman haruninin halifesidir. Kutbuddin Mevdudi 1132’de Çeşt’de vefat etti. Çeşt, Hirat kariyyelerindendir.
Mevdudi, 1903 senesinde Haydarabad’da doğdu. 1979 Eylül ayında Amerika’da öldü. Pakistan’da defnedildi.
Gazeteci olarak hayata atıldı. İlk olarak 1927 de (İslamda Cihad) kitabını yazdı. Bu kitabında ihtilal fikirlerini yayıyordu. Arapçaya tercüme edilince, Hasan El-Benna’nın düşüncelerine tesir ederek Mısır’da devlete karşı ayaklanmasına ve öldürülmesine sebep oldu.
Mevdudinin ilmi kifayetsizliği böyle sayısız müslümanları, maddi ve manevi ölüme sürüklemiştir. Çünkü hiçbir İslam âlemi siyasete karışmamış, ihtilali hatırından bile geçirmemiştir. Milleti ilmi ile, nasihat ile irşad etmişlerdir. İslamiyetin ihtilal ile değil, ilim ile ahlak ile yayılacağını bildirmişlerdir.

Âl-i İmrân Sûresinin Fazieti


Bu mübarek sûre Kur'ân-ı Kerîm'in üçüncü süresidir. Mediiıe-i Münevvere'de nazil olmuştur. İki yüz âyettir.. Sûrenin başındaki âyet-i celîlenin AUah'm ism-i a'zamı olduğu hadîs-i şeriflerle bildirilmiştir. Nevvas ibn-i Sem'ân (radı-yailahü anh) den: Resûlüllah (sallâllahü aleyhi vesellem) buyurdular ki:
«Kur'ân ve dünyada iken onunla amel eden (Kur'ân) ehil getirüecek, Bakara ve Âl-i İmrân sûreleri arkadaşları olan o kimseye şefaat için onun önüne atılacaklardır...»
Nevvâs ilâve ediyor: Nebiyy-i Ekrem (sallâllahü aleyhi vesellem), bu iki sûre için misâl verdi. Bu misâlleri hâlâ unutmadım. Buyurdular ki:
«O iki sûre, aralarından ışık sızan iki tente gibi, veya iki kara bulut gibi, veya kanatlan gerilmiş kuşlardan meydana gelen bir gölgelik gibi gelecekler ve adamları için mücadele edeceklerdir.» (90)
Ay yüzlü sahâbîlerden ve Kur'ân-ı Kerîm'i en güzel okuyanlardan Abdullah ibn-i Mes'ûd (radıyallahü anh) buyurur ki:
«Âl-i İmrân sûresi yoksul için ne güzel bir hazinedir; gecenin sonunda kalkar ve onu okur!..» (91)
Şanlı sahâbî İbn-i Abbas (radıyallahü anh) den: Hâte-mü"I-Enbiyâ buyurdular ki:
 
«Kini Al-i İmrân sûresini Cuma günü okursa güneş ba-tıncaya kadar Allah ve melekleri ona salât ederler.» (92)
Salâttan murâd; Allah'tan rahmet, meleklerden duâ ve istiğfardır. Yaralı ceylânlar gibi titreyen bir gönülle ve samimî duygularla okunan Kur'ân elbette sahibine şefaat edecektir... Kur'ân'ı okuyanı Allah sevdiği gibi melekleri de sever...

C. ABDÜLHÂLÎK-I GÜCDÜVÂNÎ’NÎN NASİHATLERİ



Bundan sonra da Gücdüvânî Hazretleri’nin tarikat hakkındaki on bir nasihatini yazmaya çalışacağız. Bu on bir nasihat Sadreddin Konevî Hazretleri’nin on iki nasihatine uymaktadır.
1. Vukûf-ı Zamânî:
Kişinin zamanının nasıl geçtiğini anlaması ve ona göre hareketlerini tanzim etmesidir. Eğer zamanını huzur ile geçirdiyse buna şükretmeli ve eğer gaflet ile geçirdiyse buna da istiğfar ederek telâfisine çalışmalıdır. Hak taliplerine lâyık olan zamanını gafletle geçirmeyip huzur ile geçirmek için çalışmaktır. Zamandan hiçbir zaman geçmemelidir ki, Allah Teàlâ’nın, tam bir teveccüh ile huzurunda bulunmasın. Ve kişinin bilmesi lâzımdır ki Allah Teàlâ her şeyi görür, bilir ve işitir. Kişinin bütün yapıp yapacaklarına şâhid ve her işine muttalîdir. Gözlerin kötü bakışları ve kalblerde gizli olan şeyler de ona ayandır. Yerde ve gökte olan her şeyin bilinmesi Allah için müsavidir.
Binâenaleyh Hak yolcusunun her gün, her gece amellerini hesap etmesi, saat ve dakikalarının nasıl geçtiğine dikkat etmesi lâzımdır. Eğer vakitleri hayırla geçti ise şükretmeli ve eğer yaramaz, şer ve boş işlerle geçti ise, bundan da pişman olup istiğfar etmelidir. Yakubi’l-Çerhî Hazretleri’ne şeyhi emretmiş: “Kabız halinde istiğfar, rahatlık halinde de şükre devam eyle”.
Nakşibend Bahaeddin Hazretleri der ki: “Bu vukûf-ı zamanı talibin nefis ahvâllerine vâkıf olmasıdır. Eğer Hakk’ın rızasına ve şeriat-ı Ahmediye’ye muvafık ise şükreder, böyle olmadı ise onu da istiğfarları ile telâfiye çalışır. Bu hak yolunun kuruluşu zamanların muhafazasına bağlıdır. Nefesi alıp verirken sakın gafletle vermemeli, buna çok dikkat etmek lâzımdır. Sofiyyûn indinde vukuf-ı zamani hallerini muhasebeden kinayedir.
Bahaeddin Hazretleri der ki: “Vukûf-ı zamânî her geçen saatin ve dakikaların huzur veya gafletle geçmesini hesaplamaktır”. Bundan anlaşılıyor ki geçen vakit ve fiillerin boş yere ve gafletle geçti ise, bunun ıslahı için işe yeniden başlamak lâzımdır. Yâni riyazetlerle ve derslere devamla bu vukuf-ı zamânîyi değerlendirmeye çalışmalıdır.
2. Vukûf-ı Adedî:

Esma'ul Hüsna 38. İsm-i Şerif


 
 

Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Zekasi


HUNEYN'DE MEDİNELİLERLE

Huneyn zaferiyle birlikte akıl almaz boyutlarda ganimet elde edilir. Hz. Muhammed (asv), bu ganimetin önemli bir kısmını kısa bir süre önce Müslüman olmuş ve henüz din kalplerinde sağlamca yerleşmemiş bulunan Mekke’nin ileri gelenleri arasında dağıttırır. Beklenen etki gerçekleşir. Şimdi Mekke yöneticileri,

"Muhammed gerçekten peygamberdir, yoksa bu kadar cömert olamazdı.", demektedirler.

Fakat bu durum Medine'den gelen bir kaç gencin de yanlış anlamasına neden olur. Küçük bir dedikodu çıkar. Denmektedir ki:

“Allah'ın Elçisi kendi halkı ve akrabalarına kavuştu ve galiba artık hep onlarla kalacak.”

Dedikodu kendisine ulaşınca zaman kaybetmez. Emir verir bütün Medinelileri bir vadiye toplar. Aralarında Medineli olmayan birisinin bulunmasına ise izin vermez. Herkes merak ve heyecanla beklemektedir.

"Ey Medineliler; duydum ki benim hakkımda bazılarınız, halkına ve akrabalarına kavuştu, artık hep onları tercih edecek demektedir." der.