Mevdudi, Çeştiyye tarikatının büyüklerinden olan hoca Kutbuddin Mevdudi Çeştinin torunlarındandır. Ecmir’de medfun olan Mu’inuddin-i Çeşti, Kutbuddinin halifelerinden Osman haruninin halifesidir. Kutbuddin Mevdudi 1132’de Çeşt’de vefat etti. Çeşt, Hirat kariyyelerindendir.
Mevdudi,
1903 senesinde Haydarabad’da doğdu. 1979 Eylül ayında Amerika’da öldü.
Pakistan’da defnedildi.
Gazeteci
olarak hayata atıldı. İlk olarak 1927 de (İslamda Cihad) kitabını yazdı. Bu
kitabında ihtilal fikirlerini yayıyordu. Arapçaya tercüme edilince, Hasan
El-Benna’nın düşüncelerine tesir ederek Mısır’da devlete karşı ayaklanmasına ve
öldürülmesine sebep oldu.
Mevdudinin
ilmi kifayetsizliği böyle sayısız müslümanları, maddi ve manevi ölüme
sürüklemiştir. Çünkü hiçbir İslam âlemi siyasete karışmamış, ihtilali
hatırından bile geçirmemiştir. Milleti ilmi ile, nasihat ile irşad etmişlerdir.
İslamiyetin ihtilal ile değil, ilim ile ahlak ile yayılacağını bildirmişlerdir.
Mevdudi,
İslamın bütün ana prensiplerini kendi mantığı ile çözmeye kalkışmış, İslam
âlimlerinden hep ayrılmıştır. Kitapları incelenirse kendi mantığını, kendi
düşüncelerini, İslamiyet olarak yaymak çabasında olduğu kolayca sezilir.
İslamiyeti modern hükümet şekline uydurmak için çeşitli kılıflar uydurmaktadır.
İngilizlerin
ve uşaklarının o dönemde İslam âlimlerini yok etmesi ve fetret devri Mevdudi’ye
yaradı. Mevdudi bu bu dönemi kendi lehine kullanmayı başardı. Hind
müslümanlarının milli hareketlerine karıştı. İslam müctehidlerinin başarılarını
kendisine mal etmek için çok yazılar neşretti. Bu yazılarında, kendisine milli
önderlik ve telkin edicilik süsü verdi. Çok kurnaz davranarak partinin başına
geçti. Hâlbuki Pakistan’ın kurulması fikrini ortaya koyup bu yolda çalışanlar
başkalarıydı. Başlarında Ali Cinnah bulunuyordu. Ali Cinnah, Hind
Müslümanlarına istiklal fikrini aşılarken ve onları birleşmeye çağırırken
Mevdudi kendi çıkarına isteklerde bulununca fitneyi önlemek için hap edilmesine
fetva verildi.
Fitne
bastırılıp 1947’de Pakistan devleti teşekkül edince, 1950 yılında serbest
bırakıldı. Ehli Sünnetin temiz müslümanlar yeni devlet içinde İslam davasını
güderken, Mevdudi (Kadıyani) denilen bozuk bir din ile fikirleri meşgul etmeye
başladığından 1953 de mahkeme olunarak 26 ay daha hapsedildi.
O hapiste
iken Müslümanları koruan anayasa hazırlanmıştı ve 1956’da kabul edildi. Fakat
hapisten çıkar çıkmaz ihtilal fikri aşılayan yazıları ortalığı hemen
karıştırdı. Anayasanın yasak edilmesine ve örfi idarenin ilanına sebep oldu.
1962’de yeni anayasa yürürlülüğe kondu. Fakat mevdudi yine rahat durmadı. İslam
Cemaati teşkilatının kapatılmasına da sebep oldu. 1964 başında tekrar hapsoldu.
Fakat genel afdan istifade ederek az zamanda kurtuldu.
İnsan
hakları ve adalet diye bağırarak ihtilal çıkarma sevdasına düştü. Keşmir’de
karışıklıklara yol açtı. Hintliler bundan yararlanarak Keşmire saldırdı.
Mevdudi
el altında Suudi Arabistan ile de işbirliği yaptı. Mezhepsizliği her İslam
ülkesine yaymak için kurulmuş olan Medine’deki istişare heyetine a’za oldu.
Yine yanaşmaya kalkıştığı kimseler tarafından hapsedildi.
Karaşi
Medresesinin müdürü (Pakistan Medreseeleri vifakı)nın reisi Muhammed Yusuf
Benuri 1977 senesinde vefat etti. “El-üstadül-Mevdudi”kitabında
Mevdudi’nin ehliyetsiz ve mezhepsiz olduğunu uzun uzun anlatmaktadır. Bu kitap
Arabi olup, İstanbul’da ofset ile bastırılmıştır. Yedinci sahifeden başlayarak
diyor ki:
“gençliğinde, niyaz Fethpuri isimnide bir mülhidi katip yaptı. Bunun sapık fikirleri ile bozuldu. Bunun yardımı ile çeşitli dergilere yazı vererek geçimini sağladı. Sonra “Cemiyyetül Ulema’il Hin” idaresini ele aldı. Müftü Muhammed Kifayetullah ve Şeyh Ahmed Sa’idi Dehlevinin yardımları ile “Müslim”, 1933’de “Tercüman-ül Kur’an” dergisini çıkardı. Sonra dört arkadaşı ile birlikte “Darül İslam” idaresini kurdular. Bu arkadaşları, Muhammed Mauzur Nu’mani, Ebül Hasen Ali nedvi Lüknevi, Emin Ahsenü İslahi ve Mes’ud Alimül-Nedvi idi.
Nihayet 1941’de “El-Cemaatül İslamiyye” idaresini tesis etti. Şeyh Münazır Ahsen-ül Geylani, Seyyid Süleyman-ün-Nedvi, Abdülmacid Deryabadi gibi meşhur kimselerin methiyelerine kavuştu fakar sapık fikirlerini yaymaya başlayınca ipler koptu.
Kitaplarına karşı ilk reddiyeyi yazan şeyh Münazır Ahsen-ül Geylani oldu. Abdülmacid Deryabadi’nin çıkardığı “Sıdk-ul Cedid” dergisinde “Yeni bir harici” başlığı ile ilk reddiyesini yazdı. Sonra Süleyman-ün Nedvi ve Hüseyn Ahmed-ül Medeni, Mevdudiye reddiyeler yazdılar.”
“gençliğinde, niyaz Fethpuri isimnide bir mülhidi katip yaptı. Bunun sapık fikirleri ile bozuldu. Bunun yardımı ile çeşitli dergilere yazı vererek geçimini sağladı. Sonra “Cemiyyetül Ulema’il Hin” idaresini ele aldı. Müftü Muhammed Kifayetullah ve Şeyh Ahmed Sa’idi Dehlevinin yardımları ile “Müslim”, 1933’de “Tercüman-ül Kur’an” dergisini çıkardı. Sonra dört arkadaşı ile birlikte “Darül İslam” idaresini kurdular. Bu arkadaşları, Muhammed Mauzur Nu’mani, Ebül Hasen Ali nedvi Lüknevi, Emin Ahsenü İslahi ve Mes’ud Alimül-Nedvi idi.
Nihayet 1941’de “El-Cemaatül İslamiyye” idaresini tesis etti. Şeyh Münazır Ahsen-ül Geylani, Seyyid Süleyman-ün-Nedvi, Abdülmacid Deryabadi gibi meşhur kimselerin methiyelerine kavuştu fakar sapık fikirlerini yaymaya başlayınca ipler koptu.
Kitaplarına karşı ilk reddiyeyi yazan şeyh Münazır Ahsen-ül Geylani oldu. Abdülmacid Deryabadi’nin çıkardığı “Sıdk-ul Cedid” dergisinde “Yeni bir harici” başlığı ile ilk reddiyesini yazdı. Sonra Süleyman-ün Nedvi ve Hüseyn Ahmed-ül Medeni, Mevdudiye reddiyeler yazdılar.”
NEDEN SAPITTI?
Mevdudi bir din
adamı değildir. Bir politika, siyaset adamıdır. Urdu dilinde akıcı bir kalemi
vardır. Fakat kitaplarının günahı, faydalarından büyüktür.
Mevdudinin sapıtmasına sebep, din bilgilerini ehlinden öğrenmedi. Arabi ilimlerde maharet kazanmadı. Hakiki din alimlerinin sohbetlerine kavuşmadı.
Mevdudinin sapıtmasına sebep, din bilgilerini ehlinden öğrenmedi. Arabi ilimlerde maharet kazanmadı. Hakiki din alimlerinin sohbetlerine kavuşmadı.
İslamiyeti
ehlinden öğrenmeyip, kendi felsefesini işin içine karıştırınca sapıtmak da
kaçınılmaz oldu. Bu nedenle sebep olduğu şerler, hayırlarına büyük üstünlükle
galiptir.
Bilhassa
Urdu dilinde yazdığı kitaplarında, Ashab-ı Kirama dil uzatmakta, Halife-i Raşid
olan hazreti Osman’ı lekelemeye çalışmaktadır. İslamiyetin ıstılahlarını ve
ayet-i kerimeleri değiştirmektedir. Salef-i Salihine hakaret etmektedir.
“Sarra’”
sahibi Kusaymi ve “Camiat-ul Medine” müderrislerinden Muhammed Zekeriyya da
önce Mevdudi’nin yazılarını beğeniyordu. Sonra sapıklığını, delaletini
anlayınca kendisine nasihat mektubu yazdı. Sonra onun bozuk fikirlerini
bildiren risale neşretti. Doktor Abdürrezzak Hezarevi pakistani, bunu Urdu
dilinden arabiye tercüme ve şerh eyledi. Bunu okuyanlar Mevdudi’nin fikirlerini
iyi anlar.
Fikirlerinin
bir kısmı fısktır. Bir kısmı bid’attir. Bir kısmı ilhaddir. Bir kısmı dinde
cahil olduğunu gösteriyor. Çeşitli yazıları ise birbirini tekzip etmektedir.
BİRAZ MİSAL VERELİM
Mevdudi “İslam’da İhya hareketleri” kitabının birinci
baskısında, İslam dinine ve Ehli sünnet alimlerine iftiralar yaptı.
Pakistandaki doğru imanlı müslümanlar İslamı savunmaya başladılar. Onun
iftiralarını vesikalar ile reddettiler. Bu haklı hücumlar karşısında şaşkına
dönen Mevdudi, kitabına çeki düzen vermek zorunda kaldı. Yazılarının bir
kısmını değiştirerek, bir kısmınıda cahilce tevillere kalkışarak yeniden
bastırdı. Yiğitliğine leke sürdürmemek için de “yanlış anlaşılan yerleri tekrar
gözden geçirip, kalp kırıcı tenkitleri önlemeye çalıştım” önsözünü de kitabın
başına koydu.
Fakat bu
kitabında da ehlisünnet alimlerine Müslümanlar tarafından sunulan “imam,
Hüccetül İslam, Kutbul Arifin, şeyhul İslam” gibi saygın kavramlara dil uzattı.
Bu kavramları
Müslümanlara layık görmez iken kendisi sapıklıkları delilleri ile ortaya
konulan İbni Teymiyye ve Abduhu överken isimlerinin başına imam, üstad gibi
kelimeleri yazmaktan geri kalmadı.
“İslamda ihya hareketleri” kitabının baş tarafında: “İslam dini, dinsiz felsefeden büyük farkı olan,
kendine mahsus bir felsefe ortaya koyar. Kainat ve insan hakkındaki bilgileri
dinsizlerin bilgisena tamamen zıddır.” Diyor.
İslam
dininde felsefe bulunduğunu ve İslam âlimlerinin filozof olduğunu anlatıyor. Bu
sözleri, Avrupa’lıların İslamiyeti dışarıdan görerek anlamalarına ve
anlatmalarına benzemektedir. İslam âlimlerinin bir filozof derecesine
düşürülmeleri, İslam âlimlerinin büyüklerini anlamamaktır.
Din
bilgileri ikiye ayrılır. Din bilgileri, fen bilgileri. İslamın fen bilgileri
müşahede, tetkik ve tecrübe ile elde edilmektedir. Avrupa ve Amerika’daki
dinsizlerin kâinat ve insan üzerindeki fen bilgileri de böyledir. Bunları
birbirinden tamamen zıt diyerek ayırmak, islamda fen bilgisi olduğunu inkâr
etmek olur. Buda kaş yaparken göz çıkarmaya benzer. Yüce İslam âlimi İmam-ı
Gazali hazretlerinin “cahillerin dine yardım etmeye kalkışması, dine fayda
değil zarar verir” sözü ne kadar da yerindedir.
33.
sayfasında “Hilafet müessesesinin zayıflamasına sebep olan iki şeyden biri,
hazreti Osman’ın, selefleri kadar liderlik ehliyetine malik bulunmamasıydı.”
Bu sözü
ile büyük halifeyi lekelemeye kalkışıyor. Seyyid Kutup da
“Adalaetül-ictimaiyyetü fil-İslam” kitabında Hazreti Osman (Radıyallahu anh)a
böyle saldırmaktadır.
Hazret-i
Ömer’in tavsiye etiği, sahabelerin sözbirliği ile seçtiği ve hadis-i şeriflerle
üstünlüğü bildirilen Zinnureyn Hazretlerine dil uzatmak cahil olmanın veya
İslamiyeti perde arkasından gzilice yıkmaya çalışmanın bir alametidir.
Ashabı
kiramın ve özelikle hazreti Osman’ın faziletlerini yazmak ayrı bir kitap
oluşturmayı gerektirir. Sahabelerin hepsi mükemmel lider, kahraman birer
Mücahid idi. Mekke’de idam sehpasında kafirlere meydan okuyan Habib
hazretlerinden, şam fatihi Ebu Ubeyde’ye ve İstanbul’a gelen ordunun
mücahidleri arasında bulunan Hazreti Halid’e varıncaya kadar, her birinin her
bakımdan üstünlüklerini yazmak birer destan teşkil eder.
“Peygamber
ölçülerine uygun olan hilafet, zalim sultanlara geçti. Hükümranlık bir kere
daha Allah’a karşı olanların eline geçmiş oldu. İslamiyet iktidardan
uzaklaştırılmış bulunuyordu. Ateizm, iktidar ve hakimiyeti hilafet namı ile
gasbetti. Hükümdarlara, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi denildi.”
Bu sözler
imanı olanların ağzına ve kalemine yakışacak şeyler değildir. Böyle bir
terbiyesizliğe cevap vermeye bile değmez.
“Müteaddid
mezheplerin zuhuruna sebep olan skolastik düelloyu, mu’tezile akidesini, ateist
ve septik temayülleri teşvik eden, yukarıda bildirdiğimiz şartlar oldu” diyor.
Mezheplerin
zuhurunu fitne ve fesat şartlarına bağlıyor. Mezheplerin zuhur edeceğini ise
Peygamberimiz haber vermiş ve bunların meydana çıkmasının, Allah’dan rahmet
olduklarını beyan buyurdu. Mezheplerin delilleri sitemizde yer almış ayrı bir
konudur.
Mevdudi
tasavvufu da “puta tapmak” gibi yorumlayanlardan. Şöyle diyor: “Yunan, İran ve
Hind semalarından gelen edebiyat ve felsefe paylaşıldı. Müslümanlığı kabul eden
müşrik cemiyetlere mensup halklar birçok müşrik inancını ve fikirlerini
beraberlerinde getirdiler. Putperestliği İslama sokarken, dünyaya düşkün
alimlerde onlarla beraber çalıştı. Kabirlere ve evliyaya ibadet etmeye yer
vermek düşüncesiyle, ayetlerin manaları tahrif edildi.”
Evliyalığı
kabul eden Mevdudi kendi yazdığını dahi okuyamayacak kadar sersemlik içinde
olsa gerektir ki, dünyaya düşkün olup, kafirlerle el ele vermekle suçladığı
alimleri “evliyaya tapmak” için ayetleri tahrif ettiğini ileri sürmektedir.
Dünyacı
alimlerin evliyalar ile işi olmadığı gibi, evliyalara hürmet edenlerin de
onlara tapınma gibi bir davası yoktur.
SAPIK
GÖRÜŞLERİNDEN KESİTLER
Mevdûdî’nin elimizdeki mevcut kitapları mutlak müçtehid edasıyla yazılmıştır. Âyet-i Kerimelere kafadan mânalar verilişi, salâhiyetli hiçbir müfessirden delil getirmeyişi, dört hak mezhepten birine göre yazılmayışı Mevdûdî’nin MEZHEPSİZ oluşunu gösteren apacık ve kat’i delillerdir.
Şimdi
Mevdûdî’nin HİLAFET VE SALTANAT isimli mezhebsizlik zehiriyle dolu kitabına bir
göz atalım:
1-
Kitabın çeşitli yerlerinde “İslâm nazariyesi” tabirini kullanmaktadır. Halbuki
İslâmda nazariye yok, edillei şer’iyye vardır.
2- Bir
İslâm memleketinde, müslüman olmayanların iman edenlere verilmiş bulunan bütün
medenî haklardan aynı şekilde istifade imkânına sahip bulunduğunu iddia etmekte
S.58.
Halbuki
bir gayri müslim, müslüman bir kadınla evlenemediği gibi seçme ve seçilme
hakkına da sahip olamaz. Mevdûdî’nin savunduğu demokratik rejimlerdedir.
3- “Benim
nazarımda bütün insanlar eşittir.” Demekte ve “Bizden olsun olmasın” diye de
bir ilâve yapmakta. S.68
Halbuki
insanlar ancak insan olarak eşittir. Fakat bir müslümanla bir kâfir eşit
değildir. Müslümana namaz kılması icbar edildiği halde kâfire icbar edilemez.
4- “Ancak
mü’minler kardeştir.” Âyet-i kerimesine istinaden bütün vatandaşların eşit
olduğu hükmünü çıkarmakta S. 69-70.
5- S.
89’da Kâinatın Efendisinin kendisinden sonra bir şahsın yerine geçmesi
hususunda işaret buyurmadığını iddia ederken hemen S. 90’da Hazret-i Ömer ile
Hazreti Ebu Bekir’i hilafete tensip buyurduğunu yani hilafet derdine
düşdüklerini söyleyerek açıkca bir iftira atmaktadır.
6- Eshâb-ı
Kirâm’dan Sa’ad bin Ubade Radiyallahü Anh’a, farklı ictihadını kabilecilik
taassubu olarak vasıflandırmaktadır. S. 112.
Halbuki
dört halifenin sünneti, Resulullahın sünneti olduğu hadis-i şerifle sabitken
son iki halifenin nümune teşkil etmediği intibaını çıkarmak suretiyle mezkûr
Hadis-i şerifi tekzip etmektedir.
8-
Hazret-i Osman Radiyallahü Anh’ın Hülefa-i Raşidinin tesis ettiği hükûmet
nizamının aydınlattığı meşaleyi de söndürdüğünü iddia ederek köpek dilini
göstermektedir. S. 117.
9-
Hulefa-i Raşidinin doğru yolu gösterdiklerini fakat gitmedikleri intibaını
vermek için, “Bu zevat-i kirama hülefa-i raşide-doğru yolda giden halifeler-
demekten ziyade, Hülefa-i Mürşide- Doğru yolu gösteren halifeler- demenin daha
doğru olduğunu söyleyebiliriz.” diyebilmektedir. S. 122.
10- Dinî
mevzularda ince değil, çok ince düşünmenin gerektiğine ehemmiyet vermiyerek
“Her şeyin üzerinde bu kadar ince düşünürsek o takdirde İslâm tarihinin
%90’nını bir tarafa bırakmamız icap eder.” demektedir. S.129.
Halbuki
yanlış bir hâdise anlatmamak için tarihin %100’ünü bıraksak dinimizde noksanlık
mı meydana gelir?
11- Benî
Ümeyye, yani Hazret-i Osman sülâlesinin memleket idaresinde söz sahibi
olmasının kabiliyet ve işbirlikte izahının mümkün olamıyacağını, yani iltimasla
getirildiğini iddia etmektedir. S. 130.
12-
Hazret-i Osman’ın İslâmın ne olduğunu hâşâ bilmediğini isbat için “İslâm sadece
memleket fethetmenin işi demek değildir.” diyebilmekte S. 133.
13-
Eshâb-ı Kirâmdan baba ile oğulun Medine’ye getirilişine kızarak getirilmesini
isteyen Resûlullah’a diş biliyor veya Hazret-i Osman’ın yalan söylediği
intibaını vermek için “Hazreti Osman şöyle bir mesele ortaya attı: Resulüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) “bir müddet sonra onların Medine’ye dönmelerine
izin vereceğim” dediğini duymuştum.” şeklinde rivayet edebilmekte S. 134.
Hadis-i
şerife istinaden getirdi demiyor da şöyle bir mesele ortaya attı, demekle
Hazreti Osman’ı töhmet altında bırakmak istiyor mezhepsiz.
14- İbn-i
Teymiyye’den bile nakiller yapmakta S. 135.
15- “Hazreti
Osman’ın siyaseti hatalı idi.” demekte S. 141
16-
Hazret-i Ali, Hazret-i Osman’ın temiz olduğunu isbatladı, demiyor da, “Hazreti
Osman’ı temize çıkardı,” demek suretiyle hem Hazret-i Osman’ın suçlu olduğu,
hem de Hazret-i Ali’nin bir nevi iltimas ettiği intibaını vermeye çalışıyor. S.
146.
17- S.
148’de “Hadiseler büyüyünce Hazret-i Osman bile hadiselerin bu şekilde
gelişeceğini hesaplıyamamıştı.” Demek suretiyle güya Hazret-i Osman’ın
ferasetsizliğini ortaya koymaya çalışmaktadır. Hadiselerin o şekilde tecelli
etmesi takdir-i ilâhidir. Peygamber aleyhisselâmın Taif’te mübarek ayaklarının
kan içinde kalmasını hesaplıyamamış mıydı? Mezhepsiz aklının ermediği işlere
karışmasan olmaz mı?
18-
İslâmın emrettiği seçim şeklinin modern olmadığını veya modern seçim sisteminin
islâmın koyduğu seçim sisteminden üstün olduğunu, dolayısıyle Hazret-i Ali’ye
haksızlık yapıldığını belirtmek için “Bugünkü modern usullerle bir seçim
yapılmış olsaydı Hazreti Ali kazanacaktı.” demekte S. 151
19-
Hazret-i Sa’ad İbni Ubade gibi biat etmeyen bazı eshâb-ı kirâm için “Onlar
islâm nizamını iyi düşünselerdi, biat etmelerinin zaruri olduğunu anlamış
olacaklardı.” demek suretiyle (S. 152) farklı içtihadlardan dolayı bazı Eshâb-ı
kiramı islâmı iyi iyi düşünmemek gibi bir ithamda bulunmaktadır. S. 153’de ise
“Yeni halifeye bu zevat inanmıyorlar, veya inanmak istemiyorlardı, yahutta
böyle hareket etmekle hususi bir maksatları vardı.” diyor. Ağzını topla
Mevdûdî!
20-
Mezhepsiz herif farklı içtihadlarından dolayı Eshâb-ı kirâma bakın nasıl
yükleniyor: “Biat etmeyenlerin hareket tarzı, ümmeti hilâfet nizamından ziyade
padişahlık tarafına yöneltmekten başka bir mânâ ifade etmez.” diyor. S. 153
21- S.
160’da şartlı biatın caiz olmadığını beyan ettikten sonra S. 162’de Aşere-i
mübeşşere’den iki sahabinin şartlı biat istediklerini söyleyerek cennetle
müjdelenen iki sahabiye noksanlık yüklemeye çalışıyor mezhepsiz.
22- S.
164’te “Neticede Talha, Zübeyir ve diğer kan davâsı peşinde koşanlar.” diyor da
Şer’i kısasın yapılmasını isteyenler demiyor. Aşere-i mübeşşereden bu iki zata
“kan davâsı peşinde koşanlar” şeklinde suçlamaya çalışıyor alçak herif.
23- S.
167’de Hazret-i Ali’nin karşı taraftakilerin şehitlerine de hürmet gösterdiğini
ve mallarını da ganimet saymadığını rivayet ettiği halde mezhepsizliğinden
dolayı karşı tarafa hücum etmekten kendini alamıyor.
24-
Hazret-i Muaviye’ye uzatılan dile bakın: S. 169’da “Muaviye Hazret-i Osman’ın
kanını istemek hususunda gayrî kanunî yolda yürüyordu.” diyor. S. 171’de ise
“Muaviye Osman’ın katillerinden kan istemiyordu. O zamanın halifesinden kan
istiyordu.” diyor mezhepsiz herif.
25- Bir
kısım sahabenin Hazret-i Osman’ın kaatilinin Hazret-i Ali’nin olduğunu
söylemesi için 5 tane yalancı şahit bulunduğunu iddia ederek Eshâb-ı kirâma
iftiralar etmektedir. S.173-174
26- Hakem
olayında hilafet hususunda haklıyı haksızı tesbit etmek hakemlerin
selâhiyetinde olmadığını, hakemlerin yaptığı işin tamamiyle yolsuz ve yersiz
olduğunu beyan etmek suretiyle başta Hazret-i Ali olmak üzere her iki hakemi ve
bu hakemliğe rıza gösteren bütün Eshâb-ı kirâmı yolsuz ve yersiz iş yapmakla
suçluyor mezhepsiz Mevdûdî. S. 182-183-187
27-
Hazret-i Ali’nin, Hazret-i Osman’ın katline iştirak eden iki sahabiyi vali
yaptığını iddia ederek “İşte Hazreti Ali’nin tek hâtalı meselesi budur.”
Diyerek Hazret-i Ali’ye de hâta isnad ediyor, fakat içtihadı böyle oldu
diyemiyor alçak herif.
28-
Hazret-i Ebubekir’in Hazret-i Ömer’i yerine hilafete seçtiği gibi Hazret-i
Muaviye’nin de oğlunu hilafete seçmesini yanlış, hatalı ve usulsüz bir fikir olarak
söyledikten sonra Eshâb-ı kirâmın bu işi aynen kabul etmesini hazmedemediği
için onlara yükleniyor alçak herif. S. 197
29-
Hazret-i Muaviye hakkında ağzına geleni söylüyor, bir defacık olsun hazreti
kelimesini bile uygun bulmadığı halde yaptığı hareketlerin tasvibi için bakın
nasıl bir dil kullanıyor: “Muaviye iyilikleri şöyle dursun sahabî olması
hasebiyle kendisi hürmete şayan bir zattır. Onun hakkında her kim ileri geri
konuşur, ona taan etmeye kalkarsa, deriz ki o haddini bilmeyen bir kimsedir.” diyor.
S. 204
Mezhepsizin
samimiyetsiz olduğunu isbat için bu cümleler yetmez mi?
30-
Hazret-i Muaviye için “Politik gayeler uğruna şeriat hükümlerini tahrif etti.”
gibi büyük bir iftirada bulunmaktadır. S. 235.
31-
Mezhepsiz kadınların başını kendi tutmuş gibi şöyle bir rivayet naklediyor: “Bu
hâdise esnasında bin kadar kadın kendi kocalarından başka kimselerden gebe
kaldı.” S. 247
Böyle bir
rivayeti nakletmekle hem Eshâb-ı kirâmı ve hem de onların çocuklarını ırz
düşmanı olarak vasıflandırmış oluyor. Sonra bu bin kadının kendi kocaları
tarafından gebe kalmadığını acaba Mevdûdî nasıl tesbit etmiş ki?
32-
Şirkten başka günahların affedilebileceği itikadının Mürcienin itikadı olduğu
zikredilerek tenkid edilmektedir. S. 326
33-
İmâm-ı A’zamın istisnasız bütün sahabileri hayırla, iyilikle yadettiğini
zikretmekte, fakat kendisi mezhepsiz olduğu için Hazret-i Muaviye’ye hazreti
kelimesini bile çok görmektedir. S. 326
34- Ehl-i
sünnet âlimlerinin cumhuriyet esaslarının korunması şartıyla birlik için
çalıştıklarını kaydetmektedir. S.326
35-
İstisnasız bütün Eshâb-ı kirâmın adil olduğunu, hepsinin itimada şayan
bulunduğunu, aksi düşünülecek olursa dinin bazı esaslarının kendiliğinden
şaibeli duruma düşeceğini kaydettikten sonra sahabelerin hiçbir hatalı işleri
yoktur demek istemediğini de belirtiyor. S.435
36-
Sahabiler için “Bilerek hatâ yapmaz” diyor ve içtihadî hataları olabilir
demiyor mezhepsiz. S. 436
37-
“Es-sahabetü küllühüm adül”, mefhumunun istisnasız bütün sahabiler hakkında
varid olduğunu kaydettiği halde, yine de çoklarının âdil iş yapmadığını,
şeriatı tahrif ettiğini yazıyor. S.437
38-
Kitabında gözden kaçmış hâtaların bulunabileceğini, okuyucular bunları
bildirirse düzelteceğini beyan etmektedir. S. 439 (Allah aşkına bunların neresi
doğru ki ??? !!)
39- S.
441’de bir hata işlemekle bir kimsenin rütbe ve derecesinin yüksekliğine
noksanlık gelemiyeceğini belirterek “Ben Eshâb-ı kirâma dil uzatıyorum ama
onlara noksanlık gelmez” demek istiyor.
Müctehidlerin
içtihadlarında noksanlık bulunursa bu hataları derecelerine bir noksanlı
getirmez tabii. Hepsi de müçtehid olan Eshâb-ı kirâmın içtihadlarının mutlaka
hata olduğu bilinemediği için mutlaka hatadır denemez ve günah işlemeyen mahfuz
veliler de bulunabileceği için herkese hata işler gözüyle bakılmaz.
40- S.
443’de “Benim düşüncem şöyledir” diyerek kendisinin de İslâm âlimleri arasında
yeri olduğunu sanmaktadır.( HALBUKİ SADECE ARAPÇASI KUVVETLİ, BASKA HİÇBİR İLMİ
YOK)
41-
“Eshâbım hakkında konuşulurken dilinizi tutunuz.” Hadis-i şerîfine ehemmiyet
vermeden Sahabe-i kirâma kusur yüklemeye, hata bulmaya çalışmaktadır. S. 444
42-
İslâmda fâsığın şehadeti kabul edilmediği halde iftiralarına rafizilerden,
şiilerden delil getirmektedir. S. 445
İntak-ı
hak kabilinden mehaz gösterdiği İbni Ebil Hadid’in şii olduğunu kendisi de
itiraf etmektedir. S. 445
43-
Rafîzi İbni Kuteybeyi mehaz olarak göstermekte ve İbni Kuteybenin şii olduğunu
söylemek hatadır demektedir. S. 446
44- İbni
Kuteybenin şiî olduğu bir tarafa Hazret-i Ali’yi sevmemek anlamına gelen
nasibilikle itham edildiğini belirtiyor. S. 447
Sanki
Hazret-i Ali düşmanı olunca sözü senetmiş gibi yukarıdaki ifadeyi yazıyor.
45- El
Mesudi’nin rafîzi olduğu açıkken “Başka mehazların tasdik etmediği
rivayetlerini almadım” diyerek zımnen Mesudi’nin ehl-i sünnet olmadığını
belirtiyor. S. 448
S. 452’de
ise “İbni Kuteybe ve öteki tarihçilerin eserlerinde rastlanan bozukluklara İbni
Cerir’de tesadüf edilmez” demektedir.
Bu
ifadesi doğrudur, çünkü Sünnî İbnî Cerir senettir. Fakat rafîzi olan İbni Cerir
ise şiîdir. Mevdûdî’ye mehaz ve senet olacak kadar sinsi bir Eshâb-ı kirâm
düşmanıdır. Mevdûdî gibi Eshâb-ı kirâmı över över sonra da şuraları hatalıdır
der.
46- Ehl-i
sünnetin kâfir dediği İbni Teymiyye’yi İMAM diye övmektedir. S. 452
47- Hem
tarihi delil olarak göstermekte ve delillerini hep tarihten vermekte, hem de
“Hadis imamlarının ağır tenkidlerine uğramış bulunan ravilerini tarih yine de
kabul etmektedir.” demek suretiyle kendi kendini çürütmektedir. S. 460
48- S.
462’deki mantığa bakalım: Bizim tarih yazma işimize Abbasiler devrinde
başlandığı, bunların Emevî düşmanı olduğu, bu bakımdan bir takım vukuatı
gizlemiş ve saklamış oldukları ihtimali üzerinde durarak, Emevilerin iftihar
vesilesi olacak işlerinden de bahsettikleri için bu tarihçilerin doğru
olabileceği hükmünü çıkarıyor. S. 462
Be aptal
Mevdûdî , iyi taraflarını yazmasa iftiralarını nasıl kabul ettirecek? Tıpkı sen
de onlar gibi Eshâb-ı kirâmı övüyorsun sonra da iftiralarını sıralıyorsun.
49- İbni
arabi’nin, İbni Teymiyye’nin ve Şah Abdülaziz’in şiîleri reddiye hakkında
yazdıkları kitaplardan rivayetler almadığını, bunların mehaz olamıyacağını
beyan etmektedir. S. 463-464
Yazarı
ehl-i sünnet olduktan sonra şiîliğe reddiye olarak yazılan kitaplar niçin mehaz
olarak kabul edilmesin?
50- Kendi
fikirlerini yazıyor sonra da “kendi içtihad-î fikrimi ortaya koysaydım…” diyor.
S. 463
51-
Hazret-i Osman’ın hareketlerinin yanlış bir niyet değil, yanlış bir düşünce
olduğunu beyan etmekte, bu yanlış düşünce isnadına da içtihadî bir hata
demekte. S.465
52-
Hazreti Osman’ın ferasetinin noksan olduğunu teyit için “Herhangi cahil bir
insan bile vukuu muhtemel zararları tahmin edilebilir, iyi veya kötü bunlara
karşı gerekli tedbirleri almayı ihmal etmezdi.” demek suretiyle Hazret-i
Osman’ın bir cahil kadar bile tedbirli olmadığını söylüyor. S. 467
53-
Hazret-i Osman’ın Hazret-i Muaviye’yi uzun seneler valilikte bıraktığı için
siyaset ve tedbirinin hatalı olduğunu beyan ederek, bir valiyi ancak 5-6 sene
istihdam edip değiştirmenin münasip olacağını söylüyor. S. 472
54-
Hazret-i Osman’ın akrabalarına karşı olan sevgisini zaaf olarak
vasıflandırıyor. S. 476
55-
Hazret-i Osman’ın yalan söylediğini zımnen belirtmek için, bazı vâlileri
değiştireceğine dair halka söz verdiği halde yine yerlerinde bıraktığına dair
bir rivayeti nakledebilmektedir. S. 483
56-
Aşere-i mübeşşereden Hazret-i Talha ile Hazret-i Zübeyir’in kısas hakkındaki
içtihadlarının hatalı ve yanlış olduğunu iddia etmekte. S. 492
57-
Hazret-i Âişe validemizle birlikte Hazret-i Talha ile Hazret-i Zübeyir’in
içtihadları için nadim olduklarını yazabilmekte. S. 493
Halbuki
hiçbir müctehid içtihadı için nadim olmaz. Çünkü içtihad etmek günah değil de
ondan. Asıl günah olan içtihad etmemektir. Mübareklerin nedameti içtihadları
için değil, İbni Sebe’nin hilesi sebebiyle müslüman kanı döküldüğü içindi.
58- Ehl-i
sünnetin Hazret-i Muaviye’ye FÂSIK demediğini belirttikten sonra BAGİ olup
olmadığı hususunda ihtilaf bulunduğunu kaydederek bagi diyenlerin daha doğru
olduğunu yazmaktadır. S. 493
Alçakça
bir mantıksızlık. Fâsık olmayan kimseye bagi nasıl denir? Bagilik meşru ise
tabii ki denir. Yok bagilik meşru değil, yani bagi olmakta bir günah var ise,
bu günah açıktan işlendiği için, işleyene FÂSIK denir. Harbde hile caiz
olduğundan hile yapana hileci denemez. İsyan eden kimseye fâsık denmediğine
göre, o kimsenin isyanının, bagiliğinin meşru olduğunu gösterir. Meşru
olmasaydı fâsık denirdi. Mezhepsiz Mevdûdî hem fâsık değil diyor, hem de bagi
diyor.
59-
Hazret-i Muaviye’nin fâsık olmadığını ve müçtehid olduğunu beyan ettiği halde
kesilecek mütecaviz dilinden bir defacık olsun hazreti kelimesi çıkmadığı gibi
haraketlerine hata dediğini, içtihat hatası diyemiyeceğini belirtiyor. S. 496
60-
Hazret-i Muaviye için söylediğini Hazret-i Amr ibni As için de söylememekte “bu
zatın yaptığı iş, düpedüz hata idi, haksızlıktı. Buna içtihadî hata denmez.”
diyerek zehirini kusmaktadır. S. 498
61- S.
500’de “Şimdi yalnız biz değil, fakat hangi insaflı ve âdil bu işin adına
İÇTİHAD diyebilir?” şeklinde konuşarak içtihad diyenlerin insaf ve âdil
olmadıklarını, dolayısıyle bütün ehl-i sünneti insafsız ve adâletsiz olarak
vasıflandırmaktadır. Başta Hazret-i Ali olmak üzere ehl-i sünnet ulemasının bu
hadiselerin içtihada taalluk ettiğine dair olan içtihadlarını Milli Fikir’in
12. sayısında da vesikalara dayanarak isbatlamıştık.
62-
İstidlal ettiğim hususlarda bir hata varsa birlikte düzeltelim diyerek
kendisinin istidlâl etme yetkisinin bulunduğunu, yani müçtehid olduğunu beyan
etmektedir. S. 504. Daha önce de içtihad-i fikrim diyordu. S. 463
63- Bir
sahabenin Mekke’nin fethinde Hazret-i Osman’ın iltiması ile vazgeçildiğini
yazmakta. S. 506
İltimas,
bir haksızlığı meşru kılmaz için yapılan harekettir. Hazret-i Osman iltimas
yaptı demekle hem Hazret-i Osman apacık şekilde suçlanıyor, hem de bu iltiması
kabul edip tatbik eden Resûlullah Efendimiz suçlanmış oluyor. Eğer Hazret-i
Osman’ın o hareketi iltimas olsaydı, Resûlullah onu kabul eder miydi?
“İslamda
İhya Hareketleri” isimli kitabında ise ehl-i sünnet âlimlerinin kâfir, sapık,
bid’atçi dediği İbni Teymiyye’yi aşırı şekilde övmekte, ona “İMAM” ünvanını
vermekte, ehl-i sünnetin göz bebeklerinden biri olan İmâm-ı Gazâli hazretleri
gibi bir âlime mezhepsiz kafasıyle zaaf ve noksanlıklar bulmakta, tasavvufa
girişini- yani evliya oluşunu- noksanlık olarak kabul etmektedir. İmâm-ı
Rabbânî hazretleri gibi tasavvufdaki derinliği nisbetinde yükselen büyük İslâm
âlimlerini yalnız dış cephesiyle ele alıyor, tek cümleyle tasavvufun peygamber
aleyhisselâmın bâtın nuru olduğunu bilemediğinden inkâr ediyor. İslâmı İmâm-ı
Gazâli’nin bıraktığı yerden alıp ileriye götürdüğünü savunmak gibi gülünç
iddialarda bulunmaktadır.
Sizlere
düşünce yapısından kesitler vermeye çalıştığımız bu sapığın da delaletinin ardı
arkası gelmez. Bize düşen bu gibi sahte din adamlarının düşünce yapılarını,
ideolojilerini ve hedeflerini bilmektir. Böylelikle sapık düşüncelere karşı
temiz inancımızı koruyabilecek ve gerekirse müdafaa yapabileceğiz…
Alinti: www.ihvanlar.net
bunu yazan arkadaş.allahtan kork.bu iftiraların hesabı zor olur
YanıtlaSil