A´dan Z´ye… ا´den ي´ye… Beşikten mezara kadar öğrenilmesi gereken, kadın-erkek tüm Müslümanlara farz olan ve sonu Cennete varan bir yoldur İlim✦Amel✦İhlas
İSLÂM’DA KADININ MEVKİİ VE KIZLARIN EĞİTİMİ
Kadının
fazilet ve iffeti, toplumu cennete çevirir. O cennette büyüyen nesiller de,
toplumların huzur kaynağı olur. Bu bakımdan sâliha kadın; âilede, toplumun
billur bir âvizesi gibidir.
Kadının İslâm’daki mevkii nedir? Günümüzde kadınlar çeşitli vesîlelerle ve
yaldızlı sözlerle sokaklarda mutluluğu aramaya itiliyor. Kadınlar huzur ve
saâdeti nerede aramalıdır?
Cenâb-ı Hak,
kadını duygu bakımından erkeğe göre daha zengin yaratmıştır. Bu duygu ve his
zenginliği, kadına Allah’ın yüklediği bir temel vazifenin îcabıdır. Bu vazife,
neslin muhafazası ve terbiyesidir. Bu ilâhî tanzimin dışına çıkılırsa, kadının
fıtratına ihânet edilmiş olur.
Çağımızda
kadınlarla erkekler arasında uydurma bir eşitlik yarışı başlatılmıştır.
Yaratılıştaki hususiyetlere zıt olan bu yarış, hanımlık ve annelik vazîfelerini
zedelemiş, âilenin huzur ve sükûnu kaybolmuş, toplum hayatı sarsılmış, fertler
şahsiyetini yitirmiştir.
Kadın ve
erkeğin fizîkî, rûhî yaratılış ve fıtratları eşit değildir ki, fiilî veya
hukûkî eşitlik gerekli olsun. Mühim olan her alanda bir eşitlik değil, haklar
ve vazifeler arasındaki dengedir.
Cenâb-ı Hak,
kadınlar ve erkekler arasında birbirlerini ikmâl eden, çok güzel bir vazîfe
taksimi yapmış ve her ikisine ayrı ayrı kâbiliyetler vermiştir. Kadın ve erkek,
ancak madden ve mânen bütünleştiği zaman yaratılış gâyesine uygun bir olgunluk
meydana gelir; âile ve bunun neticesinde toplum huzurlu olur.
Kadının
olgunluğu, Allah’ın verdiği güzel hasletleri koruması ve geliştirmesi ile
ortaya çıkar. Kadın, sahip olduğu bu hasletleri, ilâhî tanzime ters bir şekilde
yönlendirir, kendi hakîkat ve haysiyetine vedâ ederse kıymetini mahvetmiş;
letâfet, nezâket ve zarâfetini zâyî etmiş olur. Böylece toplum hayatı
çoraklaşır.
Kadının
yaratılışına göre yaşaması toplumu cennete çevirir. Kadın; âilede, toplumun
billur bir âvizesi gibidir. Tarih sayfalarını karıştırdığımız zaman görürüz ki,
toplumlar hanımlarla âbâd olmuş ve yine onların elleriyle berbât olmuşlardır.
Eğer kadınlara mutluluk için sokaklar gösterilirse, hayat yolları cam kırıkları
ile dolar.
Kadının
saâdeti, haysiyetini koruyarak yaşamasında ve âilesini muhafazasındadır. “Cennet
annelerin ayağı altındadır.” 5 (Suyûtî, Câmius’sağîr, I,
125) hadîs-i şerîfi, gerçek anne için Peygamberimizin ne büyük bir müjdesidir.
Fazîletli
anne, ilâhî kudretin genişletilmiş bir rahmet kucağı, âilede saâdet kaynağı,
zevk ve safâ ışığı, âile fertlerinin şefkat odağıdır. Rabbimizin, “er-Rahmân”
ve “er-Rahîm” esmâsının dünyadaki müstesnâ ve mûtena bir tecellîgâhıdır.
Bizleri önce
bir müddet karnında, sonra kollarında ve ölünceye kadar kalplerinde taşıyan
annelerimize gösterilecek sevgi ve saygıya denk başka bir varlık
yaratılmamıştır. Ev tanzimi ve evlât terbiyesini omuzlarına alan anne, cidden
engin bir sevgiye, derin bir saygıya ve ömürlük bir teşekküre lâyıktır.
Bir anne
ruhunda biriken engin şefkatin sınırlarını tayin edebilecek bir ölçü var mıdır?
Yememiş yedirmiş, giymemiş giydirmiş, uyumamış uyutmuş… Hayatın fırtınalarında
bizlere bir toz konmasın diye bütün varlığını vakfetmiş olan anne ve babaların
haklarını ödeyebilmek mümkün müdür?
Mevlânâ hazretleri şöyle buyurmaktadır:
“–Anne
hakkına dikkat et! Onu başında taç et! Zira anneler doğum sancısı çekmeselerdi,
çocuklar da dünyaya gelmeye yol bulamazlardı.”
Büyük velî
ve İslâm hukukçusu olan İmâm-ı A’zam hazretleri, zulme âlet olmamak için
Bağdat kadılığını reddetmişti. Halife Ebû Câfer Mansur, onu cezâlandırmak için
hapse attırmış ve kırbaç cezâsına çarptırmıştı. Her gün vurma sayısını da
arttırıyordu. İmâm-ı A’zam Hazretleri ise kırbaçlar altında çektiği ıstıraptan
ziyade: “Ya şu hâlimi annem duyarsa ne yapar?” endişesiyle dostlarına haber
gönderdi:
“–Aman bu
hâlimi anneciğim duymasın. O benim acı çekmeme tahammül gösteremez, mahvolur!..
Ben de onun üzülmesine dayanamam!” diyerek, bir anne muhabbetinin en canlı misâlini
vermiştir. Anne muhabbeti, kendisine kırbaç acısını âdeta hissettirmemiştir.
Bahâuddin
Nakşibend Hazretleri
de:
“–Bizim
kabrimizi ziyârete gelenler, önce vâlidemizin kabrini ziyâret etsinler!”
buyurarak, anne sevgisinin enginliğine müşahhas bir misâl teşkil etmiştir.
Abdurrahman
Molla Câmi ise:
ÇOCUK TERBİYESİ HAKKINDA
Çocuklarımızın
kusursuz olmasını istiyorsak, kusursuz anne-baba olmaya gayret etmeliyiz.
Aileler
çocuk terbiyesinde ne gibi hususlara dikkat etmelidirler?
Evvelâ şunu
ifade etmelidir ki, çocuklar, bizlere ilâhî birer emânet ve öz varlığımızdan
boy vermiş kıymet filizleridir. Duygulu gönüllere göre; evlerin ilk saâdet
mûsıkîsi, doğan çocukların gönüllere huzur veren sesleri ile başlar.
Hadîs-i
şerîflerde beyân buyurulduğu veçhile çocuklar; “cennet çiçekleri”, “kalp
meyveleri”, “ilâhî ihsân ve rızıklar”dır.
Bu itibarla
çocuklar, Rabbimizin ne güzel lütuf ve ihsânıdır. İlk çocuğumuz dünyaya
geldiğinde ana-baba olmanın o derin hazzı hiç unutulur mu?
Onların gülüşlerindeki
zevk ü safâ ışıkları cennet parıltılarına benzer. Bir anne için en güzel
meşgale onu yetiştirmek ve terbiye etmek, topluma armağan etmektir. Zira anne
yüreği, bir çocuğun eğitim ve terbiyesini aldığı ilk mekteptir. Emek verilip
yetiştirilen sâlih evlâtlar, âhirette anne-baba ile cehennem arasında perde
olacaktır.
Âilelerin en
önemli vazîfelerinden birisi de Cenâb-ı Hakk’ın, İslâm fıtratı üzere lütfettiği
yavrularını hayır ve fazîletle donatmaktır. Îmanlı, istikâmet ehli ve
vatanperver çocuklar yetiştirmek, bir anne-babanın en büyük mes’uliyeti olduğu
gibi, hayatlarından sonra açık kalan defterlerine hasenât yazılmasına da
vesîledir. Yavrular, âile yuvasının müstesnâ bir saâdet meyvesi, anne ve baba
arasında en köklü râbıtadır. Onlar, Allah’ın anne ve babaya çok kıymetli birer
emânetidir.
Peygamber
Efendimiz, bir hadîs-i şerîflerinde insanların mes’uliyetlerini şöyle beyân
buyurmuşlardır:
“Hepiniz
çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz…
Erkek,
âilesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın, kocasının evinin çobanıdır
ve sürüsünden sorumludur.” (Buhârî, Vesâyâ, 9; Müslim, İmâre, 20)
Âyet-i
kerîmede buyurulur:
“Ey îman
edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten
koruyunuz…” (et-Tahrîm,
6)
Allah Rasûlü
bu âyet-i kerîme hakkında şöyle açıklamada bulunmuştur:
“Onları,
Allâh’ın sizi nehyettiği şeylerden uzaklaştırır ve emrettiği şeylere de teşvik
edersiniz. İşte bu, onları cehennemden muhâfaza etmektir.” (Âlûsî, XXVIII, 156)
Çocuk
terbiyesine nereden başlamak lâzımdır? Dayak bir
terbiye çeşidi midir? Âilenin çocuk terbiyesindeki rolü ve dikkat etmesi
gereken hususlar nelerdir?
Çocuk terbiyesine, evvelâ ana-babanın terbiyesinden başlamalıdır. Zira bu
yüce terbiye, mürebbî (terbiye edici) sıfatını kazanabilen olgun anne ve
babaların gerçekleştirebileceği bir eğitimdir. Şâirin:
Kendisi muhtâc-ı himmet bir dede,
Nerede kaldı gayriye himmet ede!..
şeklinde tarif ettiği, kendi eğitimi noksan bir anne ve babanın evlâtlarına
verebileceği terbiye ne olabilir ki?!.
Onun için çocuk terbiyesi anne-babadan başlarsa, daha verimli neticeler
elde edilir. Yani şairin dediği gibi:
Olmalı harcı sağlam, baba evin direği,
Olmalı sımsıcak gül, anne evin yüreği…
[Seyrî]
Bu gerçekler ışığında çocuk yetiştirme mevzûunda, anne ve babanın bilhassa
dikkat etmesi gereken başlıca hususları şöylece hulâsa edebiliriz:
a) Çocuğa rûhâniyet telkîn edecek güzel bir isim konulmalıdır. Evlâdın,
anne-baba üzerindeki haklarının başında kendisine “güzel isim” koymaları
gelir. Zira isim, müsemmâyı (isimlendirileni) çeker. Yani bir çocuğa konulan
ismin mânâsı, o çocukta kendisini gösterir.
Taberânî’nin kaydettiği bir rivâyete göre:
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)