Şüphesiz insanlar için kurulan ilk ev elbetteki Mekke'deki
o çok mübârek ve âlemler için hidâyet olan (Kâbe-i Muazzama)dır.
Allâh-ü Teâlâ hazretleri Arşın altında Beyt-i Mâmur adında bir ev bina ederek, meleklere onu tavaf etmelerini emretmiştir. Sonra yeryüzünde bulunan meleklere de, gökteki o beytin ölçüsü üzere aynı onun gibi bir beyt bina etmelerini emretmiş, onlar da bu emri yerine getirmişlerdir. Gök ehli Beyt-i Mâmur’u tavaf ettikleri gibi, Mevlâ Teâlâ yer ehline de o beyti tavaf etmelerini emretmiştir.
Beğavî tefsirinde zikredildiğine göre bu âyeti celile Yahudilerin Müslümanlara: “Bizim kıblemiz olan Beyt-i Mukaddes, Kâbe’den daha üstün ve daha eskidir ve bütün peygamberlerin hicret ettiği yerdir.” demeleri üzerine Müslümanların; “Hayır! Kâbe daha üstündür.” dediklerinde nâzil olmuştur.
Allâh-ü Teâlâ hazretleri Arşın altında Beyt-i Mâmur adında bir ev bina ederek, meleklere onu tavaf etmelerini emretmiştir. Sonra yeryüzünde bulunan meleklere de, gökteki o beytin ölçüsü üzere aynı onun gibi bir beyt bina etmelerini emretmiş, onlar da bu emri yerine getirmişlerdir. Gök ehli Beyt-i Mâmur’u tavaf ettikleri gibi, Mevlâ Teâlâ yer ehline de o beyti tavaf etmelerini emretmiştir.
Beğavî tefsirinde zikredildiğine göre bu âyeti celile Yahudilerin Müslümanlara: “Bizim kıblemiz olan Beyt-i Mukaddes, Kâbe’den daha üstün ve daha eskidir ve bütün peygamberlerin hicret ettiği yerdir.” demeleri üzerine Müslümanların; “Hayır! Kâbe daha üstündür.” dediklerinde nâzil olmuştur.
Nesefî ve Alusî tefsirlerinde zikredildiğine göre, âyeti celilede geçen vâzı’ (insanlar için bir ev ortaya koyan)
Allâh-ü Teâlâ’dır. Onun, insanlar için bir beyt vaz’ etmesinin manası, o evi
insanlara ibâdethâne yapmasıdır. Sanki burada insanların ilk ibâdetgâhı, Kâbe-i
Muazzamadır buyrulmuştur. Ancak Kâbe-i Muazama’nın evvel olmasından maksat,
bir kavle göre zaman itibariyle, diğer bir kavle göreyse şeref itibariyledir.
Ebu Zer (Radıyallâhü Anh)’dan rivâyet edilen şu hadîsi şerif zaman cihetinden evvel olduğunu ifade etmektedir: “Ben bir keresinde; ‘Ya Resülellah! İlk konulan mescid hangisidir?’ dedim. Resûlüllah (Sallallâhü Aleyhi ve
Sellem) ‘Mescid-i Haram’ buyurdu.
Ben; ‘Sonra hangisi?’ dedim. Resûlüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem); ‘Sonra Mescid-i Aksâ’ buyurdu. Ben; ‘Bu iki Mescidin kuruluşu arasında ne kadar zaman vardır?’ dedim. Resûlüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem); ‘Kırk sene’ buyurdu, sonra şunu söyledi; ‘Sana namaz (vakti) her nerede yetişirse, sen namazı orada kıl, bütün yeryüzü senin için bir mescittir.’ (Buhârî, Enbiya: 10, 40, Müslim, Mesacid: 1,2, Neseî, Mesacid: 3)”
Ben; ‘Sonra hangisi?’ dedim. Resûlüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem); ‘Sonra Mescid-i Aksâ’ buyurdu. Ben; ‘Bu iki Mescidin kuruluşu arasında ne kadar zaman vardır?’ dedim. Resûlüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem); ‘Kırk sene’ buyurdu, sonra şunu söyledi; ‘Sana namaz (vakti) her nerede yetişirse, sen namazı orada kıl, bütün yeryüzü senin için bir mescittir.’ (Buhârî, Enbiya: 10, 40, Müslim, Mesacid: 1,2, Neseî, Mesacid: 3)”
Tabi burada şöyle bir soru akla
gelebilir; “Mescid-i Haram’ı bina eden İbrahim
(Aleyhisselâm), Mescid-i Aksâ’yı bina eden ise Davut (Aleyhisselâm), sonra da oğlu Süleyman (Aleyhisselâm)’dır. O halde Hz. İbrahim (Aleyhisselâm)’ın Mescid-i Haram’ı bina etmesiyle, Hz. Davut ve Hz.
Süleyman (Aleyhimesselâm)’ın Mescid-i Aksâ’yı bina etmeleri arasında kaç tane
kırk sene geçmiştir?” şeklinde ortaya çıkan bu
soruya İmam-ı Tahavî: “Vaz’etmek, bina etmek demek değildir. Hadîsi şerifteki sual, Mescid-i Haram ile Mescid-i Aksâ’nın
temellerinin atılmaları arasında geçen zaman hakkında olup, ikisinin
yapılmaları arasındaki müddet hakkında değildir.
Dolayısıyla Davut (Aleyhisselâm) ve oğlu Süleyman (Aleyhisselâm)’dan evvel geçen bazı peygamberler, Mescid-i
Aksâ’nın temelini atmış, sonra Davut ve Süleyman (Aleyhimesselâm) Mescid-i
Aksâ’yı bina etmiş olabilirler.” şeklinde tevil
ederek cevap vermiştir. Ruhu’l-Beyan tefsirinde zikredildiğine göre; ulema “Beytullah’ı ilk bina edenin kim olduğu” hakkında ihtilaf etmişlerdir. Tarih ve siyer
kitaplarında beyan olunduğuna göre Beytullah’ı ilk
olarak Âdem (Aleyhimesselâm) bina etmiş ve
Hindistan’dan Mekke’ye yaya gelmek suretiyle kırk defa haccettiği İbni Abbas (Radıyallâhü Anhüma) tarafından rivâyet edilmiştir.
Beyhekî, Ata’nın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir. Âdem (Aleyhimesselâm) Cennetten Hindistan’a Serendip
adalarına indirildiğinde; “Ya Rabbi! Cennette iken meleklerin sesini duyduğum gibi şimdi niye duyamıyorum?” dedi. Mevlâ da Ona: “Hatandan
dolayı ey Âdem” buyurdu. Sonra “Git Benim için bir ev bina et ve meleklerin
nasıl tavaf ettiklerini gördüğün gibi sende o evi tavaf
et” buyurdu. Bunun üzerine Âdem (Aleyhimesselâm) yola çıktı (yeryüzü kedisine
dürülerek kısa zamanda) Mekke’ye vardı ve Beytullah’ı bina etti. Âdem
(Aleyhimesselâm)’ın iki ayağını bastığı yerler, karyeler, nehirler ve mamur yerlere dönüştü. Adımlarının araları ise ovalar haline geldi. Ve Âdem (Aleyhisselâm)
Hindistan’dan gelerek kırk sene hac yaptı. Bazı eserlerde zikredildiği üzere; Beytullah’ı ilk bina edenler meleklerdir. Âdem (Aleyhimesselâm)
yaratılmadan iki bin sene önce onu bina etmişler ve onu hac etmişlerdir. Âdem (Aleyhimesselâm) haccettiği zaman ise ona “Ey Âdem! Haccın mebrûr olsun, biz senden iki bin sene önce
bu Beyti haccetmiştik.” demişlerdir. Bu görüş Abdullah İbni Ömer (Radıyallâhü Anhüma), Mücahit, Katade ve Süddî
(Radıyallâhü Anhüm) hazeratından da rivâyet edilmiştir.
Bir başka rivâyete göre ise: Âdem
(Aleyhimesselâm) yeryüzüne inince Cenâb-ı Hak Kendisine, Kâbe yerinde Cennetin
kırmızı yakutlarından bir çadır kurdurdu. İçerisi nurlu kandillerle bezenmiş olan bu çadır, Âdem
(Aleyhimesselâm)’ın vefatına kadar kaldı. Onun vefatından sonra ise bu beytin
tekrar Cennete kaldırıldığı rivâyet edilmektedir.
Daha sonra Âdem (Aleyhimesselâm)’ın çocukları çamurdan, taştan bir bina yaptılar. Bu bina Nûh (Aleyhimesselâm) tufanında yıkılmış, izleri belirsiz olmuştu. Daha sonra da, İbrahim ve İsmâil (Aleyhimesselâm) tarafından o temeller üzerine
tekrar bina edilmiştir. Kâbe’nin binası büyüklüğünde bir bulut gelmiş, gölgesinin vurduğu yeri kazınca Kâbe’nin eski temellerine ulaşmışlardır. İbrahim ve İsmâil (Aleyhimesselâm) işte orada Kâbe’nin esası
üzerine temel açıp duvarlarını yapmağa başladılar ve Beytullah’ın temellerini beraberce yükselttiler.
Bazılarının zikrettiğine göre Kâbe-i Muazzama on defa bina edilmiştir.
1- Âdem (Aleyhimesselâm) yaratılmadan evvel melekler tarafından,
2- Âdem (Aleyhimesselâm) tarafından,
3- Âdem (Aleyhimesselâm)’ın oğulları tarafından,
4- İbrahim (Aleyhimesselâm)
tarafından,
5- Amalika kabilesi tarafından,
6- Curhum Kabilesi tarafından,
7- Kilab oğlu Kusiyy tarafından,
8- Kureyş tarafından, İbni Şihab’ın şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: Resûlüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in buluğa erdiği günlerde bir kadın Kâbe’yi buhurladı. Buhurdanlığından bir kıvılcım uçarak Kâbe’nin örtüsüne isabet etti ve Kâbe yandı.
Tekrar yaparlarken Hacer-i Esved’in yerine gelince, hangi kabile onu kaldırıp
yerine koyacak diye çekiştiler ve: “Gelin ilk gelen
kişiyi hakem tayin edelim.” dediler. O arada Resûlüllah
(Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) çıkageldi. O zaman (bıyıkları yeni terlemekte
olan) delikanlıydı. Üzerinde siyah ve beyaz çizgili bir elbise vardı. Onu hakem
tayin ettiler. O da, Hacer-i Esved’in bir elbise içine konmasını emretti. Sonra
her kabilenin efendisini ortaya çıkararak, her birine elbisenin bir ucunu
tutturdu. Sonra kendisi yukarı çıktı. Onlar Hacer-i Evsed’i Ona yükselttiler ve
O, onu yerine koydu. Böylece Efendimizin mübârek eliyle Beytullah’ın son taşının da konmasıyla, bu beyt kıymetinin zirvesine ulaştı.
9- Abdullah İbn-i Zübeyr (Radıyallâhü
Anh) tarafından,
10- Haccac İbn-i Yusuf tarafından,
Kâbe’nin bina edildiği rivâyet edilmiştir.
Beğavî ve Ruhu’l-Beyan
tefsirlerinde zikredildiğine göre, yeryüzünde bina
edilen ilk ev, Kâbe-i Muazzama’dır. Nitekim Aliyyübnü Hüseyin (Radıyallâhü
Anhüma)’dan rivâyet edildiğine göre, Allâh-ü Teâlâ hazretleri
Arşın altında Beyt-i Mamur adında bir ev bina ederek
meleklere onu tavaf etmelerini emretmiştir. Sonra
yeryüzünde bulunan meleklere de, gökteki o beytin ölçüsü üzere aynı onun gibi
bir beyt bina etmelerini emretmiş, onlar da bu emri yerine
getirmişlerdir. Gök ehli Beyti Mamur’u tavaf ettikleri gibi,
Mevlâ Teâlâ yer ehline de o beyti tavaf etmelerini emretmiştir. Hac ve Tavaf için insanlar orada toplandıklarından oraya Bekke denmiştir. Zira Bekke; toplanma ve izdiham yeri demektir. Yahut Mekke’ye suikast
yapmaya kalkışan her cebbar, zorba hükümdarın boynu vurulup başı ezildiği için oraya bu isim verilmiştir. Zira “Bekk” ezmek manasına da gelmektedir. Nitekim Mekke vadisinin
suyu az olduğundan, Belde-i Haram’a Mekke denmiştir. “Bekke” Kâbe-i Muazzama’nın bulunduğu yerin, Mekke ise şehrin tamamının ismi olduğu rivâyet edilmiştir.
Kâbe-i Muazzama’nın mübârek olması ise; kendisinde
ibâdetlerin sevabının katlanması, hac ve umre yapmak üzere Kâbe-i Muazzama’yı
ziyaret eden ve orada itikaf edenlerin günahlarının bağışlanması gibi bir çok hayır ve menfaatleri kendisinde
toplamasındandır.
Cabir (Radıyallâhü Anh)’dan rivâyete göre Resûlüllah
(Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Benim
(Medine’deki) bu Mescidimde kılınan bir namaz (Mekke’deki) Mescid-i Haram
müstesna, diğer mescitlerde kılınan bin namazdan (sevap bakımından)
hayırlıdır. (Mekke’deki) Mescid-i Haram’da kılınan bir namaz ise, başka mescitlerde kılınan yüz bin namazdan (sevap bakımından) efdaldir.” (İbn-i Mace, İkame:195, Ahmed İbn-i Hanbel: 2/16,
53, 54, 68, 239)
İbni Abbas (Radıyallâhü Anhüma)’dan rivâyet edildiğine göre Resûlüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Her kim Mekke-i Mükerreme’de Ramazan-ı Şerife kavuşur da, başından sonuna kadar orucunu
tutar ve geceleri kaim olursa (teravih ve teheccüdlerini kılarsa), onun için diğer memleketlerde (ibâdetle geçireceği) yüz bin
Ramazan-ı Şerif ayı sevabı yazılır. Ve onun için her gün mağfiret ve şefaat vardır. Her gece için de mağfiret ve şefaat vardır ve her güne karşılık Allah yolunda bir at yükü sadaka sevabı ve her gün makbul bir duâ
hakkı vardır. (Beyhakî, Kitabul İman: 3/347, No: 3729)
İmamı Kaffal (Rahimehullah): “Kâbe-i Muazzama’nın mübârek
olması ‘Her şeyin meyvesi orada toplanır.’ (Kasas: 57) âyeti
celilesinde zikredilen rızık bolluğu manasındaki berekete de işaret olabilir” buyurmuştur. Şöyle ki: Kâbe-i Muazzama, ekinden ve ottan hâli olan bir vadide bulunduğu halde, Allâh-ü Teâlâ’nın vermiş olduğu bereket ve hayırlar sebebiyle kendisinde her nimet bol bol olup, orada
dünya geçimi bakımından asla darlık görülmediğinden, Cenâb-ı Hak o beytin mübârek olduğunu beyan buyurmuştur.
İmâm-ı Kirmanî (Rahimehullah) da Kâbe-i Muazzama’nın
mübârek oluşunu başka bir yönden ele alarak şöyle buyurmuştur. Kâbe-i Muazzama merkezî bir nokta gibi olup, namazda
kendisine yönelenlerin safları ise, o merkezi kuşatan daireler gibidir.
Şüphesiz ki o saflarda bulunanların arasında, ruhları ulvî, kalpleri kudsî, latîfeleri nûrânî ve iç âlemleri Rabbânî olan bir takım şahıslar vardır ki, Mescid-i Haram’da bulunan kişilere o mukaddes ruhların nurları ulaşarak, kalplerindeki ilahî nurlar artar. İşte bu çok büyük bir berekettir.
Şüphesiz ki o saflarda bulunanların arasında, ruhları ulvî, kalpleri kudsî, latîfeleri nûrânî ve iç âlemleri Rabbânî olan bir takım şahıslar vardır ki, Mescid-i Haram’da bulunan kişilere o mukaddes ruhların nurları ulaşarak, kalplerindeki ilahî nurlar artar. İşte bu çok büyük bir berekettir.
Şu da var ki, dünya yuvarlak olduğundan her an bir kavim için sabahsa, bir başkası için öğlen, diğer bir kavim içinse ikindidir.
Bu böyle devam eder. O halde Kâbe-i Muazzama, daima farzları eda etmek için
kendisine yönelen milletlerin teveccühünden asla boş değildir. O halde onun bu bereketi daimidir.
Kâbe-i Muazzama, Allâh-ü Teâlâ’nın varlığına delil olup, bütün âlemleri imana çağırarak Cennete kavuşmalarına sebep olduğundan, âyeti
celilenin sonunda onun bütün âlemlere hidâyet olduğu açıklanmıştır.
Ayrıca Fahrurrazi’nin beyanına göre bu âyeti celile; eski
mâbedin yeni mâbedden efdal olduğuna delâlet etmektedir.
Zira Mevlâ Teâlâ Kâbe-i Muazzama’nın, Beyt-i Mukaddesten üstün oluşunu Kâbe’nin ondan evvel yapılmasıyla ispat etmiştir.
NOT, bu yazı kasrı arifan dergisi kasım 2008 sayısından alınıtıdır.Ahmet mahmut ünlü cübbeli ahmet hoca
NOT, bu yazı kasrı arifan dergisi kasım 2008 sayısından alınıtıdır.Ahmet mahmut ünlü cübbeli ahmet hoca
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.