Türkiye’de dini hizmetlerle vazifeli resmi müessese Diyanet İşleri Başkanlıpı’dır. Onun içindir ki, dini bir sorusu olan Müslümanların başvurmayı düşündükleri yer haliyle Diyanet olur, oluyor veya olması icap eder. Onun için, Diyanet’in büyük bir manevi mes’uliyet içinde olduğu ortada.
Bu müessese, verdiği cevaplarda yakın zamanlara kadar Ehli Sünnetten ayrılmadı. Hatta ortalığın tozunu dumana katan şu meşhur başörtüsü meselesinde bile, Diyanet bazı malum ilahiyatçılar gibi davranmadı ve doğru cevabı/fetvayı vermekten çekinmedi. Gönül ister ki Diyanetimiz bu güzel ve takdire şayan hassasiyetini devam ettirsin ve zaman geçtikçe bazı malum ilahiyatçılar gibi olmasın yani yavaş yavaş ilahiyatlaşmasın(dı)
BöYle olup olmadığını anlamak için DİB’nın hem öncesine hem bu gününe bakmak lazım.
Diyanet’in geçmişinden bahsederek, “takdire şayan hassasiyet” ifadesiyle az yukarıda yarı yarıya zaten kanaatimizi ifade ettik. Şimdiki icraatlarını da zaten görüyor ve yaşayarak biliyoruz. Eskiden beri devam eden icraatı hakkında her ne kadar “takdire şayan hassasiyet” diyorsak da siz okuyucularımızın bunun sebebini bilmeniz için niçin öyle söylediğimizin izahını yapmamız lazım.
Belgeler gösteriyor ki, Diyanet, önceleri dini hizmetlerde bayağı hassas imiş. İsterseniz geçmişine ait numunelik bir belgeye bakarak önceki senelerdeki Diyanet İşleri Başkanlığı ile şimdiki Diyanet İşleri Başkanlığı’nı karşılaştıralım. Bakalım ikisi arasında fark var mı, varsa ne kadar..
Sözü, DİN’nın 1954 senesinde yani bundan 58 sene önce yayınladığı bir ta’mime getirmek istiyorum. Bu ta’mim, gayet kıymetli ve ibretli hükümler taşıyor. İslamın esaslarını ve sünnete uymak hususunu gayet güzel ifade ediyor. O zamanla bu zaman arasınaki farkın farkında olmak ve ibadetlerimizin yavaş yavaş nasıl bozulduğunun farkına varmak için bu ta’mimin bilinmesi, her Müslümanın bundan haberdar olması lazım.
1954 tarihli ve 27785 sayılı bu ta’mim, DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI Yazı İşleri ve Evrak Müdürlüğü tarafından bütün valiliklere ve kaymakamlıklara gönderilmiş. Ta’mimde, buna uymayanlar hakkında şu ifadelere yer veriliyor: “Aksine hareket edenler hakkında kanuni muameleye tevessül olunacağı (kanuni işlem yapılacağı) ta’mimen tebliğ olunur.” İmza: Diyanet İşleri Reisi Eyüp Sabri Hayırlıoğlu
DİB imzalı bu emirnamede neler olduğunu madde madde beraber okuyalım ve o zamanki Diyanet teşkilatının taşıdığı hassasiyeti görelim ve bu günümüzle karşılaştıralım. Buyurun:
1- Camii şeriflerde yüksek yerde yazılı ismullah (Allah’ın ismi) ve Resulü Ekrem ile Ciharıyari Güzin (dört halife) vesair aşere-i mübeşşereden (dünyadayken cennetle müjdelenen diğer zatlardan) ashabı kiram asma-i şeriflerinden maada (isimlerinen başka), cemaatin huzuruna mani olabilecek, kıble cihetindeki bilumum levhaların kaldırılıp namazda cemaatin gözlerine ilişmeyecek yerlere konması lazımdır.
(Görüldüğü gibi o zamanki Başkanlık, Müslümanların ibadetlerini o kadar düşünüyor ki, namaz kılanların gözleri kayıp da namaz içinde huzur ve huşularının bozulmaması için, levhaların kıble cihetinden başka tarafa kaldırılmasını istiyor. Bu gün böyle bir hassasiyetin olup olmadığı okuyucuların takdirine kalmış)
2- Müezzinlerin gerek okuduğu ezan ve ikamette ve gerek imamın sesi işitmeyen cemaate tebliğlerinde, Lafza-i Celalin hemzesini (Allah isminin ilk harfini) ve lam’ını fazlaca çekerek teğanni ve lahn (gereksiz nağme) yapmamaları lazımdır.
(Değerli okuyucular! Müslümanlar bugünkü Diyanet İşleri Başkanlığından da işte böyle hassasiyetler bekliyor. Fener Rum Patrikhanesi’ni ve Patrik Bartholomeos’u ziyaret etmesindeki hassasiyetinden daha fazla ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasını istemesinden daha fazla hassasiyet bekliyor.)
…..
6- Hangi camide müezzin ve caminin minaresi taaddüt ettiği (birden fazla olduğu) takdirde, etraftaki Müslümanlara işittirmek için müezzinler münavebe suretiyle (nöbetleşe) minarelerin hepsinde beş vakitte ezan okumaya memurdurlar (vazifelidirler). Minarelerin bir kısmında ezan okunup da diğerlerini terk etmeleri doğru değildir.
(Zamanımızda bu hususun nasıl olduğu da belli)
….
9- Müezzinler ve kayyımlar bulundukları camiyi her gün süpürmeleri ve tozdan, topraktan, çamurdan temizlemeleri ve müteaddit (birden fazla) müezzin ve kayyımların bunu münavebe suretiyle (nöbetleşerek) yapmaları lazımdır.
(Şimdi ise müezzin ve imamlar hiçbir şeye dokunmamakta, cemaatten toplanılan para ile temizlik işleri işçilere yaptırılmaktadır.)
10- Müezzinlerin, bazı küçük çocukların ve büyük kimselerin camide Kur’an okuyarak dilencilik etmelerine mani olmaları lazımdır.
11- Camide, hatimde veya mevlid ve hafız cemiyetleri gibi topluluklarda, hafızlar tarafından okunan aşr-ı şerifin nihayetinde (sonunda) cumhur yapmalarını yani hep bir ağızdan istiazesiz (Euzü okumadan) Ve ülaike hümül müflhun misilli (gibi) ayetin nihayetini kıraat etmelerini (sonunu okumalarını) men etmek, müezzinlerin vazifelerindendir.
Camilere konulan renkli elektrik ampulleri kaldırılacaktır.
İmam ve Hatipler Hakkında
12- Hutbe, İslami ve ahlaki mev’ize (va’z) olduğundan, hatiplerin hutbeyi teganni (nağme) ile okumaları memnudur (yasaktır)
13- Hutbe, Tamid (Elhamdülillah) Tevhid, Tasliye (salavat) ashabı kiram ve Cihariyari Güzin hazeratına (dört büyük halifeye) tarziyeden (Allah’ın razı olduğu kimseler olduklarını zikrettikten) sonra okunan ayeti kerime ve hadis-i şerifin mazmununu mev’iza olarak muhtasaran (manasını va’z olarak kısaca) ifade emekten ibarettir. Binaenaleyh, iki hutbe arasını bundan başka sözlerle fasl etmeleri (ayırmaları) mamnudur (yasaktır) Hutbe, muhtasar (kısa) olacak ve namazda zam olnan ayet veya sure de pek uzun değilse de mümkün mertebe uzunca okunacaktır.
(Dikkat edilirse, bu ta’mimde hutbede 4 büyük halifenin yani Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve hazreti Ali efendilerimizin isimlerinin okunması istenmektedir. Şimdi ise son senelerde Cuma hutbelerinde bu mübarek zatların isimleri okunmaz/okutturulmaz olmuştur.)
Yeri gelmişken bu meseleyle ilgili bir hatıramı nakledeyim. Sayın Ali Bardakoğlu’nun başkanlığı zamanında, Diyanet, Ankara’da “hutbelerin nasıl hazırlanması icap ettiği” hakkında, halka açık olmayan, sadece akademisyenlerin iştirak ettiği bir toplantı tertip etmiş, İstanbul’dan da 3 kişi davet etmişti: Prof. İsmail Lutfi Çakan, Prof. Emin Işık ve bendeniz.
Son senelerde Cuma hutbeslerinde 4 büyük halifenin isimleri okunmadığı için, toplantıda acizane bu meselenin ehemiyyetini anlatmaya çalıştım. Bu meyanda, ikinci binin Müceddidi İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirrahu) hazretlerinin Mektubatı’nın, ikinci cilt 15. mektubunda geçen bu meseleyle ilgili ifadeleri aktardım. Bahse konu mektupta İmam-ı Rabbani Hazretleri şöyle diyor:
“Başta şehrin saygıdeğer hakimleri ve idari yetkilileri olmaz üzere, değerli Samane halkının başlarını ağrıtmanın sebebi şudur: Duyduğumuza göre, bu şehrin hatibi, kurban bayramı hutbesinde hulefa-i raşidinin (dört halifenin) isimlerini okumamış. Kendisini uyaranlara da hatasını itiraf edip özür dilemek yerine, “Bunun ne mahzuru var” diyerek pervasızca bir tavır takınmıştır. İşittiğimize göre, o yörenin ileri gelenleri de bu konuda gevşek davranarak bu insafsız hatibe karşı ciddi bir tepki göstermemişlerdir.
Bir değil bin defa ah olsun.
Hutbede hulefa-i raşidinin isimlerini zikretmek her ne kadar hutbenin şartlarından değilse de ehli sünnetin alametlerindendir. Bunu terk etmeyi ancak içini pislik kaplamış, kalbi hasta kimseler yapar. Bu hatip, onların isimlerini bile bile ve inatla terk etmemiş olsa bile “her kim bir kavme benzerse o da onlardandır.” tehdidini taşıyan hadis-i şerife ne diyecektir? Halbuki Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Töhmet altında kalacak işlerden kaçının buyuruyor)
Bendeniz toplantıda bu ifadeleri aktardıktan sonra, Diyanet yetkililerine günümüzde Cuma hutbelerinde 4 büyük halifenin isimlerinin niçin okutturulmadığını sordum. O zaan Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı olan Prof. Şevki Aydın aynen şu cevabı verdi:
“Vakit alıyor”
Evet değerli okuyucular, dört tane ismin okunması vakit alıyormuş!.. oysa şu anda her Cuma okunan hutbeler hakkında “Hutbeler ne eksik ne fazla, kesin olarak şu kadar kelime olacak” diye bir sayı emri yoktur, olamaz da. Bir hutbe diğerinden 10-20 kelime az veya fazla olabilir, oluyor da…
Her neyse… Biz Müslümanlar, daha önce okunduğu halde bu mubarek 4 ismin hutbelerde okutulmamasının sebebini sormuyor, fakat okutulmasını istiyoruz…)
14- Hutbe esnasında cemaatin, ağızlarından hiçbir kelam veya dua söylemeyip, mücerred hutbeyi dinlemelerini sağlamak için, hatibin cemaatle dünya kelamı konuşması ve cemaatin AMİN demesine sebep olacak, “Allah cümlemizi gafletten uzak tutsun” gibi sözleri söylemeleri caiz değildir.
(Hatta kitaplarımızda yazdığına göre, bir kimse hutbe okunurken konuşsa da diğeri ona sus dese, sus diyen kimse sevap bakımından iki rek’at namaz yerine geçen hutbenin sevabını kaybeder. Oysa, zamanımızda hutbelerde cemaate bol bol amin dedirtiliyor.)
15- Hatibin, hutbesini ve vaizlerin va’zlarını cemaatin iyice dinlemelerini sağlamak için camiye konulmuş olan hopörlörü, minbere ve va’z kürsüsüne koymak caiz ise de, hoparlörün, bozuluvermek ve cereyanın kesilivermek ihtimaline karşı bu takdirde mücerred (sırf) hoparlörün ilettiği imamın sesi ile iktida eden (uyan) cemaatin şaşırmış ve namazlarının da fesadına müncr (sebep) olmuş bir halde bulunacaklarındanii hoparlörün mihraba konması, suret-i kat’iyyede memnudur (kesin olarak yasaktır)
Şayet imamın tekbir ve tesmii (semiallahü limeh hamideh dediği) duyulmayacak derecede cemaat kesreti (kalabalığı) olursa, icabına göre müezzinlerden biri veya daha uzaktan diğerinin inzimamıyla (bu vazifeyi yapmasıyla), diğeri dahi iblağ (cemaate duyurma) vazifesini görürler.
16- İmamların, sabah namazından sonra sure-i Haşrin ahirinden üç ayet okumaları sünnet-i Nebeviyye’dir. Bunu ziyade etmek (daha fazla okumak) ve alel-husus bazı imamların yaptığı gibi diğer mukadem (önceki) surelerden ayetler ilave etmeleri doğru değildir.
Sure ve aetlerin tertibi tevkifidir (Alla tarafından kararlaştılmıştır) Namazda bir rek’atte okuduğu sure veya ayetten sınra diğer rekatta mukaddem (önceki) sure veya ayeti okumak nasıl kerahat ise, namaz haricinde dahi bu tertibe riayet etmemek kerahettir.
(Aslı gibidir. Balıkesir Müftülüğü 07.12.1954)
Değerli okuyucular!
Bundan 58 sene önceki Diyanet İşleri Başkanlığı’nın namazlar hakkındaki hassasiyetini yine Diyanet’e ait bir belgeyle anlatmaya çalıştık. Böylece o zamanın Diyanet’i ile bu zamanın Diyanet’i arasında mukayese imkanı çıkmış oldu.
Ali Eren Hocaefendi – Arifan Dergisi
www.ihvanlar.net
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.