1. Allâh Teâlâ’nın Tezkiye Etmesi
Cenâb-ı Hak
âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ
اتَّقَى
“…Kendinizi (beğenip) temize çıkarmayın. O,
fenâlıktan sakınanın kim olduğunu çok iyi bilir.” (en-Necm, 32)
Merhum Elmalılı
Hamdi Efendi bu âyet-i kerîmeyi şöyle tefsir eder:
“Kendinizi
günahsız, kusursuz ve tertemiz addederek övmeyin. Zîrâ farkında olmadığınız
birçok kusurlarınız bulunabilir.”
Bu mevzûda
müfessir Âlûsî de şöyle der:
“Bu âyetin,
«– Bizim namazımız, orucumuz, haccımız var!» diyen bir topluluk hakkında indiği
rivâyet edilir. Ucub ve riyâ karışması endişesiyle kulun işlediği ibâdet ve
hayırları gizli tutması daha makbûldür. Fakat böyle menfî bir niyet olmaksızın,
teşvîk maksadıyla söylenmesinde bir beis yoktur.”
Diğer bir
âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Kendilerini
temize çıkaranlara bakmadın mı? Bilakis, Allâh kimi dilerse onu temize
çıkarır.” (en-Nisâ,
49)
Kur’ân-ı Kerîm’de Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in vazîfeleri hakkında şöyle buyurulmaktadır:
“(Ey insanlar!) Andolsun ki, kendi içinizden, size bir peygamber gönderdik. O, size âyetlerimizi okuyor, sizi tezkiye edip kötülüklerden arındırıyor, Kitâb’ı ve hikmeti tâlim edip bilmediklerinizi öğretiyor.” (el-Bakara, 151)
“Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allâh’ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allâh, müminlere büyük bir lutufta bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Âl-i İmrân, 164)
Bu âyetlerden de açıkça anlaşılacağı üzere Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in üç aslî vazîfesi vardır:
a. Allâh’ın âyetlerini insanlara okumak:
Peygamberlerin ümmetlerini hak yoluna dâveti, gelen vahyin okunmasıyla başlar. Ancak bu vazîfe, insanları umulan hedefe ulaştırmada ilk merhaledir ve bir zemîn teşkîl eder.
b. Tezkiye etmek:
Tevhîd dâvetinin maksadına ulaşması, ancak nefisleri küfür, şirk ve günah gibi mânevî kirlerden temizleyip huşû ve huzûra erdirmekle mümkündür. Nitekim mâzîsi câhiliyye insanı olan ashâb-ı kirâm, hidâyet bulup Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in feyizli sohbeti ve mânevî terbiyesiyle gönüllerini arındırdıkları anda dünyânın en mümtaz insanları hâline geldiler. Onların, dillerde ve gönüllerde dolaşan fazîlet menkıbeleri çağları ve iklimleri aştı.
c. Kitap ve hikmeti öğretmek:
Bu merhalede ise uyulması gereken kânunları ve hükümleri beyân eden kitabın, yâni Kur’ân-ı Kerîm’in tâlimi gelir. Kur’ân-ı Kerîm’in rûhunda derinleşebilmek, kalbî seviyeye bağlıdır. Kur’ân-ı Kerîm, asıl kalb ile okunup anlaşılır. Gözler ise kalbe ancak basit bir vasıta hükmündedir.
Kur’ân, kâinât ve insan, esmâ-yı ilâhiyye tecellîleriyle meydana geldiğinden sonsuz bir sırlar hazînesidir. Bu sır ve hikmetler de kalbî arınma ve olgunlaşmaya göre idrâkte tecellî eder.
Hikmetin tâlimi, bütün bu merhalelerden sonra gelir. Çünkü Allâh Teâlâ, esmâ-yı ilâhiyyesinin beşer idrâkine kelâm sûretinde tecellîsi demek olan Kur’ân-ı Kerîm’in hikmet ve sırlarına, ancak arınmış bir kalbe sâhip kimseleri vâkıf eyler.
Âyet-i kerîmelerde tezkiye ile kitâb ve hikmetin tâliminin bir arada zikredilmesi, tezkiye olunmamış kimselerin ilim elde edemeyeceklerini, etseler de bu ilmin kendilerine bir fayda sağlamayacağını ifâde etmektedir. Zîrâ ilim ve hikmet öyle bir nûr ve zînettir ki bunu elde etmek için, onun mekân tutacağı yerlerin, yâni kalbin, evvelâ lüzûmsuz ve zararlı şeylerden tahliye edilmesi gerekmektedir. Bu bakımdan Peygamberler önce âyetleri okurlar, sonra bu âyetlere inanan ve gönül veren kimselerin, nefislerini aşırılıklardan, çirkinliklerden arındırırarak kalblerini mânevî kirlerden tasfiye ederler. Daha sonra da tezkiye ve tasfiye olunmuş kimselere kitâb ve hikmeti tâlim ederler. Kâinattaki sır ve kudret akışlarına da ancak böyle bir kalbin sâhipleri âşinâ olur ve bir hikmet menbaı hâline gelebilir.
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bu vazîfelerinden âyetleri okuyup haram ve helâli öğretmek âlimler tarafından; nefisleri tezkiye, kalbleri tasfiye etme vazîfesi ise mürşid-i kâmiller vâsıtasıyla kıyâmete kadar devâm edecektir.
Bu âyetteki
tezkiye, kişinin kendini överek temize çıkarma çabasından ibârettir. Hâlbuki
tezkiye takvâya bağlıdır. Takvâ ise bâtında bir sıfattır ve onun hakîkatini
ancak Allâh bilir. O bakımdan ancak Allâh’ın tezkiyesi makbûl olur, kendi
kendimizi tezkiye etmemiz değil.
Nitekim
-sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“– Allâh’ım!
Nefsime takvâsını ver ve onu tezkiye et! Sen onu tezkiye edenlerin en
hayırlısısın. Sen onun velîsi ve Mevlâ’sısın.”
(Müslim,
Zikir, 73)
diye duâ
ederlerdi.
Âyet-i
kerîmede:
“… Eğer
üzerinizde Allâh’ın fazlı ve rahmeti olmasaydı içinizden hiçbiriniz ebediyyen
temize çıkamazdı. Ancak Allâh, kimi dilerse onu temize çıkarır. Allâh hakkıyla
işiten ve her şeyi kemâliyle bilendir.” (en-Nûr, 21) buyurulur.
Görüldüğü
gibi âyet-i kerîmede tezkiyenin Allâh’a âit olduğu ifâde ediliyor. Zîrâ Allâh
Teâlâ, fazlı ve rahmetiyle kulu taatlere ve diğer tezkiye vâsıtalarını
kullanmaya muvaffak kılar. Bu itibarla kul, benlik iddiâsından sakınarak, ilâhî
tezkiye sâyesinde ulaştığı kemâli, kendi dirâyet, liyâkat ve gayretine
hamletmemelidir. Cenâb-ı Hakk’ın tezkiye etmesi dışında kulun, âhirette kendini
temize çıkaramayacağının idrâki içinde bulunması gerekir. Bu anlayış, ebedî
kurtuluşa kavuşmanın en mühim vesîlelerinden biridir. Zîrâ tezkiye, her ne
kadar azim ve gayret bakımından insana; irşâd ve tâlim yönüyle peygamberlere ve
onun vârisi durumundaki mürşidlere nisbet edilirse de, ilâhî merhametiyle
kullarını tezkiyeye muvaffak kılması ve bunu yaratması açısından Cenâb-ı Hakk’a
nisbet edilmelidir.
2. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Tezkiye Etmesi
Kur’ân-ı Kerîm’de Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in vazîfeleri hakkında şöyle buyurulmaktadır:
كَمَا أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولاً
مِّنكُمْ يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِنَا وَيُزَكِّيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ
وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُم مَّا لَمْ تَكُونُواْ تَعْلَمُونَ
“(Ey insanlar!) Andolsun ki, kendi içinizden, size bir peygamber gönderdik. O, size âyetlerimizi okuyor, sizi tezkiye edip kötülüklerden arındırıyor, Kitâb’ı ve hikmeti tâlim edip bilmediklerinizi öğretiyor.” (el-Bakara, 151)
“Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allâh’ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allâh, müminlere büyük bir lutufta bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Âl-i İmrân, 164)
Bu âyetlerden de açıkça anlaşılacağı üzere Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in üç aslî vazîfesi vardır:
a. Allâh’ın âyetlerini insanlara okumak:
Peygamberlerin ümmetlerini hak yoluna dâveti, gelen vahyin okunmasıyla başlar. Ancak bu vazîfe, insanları umulan hedefe ulaştırmada ilk merhaledir ve bir zemîn teşkîl eder.
b. Tezkiye etmek:
Tevhîd dâvetinin maksadına ulaşması, ancak nefisleri küfür, şirk ve günah gibi mânevî kirlerden temizleyip huşû ve huzûra erdirmekle mümkündür. Nitekim mâzîsi câhiliyye insanı olan ashâb-ı kirâm, hidâyet bulup Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in feyizli sohbeti ve mânevî terbiyesiyle gönüllerini arındırdıkları anda dünyânın en mümtaz insanları hâline geldiler. Onların, dillerde ve gönüllerde dolaşan fazîlet menkıbeleri çağları ve iklimleri aştı.
c. Kitap ve hikmeti öğretmek:
Bu merhalede ise uyulması gereken kânunları ve hükümleri beyân eden kitabın, yâni Kur’ân-ı Kerîm’in tâlimi gelir. Kur’ân-ı Kerîm’in rûhunda derinleşebilmek, kalbî seviyeye bağlıdır. Kur’ân-ı Kerîm, asıl kalb ile okunup anlaşılır. Gözler ise kalbe ancak basit bir vasıta hükmündedir.
Kur’ân, kâinât ve insan, esmâ-yı ilâhiyye tecellîleriyle meydana geldiğinden sonsuz bir sırlar hazînesidir. Bu sır ve hikmetler de kalbî arınma ve olgunlaşmaya göre idrâkte tecellî eder.
Hikmetin tâlimi, bütün bu merhalelerden sonra gelir. Çünkü Allâh Teâlâ, esmâ-yı ilâhiyyesinin beşer idrâkine kelâm sûretinde tecellîsi demek olan Kur’ân-ı Kerîm’in hikmet ve sırlarına, ancak arınmış bir kalbe sâhip kimseleri vâkıf eyler.
Âyet-i kerîmelerde tezkiye ile kitâb ve hikmetin tâliminin bir arada zikredilmesi, tezkiye olunmamış kimselerin ilim elde edemeyeceklerini, etseler de bu ilmin kendilerine bir fayda sağlamayacağını ifâde etmektedir. Zîrâ ilim ve hikmet öyle bir nûr ve zînettir ki bunu elde etmek için, onun mekân tutacağı yerlerin, yâni kalbin, evvelâ lüzûmsuz ve zararlı şeylerden tahliye edilmesi gerekmektedir. Bu bakımdan Peygamberler önce âyetleri okurlar, sonra bu âyetlere inanan ve gönül veren kimselerin, nefislerini aşırılıklardan, çirkinliklerden arındırırarak kalblerini mânevî kirlerden tasfiye ederler. Daha sonra da tezkiye ve tasfiye olunmuş kimselere kitâb ve hikmeti tâlim ederler. Kâinattaki sır ve kudret akışlarına da ancak böyle bir kalbin sâhipleri âşinâ olur ve bir hikmet menbaı hâline gelebilir.
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bu vazîfelerinden âyetleri okuyup haram ve helâli öğretmek âlimler tarafından; nefisleri tezkiye, kalbleri tasfiye etme vazîfesi ise mürşid-i kâmiller vâsıtasıyla kıyâmete kadar devâm edecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.