I.
SÜNNET’İ TERKETME TEHLİKESİ
Dinin elden çıkışı sünnetin terkiyle başlar.
Halat nasıl lif lif kopup parçalanırsa,
din de sünnetin birer birer
terkiyle ortadan kalkar. (Darimi, Mukaddime 16)
İslam tarihinde çeşitli dönemlerde çeşitli sapmalar yaşandı. Farklı mezhepler, İslam’ın özünden uzaklaşarak çeşitli sapkın itikatlara sahip oldular, sapkın uygulamalara giriştiler. Hariciler’den Batiniler’e, Fatımiler’den Mutezile’ye kadar çeşitli fırkalar, çeşitli sapkınlık dereceleriyle, Kuran’ın ve Allah Resulü'nün (s.a.v.)yolundan saptılar.
Dinin elden çıkışı sünnetin terkiyle başlar.
Halat nasıl lif lif kopup parçalanırsa,
din de sünnetin birer birer
terkiyle ortadan kalkar. (Darimi, Mukaddime 16)
İslam tarihinde çeşitli dönemlerde çeşitli sapmalar yaşandı. Farklı mezhepler, İslam’ın özünden uzaklaşarak çeşitli sapkın itikatlara sahip oldular, sapkın uygulamalara giriştiler. Hariciler’den Batiniler’e, Fatımiler’den Mutezile’ye kadar çeşitli fırkalar, çeşitli sapkınlık dereceleriyle, Kuran’ın ve Allah Resulü'nün (s.a.v.)yolundan saptılar.
Son dönemlerde bu sapmalara bir yenisi daha eklenmiş bulunuyor. Bazı insanlar, Resulullah’ın (s.a.v.) sünnetini reddediyorlar. "Kuran’ı okuruz, Resulullah’tan (s.a.v.) gelen bir açıklamaya muhtaç olmadan onu kendi başımıza anlarız"diyorlar. "Yalnızca Kuran"diyerek, Kuran’ın hayata geçirilmesi ve uygulanması anlamına gelen sünnete yüz çeviriyorlar.
Oysa "yalnızca Kuran"sloganı ile ortaya çıkan bu "sünnet’i terketmiş İslam"akımı, bizzat Kuran’ın hükümlerini göz ardı etmektedir. Çünkü sünnet, Kuran’ın bir açıklamasıdır ve daha da önemlisi, Kuran’da bizzat emredilmiştir. Allah (c.c.), ümmeti yalnızca Kitap’a itaatle yükümlü kılmamış, aynı zamanda Resulullah’a (s.a.v.) itaati de farz olarak emretmiştir.
Bu nedenle, İslam ancak sünnetle birlikte gerçek İslam olur. Kuran, ancak sünnetin yardımıyla ümmet tarafından anlaşılıp uygulanabilir. Sünnet ise, Resulullah’ın (s.a.v.)sahih hadislerinin toplanması ve sonra da büyük alimler tarafından yorumlanması oluşan Ehl-i Sünnet itikadıdır.
İşte bu kitapçık, "sünneti terketmiş İslam"tehlikesine karşı, Ehl-i Sünnet itikadının temellerini genç nesl aktarmak ve bu itikadın önemini vurgulamak için yazılmıştır.
Kuran’ın Emrettiği Sünnet
Kitaba başlamadan önce, "sünneti terketmiş İslam"tehlikesine cevap vermek gerekir.
Öncelikle bilinmelidir ki, sünnet, Kuran’dan ayrı değildir. Sünnet; son ilahi kitap Kuran’ın -Kuran’ın ifadeleriyle- son peygamber, alemlere rahmet, büyük ahlak sahibi, müminlere pek düşkün, onların sıkıntıya düşmesi kendisine çok ağır gelen, onların ağır yüklerini üzerlerindeki taassup zincirlerini indiren Allah (c.c.) elçisi Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından ortaya konmuş evrensel yorumudur.
Bu yorum olmadan Kuran’ın anlaşılması ve hayata geçirilmesi mümkün olmaz. Örneğin, Kuran müminlere; diğer müminlere karşı şefkatli olmayı, güzel söz söylemeyi, tevazulu davranmayı emretmiştir. Kafirlere karşı ise, sert ve caydırıcı olmayı farz kılmıştır. Temizliği şart koşmuştur. Ancak bunların nasıl gerçekleştirileceği Kuran’da detaylandırılmaz. Nasıl şefkat gösterileceği ya da "sert ve caydırıcı"davranılacağı, bunların ölçüsü bildirilmemiştir. Peki mümin, bunların nasıl ve ne ölçüde uygulanacağını nereden öğrenecektir. Kuran şu hükmü verir:
"Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde güzel bir örnek vardır." (Ahzap Suresi, 21)
Resulullah (s.a.v.), örnektir. Mümin, Resulullah’ın (s.a.v.) sünnetine bakar ve uygulamaları oradan öğrenir. Nitekim sünnete bakıldığında hemen görülür ki, Resulullah (s.a.v.) ümmetine her konuyu öğretmiş, onların izzet ve şerefine yaraşır davranışları göstermiştir. Bunda küçük işlerle meşguliyet gibi bir basitlik değil, en küçük ayrıntıyı bile ihmal etmeme derecesinde bir ciddiyet, sorumluluk ve hassasiyet yatmaktadır. Bu durum, Resulullah (s.a.v.)’ın ümmetine Kuran ile birlikte bir de "hikmet”i öğretmekte oluşunun bir sonucudur. Bir ayet, bu konuyu şöyle açıklar:
"Andolsun ki Allah, mü’minlere, içlerinde kendilerinden onlara bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. (Ki O) Onlara ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve hikmeti öğretiyor. Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler." (Ali İmran Suresi, 164)
Resulullah’a İtaat
Resulullah’ın (s.a.v.) müminler için taşıdığı hayati önem, ona hitap eden ayetlerde şöyle vurgulanır:
"Şüphesiz, biz seni bir şahid, bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Ki Allah’a ve Resûlü’ne iman etmeniz, O’nu savunup-desteklemeniz, O’nu en içten bir saygıyla-yüceltmeniz ve sabah akşam O’nu (Allah’ı) tesbih etmeniz için. Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah’a biat etmişlerdir. Allah’ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah’a verdiği ahdine vefa gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir." (Fetih Suresi, 8-10)Resulullah’a biat eden, Allah’a biat etmiştir. Bu ilahi kural, bir başka ayette şöyle açıklanır:
"Kim Resulullah’a itaat ederse, gerçekte Allah’a itaat etmiş olur
Dikkat edilirse, ayette "Resulullah’a itaat"kavramı üzerinde durulmaktadır. İşte bu kavram, Resulullah’ın (s.a.v.) az önce değindiğimiz "örnek olma"vasfının yanında, ikinci bir vasfını, "hüküm koyucu"özelliğinden kaynaklanmaktadır. Kuran göstermektedir ki, Resulullah’ın (s.a.v.) emirlerine ve koyduğu kullara uymak, aynı Allah’ın (c.c.) kitabındaki ayetlere uymak gibi farzdır. Nitekim bir başka ayet, Resulullah’ın (s.a.v.) sözkonusu yasaklama ve emretme yetkilerini şöyle açıklar:
"Onlar ki, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır." (Araf Suresi, 157)Bir diğer ayette ise şöyle denir:
"
Bu ayetler, peygamberin, Kuran’da haram kılınmış olan şeylerin dışında da bazı şeyleri ümmetine yasaklayabileceğini göstermektedir. Bu nedenledir ki, peygamberimiz bir hadisinde şöyle buyurur: "Sizi bir şeyden men ettiğim zaman ondan kesinlikle kaçının. Bir şey emrettiğimde ise, onu gücünüz yettiğince yerine getirin."(Buhari, İ’tisam 2)
Başka ayetlerde de peygamberin sözkonusu "hüküm koyucu"özelliği haber verilir. Müminlerin anlaşamadığı herhangi bir konu, Resulullah’a (s.a.v.) götürülecek ve o karar verecektir:
"Ey iman edenler, Allah’a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah’a ve elçisine döndürün. Şayet Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir." (Nisa Suresi, 59)
Resulullah’ın (s.a.v.) sözkonusu hüküm verici özelliği o denli kesindir ki, buna itaat etmeyen, hem de kalbinde bir sıkıntı duymadan, seve seve itaat etmeyenler mümin sayılmazlar:
"Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar." (Nisa Suresi, 65)
Bir başka ayet, Resulullah’ın (s.a.v.) hükmünün kesinliğini şöyle vurgular:
"Allah ve Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü’min bir erkek ve mü’min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resûlü’ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır." (Ahzab Suresi, 36)Resulullah’ın (s.a.v.) bu "hüküm verici"vasfına karşı çıkmak, onun verdiği hükme karşı gelmek ise küfürdür ve cehennemle cezalandırılır:
"Kim kendisine ‘dosdoğru yol’ apaçık belli olduktan sonra, elçiye muhalefet ederse ve mü’minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!
Peygamberin hüküm koyuculuğu ve örnek olma vasfı, Kuran’da bu denli muhkem bir biçimde açıklanmışken, Resulullah’ı (s.a.v.) sünnetinden yüz çevirmeyi savunmak, kuşkusuz Kuran’a aykırı bir düşüncedir.
Muhammed Esed’in de veciz bir şekilde ifade ettiği gibi "her yaptığı işte ve her emrinde ona ittiba etmek, İslam’a ittiba etmenin kendisidir. Onun sünnetinden uzaklaşmak ise islam’ın hakikatinden uzaklaşmaktır."(Muhammed Esed, el-İslam ala Mufterakit-Turuk, s. 110)Nitekim Ashab-ı kiram da öyle yapmış, her işlerinde Kuran’la birlikte Kuran’ın hayata geçmiş hali olan Resulullah’a (s.a.v.) uymuşlardır. Bir sahabeden şu söz aktarılır:
Tirmizi, Menakıb 7/147
"Biz hiç bir şey bilmezken Allah bize Muhammed’i (SAV) peygamber olarak gönderdi. Biz, Muhammed’i neyi, nasıl yaparken görmüşsek, onu öylece yaparız. " (Nesai, Taksir 1)
Nuh’un Gemisi
Şu halde, "Kur’an’a dönelim, fakat sünnete ihtiyacımız yok"düşüncesinin İslam’a uygun bir düşünce olmadığı ve İslam’ı bilmemekten kaynaklandığı ortadadır. Bu görüşün sahipleri, muhtedi Profesör Muhammed Esed’in örneği ile, bir köşke girmek isteyen fakat, kapısını açabilecekleri anahtarı kullanmayı istemeyen kimselere benzemektedirler. Sünnetin kendisine sarılanları kurtardığı kesindir. Dahhak şöyle der: "Cennet ile sünnet aynı konumdadır. Zira ahirette cennete giren, dünyada sünnete sarılan kurtulur."(Tefsiru Kurtubi, xıı, 365)
İmam Malik de sünneti Nuh aleyhisselamın gemisine benzetmiş ve "kim ona binerse, kurtulur, kim binmezse boğulur"demiştir. (Süyuti, Miftahu’l Cenne, s. 53-54)
Sünnet o denli büyük bir kurtuluş yoludur ki, Kuran, Resulullah’ın (s.a.v.) emir ve yasaklarını "hayat verecek şeyler"olarak tanımlar:
"Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’a ve Resûlü’ne icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O’na götürülüp toplanacaksınız." (Enfal Suresi, 24)
Tüm bu ayetler, "sünnet’i terketmiş İslam"kavramının, Kuran’a aykırı bir batıl inanç olduğunu göstermektedir. Din, kitap ve Resulullah’la (s.a.v.) birlikte bir bütündür. Birinin eksilmesi sözkonusu olamaz.
Resulullah’ın (s.a.v.) örnek davranışlarını, öğrettiği hikmetleri ve verdiği hükümleri bize ulaştıran kaynak ise Sünnet’tir, Ehli-Sünnet itikadıdır.
Şu halde, bu itikad, "Nuh’un gemisi”dir.
II. RESULULLAH'A İTAAT YA DA
SÜNNET'E TABİYET
Size sarıldıkça sapıtmayacağınız iki şey bıraktım.
Onlar Allah’ın kitabı ve benim sünnetimdir. (Tirmizi)
İnsanlık tarihine bakıldığında hayatın peygamberle başladığı görülür. Çünkü bir elçi olmadan dinin anlaşılması ve uygulanması mümkün değildir. Bu yüzden her ümmete yol gösterici olarak bir elçi gönderilmiştir.
Allah, diğer peygamberlere olduğu gibi Hz. Muhammed’i de mükemmel bir din, dosdoğru bir yol üzerinde göndermiştir. Ve onu kıyamete kadar bütün insanlığa peygamber kılmıştır. Elçiye itaat, ona saygı ve sevgi, onun yaşam tarzını uygulama ve onun sünnetini yerine getirme inananlar için bir sorumluluktur.
Nitekim, Kuran’da peygambere itaat, Allah’a itaat ile birlikte değerlendirilmektedir. Müminlere anlaşmazlığa düştükleri konularda kendilerine yol gösterici olarak Kuran’ı ve peygamberimizin sünnetlerini almaları emredilmiştir. Kuran-ı Kerim’de bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurulmaktadır.
"Hayır öyle değil. Rabbine andolsun. Aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." (Nisa Suresi, 65)
Bu ayetten de açıkça anlaşıldığı gibi Hz. Muhammed’in uygulamaları, Kuran gibi kesin ve hatasız bir hüküm kaynağıdır. Çünkü sünnet Kuran’ın yorumu, açıklanması ve hayata dönüştürülmesinin diğer adıdır. Bu yüzden Kuran’ın hayata dönüştürülmüş şekli olan Peygamberimizin sünnet-i seniyyesi konusunda mümin erkek ve kadınlar için herhangi bir tevil getirme ve itaatsizlik etme hakkı yoktur.
"Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mümin bir kadın ve mümin bir erkek için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse, gerçekten o apaçık bir sapıklıkla sapmıştır." (Ahzab Suresi, 36)Bu konu ile ilgili diğer bir ayette Allah şöyle buyuruyor.
"Aralarında hükmetmesi için, Allah’a ve elçisine çağrıldıkları zaman mü’min olanların sözü, "işittik ve itaat ettik"demeleridir. İşte felaha kavuşanlar bunlardır." (Nur Suresi, 51)
Kuran’da Resulullah’a (s.a.v.) itaati konu alan tüm ayetlerde itaatin tüm müminler üzerinde bir zorunluluk olduğunu anlatılıyor. Bu yüzden peygamber uygulamalarında masumdur ve bu uygulamalar Allah’ın koruması altındadır. Diğer bir deyişle sünnet kapsamı içerisine alınan her şey aslında vahye dayalıdır.
"O hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz. O’nun söyledikleri yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir." (Necm Suresi, 3-4) Bu durumda, eğer bir konuda ihtilaf başgösterirse İslamın iki temel kaynağı olan Kuran ve sünnete başvurmak müminler için diğer bir zorunluluktur.
"
Ayrıca Peygamber, vahiy yoluyla Allah’tan aldığı Kuran ayetlerini sadece insanlığa ulaştırmakla kalmaz, aynı zamanda onun açıklanması görevini yerine getirir. Peygamberimizin sünnetine bu açıdan bakarsak onun Kuran’ın yorumlanması şeklinde algılayabiliriz. Peygamberimizin sünneti, eğer bu anlamda değerlendirilirse yanlış anlaşılmalardan, tahrifattan ve istismardan korunmuş olur ve anlaşılması kolaylaşır.
Diğer bir ayette ise, "De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah’ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın"(Al-i İmran Suresi, 31) buyurulmuştur.
Bu yüzden Allah’ı sevmenin göstergesi Resulullah’a uymaktır. İnsan Resulullah'a (s.a.v.) uymakla gerçekte Allah’a uymuş olduğunu ortaya koymaktadır. Hiçbir mümin Allah’a itaati yeterli görüp Resulullah'a (s.a.v.) itaati terkedemez. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) sünnete uyanları şu şekilde müjdelemektedir. "Kim, sünnetimi ihya ederse, beni ihya etmiş olur. Kim beni ihya ederse cennette benimle beraberdir."(Tirmizi)
Peygamberimiz (s.a.v.) sünnet-i seniyyeye uyanları böyle müjdelerken, Kuran-ı Kerim’de Peygambere isyanın ne kadar büyük sonuçlar doğuracağı şu şekilde anlatılıyor.
"Kim Allah’a ve elçisine isyan eder ve onun sınırlarını aşarsa, onu da içinde ebedi kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azab vardır." (Nisa Suresi, 14)
Bütün bu gerçeklere rağmen sünnet-i seniyyenin önemini anlamayanlar ve ona dil uzatanlar, doğrudan doğruya Resulullah’a (s.a.v.) dil uzatmış ve O’na eziyet etmiş olur. O’na eziyet eden ise Allah’a (c.c.) başkaldırmış olur. Bunlar hem dünyada, hem ahirette Allah’ın (c.c.) lanetine maruz kalır, amansız bir azaba uğrarlar.
Allah’ın Kuran-ı Kerim’de "sen büyük bir ahlak üzerindesin"dediği, Hz. Ayşe’nin "O’nun ahlakı Kuran’dan ibarettir"dediği Resulullah’ın (s.a.v.), söz ve davranışları insanların için bir model teşkil etmelidir. İnsanlık, O'nu örnek almadığı takdirde güzel ahlaktan uzak kalacağı gibi, dünya ve ahiret saadetini de elde edemeyecektir. Sünnet-i senniyeyi terkedenler büyük bir sevap kaybına uğrayacaklar, hesap gününde Resullullah'ın şefaatinden de mahrum kalacaklardır.
Ayrıca, ümmetine karşı son derece şefkatli, onlara gelecek zarara karşı alabildiğine hassas olan Peygamberimizin (s.a.v.) sünnetinden yüz çevirmek inanılmaz bir vicdansızlık ve nankörlüktür.
"Andolsun size içinizden sıkıntıya düşmeniz onun gücüne giden, size pek düşkün, müminlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir." (Tevbe Suresi, 128)
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) uygulamalarına ayrıntılarla meşguliyet gözü ile bakanlar, peygamberin İslam dinindeki yerini anlayamamışlardır. Elçinin üzerine yüklenen görev, hiç bir ayrıntıyı gözden kaçırmayan bir sorumluluk bilincini gerektirmektedir. Peygamberimiz (s.a.v.) ticaretten sağlığa, yardımlaşmadan eğitime kadar sayısız konuda bu yüzden bizi bilgilendirmiştir.
Peygamberimizin (s.a.v.) sünnetindeki temel prensip uygulanabilir olmasıdır. "Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz"(Buhari) hadisi bunun en belirgin göstergesidir. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hanımı Hz. Ayşe ise onun ashabına daima kolaylıkla üstesinden gelebileceği amelleri emrettiğini söylüyor. Bu yüzden onun sünneti toplumun her kesiminden insanın örnek alabilmesine uygundur. Onun yaşantısı her mümin için bir uygulama örneğidir.
Bir diğer konu ise Resulullah’ın (s.a.v.) sünnetinin terkedilmesi ile birlikte ortaya çıkan zararlı bazı sonuçlardır. Bilgisizlik, tembellik gibi sebepler yüzünden bir kısım müslümanlar, sünnetten hüküm vermek yerine kendi akıllarından yada kendilerine göre bilgili gördükleri, aslında İslam'dan bihaber insanlardan hüküm çıkararak İslam dünyasına bid’at fitnesini sokmuşlardır. İlerleyen bölümlerde ayrıntılarıyla değineceğimiz bu zararlı akımlar, İslam dininin özünün anlaşılmasında ve uygulanmasında sıkıntılara sebep olmuştur.
Bu sıkıntıları günümüzde halen yaşamaktayız.
İslam dünyasındaki siyasi ve ekonomik dağınıklık, Allah’ın (c.c.) kitabından ve peygamberin (s.a.v.) sünnetinden ayrılma ile meydana gelmiştir. Müminler aynı peygamberin ümmeti olmanın şuurunu kavrayıp ona layık ümmet olmaya çalışmadıkları sürece İslam coğrafyasındaki bu istikrarsızlığın sona ermesi beklenemez. Bu yüzden müslümanların tek çıkış yolu Allah’ın (c.c.) kitabına ve Peygamberimizin (s.a.v.) sünnet-i seniyyesine sımsıkı sarılmalarıdır.
O’nun hayatı ve yaşam tarzı incelendiğinde hayata yaklaşımının tek boyutlu olmadığı görülmektedir. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayatı ile ilgili günümüze ulaşan güvenilir hadis rivayetlerinde çok çarpıcı örnekler vardır.
Peygamberdir, devlet başkanıdır, ordu komutanıdır, askerdir, tüccardır. Namaz kılan, oruç tutan, gece namazlarına kalkan, devamlı dua, tefekkür ve zikir halinde derinlik sahibi bir insandır. Evlenen, alışveriş yapan, hastaları tedavi eden, çocuklarla şakalaşan, arkadaşlarıyla güreşen, eşiyle yolda yarışan tevazu dolu bir önderdir.
Allah’a (c.c.) kulluk vazifesini yerine getirmek yalnızca peygamberin uygulamalarını gereğince kavrayıp uygulamakla mümkündür. Bunun için ise başvuracağımız ilk kaynak hadis kitaplarıdır. Hadis kitapları Hz. Muhammed’in (s.a.v.) özellikle peygamberlik görevini sürdürdüğü dönemde söylediği sözlerin, yaptığı hareketlerin, O’nun şahsi özelliklerini küçük büyük demeden toparlanmalarından oluşmuştur. Bu kitaplarda kullanılan hadislerin, bütün sünni İslam alimleri tarafından kabul edilen kaynaklardan elde edilmesine büyük özen gösterilmiştir.
İslam tarihinde çeşitli dönemlerde çeşitli sapmalar yaşandı. Farklı mezhepler, İslam’ın özünden uzaklaşarak çeşitli sapkın itikatlara sahip oldular, sapkın uygulamalara giriştiler. Hariciler’den Batiniler’e, Cebriyye'den Mutezile’ye kadar çeşitli fırkalar, Allah Resulü (s.a.v.)'nün yolundan saptılar.
Son dönemlerde bu sapmalara bir yenisi daha eklenmiş bulunuyor. Bir takım şahıslar, Resulullah (s.a.v.)’ın sünnetini reddediyorlar. “Kuran’ı okuruz, Resulullah’tan gelen bir açıklamaya muhtaç olmadan onu kendi başımıza anlarız” diyorlar. “Yalnızca Kuran” diyerek, Kuran’ın hayata geçirilmesi ve uygulanması anlamına gelen Sünnet'e yüz çeviriyorlar.
Oysa “yalnızca Kuran” sloganı ile ortaya çıkan bu sapık “Sünnet’i terketme” akımı, bizzat Kuran’ın hükümlerini göz ardı etmektedir. Çünkü Sünnet, Kuran’ın bir açıklamasıdır ve daha da önemlisi, Kuran’da bizzat emredilmiştir. Allah (c.c.), ümmeti yalnızca Kitap’a itaatle yükümlü kılmamış, aynı zamanda Resul’e itaati de farz olarak emretmiştir.
Bu nedenle, İslam ancak sünnetle birlikte gerçek İslam olur. Kuran, ancak Sünnet'in yardımıyla ümmet tarafından anlaşılıp uygulanabilir. Sünnet ise, bizlere değerli Ehl-i Sünnet alimleri tarafından en güzel biçimde aktarılmış ve açıklanmıştır.
İşte bu kitapçık, “Sünneti terketmiş İslam” tehlikesine karşı, Ehl-i Sünnet itikadının temellerini genç nesle aktarmak ve bu itikadın önemini vurgulamak için yazılmıştır.
Fitnenin her yanı sardığı bu asırda, yegane kurtuluş kapısı, 1400 yıldır açık duran Fırka-i Naciye, yani Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat kapısıdır. Bu yolun tek anahtarı ise Ehl-i Sünnet ve’l Cemaatten ayrılmamaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.