Esma'ul Hüsna 67. İsm-i Şerif
A´dan Z´ye… ا´den ي´ye… Beşikten mezara kadar öğrenilmesi gereken, kadın-erkek tüm Müslümanlara farz olan ve sonu Cennete varan bir yoldur İlim✦Amel✦İhlas
SAKARYA TÜRKÜSÜ
İnsan bu, su
misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan
benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner
yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın
yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar,
su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift;
birinden nur akar; birinden kir.
Akışta
demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta
bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya
başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir
yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor,
yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya,
kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse,
sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına
Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah,
Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu
dâva öksüz, bu dâva büyük!..
Ne ağır
imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı
kartalı nasıl taşır kanarya?
İnsandır
sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki,
sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir
lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık,
anneden, vatandan, arkadaştan.
Şimdi dövün
Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara
kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre
ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil
çil kubbeler serpen ordu?
Nerede
kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı
akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin
nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli
rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar
sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya,
kandillere katran döktü geceler.
Vicdan azabına
eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda
garipsin, öz vatanında parya!
İnsan üç beş
damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata
çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü
yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat
süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını
assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten
sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya; sâf
çocuğu, mâsum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz
kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben,
gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize
baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin
kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle
gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir
yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben
gideyim, Son Peygamber Kılavuz!
Yol onun,
varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok
süründün, ayağa kalk, Sakarya!..
Necip
Fazıl KISAKÜREK
BEN NİYE YALANCI OLUYORUM ?
Hayrettin Karaman köşe yazısında bana fasık, facir
demiş. Ben senin “polemik değil diyalog” isimli kitabındaki görüşlerine reddiye
yazdım. Sen bu kitaptaki görüşleri tekzip etmiyorsan ben niye yalancı oluyorum
arkadaş.
Hayrettin Karaman yazıp duruyormuş benim hakkımda.
Evvelce adam yerine koymadığından adımı hiç anmadı. Şimdi adım piyasaya çok
çıktığından adımı anmaya mecbur oldu. Bu çok önemli bir şey. Çünkü biz mektepli
değiliz. İmam hatipli, ilahiyatçı değiliz ya onlar da hocaların hocası olduğu
için bizi adam yerine koymadıklarından cevap bile verme lüzumu görmedi. Ama
şimdi de abone oldu. Sıralı cevap veriyor. Mübarek senelerce adam yerine
koymadın şimdi de fazla adam yerine koydun. Ben o kadar fazla bir adam değilim
yani. Beni adam yerine koyup bu kadar cevap verme yazık. Sen ne kadar ilimler
yayıyorsun millete. Yeni Şafak gazetesi hidayet kaynağı olmuş. Sen şimdi orada
köşeni bana ayırıyorsun millet öbür ilimlerden mahrum oluyor. Benle ne
uğraşıyorsun.
DOĞRULUK BENİ KURTARACAK
Benim geçen sohbeti çözüm yapmış. O sohbetteki
konuşmaları daha bizimkiler yapamadı. Çözüm yapıp, gazeteye koymuş hoca efendi.
“Yalan cübbeye de girse yalandır” demiş. Bu ara bana yalancı ve fasık deyip
duruyor. Hayatta en uzak olduğum şey yalandır. Bana “En önemli vasfını söyle”
dense “Sadakat ve dürüstlük” derim. Aleyhime de olsa doğruluktan hiç
ayrılmadım. Ne mahkemede, ne de başka bir yerde aleyhime de olsa doğru
konuştum. Çünkü biliyorum ki sonunda doğruluk beni kurtaracak. Ama bana yalancı
diyor. Kısaca bu yalancılığı bir anlayalım. Sonra fasık da diyor. Zaten fasık,
facir aynı tabir.
Fasık büyük günahları alenen işleyen demek. Milletin
ortasında alenen içki içen gibi. Kebair günahları alenen, cihâran, cehran
işleyenlere söyleniyor. Fasık ile facir eş değerlidir mana bakımından. Ama
fasığın kâfir manası da var. Onu kastetmediğini düşünüyorum. Bozuk adam
manasında. Bir adam alenen yalan konuşuyorsa zaten fasıktır. Yalancı deyince
fasık demesi de çok yadırganmaz. Çünkü yalancıysa bir adam otomatikman fasık
oluyor.
BEN KENDİMİ HİÇ BEĞENMEM
Siz ne kadar beğenseniz de ben kendimi hiç beğenmem.
Bana da kendimi beğendiremezsiniz. Çünkü beni benden iyi bilemezsiniz. Hadis-i
şerifte “Allah-u Teâlâ bu dini facir adamlarla da teyit eder.” (Buhârî, Cihâd:178,
no:2897, 3/1114) buyruluyor. Yani destekler. Bazen bakarsın bir sürü adamın
hidayetine vesile olmuş. Namaza başlatmış, on binleri, yüz binleri döndürmüş.
Bu adam facir olabilir mi? Hadis-i şerife göre bu onun facir olmadığı anlamına
gelmez.
Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri (Kuddise Sirruhû) bu
hadis-i şerifi okuduktan sonra “Ben kendimi facir görüyorum, zaten hadiste
‘Allah facirle de dini destekler’ buyrulduğu için işte o facir adam benim.”
diyor. Tabi tasavvufun reisi, efendisi. İslam’a çok hizmeti olmuş. Tabi ki bu
onu tevazu olarak söylüyor.
“FACİR DEME”
Efendi Hazretleri’ne bir gün: “Cüenyd-i Bağdadi belli
ki tevazu yapıyor. Ama ben hakikaten facir durumdayım. Ama benden fayda da
oluyor millete. Namaza başlayan, itikadı düzelen binler, on binler oluyor.”
dedim. Mahmud Efendi Hazretleri: “Kendine facir deme. Ben seni facir, fasık
olarak görmüyorum. Bir yanlışını da görmüyorum.” dedi.
ŞAHİTLİĞİNE İTİBAR EDİLMEZ
Sen şimdi bana facir, fasık diyorsun ama burada da
Mahmud Efendi Hazretleri gibi bir zat var. Onun dediği mi muteber, senin
dediğin mi muteber?! Allah indinde senin şahitliğin mi geçerli, onun şahitliği
mi geçerli? Sen beni ne kadar tanıyorsun, o beni ne kadar tanıyor. Benim
babamın nikâhını bile o kıymış. O zaman burada sen şahitliğine itibar edilecek
bir konumda değilsin kusura bakma. Hiç tanışmıyoruz çünkü. Ama sen şimdi bana
yalancı diyorsun.
Niye yalancı diyor? Diyor ki “Alıntı yaptığın kitap
benim kalemimden çıkmış değildir.” Polemik değil diyalog kitabından bahsediyor.
“Senin ve başkalarının iftiralarına cevap verdiğim bir kitap yazdım (yazacağım
değil, yazdım)” diyor. Bundan evvelki yazısında yakında çıkacak diye okudum
ben. Şimdi de yazdım diyor. “Üç yıl önce yayınladım, yakında ikinci baskısı da
çıkacak.” diyor. Üç yıl önce yayınladın ama yine ben sana reddiye yazdıktan
sonra. Ben ne isterdim. O kitapta sana ait olmayan laflar yazıldıysa ben
reddiye yapmadan senin o kitaba tekzip yapman lazımdı. Üç yıl önce diyorsun. Üç
yıl beni kurtarmadı. Ben hapse girip çıktığım zaman zaten üç yılı geçti. Ben
sana bu reddiyeyi hapse girmeden evvel yazdım.
O zaman senin yayınladığın benim reddiyemden sonra. Ne
zaman ki millet “Ya hu bu ne biçim laflar söylemiş.” diye senin hakkında
acabalara düştü, sen de kalktın bu kitabı yazdın. Halbuki hemen “Polemik değil
diyalog kitabında benim demediğim laflar yayınlandı.” şeklinde tekzip
yayınlaman lazımdı.
ÂLİM İSE TÖVBE YETMEZ
Salavat-ı Taç
Salavat-ı Taç
Allahümme salli ala Seyyidina `ve Mevlana Muhammedin sahibid Taci vel-mil` raci vel-burâki ve'l-`alam Dafi`il-bela'i vel-veba'i vel-kahti vel-Meradi vel-alam. ismuhu maktubum merfu `meşfu um` menkusun fil levhi vel-Kalem. Seyyidil `arabi vel-` acem. cismuhu mukaddesum Mu `attarum mütahherum münevverun fil-Beyti vel-haram. şemsid duha bedrid Duca sadril `ula nuril Hüda kahfil vara misbahiz zulem. Cemilis şiyem Şefi il-Umam'ın. Sahibil cudi vel-kerem. Vallâhü `asimuhu. ve cibrilu kadimuh. vel-burâku merkebuhu. vel-mil `racu saferuhu ve sidratu el-Müntehâ makamuh. Ve Kabe gavseyni matlubuhu. vel-matlubu maksuduhu vel-maksudu mevcuduh. Seyyidil mürselin. hatemin nebiyyin şefi `il mudnibin. Anisil garibin rahmetil lil `Alemin. Rahatil `aşikın. Muradil müştakin. şemsil `arifin. Siracis salikın Misbahil mukarrebin. Muhibbil fukara'ay vel-guraba'ay vel-mesakin. Seyyidit fekaleyn nebiyyil harameyn. imamil i kıbleteyn.Vesiletina fid dareyn. Sahibiİ Kabe gavseyn mahbubi rabbil meşrikayni vel-mağribeyn. Ceddil Hasani vel-Hüseyin Mevlana ve mevlah fekaleyn Ebil Kasim Muhammed'in ibni `Abdillah nurim min nurillahi ya eyyühel müştakuna bi nuri cemalihi Sallu` aleyhi ve Alihi ve ashabihi ve sellimu Teslima
Salavat-ı Taç Faydaları
Bu mübarek salavat-ı şerifin sınırsız faydaları vardır.Felaketler, salgın hastalıklar, kuraklık, hastalık ve korkularından kurtulur.
Düzenli olarak ezberden okunursa rızık artar.büyü ve cinlerin kötülüğünden korunur. ve üzerindeki felaketler,musibetler gider.
cuma yatsıdan sonra 70 defa okunursa Efendimiz (s.a.v )rüyasında görür.Bunu 11 gece yapmalı
Kalbi Temizlemek İçin sabah,ilkindi ve yatsıdan sonra 7 kez okursa Cinlerden ve Büyüden kurtulur.Şeytanı kovar.salgın ve Cinleri şeytanı kovamak ve büyüyü bozmak için,diğer hastalıklara karşı güvende olmak için 11 defa okunur.
Düşman ve hasetden,baskısı yöneticiden,kıskançlıktan güvende olur.Üzüntü ve kederden kurtulmak için 40 gün 41 defa okunur.
Ruhun kutsallığı ve zalimden düşmandan kurtulmak için Hergün günde 3 defa sabah,ilkindi ve yatsıdan sonra 7 kez okunur.
Yoksulluktan ve sefaletden kurtulmak için 40 gün boyunca 41 defa sabah namazdan sonra ezberden okunur.Bu salavat-ı şerifenin bir çok faydası vardır.
Bolluk ve bereket,Ekonomik durumun düzeltmek isteyen borçlardan kurtulmak isteyen kişi bu salavat-ı tacı sabah namazdan sonra veya teheccüd vakti 7 defa ezberden okusun.
Mutlu huzurlu ve varlıklı bir hayatı olacaktır.
Ruhsal durumunun güçlenmesi için 3 yıllık dönem için 100 defa okunur.
Hacet ve dilekler için geceyarısı 40 defa okunur.
Çocuk sahibi olmak için 21 gün 7 defa okunur
Efendimiz (s.a.v ) rüyada görmek için cuma gecesi 170 defa okunur.
Bu salavat-ı tacın faydaları o kadar geniş ki okuyan kişiyi Allah korur.ona huzur verir. rızkı artar.Cinlerden Büyüden ve Kötülüklerden korunur.üzerindeki felaketleri kaldırır.Cennete gitmek ve Yükseliş için mübarek kadir gecesinde okunur.Receb ayında da bu salavat okunur.
Bu salavatı şerife okumak için ön koşullar
1-Ezberden okumak
2-Temiz olmak hem bedenen hem de elbiseler temiz olmalı üzerinde leke olmucak güzel koku sürmeli (Kirlilik dönemde ara verilir)
3-Okuma yapılan oda temiz olacak
4-Abdestli ve kıbleye dönük olmak
Kaynak: Ebu Bekr Bin Salim
Mevlid-i Şerif
Mevlid-i
Şerif
|
Allah adın
zikredelim evvela,
Vacib oldu cümle işte her kula. Kim ki, Allah adını önce ana, Her işi kolay eder Allah ona. Allah adı olsa her işin önü, Asla ebter olmaz o işin sonu. Bir kez Allah dese aşkla lisanın, Kalmayıp dökülür bütün günahın. Zikri tekrar eyle mütemadiyen! Her murada erişir Allah diyen. Haramı bırakıp, helal yemeli, Şükredip her zaman Allah demeli. Kerimdir, rahimdir, O ilâhımız, Bize rahmet kıla yüce şahımız! Varlığına, birliğine şek yoktur, Ne yazık, üç tanrı diyen pek çoktur. Varlığına edilse de çok hayret, Cümle âlem yokken O vardı elbet. O varken yok idi, insan, cin, melek, Arş, dünya, güneş, gezegen ve felek. Bunların hepsini, O var eyledi, Birliğine hepsi ikrar eyledi. Kudretini göstererek O Celil, Birliğine kıldı bunları delil. Ol dedi bir kere var oldu cihan, Olma derse, mahvolur hemen o an. Resulullah’tır bu varlığa sebep, Onun rızasını, aşkla et talep! Resulullahın nuru Hak teâlâ yaratınca Âdem’i, Âdem’le süsledi bütün âlemi. Mustafa nurunu alnına koydu, Habibimin nuru, bil bu nur dedi. Kıldı o nur, onun alnında karar, Kaldı onun ile nice zamanlar. Daha sonra Havva alnına geçti, Ondan oğlu Şit’e bu nur nakletti. Erdi İbrahim’e, İsmail’e hem, Söz uzayıp gider, hepsini dersem. Doğunca O rahmeten lil-alemin, Vardı nur onda karar etti hemin. Doğumu Âmine hatundur onun annesi, O sedeften doğdu O dürdanesi. Rebiulevvel ayının nicesi, On ikinci pazartesi gecesi. O gece ki doğdu, O hayr-ul beşer, Annesi onda neler gördü neler. Dedi gördüm, O Habib’in annesi, Bir acep nur ki, güneş pervanesi. Fırlayıp evimden çıktı nagehan, Göklere dek nur ile doldu cihan. Gökler açıldı, yok oldu karanlık, Üç melek gördüm, elinde üç ışık. Biri doğu biri batıda onun, Biri damında, dikildi Kâbe’nin. İndiler göklerden melekler saf saf, Kâbe gibi kılındı evim tavaf. Yarılıp çıktı duvardan nagehan, Geldi üç huri bana oldu ayan. Bu hususta derler o üç dilberin, Asiye’ydi biri o mehpeykerin. Biri Meryem hatun idi aşikâr, Birisi hem hurilerden bir nigâr. Çevre yanıma gelip oturdular, Mustafa’yı birbirine muştular. Dediler oğlun gibi hiçbir oğul, Yaratılalı cihan, gelmiş değil. Bu senin oğlun gibi kadri cemil, Bir anaya vermemiştir O Celil. Ulu devlet buldun, ey Âmine sen, Doğacaktır senden O hulk-i hasen Bu gelen ilm-i ledün sultanıdır, Bu gelen tevhid-i irfan kânıdır. Bir adı Mahmud, bir adı Ahmed’dir, Varlığı cümle âleme rahmettir. Âmine eder vakit oldu tamam, Ki vücuda gele O hayr-ül enam. Susadım gayet hararetten katı, Sundular bir cam dolusu şerbeti. Şerbeti karşımda tuttu huriler, Bunu Rabbimiz gönderdi dediler. Kardan ak idi ve hem soğuk idi, Lezzeti dahi şekerde yok idi. İçtim onu oldu, cismim nura gark, Edemedim kendimi ben nurdan fark. Geldi bir ak kuş kanadıyla revan, Arkamı sıvadı kuvvetle heman. Doğdu o saatte O sultan-ı din, Nura gark oldu, semavat ü zemin. Kim olmak isterse ateşten necat, Aşk ile, şevk ile etsin salevat! Essalatü vesselamü aleyke ya Resulallah! Essalatü vesselamü aleyke ya Habiballah! Essalatü vesselamü aleyke ya Seyyidel-evveline vel-âhirin. Mahlûkatın hepsi sevindi o an, Dirilip âlem yeniden buldu can. Kâinattaki her şey edip seda, Çağrışarak dediler ki, merhaba! Merhaba, ey âl-i sultan merhaba! Merhaba, ey kân-i irfan merhaba! Merhaba, ey sırr-ı furkan merhaba! Merhaba, ey derde derman merhaba! Merhaba, ey rahmeten lil-âlemin! Merhaba, sensin şefial müznibin! Bütün dertlilerin dermanı sensin, Cümle âlemlerin sultanı sensin. Çünkü nurun ruşen etti âlemi, Gül cemalin gülşen etti âlemi. Âmine hatun artmış idi hayreti, Bir zaman aklı gidip geldi geri. Gördü gitmiş huriler hiç kimse yok, Görmedi oğlunu yalvarırdı çok. Bir an şöyle düşünceye dalmıştı, Huriler onu götürdü sanmıştı. Dört tarafa bakıp edince nazar, Gördü ki bir köşede hayrül-beşer. O ulu, Kâbe’ye karşı duruyor, Yüzün yere koymuş secde ediyor. Secdede diliyle tahmid ediyor, Kaldırmış parmağın tevhid ediyor. Dudaklar kıpırdardı, söylerdi kelâm Anlayamazdım, ne derdi o hümam Kulağım ağzına verdim, dinledim, Söylediği sözü o an anladım. Derdi ki, ya Rab yüzüm tuttum sana, Ya İlahi ümmetimi ver bana! Ümmetim dedi sana, O Mustafa, Ver salevat sen de ona, bul safa. Essalatü vesselamü aleyke ya Resulallah! Essalatü vesselamü aleyke ya Habiballah! Essalatü vesselamü aleyke ya Seyyidel-evveline vel-âhirin. Miraca gitmesi Dinle miracını o şahın ayan, Âşıksan aşk ateşine durma yan! Pazartesi gecesi gerçek haber, Leyle-i kadirdi o gece meğer. O mübarek bahtı, o kadri yüce, Ümmühanin evine vardı gece. Orda iken nagehan o yüzü ak, Cebrail Cennete git dedi Hak. Bir sırmalı taç ve bir hulle kemer, Hem dahi al bir burak-ı muteber. Habibime ilet de, ona binsin! Arşımı seyreylesin, beni görsün! Cebrail cennete olunca revan, Gördü ki, kırk Burak otluyor o an. İçlerinden bir Burak ağlar katı, Yiyip, içmez, kalmamış hiç takati. Gözlerinden yaşlar eylemiş revan, Ciğerini dertle etmiş perişan. Dedi Cebrail, niçin ağlıyorsun? Hüzünle ciğerini dağlıyorsun? Arkadaşların yiyip içip gezer, Sen inliyorsun, canını ne üzer? Dedi, kırk bin yıl vardır ki ya emin, Aşktır bana yemek ve içmek hemin, Nagehan bir ses işitti kulağım, O zamandan bilemem sağı solum. Nedense yüksek sesle bağırdılar, Ya Muhammed diyerek çağırdılar. O andan beri bilemem, n’olmuşam, O adın ismine âşık olmuşam. Yüreğim içinde eridi yağım, Âşık oldu görmeden bu kulağım. Cenneti başıma bu aşk, dar eder, Gece gündüz işlerimi zâr eder. Gerçi cennet içinde duruyorum, Hep cehennem azabı görüyorum. Hazret-i Cebrail der ki, ey Burak, Ağlama hep, verdi muradını Hak. Bir kimsede, aşkın nişanı olur, Akıbet maşuk, er geç onu görür. Gel beri maşukuna götüreyim, Yarana merhem vurup bitireyim. Aldı Cebrail Burak’ı o zaman, Resulullaha ulaştırdı o an. Hak selam etti sana ey Mustafa, Ki mübarek hatırın bulsun safa. Buyurdu gelsin misafirim olsun, Arşımı seyreylesin, beni görsün! Bu gece zahir olur esrar-ı Hak, Gösterecektir sana didar-ı Hak. Zemzemle doldu bütün âlem o an, Arşa varır dediler Fahr-i Cihan. Hem sekiz cennet kapısı açtılar, Âlemin üstüne rahmet saçtılar. Gel gidelim Hazrete, ya Mustafa! Şu anda bekliyor eshab-ı safa! Sana cennetten getirdim bir Burak, Davet-i Rahmandır edesin idrak. Çekti o anda Burak’ı Cebrail, Önüne düştü ona oldu delil. Göz açıp kapamadan Kudüs’e vardı, Etrafını bütün nebiler sardı. Enbiya ervahı karşı geldiler, Mustafa’ya izzet ikram kıldılar. Geçerek mihraba O hayr-ül-enam, Enbiya ervahına oldu imam. Gece durmadı yola oldu revan, Bütün göklerden geçip etti seyran. Her birinde türlü hikmetler gördü, Cebrail’le varıp Sidre’ye erdi. Cebrail’in durağıdır o makam, Yerle gök ta ki tutalıdan nizam. Gelip Cebrail makamında durdu Rahmeten lil-âlemin ona sordu: Bilemem, bu yolları ben nideyim, Burada garibim, nere gideyim? Cebrail dedi, sen ki Habibsin, Sanma bu yerlerde öyle garipsin, Burada bitti benim seyrangâhım, İlerisinden dahi yok âgâhım. Eğer geçsem zerre kadar ileri, Yanarım hemen ey Hakkın serveri. Dedi Cebrail’e o şah-ı cihan: O halde sen yerinde kal bir zaman. Söyleşirken Cebrail ile kelam, Geldi Refref önüne, verdi selam. Aldı o şah-ı cihanı o zaman, Sidre’ye giderek getirdi heman. Gördü gök ehli ibadette hepsi, Her biri bir türlü taatte hepsi. Hep gök ehli cümle karşı geldiler, Mustafa’ya izzet ikram kıldılar. Merhaba ya Muhammed dediler, Ey şefaat kân-ı Ahmed dediler. Her biri kutladı miracını, Dediler giydin saadet tacını. Yürü artık meydan senin bu gece, Sultan ile sohbet senin bu gece. Hepsi ile görüşüp geçti öte, Varıp erişti O ulu hazrete. Rabbimiz harfsiz, kelimesiz ve sessiz Konuştu Mustafa ile şüphesiz. Dedi ki mahbub-u matlubun benim, Sevdiğin can ile mabudun benim. Gece gündüz durmayıp istiyordun, Bir kez görsem cemalini diyordun. Gel Habibim sana âşık oldum ben, Cümle halkı sana köle kıldım ben. Ne muradın var ise kılam reva, Eyleyem bir derde bin türlü deva. Mustafa dedi ya Rabbel-âlemin. Ey affı ve hediyesi çok kerim, O zayıf ümmetimin hali ne ola, Hazretine nice onlar yol bula? Ya İlahi hazretinden hacetim, Şu dur ki, ola en makbul ümmetim. Hak tealadan duyuldu bir nida, Ya Habibim ben sana kıldım atâ. Ümmetini sana verdim ey Habib, Cennetimi onlara kıldım nasib. Ey Habibim nedir, o ki diledin, Bir avuç toprağa minnet eyledin. Zatıma ayna edindim zatını, Beraber yazdım adımla adını. Ya Habibim anlıyorum ben seni, Görmeğe hiç doyamazsın sen beni. Tez varıp davet et kullarımı, Ta gelip de göreler didarımı. Göz açıp kapamadan Fahri cihan, Ümmühanın evine geldi heman. Her ne gelmişse Mirac’da başına, Cümlesin haber verdi eshabına. Dediler ey kıble-i İslam-ı din, Kutlu olsun sana Mirac-ı güzin. Hepimiz kullarız, sen ise şahsın, Gönlümüzde daim parlayan mahsın. Bize, ümmet olmak devleti yeter, Müslüman olmanın izzeti yeter. Süleyman Çelebi Kelimeler: Ebter: Güdük, neticesiz, kısır Mütemadiyen: Devamlı Felek: Gök Rahmeten lil-âlemin: Âlemlere rahmet olan Resulullah Necat: Kurtuluş Dürdane: İnci Hayrülbeşer: İnsanların en iyisi Nagehan: Hemen Dilber: Güzel Mehpeyker: Ay yüzlü Nigâr: Güzel yüzlü sevgili Muştu: Müjde Hulk-i hasen: Güzel ahlak İlm-i ledün: Bâtın ilmi Kân: Menba, kaynak Şefi-ül-müznibin: Günahlara şefaatçısı Revan: Akan, uçan Heman: Hemen Semavat ü zemin: Yer ve gökler Furkan: Kur’an-ı kerim Ruşen: Parlak aydın Gülşen: Gül bahçesi Tahmid: Hamd Tevhid: La ilahe illallah demek Hümam: Himmetli Hulle: Cennet elbisesi Burak: Resulullahı miraca götüren hayvan Burak-ı muteber: Uygun bir burak Hayrülenam: İnsanlarını en iyisi Seyrangah: Gezme yeri Agâh: Haberdar Mahbub: Sevilen Matlub: İstek Rabbelâlemin: Âlemlerin rabbi Hacet: İstek Atâ: Hediye Güzin: Seçilmiş, beğenilmiş Mah: Gökteki ay, mahveden, peygamberlik nuru. Küfür karanlıklarını mahvettiğinden, Resulullah’a mah da denmiştir |
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)