MÜHRÜ ŞERİF - 35 BESMELE - NAL-I ŞERİF - AYET-EL KÜRSİ - ASHAB-I KEHF

MÜHRÜ ŞERİF - 35 BESMELE - NAL-I ŞERİF - AYET-EL KÜRSİ - ASHAB-I KEHF


MÜHRÜ ŞERİF'İN FAZİLETİ
Tirmizi'nin Rivayetine Göre : Herkim bu mührü şerife abdestli olarak sabahleyin baksa akşama kadar , Ayın başında baksa sonuna kadar , yılın başında baksa sonuna kadar , yola çıkarken baksa dönünceye kadar geçen zaman hayırlı ve bereketli olur.
NAL-İ ŞERİF'İN FAZİLETİ
Bu Nal-i şerifi yanında taşıyan kötülüklerden beri olur . Doğum yapacak kadın üzerinde bulundursa doğumu Allah'ın izniyle kolay olur .Evinde ise yanmaktan ve hırsızlıktan korunur. İnsanlar arasında hatrı sayılır . Suda boğulmaktan emin olur . Hasta ise iyileşir . Geçim darlığı çekiyorsa Allah ona rızık kapısı açar.
35 BESMELE'NİN FAZİLETİ
Kim bu besmele-i şerif'i yanınada taşısa hertürlü kötülükten emin olur .
AYET-EL KÜRSİ'NİN FAZİLETİ
Ayet-el kürsi cinlere karşı kendisinden yardım alınacak duaların en büyüğüdür. Ayet-el kürsi'nin insanlardan şeytanları kovmaktan çok tesirli olduğunu söylemişler. Ayrıca saralı kişiye , şeytanın kendisine sahir ( Büyücü ) , Kahin , Falcı , nefis ve şehvet ehli .Zülum ve gazab erbabı üzerine sadakatle okunduğunda onların şeytanlarını etkisiz hale getirmekte e büyük gücü olduğunu denemişlerdir. Ancak sadakatle okunması şart koluşmuştur.
ASHAB-I KEHF'İN İSİMLERİNİN FAZİLETİ
Ashab-ı Kehf 'in isimleri yazılıp üzerinde taşındığında biiznillah baş ağrısı iyileşmesine , çok ağlayan çocuğun ağlamasının kesilmesine , doğum yapacak olan kadının kolay doğum yapmasına , yangın ve hertürlü tehlikeden selamette olunmasına faydası olduğu rivayet edilmiştir.

Alinti: http://www.islamcihadi.com

ŞÜKÜR VE SABIR


Yüce Allah'a,bahşettiği sağlık,iman ve rızık gibi büyük nimetlere karşılık şükretmek,içine düşülen sıkıntılara karşı rıza gösterip sabretmek,kulluk görevlerindendir.Nimet içinde bulunmak nasıl hoşa gidiyorsa,başa gelen kötülüklere de sabretmek ve katlanmak gerekir.Allah'tan gelen nimet de,sıkıntı da iyi karşılandığı takdirde hayırlı ve yararlı,karşılanmadığında zararlıdır.

Her nimeti,o nimet cinsinden şükürle karşılamak kadirşinaslığın bir gereğidir.Meselâ:Sağlık nimetinin şükrü,namaz kılmakla,oruç tutmakla;mal varlığının şükrü,zekât ve sadaka vermekle;yine her bu iki nimetin şükrü,hacca gitmekle;ilim nimetinin şükrü,bundan başkalarını da yararlandırmakla eda edilmiş olur.

Nimete şükretmek,o nimetin arttırılmasına vesîle olur.Nitekim Yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'inde mealen:

"Allah'ın kitabını okuyanlar,namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan(Allah için)gizli ve açık sarf edenler,asla zarara uğramayacak bir kazanç umabilirler.Çünkü Allah,onların mükâfatlarını tam öder ve lütfundan onlara fazlasını da verir.Şüphesiz O,çok bağışlayan,şükrün karşılığını bol bol verendir."(1)buyurmuşlardır.

KÖTÜ ZANDA BULUNMANIN ZARARLARI




DÜŞMANLIK BESLEMENİN,KUSUR ARAŞTIRMANIN VE KÖTÜ ZANDA BULUNMANIN ZARARLARI

İslâm dini,inananlara kardeşçe yaşamalarını emretmiş,buna engel olacak duygu,düşünce ve davranışları yasaklamıştır.Zira,başkalarına karşı kalbinde düşmanca duygular besleyen insan,hasım kabul ettiği kimselerin maddî veya manevî hiç bir alanda ilerlemelerini istemez.Bu duygular,kişiyi öfkeye,isabetsiz karar vermeye,intikama,can yakmaya ve kan dökmeye yöneltir.Bunun içindir ki dinimiz,

"Mü'minler ancak kardeştirler.Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz"(1)İlâhî buyruğuyla kişisel çıkarlardan ve gayelerden uzak,yalnız Allah sevgisine ve O'nun hoşnutluğuna dayanan İslâm kardeşliğini getirmiş,bu kardeşliğin korunmasını ve devam ettirilmesini istemiştir.Başka bir ayet-i Kerimede de meâlen: "İyilikle kötülük bir olmaz.Sen(kötülüğü)en güzel bir şekilde önle.O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse,sanki candan bir dost olur"(2)buyrularak kötülüklere karşı kötülükle değil,iyilikle karşılık verildiği takdirde ancak düşmanlıkların ortadan kalkabileceği belirtilmiştir.

ÖLÇÜLÜ DAVRANMA


Aşırı ve ölçüsüz davranışlar,fert ve toplumu büyük felaketlere sürüklemekte,bu yüzden birçok kimse,telâfisi güç zarara uğramaktadır.İşte,insanın refah ve mutluluğunu hedef alan yüce dinimiz,her türlü aşırılığı yasaklamış ve müminlere itidali(orta yolu) öğütlemiştir.Nitekim, "O,göğü yükseltti ve ölçüyü koydu"(1)mealindeki bir ayet-i kerimede ölçünün,ölçülü ve itidalli davranmanın önemini belirlenmiş; "Sözlerinde ve davranışlarında ileri gidip,haddi aşanlar,helâk olmuşlardır"(2) mealindeki bir hadis-i şerif ile de aşırılığın sonunun hüsran olduğuna dikkat çekilmiştir.

Aslında hak din olan Yahudilik ve Hristiyanlık,daha sonra aşırılıklara saplanmışlardır.Yahudilerin inancına göre,Yehova dedikleri Tanrıları,yalnız kendilerinin ilâhıdır ve Yehova,insanlık içerisinden kendilerini oğul seçmiştir.

Hristiyanlıkta ise,Allah inancı üçlü sisteme bağlanmıştır.Bu dine göre baba-oğul-ruhu'l-kuds aslında bir olan İlâhın üç şeklinde görünüş halidir.(3)

Yüce dinimiz,Musevîlikteki millî İlâh sistemini de hristiyanlıktaki Allah'ı insan şeklinde tasavvuru da red eder.İslâm'ın Allah inancının esası,İhlâs Sûresinde mealen şöyle belirlenmiştir:

"De ki:O,Allah birdir.Allah daimdir,mutlak manâda ihtiyaçsızdır,her şey O'na muhtaçtır.O,doğurmamış ve doğmamıştır.Onun hiçbir dengi yoktur."(4)

Şimdi sakınılması gereken aşırılıklardan bazılarına kısaca değinelim:

Allah'ın rahmetinden ümitli olmak kadar,azabından da korkmak yani korku ile ümit arasında yaşamak itidali bir davranıştır.Zirâ,"Mevlâ Kerim'dir,O kimseyi cezalandırmaz,Allah'ın kulun ibâdetlerine ihtiyacı yoktur"gibi sözler ileri sürerek,kulluk görevlerini yerine getirmeden Allah'tan rahmet beklemek,İlâhi azâbı inkâr olduğu gibi,günahların hiçbir surette af olunmayacağına inanmak da,Allah'ın rahmetini inkâra götürür.Bu husus Kur'an -ı Kerim'de:"Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka birşey yoktur"(5),"Kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez"(6) mealinde belirlenmiştir.

Tevekkülde de itidal şarttır.Çalışmadan,gerekli tedbirleri almadan,bir işin gerçeklemesini Allah'tan beklemek ne kadar doğru değil ise,sırf çalışmakla (Yüce Mevlâ'nın yardımı olmaksızın)her şeyin halledilebileceğini kabul etmek de o derece sakıncalı bir davranıştır.Kur'an-ı Kerim,İslâm tevekkülünün esasına "Azmettinse artık Allah'a güven"(7)mealinde belirlenmiş,gerçek tevkkülün,bütün imkânları deneyip,elden geleni yaptıktan sonra artık,işin hayırla sonuçlanmasının,Yüce Mevlâ'ya havale edilmesi olduğunu bildirmiştir.
Dünya ve ahiret hayatına dengeli çalışmak da dinimizin emirlerindendir.Kur'an-ı Kerim'de meal olarak "Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak)ahiret yurdunu iste;ama dünyadan da nasibini unutma"(8)
buyrulmuştur.Sevgili Peygamberimiz de bu konuda müminlere herzaman itidali emretmiş,zühd ve takvaya fazla meyli olan ashab-ı Kiram'a orta yolu öğütlemiş,beşerî takat ölçüsünü aşan güçlük ve sıkıntıları yasaklamıştır.
Mal ve parayı harcama da,itidali gerektiren konulardandır.Para ve malı lüzumsuz yerlere harcamak ya da harcamalarda ölçüyü aşmak kadar,malın ve paranın gerekli yerlere harcanmaması da uygun bir davranış değildir.Bu konuda Yüce Kitabımızda mealen:"Eli sıkı olma;büsbütün eli açık da olma.Sonra kınanır,(kaybettiklerinin)hasretini çeker durursun"(9)
buyrulmuştur.
Yeyip içmede de ölçülü davranmak kulluk görevlerimizdendir.Bir ayet-i kerimede mealen: "Yeyin,için,fakat israf etmeyin;çünkü Allah israf edenleri sevmez"(10)
buyrularak,tutumlu olmamız emredilmiş ve savurganlığın kişiyi Allah sevgisinden mahrum edeceği bildirilmiştir.
İnsan sevgisi,dinimizin hassasiyeti gösterdiği ve büyük önem verdiği bir konudur.Ancak bunda da ölçüyü kaçırmamak,ifrat ve tefrite düşmemek gerekir.Sevmediğini bulunduğu mertebeden aşağı görmek ya da göstermek kadar,sevdiğini bulunduğu mertebeden aşağı görmek ya da göstermek kadar,sevdiğini lâyık olmadığı dereceye yükseltmek de aşırı bir davranıştır.Sevgili Peygamberimiz bu noktada meal olarak: "Sevdiğin kişiyi,aşırı olmayan bir sevgi ile sev,zira bir gün düşmanın olabilir.Düşmanına da,aşırı bir davranışta bulunma,onun da günün birinde dostun olması mümkündür"(11)
buyurmuşlardır.
Ölçüsüz sevgi gibi övgünün de İslâmiyet'te yeri yoktur.Bir insan en üstün mertebeye,kuvvet ve kudrete ulaşsa,hatta kendisini tamamen
Allah'a vermiş olsa yine de kendisine tapılacak ve dilekte bulunulacak bir mevkiye gelemez.Zira ,ibâdete ve dilekte bulunulmaya lâyık olan yalnız ve yalnız Allah Teâla'dır.Yüce Rabbimizin bu noktada Sevgili Peygamberimize şu seslenişi ne kadar anlamlı ve düşündürücüdür:
"De ki:Ben,yalnızca sizin gibi bir beşerim.(Şu var ki2)


En azı da aşırılık olan kin ve öfkeler,İslâm tarihinde birçok cinayetlere yol açmış,birçok haksızlıklara sebep olmuş,kalplerde düşmalık ve nefret hislerini körüklemiştir.Mesala:Bazı kimseler,Sevgili Peygamberimiz 'in biri amcazadesi ve damadı,diğeri vahiy kâtibi ve kayınbiraderi olan Hz.Ali ile Hz.Muaviye ihtilafını sanki buna mecburlarmış gibi,yorumlamaya kalkışmışlar,bunda itidali muhafaza edememişler,taraf tutmuşlar,hatta birini övüp diğerini yerecek kadar ileri gitmişlerdir.Bu tür davranışların müslümanlar arasında açmış olduğu yaralar ve ortaya koyduğu hazin tablolar ise,herkesçe bilinmektedir.
İnsanlara bilmediklerini öğretmek, güzel tavsiyelerde bulunmak kadar,verilecek öğütlerde ölçülü davranmak da kaçınılmaz bir görevdir.Yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'inde mealen:"(Resûlüm!) Sen,Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!..."(13),"(Ey Muhammed!),öğüt ver.Çünkü sen ancak öğüt vericisin.Onların üzerinde bir zorba değilsin."(14)
buyurarak Sevgili Peygamberimizin şahsında bütün insanları öğüt vermeye ve öğütte itidalli olmaya çağırmışlardır.
Sözün özü:Ölçülü davranış,aklın,düşüncenin ve muhakemenin eseridir.Bunun için o,kişiyi iyiye,güzele ve doğruya götürür.İtidalli davranan insanlar,hem toplum içinde hem Allah katında değer kazanırlar.Aşırı davranış ise,bilgisizliğin ve duygusallığın ürünüdür.O,kişi her zaman huzursuzluğa ve felâkete sürükler.

___________________________________
1-Rahman Sûresi,ayet:7
2-Müslim,ilim babı:4
3-İncil,Matta:28/19
4-İhlâs Sûresi;ayet:1-4
5-Necm Sûresi;ayet:39
6-Yusuf Sûresi,ayet:87
7-Al-i iran Sûresi;ayet:159
8-Kasas Sûresi;ayet:77
9-İsrâ Sûresi;ayet:29
10-A'raf Sûresi;ayet:31
11-Tac Tercemesi,5/153
12-Kehf Sûresi;ayet:110
13-Nahl Sûresi;ayet:125
14-Ğaşiye Sûresi;ayet:21-22
 
Alinti
 

Kuran ve Sünnete Göre Tesettür

Tesettür Allahın kesin bir emri olmasına rağmen maalesef son zamanlarda, gerek televizyonlarda gerek gazete köşelerinde bu konuda pek çok tartışmalara şahid olduk.

Bu hususta kesin nâs olmasına rağmen, âyetlerin sağından solundan kırpılarak ne yorumlar, ne teviller yapıldı. Şeytanı bile hayrete düşürecek ahkâm kesmeler, fetva vermeler grıla gitti. Halbuki tartışmaya ne hacet..

Yaşayan Kuran olan Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in hanımlarının giydiği tesettür tarzı ne ise, şüphe yok ki en doğrusu da odur. Ayrıca ulema, tesettürle ilgili âyet-i kerimelerin tefsirinde, kadının tesettürünün nasıl olması gerektiğini çok açık bir şekilde beyan etmiştir. İnşallah bu yazımızda ulemanın beyanları ışığında “Kur’an ve sünnete göre tesettür nasıl ve ne şekilde olmalıdır?” konusunu anlatmaya çalışacağız.

Öncelikle tesettür, hanımların Allah'ın emrine uygun olarak örtünmesi demektir. İslâm’ın şi’arı ve imanın alametidir
. Tesettürün gayesi, yabancı bakışlardan sakınıp ırz ve namusların meşru olmayan cinsel isteklerden korunmasıdır.

Tesettür, yabancı erkeklere Allahın koyduğu sınırları hatırlatır, şehevî duygulara ve ihtiras dolu bakışlara kalkan olur, tahrik edici unsurları perdeler. Böylece erkeğin de günaha girmesine bir nebze olsun engel teşkil eder.
Örtünmek canlılar arasında sadece insana mahsus bir özelliktir. Ve insanoğlunun örtünme ihtiyacı, ilk insan Hz. Adem (Aleyhisselam) ve Hz. Havva anamız ile başlamıştır. Lakin Ademoğlunun en büyük düşmanı olan şeytan onları kandırmış, elbiselerinden soyulup cennetten çıkarılmalarına sebep olmuştur.

Nitekim Rabbimiz Kur’an-ı kerimde: “Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana babanız (Hz. Âdem ve Havvâ’y)ı, avret yerlerini kendilerine göstersin diye elbiselerini onlardan soyarak cennetten çıkardığı gibi, sakın sizi de fitneye düşürüp aldatmasın.” (A'râf: 27) buyurarak, şeytana karşı bizi uyarıyor. İşte bu uyarıya son derece dikkat etmeli, şeytanın, ana babamızın elbiselerinin soyulup cennetten çıkarılmasına sebep olduğu gibi, bizi de kandırıp elbiselerimizden soyarak cennete girmemize engel olmasın.

İslâm Dini bu konuda gereken tedbirleri almış, iffetlerin ve namusların korunacağı temiz bir toplum oluşturulması için gerekli kuralları koymuştur. Bunun için de, kadınla erkeğin gayri meşru ilişkisine sebep olacak bütün kapıları ve yolları mümkün mertebe kapatmayı gaye edinmiştir. Dolayısıyla İslâm, insanın bakışlarından tutunda kıyafetine, örtünmesine, hareket ve tavırlarına kadar bir ölçü koymuştur.

Örtünmek de namaz, zekat, oruç gibi bir ibâdettir ve müslüman kadına farzdır. Allah-u Teala ibadetlerin nasıl ve ne şekilde yapılacağını bildirdiği gibi, örtünmenin de şeklini ve sınırlarını belirlemiştir. Yani hiç kimse kafasına ve keyfine göre, canının istediği şekilde örtünemez, “tesettürle ilgili âyet-i ben şöyle anladım ve böyle giyiniyorum.” diyemez.

Nasıl ki namaz kılarken kıyâmına, rükûsuna, secdesine ve ta’dili erkânına kadar bütün şartlarına riayet edilmesi gerekiyorsa, aynı şekilde tesettürün de İslâm’a uygun olan şekli, usûlü ve tarzı ne ise ona riayet edilmesi gerekir. Yoksa bu örtünme Allah’ı razı etmek için değil, kendini kandırmak, nefsini tatmin etmek için yapılmış demektir.

Allah’ın emri olduğu için ve Onun rızâsını kazanabilmek gayesiyle örtünen bir hanım; modanın, kendini yabancı erkeklere beğendirme arzusunun, nefis ve hevâsının etkisiyle değil, Kur’an ve Sünnet’in etkisiyle örtünmelidir. Zira tesettür, o bedendeki
Allah'ın hâkimiyetini kabul etmiş olmanın bir göstergesidir.

Dolayısıyla Müslüman bir hanım, zâhiren tesettür elbisesine büründüğü gibi bâtınen de takva elbisesine bürünmelidir. Yoksa kırıtarak yürümeler, laubali konuşmalar, şuh kahkaha atmalar, erkeklerin dikkatini çekecek tarzdaki aşırı rahat tavrılar zâhiri tesettürle örtülemeyecek olan çirkin davranışlardır. Ve bu türden olan hal ve hareketler örtünmenin asıl gayesine aykırıdır.


.Nitekim âyet-i kerimede “… takva elbisesi (ne bürünmek) ise, işte bu, (süslü elbiselerden) daha hayırlıdır.”
(A`râf: 26) buyurularak, örtündükten sonra, fitneye sebep olacak e
deb ve haya sınırlarını aşan her türlü hareket ve davranışlardan da sakınmak gerektiğine işaret edilmiştir.
Tesettürle ilgili âyet-i kerimelere gelecek olursak, Allah-u Teala evvela: “(Habîbim!) Mümin erkeklere de ki; gözlerini (harama) dikmesinler, ırzlarını da korusunlar…”
(Nûr: 30)

“Mümin kadınlara da de ki; gözlerini
(harama bakmaktan) sakınsınlar, namuslarını korusunlar…”
(Nûr: 31) buyuruyor. Yani Allah-u Teala örtünme emrini beyan etmeden önce, hem erkekleri hem de kadınları harama bakmaktan sakındırmaktadır.

Zira
bir Hadis-i Şerifte Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem): “İki gözün zinası, (harama) bakmaktır.” buyurmuştur. Harama bakmak zinanın postacısıdır ve zinaya götüren ilk adımdır. Bu sebeple Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) harama bakmayı “gözün zinası” olarak ifade buyurmuştur.

Mevla Teala harama bakmayı yasakladıktan sonra, ardından da bu bakışa mahal olacak yerlerin örtünmesini emrederek: “… görünen kısımlar müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler, açmasınlar. Örtülerini başlarından doğru yakalarının üzerine atsınlar!.."
(Nûr: 31) buyurmuştur.

Âyet-i kerimedeki ifadeye dikkat edilecek olursa; "ziynetlerini teşhir etmezlerse daha iyi olur, başörtülerini örterlerse daha sevap olur..." gibi tavsiye niteliğinde yumuşak bir üslup kullanılmamış, bilakis "sakınsınlar, teşhir etmesinler, örtünsünler!" şeklinde, kesin ve net bir ifade ile emredilerek tesettür farz kılınmıştır.
Bu tesettürün farziyetinin nâmahreme karşı olduğunu beyan etmek için de, âyeti kerimenin devamında bundan istisna edilen kimseler açıklanmıştır.

Örtünmek emrini sadece “baş örtüsü” olarak anlamak çok yanlıştır. Âyet-i kerimede “Başörtülerini, yakalarının üzerine örtsünler” emrinden önce “ziynetlerini açmasınlar.” buyurulmaktadır. Kadının ziyneti denince örfte; gerdanlık, küpe, bilezik ve benzeri takılar, sürme, kına ve benzerleri, elbise süsleri gibi şeyler akla gelir. Bu ziynetleri açmak bile yasaklanmış olunca, bunların mahalli olan vücudu açmak haydi haydi yasaklanmış olur. Bu takdirde “örtünme emri” hakkında şöyle de denilebilir: “Vücutlarını açmak şöyle dursun, üzerlerindeki ziynetleri bile açmasınlar.”
Bu konuda Zemahşerî şöyle diyor: “Âyet-i kerimede “ziynetlerin açılmaması”nın zikredilmesindeki hikmet; ziynet yerlerinin korunması ve örtünmesi icab ettiğinin ifade edilmesidir. Çünkü Allah-u Teala “ziynetlerini açmasınlar” buyururken, aslında ziynet yerlerinin açılmamasını kasdetmiştir. Çünkü takılmayan ziynetlerin görülmesi haram değildir, ziynetlere normal olarak bakmak ve onları alıp satmak ittifakla caiz ve mübahtır. Ziynetlerin kendisinin yasaklanmasına gerek olmadığına göre, demek ki burada asıl yasaklanan ziynetlerin takıldığı yerdir.” (Zemahşeri, Keşşaf, C: 3/230)

Bazı alimlere göre de kadının asıl ziyneti vücudunun güzel yaratılışıdır. Yaratılış ziyneti her kadın bedeninin özünde zaten bulunmaktadır. Dolayısıyla buna göre mana şöyle olur: “Kadınlar yaratılıştan ziynetleri demek olan vücutlarının hiçbir tarafını açmasınlar.”

Evet kadının bizatihi kendisi gerçekten çok kıymetli bir ziynettir. Altın, mücevher, pırlanta gibi yapmacık ziynetler, asıl ziynet olan kadın vücudunu tezyin etmek içindir. Hal böyle olunca yapmacık ziynet olan pırlantalar, inciler çok gizli yerlerde saklanırsa, asıl ziynet olan kadın vücudunu kendi sadefine koymak, Allah’ın uygun gördüğü tesettüründe saklamak lazım gelmez mi?..
Şu konuya da önemine binâen özellikle dikkat çekmek istiyorum. Âyet-i kerimede “ziynetlerin açılmaması” emredildiğine göre, örtülen örtünün ve giyilen elbisenin kendisi de ziynet olmamalıdır. Çünkü örtünmekten maksat; ziynetlerin nâmahrem tarafından görülmesine engel olmak, kadının yabancı erkeklere karşı cinsî câzibesini gizlemektir. Hal böyle olunca şayet bir kadın gerek örtüsü, gerekse giydiği elbiseyle yabancı erkeklerin dikkatini çekmeye devam ediyorsa, İslâm bu kadını örtünmüş kabul etmez. Şimdilerde maalesef örtünme anlayışının değiştiğine, yozlaştığına üzülerek şahit oluyoruz. Makyajlı, boyalı, rujlu suratlar, yapılan makyajın rengine uygun rengârenk aksesuar tarzında başörtüler, vücut hatlarını belli eden daracık elbiseler… Bu nedir? Anlayan varsa beri gelsin. Tabi soracak olursan hanımefendi tesettürlü… Allah aşkına böyle bir giyim tarzı için, kaç tane dini bütün bir Müslüman olumlu şâhitlik yapabilir? Yani başı örtülü olsunda al tarafı nasıl olursa olsun, öyle mi? Özür dilerim ama kafadaki üç tane kılı kapatmakla örtünmek olmaz. Saç kıymetli de, vücudun diğer uzuvları kıymetsiz mi? Örtünmek bir bütündür ve nâmahreme karşı cinsî cazibeyi gizlemek içindir. Kadınsı çekiciliği yabancılar karşısında en aza indirmesi gereken tesettür, şayet Allah’ın kitabına ve Resülüllah’ın sünnetine uydurulmaz da modaya uydurulursa, buna tesettür denebilir mi?

Tesettür nâmahrem bakışlara dur demesi gerekirken, adeta “Heey! Ben buradayım, baksanıza” diye haykırıyorsa, bu asla tesettür değildir. Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
bu tarz örtünenleri “giyinik çıplaklar” olarak vasıflamaktadır.

Peki “hem giyinmiş hem de çıplak, nasıl oluyor?” derseniz. Giydiği elbisenin kumaşı şeffaf olup içini gösteriyorsa ya da kıyafeti dar olup bedene yapışmış, vücut hatlarını ortaya koyuyorsa işte bunlar giyinik çıplaklardır. Nitekim bir hadisi şerifte Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor: "Ateş ehlinden olup, görmediğim iki sınıf insan var: (biri) yanlarında bulunan sığır kuyruklarına benzer kamçılarla insanları döven bir kavimdir. Diğeri giyinik fakat çıplak birtakım kadınlardır..." (Müslim Kitabü'l-Âdab 10, Ebu Davud Nikah: 44, Ahmed b. Hanbel 4/358) Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu hadisi şerifte giyinik çıplak olarak vasıfladığı kimselerin ateş ehlinden olduğunu beyan ediyor. Onun için Müslüman bir kadın bu tehdidi göze almamalı, giydiği elbisenin içini göstermeyen renk ve kalınlıkta olmasına, vücut hatlarını belli etmeyecek şekilde bol olmasına, aynı zamanda yüz ve eller dışında bütün vücudu örtmesine dikkat etmelidir.

Zira
örtülmesi emredilen zîynetten istisna edilen ve âyeti kerimedeki görünen kısımları müstesna” ifadesi, İslâm alimlerinin çoğuna göre; "yüz ve bileklere kadar eller" olarak tefsir edilmiştir. Nitekim Hz. Aişe (Radıyallahü anhâ)'dan rivayete göre bir gün Hz. Ebû Bekir (Radıyallahü anh)'ın kızı Esmâ (Radıyallahü anhâ), ince bir elbise ile Rasülullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in huzuruna girmişti.


Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ondan yüz çevirdi ve şöyle buyurdu: "Ey Esma! Şüphesiz kadın ergenlik çağına ulaşınca, onun şu ve şu yerlerinden başkasının görünmesi uygun değildir." Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bunu söylerken yüzüne ve avuçlarına işaret etmişti.
(Ebü Davud, Libas, 31; el-Heysemî, Mec-mau'z-Zevaid, V, 137)
Kadının örtüsü, edep ve iffet telkin etme noktasında çok önemlidir. Yani bir kadın her tarafını kalın, geniş ve uzun bir elbiseyle tamamıyla örtse bile, kendisini ve muhâtaplarını haramlardan koruması için takvâ elbisesine de bürünmesi gerekmektedir. Nitekim tesettürle alakalı olan âyet-i kerimenin devamında işte bu noktaya da temas edilmiş, tesettür emrinin kuvvet ve şümûlünü bir daha hatırlatmak üzere: “…Gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar” (Nûr: 31) buyurularak, kadının yürüyüşünde ve tavırlarında dahi dikkatli olması gerektiği ifade edilmiştir. Yani “baştan ayağa örtündükten sonra yürürken de edebli ve vakarlı bir şekilde yürüsünler. Tahrik edici, şüphe uyandırıcı, çapkın tavırlarla hareket etmeyip yabancı nazarları celbetmesinler.” Cenâb-ı Hak örtünme emriyle kadının istenmeyen kötü durumlara düşmesini önlemeyi gaye edinmiştir. Eğer kadın, Allahın emrine uygun bir şekilde giyinip başkalarının dikkatini cinsel yönden çekecek hareketlerden kendisini uzak tutar, âmiyane tabirle dişiliğini değil de kişiliğini ön plana çıkarırsa, toplumda hak ettiği yeri alacak ve herkesin saygısını kazanacaktır.
Tesettür; her türlü istismara karşı kadının koruyucu siperidir. Fizikî güzelliğini ve cazibesini teşhir edilen bir metâ gibi herkesle değil, sadece nikahlı eşiyle paylaşması için dışa karşı perdesidir. Kadın tesetürüyle ırzını, namus ve iffetini şehevî bakışlardan, yaralayıcı gözlerden ve kalplerinde eğrilik bulunan hasta ruhlu kişilerden korumuş olur.”Genelde tesettürden bahsedilince hemen sadedinde olduğumuz Nur Sûresi 31. âyet-i kerime gündeme geliyor ve bu konuda görüşler serdediliyor. Oysa daha sonra Hicab âyet-i olan, Ahzâb Sûresinin 59. âyet-i kerimesi nazil olmuştur. Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey Nebî(yyi Zîşân)! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına söyle ki; (Evden çıkarlarken) vücutlarını iyice örten cilbablarından (dış elbiselerinden) üzerlerine sarkıtsınlar. Bu, onların tanınıp eziyet edilmemelerine en elverişli olandır.” Hicab âyet-i, kadınların avret mahallerini örtmeleri istikrar kazandıktan sonra nâzil olmuştur. Öyleyse bu âyette emrolunan tesettür, daha önce farz kılınan setr-i avretten başka fazla bir örtünmedir. Bunun içindir ki müfessirler, değişik şekillerde yorumlamış olsalar da mefhumda birleşmişler, âyet-i kerimede ki “cilbab”tan maksadın, kadının elbiseleri üzerine giyilen ve bütün vücudu örten bir örtü, bir elbise olduğunda ittifak etmişlerdir. “Peki âyet-i kerimede zikredilen ‘cilbab’ dan murat nedir?” diye sorarsanız, bu konuda ulemanın pek çok beyanları vardır. Son devrin alimlerinden bir kaçının yorumuna şöyle bir göz atacak olursak, Elmalılı merhûm ilgili âyet-i kerimenin tefsirinde: “Cilbab, baştan aşağı örten çarşaf, ferâce çar gibi dış giysilerin adıdır.” demiştir. Konyalı Mehmet Vehbi Efendi, “Hulâsâtü’l-Beyan” ismli tefsirinde, Ömer Nasuhi Bilmen Efendi de kendi tefsirinde “Cilbab”ı, çarşaf olarak tefsir etmişlerdir. Ahzab Sûresinin 59. âyet-i kerimesinde buyurulan “Cilbab” konusunu da, inşallah bir dahaki yazımızda izah ederiz.
Fî Emanillah!
Mustafa ÖZŞİMŞEKLER