Tesettür Allahın kesin
bir emri olmasına rağmen maalesef son zamanlarda, gerek televizyonlarda gerek
gazete köşelerinde bu konuda pek çok tartışmalara şahid olduk.
Bu hususta kesin nâs olmasına rağmen, âyetlerin
sağından solundan kırpılarak ne yorumlar, ne teviller yapıldı. Şeytanı bile
hayrete düşürecek ahkâm kesmeler, fetva vermeler grıla gitti. Halbuki tartışmaya
ne hacet..
Yaşayan Kuran olan Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve
Sellem)’in hanımlarının giydiği tesettür tarzı ne ise, şüphe yok ki en doğrusu
da odur. Ayrıca ulema, tesettürle ilgili âyet-i kerimelerin tefsirinde, kadının
tesettürünün nasıl olması gerektiğini çok açık bir şekilde beyan etmiştir.
İnşallah bu yazımızda ulemanın beyanları ışığında “Kur’an ve
sünnete göre tesettür nasıl ve ne şekilde olmalıdır?” konusunu anlatmaya
çalışacağız. Öncelikle tesettür, hanımların Allah'ın emrine
uygun olarak örtünmesi demektir. İslâm’ın şi’arı ve imanın
alametidir.
Tesettürün gayesi, yabancı
bakışlardan sakınıp ırz ve namusların meşru olmayan cinsel isteklerden
korunmasıdır. Tesettür, yabancı erkeklere
Allahın koyduğu sınırları hatırlatır, şehevî duygulara ve ihtiras dolu bakışlara
kalkan olur, tahrik edici unsurları perdeler. Böylece erkeğin de günaha
girmesine bir nebze olsun engel teşkil eder. Örtünmek canlılar
arasında sadece insana mahsus bir özelliktir. Ve insanoğlunun örtünme ihtiyacı,
ilk insan Hz. Adem (Aleyhisselam) ve Hz. Havva anamız ile başlamıştır. Lakin
Ademoğlunun en büyük düşmanı olan şeytan onları kandırmış, elbiselerinden
soyulup cennetten çıkarılmalarına sebep olmuştur.
Nitekim Rabbimiz
Kur’an-ı kerimde: “Ey
Âdemoğulları! Şeytan, ana babanız (Hz. Âdem ve
Havvâ’y)ı, avret yerlerini kendilerine
göstersin diye elbiselerini onlardan soyarak cennetten çıkardığı gibi, sakın
sizi de fitneye düşürüp aldatmasın.” (A'râf: 27)
buyurarak, şeytana karşı bizi
uyarıyor. İşte bu uyarıya son derece dikkat etmeli,
şeytanın, ana babamızın elbiselerinin soyulup cennetten çıkarılmasına sebep
olduğu gibi, bizi de kandırıp elbiselerimizden soyarak cennete girmemize engel
olmasın.
İslâm Dini bu konuda gereken
tedbirleri almış, iffetlerin ve namusların korunacağı temiz bir toplum
oluşturulması için gerekli kuralları koymuştur. Bunun için de, kadınla erkeğin
gayri meşru ilişkisine sebep olacak bütün kapıları ve yolları mümkün mertebe
kapatmayı gaye edinmiştir. Dolayısıyla İslâm, insanın bakışlarından tutunda
kıyafetine, örtünmesine, hareket ve tavırlarına kadar bir ölçü koymuştur.
Örtünmek de namaz, zekat, oruç gibi bir ibâdettir ve
müslüman kadına farzdır. Allah-u Teala ibadetlerin nasıl ve ne şekilde
yapılacağını bildirdiği gibi, örtünmenin de şeklini ve sınırlarını
belirlemiştir. Yani hiç kimse kafasına ve keyfine göre, canının istediği şekilde
örtünemez, “tesettürle ilgili âyet-i ben şöyle anladım ve böyle giyiniyorum.”
diyemez.
Nasıl ki namaz kılarken kıyâmına, rükûsuna, secdesine ve
ta’dili erkânına kadar bütün şartlarına riayet edilmesi gerekiyorsa, aynı
şekilde tesettürün de İslâm’a uygun olan şekli, usûlü ve tarzı ne ise ona riayet
edilmesi gerekir. Yoksa bu örtünme Allah’ı razı etmek için değil, kendini
kandırmak, nefsini tatmin etmek için yapılmış demektir. Allah’ın emri olduğu için ve Onun rızâsını
kazanabilmek gayesiyle örtünen bir hanım; modanın, kendini yabancı erkeklere
beğendirme arzusunun, nefis ve hevâsının etkisiyle değil, Kur’an ve Sünnet’in
etkisiyle örtünmelidir. Zira tesettür, o bedendeki Allah'ın hâkimiyetini
kabul etmiş olmanın bir göstergesidir.
Dolayısıyla Müslüman bir hanım,
zâhiren tesettür elbisesine büründüğü gibi bâtınen de takva elbisesine
bürünmelidir. Yoksa kırıtarak yürümeler, laubali konuşmalar, şuh kahkaha atmalar,
erkeklerin dikkatini çekecek tarzdaki aşırı rahat tavrılar zâhiri tesettürle
örtülemeyecek olan çirkin davranışlardır. Ve bu türden olan hal ve hareketler
örtünmenin asıl gayesine aykırıdır.
.Nitekim âyet-i kerimede “… takva elbisesi (ne
bürünmek) ise, işte bu,
(süslü elbiselerden)
daha hayırlıdır.” (A`râf: 26) buyurularak, örtündükten sonra, fitneye sebep
olacak edeb ve haya sınırlarını
aşan her türlü hareket ve davranışlardan da sakınmak gerektiğine işaret
edilmiştir. Tesettürle ilgili
âyet-i kerimelere gelecek olursak, Allah-u Teala evvela: “(Habîbim!) Mümin erkeklere de ki; gözlerini (harama) dikmesinler, ırzlarını da
korusunlar…” (Nûr: 30) “Mümin kadınlara da de ki; gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, namuslarını
korusunlar…” (Nûr: 31) buyuruyor. Yani
Allah-u Teala örtünme emrini beyan etmeden önce, hem erkekleri
hem de kadınları harama bakmaktan sakındırmaktadır.
Zira bir
Hadis-i Şerifte Peygamber
Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem): “İki gözün zinası,
(harama) bakmaktır.”
buyurmuştur. Harama bakmak zinanın
postacısıdır ve zinaya götüren ilk adımdır. Bu sebeple Peygamber
Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) harama bakmayı “gözün zinası” olarak
ifade buyurmuştur. Mevla Teala harama bakmayı yasakladıktan sonra,
ardından da bu bakışa mahal olacak yerlerin örtünmesini emrederek: “… görünen kısımlar müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir
etmesinler, açmasınlar. Örtülerini başlarından doğru yakalarının üzerine
atsınlar!.."
(Nûr: 31) buyurmuştur.
Âyet-i kerimedeki ifadeye dikkat edilecek olursa;
"ziynetlerini teşhir etmezlerse daha iyi olur, başörtülerini örterlerse daha
sevap olur..." gibi tavsiye niteliğinde yumuşak bir üslup kullanılmamış, bilakis
"sakınsınlar, teşhir etmesinler, örtünsünler!" şeklinde, kesin ve net bir ifade
ile emredilerek tesettür farz kılınmıştır.
Bu tesettürün
farziyetinin nâmahreme karşı olduğunu beyan etmek için de, âyeti kerimenin
devamında bundan istisna edilen kimseler açıklanmıştır.
Örtünmek emrini sadece “baş örtüsü” olarak anlamak
çok yanlıştır. Âyet-i kerimede “Başörtülerini, yakalarının üzerine örtsünler”
emrinden önce “ziynetlerini açmasınlar.”
buyurulmaktadır.
Kadının ziyneti denince örfte;
gerdanlık, küpe, bilezik ve benzeri takılar, sürme, kına ve benzerleri, elbise
süsleri gibi şeyler akla gelir. Bu ziynetleri açmak bile yasaklanmış olunca,
bunların mahalli olan vücudu açmak haydi haydi yasaklanmış olur. Bu takdirde
“örtünme emri” hakkında şöyle de denilebilir: “Vücutlarını açmak şöyle dursun,
üzerlerindeki ziynetleri bile açmasınlar.”Bu konuda Zemahşerî şöyle diyor: “Âyet-i kerimede
“ziynetlerin açılmaması”nın zikredilmesindeki hikmet; ziynet yerlerinin
korunması ve örtünmesi icab ettiğinin ifade edilmesidir. Çünkü Allah-u Teala
“ziynetlerini açmasınlar” buyururken, aslında ziynet yerlerinin açılmamasını
kasdetmiştir. Çünkü takılmayan ziynetlerin görülmesi haram değildir, ziynetlere
normal olarak bakmak ve onları alıp satmak ittifakla caiz ve
mübahtır. Ziynetlerin kendisinin yasaklanmasına gerek olmadığına
göre, demek ki burada asıl yasaklanan ziynetlerin takıldığı yerdir.” (Zemahşeri,
Keşşaf, C: 3/230)
Bazı alimlere göre de
kadının asıl ziyneti vücudunun güzel yaratılışıdır. Yaratılış ziyneti her kadın
bedeninin özünde zaten bulunmaktadır. Dolayısıyla buna göre mana şöyle olur:
“Kadınlar yaratılıştan ziynetleri demek olan vücutlarının hiçbir tarafını
açmasınlar.” Evet kadının bizatihi kendisi gerçekten çok kıymetli
bir ziynettir. Altın, mücevher, pırlanta gibi yapmacık ziynetler, asıl ziynet
olan kadın vücudunu tezyin etmek içindir. Hal böyle olunca yapmacık ziynet olan
pırlantalar, inciler çok gizli yerlerde saklanırsa, asıl ziynet olan kadın
vücudunu kendi sadefine koymak, Allah’ın uygun gördüğü tesettüründe saklamak
lazım gelmez mi?..
Şu konuya da önemine binâen özellikle
dikkat çekmek istiyorum. Âyet-i kerimede “ziynetlerin
açılmaması” emredildiğine göre, örtülen örtünün ve giyilen elbisenin
kendisi de ziynet olmamalıdır. Çünkü örtünmekten maksat; ziynetlerin nâmahrem
tarafından görülmesine engel olmak, kadının yabancı erkeklere karşı cinsî
câzibesini gizlemektir. Hal böyle olunca şayet bir
kadın gerek örtüsü, gerekse giydiği elbiseyle yabancı erkeklerin dikkatini
çekmeye devam ediyorsa, İslâm bu kadını örtünmüş kabul etmez.
Şimdilerde maalesef örtünme anlayışının değiştiğine,
yozlaştığına üzülerek şahit oluyoruz. Makyajlı, boyalı, rujlu suratlar, yapılan
makyajın rengine uygun
rengârenk aksesuar tarzında başörtüler, vücut hatlarını belli eden
daracık elbiseler… Bu nedir? Anlayan varsa beri gelsin. Tabi soracak
olursan hanımefendi
tesettürlü… Allah aşkına böyle bir giyim tarzı için, kaç tane dini bütün bir
Müslüman olumlu şâhitlik yapabilir?
Yani başı örtülü olsunda al tarafı nasıl olursa olsun,
öyle mi? Özür dilerim ama kafadaki üç tane kılı kapatmakla örtünmek olmaz. Saç
kıymetli de, vücudun diğer uzuvları kıymetsiz mi? Örtünmek bir bütündür ve nâmahreme karşı cinsî cazibeyi
gizlemek içindir. Kadınsı çekiciliği
yabancılar karşısında en aza indirmesi gereken tesettür, şayet Allah’ın kitabına
ve Resülüllah’ın sünnetine uydurulmaz da modaya uydurulursa, buna tesettür
denebilir mi?
Tesettür nâmahrem bakışlara dur
demesi gerekirken, adeta “Heey! Ben buradayım, baksanıza” diye haykırıyorsa, bu
asla tesettür değildir. Efendimiz (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem) bu tarz örtünenleri
“giyinik çıplaklar” olarak vasıflamaktadır.
Peki “hem giyinmiş
hem de çıplak, nasıl oluyor?” derseniz. Giydiği elbisenin kumaşı şeffaf olup
içini gösteriyorsa ya da kıyafeti dar olup
bedene yapışmış, vücut hatlarını ortaya koyuyorsa işte bunlar giyinik
çıplaklardır. Nitekim bir hadisi şerifte Rasulullah
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor: "Ateş ehlinden olup,
görmediğim iki sınıf insan var: (biri) yanlarında bulunan sığır
kuyruklarına benzer kamçılarla insanları döven bir kavimdir. Diğeri giyinik
fakat çıplak birtakım kadınlardır..." (Müslim
Kitabü'l-Âdab 10, Ebu Davud Nikah: 44, Ahmed
b. Hanbel 4/358) Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
bu hadisi şerifte giyinik çıplak olarak
vasıfladığı kimselerin ateş ehlinden olduğunu beyan ediyor. Onun için Müslüman
bir kadın bu tehdidi göze almamalı, giydiği elbisenin içini göstermeyen renk ve kalınlıkta
olmasına, vücut hatlarını belli etmeyecek şekilde bol olmasına, aynı zamanda yüz ve eller dışında bütün vücudu örtmesine dikkat
etmelidir.
Zira örtülmesi
emredilen zîynetten istisna edilen ve âyeti kerimedeki “görünen kısımları müstesna” ifadesi, İslâm
alimlerinin çoğuna göre; "yüz ve bileklere kadar eller" olarak tefsir
edilmiştir. Nitekim Hz. Aişe (Radıyallahü anhâ)'dan rivayete göre bir gün
Hz. Ebû Bekir (Radıyallahü anh)'ın kızı Esmâ (Radıyallahü anhâ), ince bir elbise
ile Rasülullah (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem) 'in huzuruna girmişti.
Peygamber Efendimiz
(Sallallahu
Aleyhi ve Sellem) ondan yüz çevirdi ve şöyle buyurdu: "Ey Esma! Şüphesiz kadın
ergenlik çağına ulaşınca, onun şu ve şu yerlerinden başkasının görünmesi uygun
değildir." Efendimiz (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem) bunu söylerken yüzüne ve avuçlarına işaret etmişti.
(Ebü Davud,
Libas, 31; el-Heysemî, Mec-mau'z-Zevaid, V, 137)
Kadının örtüsü, edep ve iffet telkin etme noktasında çok
önemlidir. Yani bir kadın her tarafını kalın, geniş ve
uzun bir elbiseyle tamamıyla örtse bile, kendisini ve muhâtaplarını haramlardan
koruması için takvâ elbisesine de bürünmesi gerekmektedir. Nitekim tesettürle
alakalı olan âyet-i kerimenin devamında işte bu noktaya da temas edilmiş,
tesettür emrinin kuvvet ve şümûlünü bir daha hatırlatmak üzere: “…Gizledikleri ziynetleri
bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar” (Nûr:
31) buyurularak, kadının yürüyüşünde ve tavırlarında dahi dikkatli
olması gerektiği ifade edilmiştir. Yani “baştan ayağa örtündükten sonra yürürken
de edebli ve vakarlı bir şekilde yürüsünler. Tahrik edici, şüphe uyandırıcı,
çapkın tavırlarla hareket etmeyip yabancı nazarları celbetmesinler.”
Cenâb-ı Hak örtünme emriyle kadının istenmeyen kötü
durumlara düşmesini önlemeyi gaye edinmiştir. Eğer kadın, Allahın emrine uygun
bir şekilde giyinip başkalarının dikkatini cinsel yönden çekecek hareketlerden
kendisini uzak tutar, âmiyane tabirle dişiliğini değil de kişiliğini ön plana
çıkarırsa, toplumda hak ettiği yeri alacak ve herkesin saygısını
kazanacaktır. Tesettür; her türlü istismara karşı
kadının koruyucu siperidir. Fizikî güzelliğini ve cazibesini teşhir edilen bir
metâ gibi herkesle değil, sadece nikahlı eşiyle paylaşması için dışa karşı
perdesidir. Kadın tesetürüyle ırzını, namus ve iffetini şehevî bakışlardan,
yaralayıcı gözlerden ve kalplerinde eğrilik bulunan hasta ruhlu kişilerden
korumuş olur.”Genelde
tesettürden bahsedilince hemen sadedinde olduğumuz Nur Sûresi 31. âyet-i kerime
gündeme geliyor ve bu konuda görüşler serdediliyor. Oysa daha sonra Hicab âyet-i
olan, Ahzâb Sûresinin 59. âyet-i kerimesi nazil
olmuştur. Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey
Nebî(yyi Zîşân)! Hanımlarına, kızlarına ve
mü'minlerin hanımlarına söyle ki; (Evden çıkarlarken) vücutlarını iyice örten
cilbablarından (dış elbiselerinden) üzerlerine sarkıtsınlar. Bu,
onların tanınıp eziyet edilmemelerine en elverişli
olandır.” Hicab
âyet-i, kadınların avret
mahallerini örtmeleri istikrar kazandıktan sonra nâzil olmuştur. Öyleyse bu
âyette emrolunan tesettür, daha önce farz kılınan setr-i avretten başka fazla
bir örtünmedir. Bunun içindir ki müfessirler, değişik şekillerde yorumlamış
olsalar da mefhumda birleşmişler, âyet-i kerimede ki “cilbab”tan maksadın,
kadının elbiseleri üzerine giyilen ve bütün vücudu örten bir örtü, bir elbise
olduğunda ittifak etmişlerdir. “Peki âyet-i kerimede zikredilen ‘cilbab’ dan murat nedir?”
diye sorarsanız, bu konuda ulemanın pek çok beyanları vardır. Son devrin
alimlerinden bir kaçının yorumuna şöyle bir göz atacak olursak, Elmalılı merhûm
ilgili âyet-i kerimenin tefsirinde: “Cilbab, baştan aşağı örten çarşaf, ferâce
çar gibi dış giysilerin adıdır.” demiştir. Konyalı Mehmet
Vehbi Efendi, “Hulâsâtü’l-Beyan” ismli tefsirinde, Ömer Nasuhi Bilmen Efendi de
kendi tefsirinde “Cilbab”ı, çarşaf olarak tefsir etmişlerdir.
Ahzab Sûresinin 59. âyet-i kerimesinde buyurulan “Cilbab”
konusunu da, inşallah bir dahaki yazımızda izah ederiz.
Fî Emanillah!
Mustafa
ÖZŞİMŞEKLER
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.