Erba´in-i İdrisiyye 17. İsm-i Şerif

 
 

Allah (CC) ve Rasulullah (SAV) ´in Nefsi Tezkiye Etmesi

 

1. Allâh Teâlâ’nın Tezkiye Etmesi

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle buyurur:

فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَى

“…Kendinizi (beğenip) temize çıkarmayın. O, fenâlıktan sakınanın kim olduğunu çok iyi bilir.” (en-Necm, 32)

Merhum Elmalılı Hamdi Efendi bu âyet-i kerîmeyi şöyle tefsir eder:

“Kendinizi günahsız, kusursuz ve tertemiz addederek övmeyin. Zîrâ farkında olmadığınız birçok kusurlarınız bulunabilir.”

Bu mevzûda müfessir Âlûsî de şöyle der:

“Bu âyetin, «– Bizim namazımız, orucumuz, haccımız var!» diyen bir topluluk hakkında indiği rivâyet edilir. Ucub ve riyâ karışması endişesiyle kulun işlediği ibâdet ve hayırları gizli tutması daha makbûldür. Fakat böyle menfî bir niyet olmaksızın, teşvîk maksadıyla söylenmesinde bir beis yoktur.”

Diğer bir âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Kendilerini temize çıkaranlara bakmadın mı? Bilakis, Allâh kimi dilerse onu temize çıkarır.” (en-Nisâ, 49)

NEFSİN TEZKİYESİ



 
Tezkiye lügatte, temizlemek, arındırmak mânâlarının yanısıra, artırmak, geliştirmek, bereketlendirmek ve feyizlendirmek anlamını da ihtivâ eder. Bu mânâ çerçevesinde tezkiye, esâsen mânevî eğitimin bütün seyrini ifâde eder.

Nefsi tezkiye; öncelikle onu küfür, cehâlet, kötü hisler, yanlış îtikadlar, fenâ ahlâklardan temizlemektir. Yâni şer’-i şerîfe aykırı her türlü îtikâdî, ahlâkî ve amelî yanlışlıklardan arındırmaktır. Onu temizleyip kötülüklerden koruduktan sonra da, îmân, ilim, irfân, hikmet, hayırlı duygular, güzel huylar gibi takvâ hasletleriyle terbiye ve tezyîn ederek, onu rûhâniyetle doldurmaktır.

Tasavvufta tezkiye, nefsin isteklerini azaltarak onun beden üzerindeki hâkimiyetini kırmak ve bu sûretle rûhun hükümranlığına imkân sağlamaktır. Bu da ancak nefse karşı irâdeyi güçlendirecek olan riyâzât yoluyla, yâni yiyip içme, uyuma ve konuşmada îtidâle riâyet gibi usûllerle sağlanabilir. Bundan dolayıdır ki, tasavvufta nefsi dizginlemenin usûlü; kıllet-i taam (az yemek), kıllet-i menâm (az uyumak) ve kıllet-i kelâm (az konuşmak)’dır, denilegelmiştir. Çünkü bunlar riyâzât ile nefse hâkimiyetin ilk adımlarıdır. Fakat her hususta olduğu gibi, bu usûlleri tatbîkte de îtidâli elden bırakmamak gerekir. Çünkü beden, Allâh’ın insanlara bir emânetidir.

Yâni kul, nefsini tezkiye ederken ifrat ve tefrîtten sakınmalı, onun azgınlıklarına set çekeyim derken, riyâzât ve mücâhedede aşırılığa düşmemelidir. Çünkü din, bütün hâl ve davranışlarda îtidâli emreder. İnsanlara her türlü ifrat ve tefritten uzak durmayı öğütler. Üstelik nefsi, mutlak sûrette bertaraf etmek mümkün olmadığı gibi, bu, matlûb da değildir. Buna göre nefsin tezkiye edilmesi, nefsânî temâyüllerin ilâhî emirler çerçevesinde dizginlenip terbiye edilmesi demektir.

Nefsin terbiye ve tezkiye edilmesi, beşerî âkıbetin felâket veyâ saâdet olarak gerçekleşmesinde en belirleyici faktördür. Bu terbiye ve tezkiye için evvelâ ilâhî irâdeye râm olup şehevî ihtiraslar ve çirkin hâllere karşı koymaya çalışmak îcâb eder. Her mümin, kendi kusur, noksanlık, acziyet, hîçlik ve câhilliğini idrâk ederek; Rabbini bütün azamet, kudret ve kemâliyle kavramalı ve fiillerine bu idrâk ile yön vermelidir. İşte bu yapılabildiği takdîrde, -Kur’ânî tâbirle- “kötülüğü şiddetle emreden”4 nefs, mezmûm sıfatlardan arınıp makbûl bir hâle gelir.

Nefsi tezkiyeye çalışmak ve bu uğurda ciddî bir gayret ile seyr u sülûke girmek, ehemmiyetine ve zorluğuna binâen “cihâd-ı ekber” kabul edilmiştir.

Nitekim bu tâbiri Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, pek zorlu geçen Tebük Gazvesi’nden dönüşlerinde bizzat ifâde ederek ashâbına:

“– Şimdi küçük cihâddan büyük cihâda dönüyoruz.” buyurmuşlardır.

Erba´in-i İdrisiyye 16. İsm-i Şerif


 
Lalegül Dergisi
 
 
 

TEVESSÜL, VESİLE EDİNMEK, HİMMET İSTEMEK



Allah’u Teâlâ Hazretlerine vesile aramak, vesile edinmek yani tevessül ile ilgili özellikle münkirler tarafından birçok yazı kaleme alınıyor. Vesile edinmeyi, vesile edrek dua etmeyi, himmet istemeyi inkar ediyor ve şirk olarak kabul ediyorlar. Hatta bazıları: “Allah’ım şu iyi kulun hürmetine bana ver dersen, sanane benim o kulumdan cevabıyla karşılaşabilirsin” gibi akla ziyan sözlerle iddialarını savunmaktadırlar. Bu yazımızda Peygamberleri, evliyaları vesile edinmenin nakli ve akli delillerini sizlerle paylaşacağız. Böylelikle münkirlerin ağızlarına mühür vururken bizimde inancımız kuvvetlenecek.

Öncelikle şunu vurgulayalım ki vesile yapmak demek, vesile yapılanı ilahlaştırmak demek değildir.
Mesela Fatiha Suresinde okudu
ğumuz “Ancak sana kulluk eder, ancak senden yardım isteriz” ayeti kerimesini okuyarak “Hem Ancak Allah’tan yardım isterim diyorsun, hemde şeyhten yardım istiyorsun” diyorlar. Onlara sadece şu ayeti kerimeyi okumak cevap olarak yetecektir:
Cebrail (Aleyhisselam) Meryem Valideye ne demi
şti:
“Sana bir çocuk verece
ğim” (Meryem 19)

İnkarcılara sorulacak soru şu: Ayeti Kerimede sabit olduğu üzere Cebrail “Çocuk vereceğim” diyor. O halde Çocuğu veren kim?

Eğer derlerse ki “Çocuğu veren Cebrail”dir o halde kendileri şirke düşş demektir. Yok eğer “Çocuğu veren Allah’tır, Cebrail vesiledir” derlerse zaten kendi iddialarını çürütmüş olacaklardır.

Dolayısıyla inkarcıların tutunmaya çalışğı dallar çürüktür. Ve bir mürid şeyhini vesile yaparken, himmet isterken verecek olanın Allah olduğunu bilir. Onu vesile yapar. Bu iş aslında bu kadar basittir.

İkinci olarak şu hususun altını kalın bir çizgi ile çiziyoruz. İnkârcıların inkârlarına delil olarak getirdiği Kur’an-ı Kerimdeki “Biz onlara sadece bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.” (Zümer Suresi 3) ve benzeri ayetler bütün Ehli Sünnet âlimlerinin tefsirlerine göre “müşrikler” hakkında nazil olmuş ve bu gibi ayetlerin puta tapan, puta taparak vesile yaptığını bahane eden müşrikleri haber verdiğini beyan etmişlerdir. Hiçbir Ehli Sünnet âlim, bu ayetlerin mürşitler ve veliler hakkında olduğunu beyan etmemiştir. Dolayısıyla bu ayetleri tek tek yazarak cevap vermek yersizdir.

VESİLE ARAYIN!
Öyle olmasaydı Allah’u Teâlâ: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide 35) buyurmazdı.

Yine bazı inkarcılar bu ayeti kerime işlerine gelmediği için: “Bu vesileden maksat ibadetlerdir ve insanın amelleridir” demektedirler. Bakın Allah’u Teâlâ başka bir ayeti kerimesinde ne buyuruyor:
“De ki: “Onu bırakıp da ilâh diye ileri sürdüklerinizi ça
ğırın. Onlar, başınızdaki sıkıntıyı ne kaldırabilirler ne de değiştirebilirler.”(İsra 56)
“Onların yalvardıkları bu varlıklar, “hangimiz daha yakın olaca
ğız” diye Rablerine vesile ararlar. O’nun rahmetini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı gerçekten korkunçtur.” (İsra 57)

Allah’u Teâlâ buyuruyor ki: taptığınız taşlar bile “hangimiz daha yakın olacağız “ diye Allaha vesile arıyor.

Cansız taşların bile Allah’a yakın olmak için vesile araması bizlere vesilenin sadece ibadet ile olmadığı gösteriyor.