A´dan Z´ye… ا´den ي´ye… Beşikten mezara kadar öğrenilmesi gereken, kadın-erkek tüm Müslümanlara farz olan ve sonu Cennete varan bir yoldur İlim✦Amel✦İhlas
Allah (CC) ve Rasulullah (SAV) ´in Nefsi Tezkiye Etmesi
1. Allâh Teâlâ’nın Tezkiye Etmesi
Cenâb-ı Hak
âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ
اتَّقَى
“…Kendinizi (beğenip) temize çıkarmayın. O,
fenâlıktan sakınanın kim olduğunu çok iyi bilir.” (en-Necm, 32)
Merhum Elmalılı
Hamdi Efendi bu âyet-i kerîmeyi şöyle tefsir eder:
“Kendinizi
günahsız, kusursuz ve tertemiz addederek övmeyin. Zîrâ farkında olmadığınız
birçok kusurlarınız bulunabilir.”
Bu mevzûda
müfessir Âlûsî de şöyle der:
“Bu âyetin,
«– Bizim namazımız, orucumuz, haccımız var!» diyen bir topluluk hakkında indiği
rivâyet edilir. Ucub ve riyâ karışması endişesiyle kulun işlediği ibâdet ve
hayırları gizli tutması daha makbûldür. Fakat böyle menfî bir niyet olmaksızın,
teşvîk maksadıyla söylenmesinde bir beis yoktur.”
Diğer bir
âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Kendilerini
temize çıkaranlara bakmadın mı? Bilakis, Allâh kimi dilerse onu temize
çıkarır.” (en-Nisâ,
49)
NEFSİN TEZKİYESİ
Tezkiye lügatte,
temizlemek, arındırmak mânâlarının yanısıra, artırmak, geliştirmek,
bereketlendirmek ve feyizlendirmek anlamını da ihtivâ eder. Bu mânâ
çerçevesinde tezkiye, esâsen mânevî eğitimin bütün seyrini ifâde eder.
Nefsi
tezkiye; öncelikle onu küfür, cehâlet, kötü hisler, yanlış îtikadlar, fenâ
ahlâklardan temizlemektir. Yâni şer’-i şerîfe aykırı her türlü îtikâdî, ahlâkî
ve amelî yanlışlıklardan arındırmaktır. Onu temizleyip kötülüklerden koruduktan
sonra da, îmân, ilim, irfân, hikmet, hayırlı duygular, güzel huylar gibi takvâ
hasletleriyle terbiye ve tezyîn ederek, onu rûhâniyetle doldurmaktır.
Tasavvufta
tezkiye, nefsin isteklerini azaltarak onun beden üzerindeki hâkimiyetini kırmak
ve bu sûretle rûhun hükümranlığına imkân sağlamaktır. Bu da ancak nefse karşı
irâdeyi güçlendirecek olan riyâzât yoluyla, yâni yiyip içme, uyuma ve konuşmada
îtidâle riâyet gibi usûllerle sağlanabilir. Bundan dolayıdır ki, tasavvufta
nefsi dizginlemenin usûlü; kıllet-i taam (az yemek), kıllet-i menâm (az uyumak)
ve kıllet-i kelâm (az konuşmak)’dır, denilegelmiştir. Çünkü bunlar riyâzât ile
nefse hâkimiyetin ilk adımlarıdır. Fakat her hususta olduğu gibi, bu usûlleri
tatbîkte de îtidâli elden bırakmamak gerekir. Çünkü beden, Allâh’ın insanlara
bir emânetidir.
Yâni kul,
nefsini tezkiye ederken ifrat ve tefrîtten sakınmalı, onun azgınlıklarına set
çekeyim derken, riyâzât ve mücâhedede aşırılığa düşmemelidir. Çünkü din, bütün
hâl ve davranışlarda îtidâli emreder. İnsanlara her türlü ifrat ve tefritten
uzak durmayı öğütler. Üstelik nefsi, mutlak sûrette bertaraf etmek mümkün
olmadığı gibi, bu, matlûb da değildir. Buna göre nefsin tezkiye edilmesi,
nefsânî temâyüllerin ilâhî emirler çerçevesinde dizginlenip terbiye edilmesi
demektir.
Nefsin
terbiye ve tezkiye edilmesi, beşerî âkıbetin felâket veyâ saâdet olarak
gerçekleşmesinde en belirleyici faktördür. Bu terbiye ve tezkiye için evvelâ
ilâhî irâdeye râm olup şehevî ihtiraslar ve çirkin hâllere karşı koymaya
çalışmak îcâb eder. Her mümin, kendi kusur, noksanlık, acziyet, hîçlik ve câhilliğini
idrâk ederek; Rabbini bütün azamet, kudret ve kemâliyle kavramalı ve fiillerine
bu idrâk ile yön vermelidir. İşte bu yapılabildiği takdîrde, -Kur’ânî tâbirle- “kötülüğü
şiddetle emreden”4 nefs, mezmûm sıfatlardan arınıp makbûl bir
hâle gelir.
Nefsi
tezkiyeye çalışmak ve bu uğurda ciddî bir gayret ile seyr u sülûke girmek,
ehemmiyetine ve zorluğuna binâen “cihâd-ı ekber” kabul edilmiştir.
Nitekim bu
tâbiri Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, pek zorlu geçen Tebük
Gazvesi’nden dönüşlerinde bizzat ifâde ederek ashâbına:
“– Şimdi
küçük cihâddan büyük cihâda dönüyoruz.” buyurmuşlardır.
TEVESSÜL, VESİLE EDİNMEK, HİMMET İSTEMEK
Allah’u Teâlâ Hazretlerine vesile aramak, vesile
edinmek yani tevessül ile ilgili özellikle münkirler tarafından birçok yazı
kaleme alınıyor. Vesile edinmeyi, vesile edrek dua etmeyi, himmet istemeyi
inkar ediyor ve şirk olarak kabul ediyorlar.
Hatta bazıları: “Allah’ım şu iyi kulun hürmetine bana
ver dersen, sanane benim o kulumdan cevabıyla karşılaşabilirsin”
gibi akla ziyan sözlerle iddialarını savunmaktadırlar. Bu yazımızda
Peygamberleri, evliyaları vesile edinmenin nakli ve akli delillerini sizlerle
paylaşacağız.
Böylelikle münkirlerin ağızlarına mühür vururken
bizimde inancımız kuvvetlenecek.

Mesela Fatiha Suresinde okuduğumuz “Ancak sana kulluk eder, ancak senden yardım isteriz” ayeti kerimesini okuyarak “Hem Ancak Allah’tan yardım isterim diyorsun, hemde şeyhten yardım istiyorsun” diyorlar. Onlara sadece şu ayeti kerimeyi okumak cevap olarak yetecektir:
Cebrail (Aleyhisselam) Meryem Valideye ne demişti:
“Sana bir çocuk vereceğim” (Meryem 19)
İnkarcılara sorulacak soru şu: Ayeti
Kerimede sabit olduğu üzere Cebrail “Çocuk
vereceğim” diyor. O halde Çocuğu veren
kim?
Eğer derlerse ki “Çocuğu veren
Cebrail”dir o halde kendileri şirke düşmüş
demektir. Yok eğer “Çocuğu veren
Allah’tır, Cebrail vesiledir” derlerse zaten kendi iddialarını çürütmüş
olacaklardır.
Dolayısıyla inkarcıların tutunmaya çalıştığı dallar
çürüktür. Ve bir mürid şeyhini vesile yaparken,
himmet isterken verecek olanın Allah olduğunu
bilir. Onu vesile yapar. Bu iş aslında bu kadar basittir.
İkinci olarak şu hususun
altını kalın bir çizgi ile çiziyoruz. İnkârcıların
inkârlarına delil olarak getirdiği
Kur’an-ı Kerimdeki “Biz onlara sadece bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar
diye ibadet ediyoruz.” (Zümer Suresi 3) ve benzeri ayetler bütün Ehli Sünnet
âlimlerinin tefsirlerine göre “müşrikler”
hakkında nazil olmuş ve bu gibi ayetlerin puta
tapan, puta taparak vesile yaptığını
bahane eden müşrikleri haber verdiğini beyan
etmişlerdir. Hiçbir Ehli Sünnet
âlim, bu ayetlerin mürşitler ve veliler hakkında
olduğunu beyan etmemiştir.
Dolayısıyla bu ayetleri tek tek yazarak cevap vermek yersizdir.
VESİLE ARAYIN!
Öyle olmasaydı Allah’u Teâlâ: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide 35) buyurmazdı.
Öyle olmasaydı Allah’u Teâlâ: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide 35) buyurmazdı.
Yine bazı inkarcılar bu ayeti kerime işlerine
gelmediği için: “Bu vesileden
maksat ibadetlerdir ve insanın amelleridir” demektedirler. Bakın Allah’u Teâlâ
başka bir ayeti kerimesinde ne
buyuruyor:
“De ki: “Onu bırakıp da ilâh diye ileri sürdüklerinizi çağırın. Onlar, başınızdaki sıkıntıyı ne kaldırabilirler ne de değiştirebilirler.”(İsra 56)
“Onların yalvardıkları bu varlıklar, “hangimiz daha yakın olacağız” diye Rablerine vesile ararlar. O’nun rahmetini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı gerçekten korkunçtur.” (İsra 57)
“De ki: “Onu bırakıp da ilâh diye ileri sürdüklerinizi çağırın. Onlar, başınızdaki sıkıntıyı ne kaldırabilirler ne de değiştirebilirler.”(İsra 56)
“Onların yalvardıkları bu varlıklar, “hangimiz daha yakın olacağız” diye Rablerine vesile ararlar. O’nun rahmetini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı gerçekten korkunçtur.” (İsra 57)
Allah’u Teâlâ buyuruyor ki: taptığınız taşlar bile
“hangimiz daha yakın olacağız “ diye Allaha vesile
arıyor.
Cansız taşların
bile Allah’a yakın olmak için vesile araması bizlere vesilenin sadece ibadet
ile olmadığı gösteriyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)