HASTALIKLARIN ŞİFASI İÇİN OKUNACAK ÇOK SIRLI BİR İSM-İ ŞERİF




Esma-i idrisiyyeden olan ;

'' YA MÜBDİE BERAYA VE MUİDE HA BA'DE FENAİHA Bİ KUDRETİHİ
YA MÜBDİU ''
'' Ey mahlukatı yoktan var eden ve hepsi yok olduktan sonra tekrar onları kudretiyle diriltecek olan ! Ey Mübdi ''

*** Hasta olan bir kişi bu İsm-i Şerifi 120 kere okumaya devam ederse , Allah'ü Teala'nın izniyle hastalığı günden güne gecmeye başlayarak son bulacaktır.

***Yaşamasından ümit kesilecek şekilde ileri derecede hasta olan birinin iyileşmesi için , bu İsm-i Şerif hergün 13,000 ( on üç bin )
kere okunmak üzere toplam 7 gün o hastanın şifası niyetiyle okunursa , Alllah'u Teala'nın izniyle o hasta en kısa zamanda sağlığına kavuşur.

'' BUNU OKUDUN ÖĞRENDİN SEVGİLİ KARDEŞİM PAYLAŞ SEVDİKLERİNDE İSTİFADE ETSİN İNŞAALLAH ''

CÜBBELİ AHMET HOCAMIZIN LALEGÜL DERGİSİNDEN ALINTIDIR


KAYNAK: Şihabüddin es-Sühreverdi,Şerhu'l-esmail-erba'in, yazma nusha , Ayasofya,no 377, verak:114 ,Ayasofya no 3358,verak 149; Yazma bağışlar no 2773 ,verak 14 ; Beyazıd devlet,no 1256,verak22; Muhammed ibni Hatirüddin, el-Cevahirül-hams,sh 271-272;Allame Şeyh Muhammed et-Tünüsi, er-Ravzatü's-sündüsiyye fi'l esmail-İdrisiyyeti's-Sühreverdiyye,sh:51-52 )

Lalegül Dergisi

ÖYLE BİR RAHMET KI: HZ. OSMAN -ra- (644-656)


Dört büyük halîfenin üçüncüsü olan Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-, Peygamber Efendimiz’e canıyla-malıyla hizmet etme ve O’na damat olma bahtiyarlığına ermiş güzîde sahâbîlerden biridir. Gerek Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- zamanında, gerek Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer döneminde, gerekse de kendi halîfeliğinde çok büyük hizmetler îfâ etmiştir.

Zi’n-Nûreyn

Peygamber Efendimiz’in muhtereme kerîmesi Hazret-i Rukıyye ile izdivaç şerefine mazhar olan Hazret-i Osman, mübârek zevcesinin vefâtından sonra hüzne gark olmuştu. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- ona niçin bu kadar mahzun olduğunu sorunca Hazret-i Osman, teessürünün asıl sebebini şöyle ifade etti:

“–Yâ Rasûlallâh! Benim başıma gelen, kimsenin başına gelmedi. Kızınız Rukıyye vefât edince Siz’inle aramdaki hısımlık ve akrabâlık bağı kesilmiş oldu!..”

Yakınlarının, yeniden dünyâ evine girmesi tekliflerine rağmen Hazret-i Osman âdeta; “–Ben Allah Rasûlü’nden sonra kimi «kayınpeder» olarak görebilirim ki?! O’nun kızıyla izdivaçtan sonra kimi nikâhlayayım ki!?” diye düşünüyor ve o mübârek âile ile bağının kesilmesinden derin bir ıztırap duyuyordu.

Hazret-i Osman’ın bu hâlini müşâhede eden Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, onun müstesnâ muhabbet ve bağlılığından ziyâdesiyle memnun oldu. Ardından da küçük kızı Ümmü Gülsüm’ü ona nikâhladı. Bir müddet sonra Ümmü Gülsüm vâlidemizin de vefât etmesi üzerine Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

“Şayet üçüncü bir kızım daha olsa muhakkak onu da sana verirdim.”[33] buyurarak Hazret-i Osman’a olan husûsî muhabbetini izhâr etti.

Zîrâ âlim, ârif, nâzik, cömert, rakîk kalpli, yumuşak huylu, hayâ sâhibi, gönül ehli, mütevâzı ve sevilen bir insan olan Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-, Allah Rasûlü’nün ifadesiyle; “ashâb içinde huyu en çok kendisine benzeyen sahâbî” idi.[34] Yine ashâb içinde Hazret-i Osman’dan daha güzel söz söyleyen görülmemişti. Yalnız o da gâyet az ve öz konuşurdu.

Hayâ Âbidesi

Hazret-i Osman, hayâ duygusu

Terviye Günü ve Arefe Gecesi Namazlari

 
 
On Gecenin Her Birinde Kilinabilecek Mühim Bir Namaz

 


Lalegül Dergisi

ÖYLE BİR RAHMET KI: HZ. ÖMER -ra- (634-644)


İkinci halîfe Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- da, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in nurlu izinden giden, O’nun yolunu sadâkatle devâm ettiren, hâl ve davranışlarıyla âbideleşen örnek bir İslâm şahsiyetidir.
Hazret-i Ömer, îmân ile şereflenmezden evvel, mer­ha­met­ mahrumu ve hak-hu­kuk ta­nı­maz câhiliye in­sa­nlarının tipik bir misâliydi. Îmanla şereflendiğinde ise, in­ce, di­ğer­gâm, hikmet ehli ve adâlet âbidesi bir insan hâline geldi. İslâm’dan evvelki sert ve haşin mizaçlı Ömer eriyip gitti; onun yerine gözü yaşlı, gönlü şefkat ve merhamet dolu, karıncayı dahî incitmekten sakınan, dâimâ ümmetin saâdetini düşünen, yüksek mes’ûliyet şuuruna sâhip bir “Hazret-i Ömer” geldi.
“Fırat’ın kenarında bir kuzu zâyî olsa, bu sebeple Allâh’ın beni hesaba çekmesinden korkarım.”[26] diyerek kendisini sürekli bir nefis muhâsebesine tâbî tuttu. Geceleri sırtında erzak çuvalı ile, mahalleleri dolaşıp zayıfların, muhtaçların yanıbaşında bulunmaya; yetimlerin, öksüzlerin ve kimsesizlerin kimsesi olmaya başladı. Kırık gönülleri tesellî etmeden, gözyaşlarını silmeden, onlara tebessüm ettirmeden gönlü huzur bulmaz oldu. Öyle bir emânet ve mes’ûliyet şuuruna erdi ki, halîfeliği müddetince ümmetin işleri için gecesini gündüzüne kattı. Buna rağmen, hizmetini aslâ yeterli görmedi. Allah Rasûlü’nü örnek aldığı için, zirve seviyedeki adâlet, dirâyet ve liyâkatine rağmen, vazîfesinin ağırlığı altında ezilen gönlünü hiçbir zaman teskin edemedi.
Uğradığı suikast sebebiyle ağır yaralandığında kendisine:
“–Yerinize birini tâyin etseniz!” denilmişti. O ise, hak ve adâlette kılı kırk yaran titizliğine rağmen şöyle cevap verdi:
“–Sizin mes’ûliyetinizi sağken üstlendiğim gibi (o mes’ûliyeti) vefat ettikten sonra da mı taşıyayım? Ben yaptığım halîfelikten bir mükâfat beklemiyorum. Bu vazîfedeki sevaplarımla vebâlimin birbirini dengelemesini ne kadar isterim! Ne lehime ne de aleyhime! Yeter ki (ilâhî mahkemede) muâheze edilmeyeyim!”[27]
Yerine, oğlu Abdullâh’ı bırakması teklif edildiğinde de:
“–Bir evden bir kurban yeter!” buyurdu.
İşte o mübârek sahâbî, ümmetin mes’ûliyetini yüklendiği, dertleriyle dertlendiği için, kendi dertlerini unutmuştu. Onun en mühim tasası, insanların huzur ve selâmetiydi. Bu yolda yegâne örneği de, Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- idi. O’nun Allah yolunda katlandığı çile ve ıztırapları hiçbir zaman unutmuyor, tıpkı karda yürüyen bir insanın izini takip edercesine, Efendimiz’in mübârek izinde mesâfe alıyordu.

Zühd ve Istiğnâ