MUHARREM AYININ FAZİLETLERİ


 

    Muharrem ayı, Kur'an-ı kerimde, kıymet verilen dört aydan biridir. Muharremin birinci günü oruç tutmak, o senenin tamamını oruç tutmak gibi faziletlidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

(Ramazandan sonra en faziletli oruç, Muharrem ayında tutulan oruçtur.) [Müslim] 

Kıymet verilen dört aydan biri

Muharrem ayının, Zilkade, Zilhicce ve Receble beraber Kur'an-ı kerimde kıymet verilen dört aydan biri olduğu bildirilmektedir. (Tevbe 36) Birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
 

Muharrem ayı ve Muharrem ayı orucu ile ilgili hadisler

(Ayların efendisi Muharrem, günlerin efendisi Cuma'dır.) [Deylemi]
 

(Ramazandan sonra en faziletli oruç, Allahü teâlânın ayı Muharrem ayında tutulan oruçtur. Farzlardan sonra en faziletli namaz, gece namazıdır.) [Müslim] 

(Nafile oruç tutacaksan Muharrem ayında tut, çünkü o, Allahü teâlânın ayıdır. O ayda bir gün vardır ki, o günde Allahü teâlâ geçmiş kavimlerden birinin tevbesini kabul etti. Yine o gün tevbe edenlerin günahlarını da affeder.) [Tirmizi]

(Aşure günü bir gün önce, bir gün sonra da tutarak Yahudilere muhalefet edin.) [İ.Ahmed] 

[Yalnız Aşure günü oruç tutmak mekruhtur. Bir gün öncesi veya bir gün sonrası ile tutmalı!] 

Peygamber efendimiz bir gün öğleye doğru buyurdu ki:

(Herkese duyurun! Bugün bir şey yiyen, akşama kadar yemesin, oruçlu gibi dursun! Bir şey yemeyen de oruç tutsun! Çünkü bugün Aşure günüdür.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud]

Muharrem ayında Kılınacak Namazlar 
 

Sene Sonu Ve Sene Basi Dualari

Tarihler 2012 ye aittir, yaniltmasin...
Sene sonu 3 Kasim Pazar Günü
Sene Basi 4 Kasim Pazartesi Günüdür...
 

ÖYLE BİR RAHMET KI: HAZRET-İ ALİ -ra- (656-661)


Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-, kimseye nasîb olmamış bir mazhariyetle, Kâbe-i Muazzama içinde dünyâya geldi.[46] Ailesi kalabalık olduğundan, Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- onu himâyesine aldı. Beş yaşından itibâren Peygamber Efendimiz’in terbiyesi altında yetişti. Bu yüzden câhiliye döneminin kötü âdetleri ona hiç bulaşmadı. Çocuklardan ilk îmân eden kimse oldu.

Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, kendisine risâlet vazîfesi verildikten sonra, her sene hac için Mekke civârındaki panayırlarda toplanan kabîlelere İslâm’ı tebliğ etmeye gider, Hazret-i Ali’yi veya Hazret-i Ebû Bekir’i de yanında götürürdü. Hazret-i Ali’yi geride bıraktıkları zaman, o da tenhâ kalan Kâbe’ye gider, oradaki putlardan birkaçını kırıp dönerdi.

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- Peygamber Efendimiz’in hicreti esnâsında da pek mühim hizmetler gördü. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın müşrikler tarafından kuşatılmış bulunan hâne-i saâdetlerinde, suikastçilere hedef şaşırtmak için Efendimiz’in yeşil hırkasına bürünüp yatağına korkusuzca uzandı.

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-, Mekkelilerin, Peygamber Efendimiz’e bıraktıkları emânetleri sâhiplerine teslim ettikten sonra, hasretle Medîne istikâmetinde yola çıktı. Gece yürüyüp gündüz dinlenmek sûretiyle meşakkatli bir yolculuğun ardından; yürümekten şişen ayaklarından kan damlar vaziyette, Medîne’de Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’a kavuştu.

Hicretin ikinci senesi, Allâh’ın emri üzerine Fâtıma vâlidemizle izdivaç şerefine nâil oldu. Böylece Peygamber Efendimiz’in muhterem dâmâdı ve “Ehl-i Beyt”i olma bahtiyarlığına erdi. Turuk-ı Aliyye’den on bir mübârek zâtın Fahr-i Kâinât Efendimiz’e nisbeti, onun vesîlesiyle hâsıl oldu. Zevce-i muhteremeleri Fâtıma vâlidemizle zâhidâne yaşayışları, ferâgat ve fedâkârlıkları, dâsitânî bir ufka ulaştı. Bu bakımdan Ehl-i Beyt, İslâm tasavvufunda güzîde isimler hâline geldi.

Cömertlerin Sultânı

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- nebevî terbiye neticesinde hiçbir zaman dünyâya meyletmedi. Bu yüzden hayâtı, İslâm kardeşliğinin ve diğergâmlığının misli görülmemiş tezâhürlerine sahne oldu. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:

“Allah, bir kuluna hayır murâd ettiğinde onu insanların ihtiyaçlarını karşılama yolunda istihdâm eder.” buyurmuştu. (Süyûtî, II, 4/3924)

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- da bu nebevî müjdeye nâil olabilme heyecanı içinde şöyle buyurmuştu:

HASTALIKLARIN ŞİFASI İÇİN OKUNACAK ÇOK SIRLI BİR İSM-İ ŞERİF




Esma-i idrisiyyeden olan ;

'' YA MÜBDİE BERAYA VE MUİDE HA BA'DE FENAİHA Bİ KUDRETİHİ
YA MÜBDİU ''
'' Ey mahlukatı yoktan var eden ve hepsi yok olduktan sonra tekrar onları kudretiyle diriltecek olan ! Ey Mübdi ''

*** Hasta olan bir kişi bu İsm-i Şerifi 120 kere okumaya devam ederse , Allah'ü Teala'nın izniyle hastalığı günden güne gecmeye başlayarak son bulacaktır.

***Yaşamasından ümit kesilecek şekilde ileri derecede hasta olan birinin iyileşmesi için , bu İsm-i Şerif hergün 13,000 ( on üç bin )
kere okunmak üzere toplam 7 gün o hastanın şifası niyetiyle okunursa , Alllah'u Teala'nın izniyle o hasta en kısa zamanda sağlığına kavuşur.

'' BUNU OKUDUN ÖĞRENDİN SEVGİLİ KARDEŞİM PAYLAŞ SEVDİKLERİNDE İSTİFADE ETSİN İNŞAALLAH ''

CÜBBELİ AHMET HOCAMIZIN LALEGÜL DERGİSİNDEN ALINTIDIR


KAYNAK: Şihabüddin es-Sühreverdi,Şerhu'l-esmail-erba'in, yazma nusha , Ayasofya,no 377, verak:114 ,Ayasofya no 3358,verak 149; Yazma bağışlar no 2773 ,verak 14 ; Beyazıd devlet,no 1256,verak22; Muhammed ibni Hatirüddin, el-Cevahirül-hams,sh 271-272;Allame Şeyh Muhammed et-Tünüsi, er-Ravzatü's-sündüsiyye fi'l esmail-İdrisiyyeti's-Sühreverdiyye,sh:51-52 )

Lalegül Dergisi

ÖYLE BİR RAHMET KI: HZ. OSMAN -ra- (644-656)


Dört büyük halîfenin üçüncüsü olan Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-, Peygamber Efendimiz’e canıyla-malıyla hizmet etme ve O’na damat olma bahtiyarlığına ermiş güzîde sahâbîlerden biridir. Gerek Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- zamanında, gerek Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer döneminde, gerekse de kendi halîfeliğinde çok büyük hizmetler îfâ etmiştir.

Zi’n-Nûreyn

Peygamber Efendimiz’in muhtereme kerîmesi Hazret-i Rukıyye ile izdivaç şerefine mazhar olan Hazret-i Osman, mübârek zevcesinin vefâtından sonra hüzne gark olmuştu. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- ona niçin bu kadar mahzun olduğunu sorunca Hazret-i Osman, teessürünün asıl sebebini şöyle ifade etti:

“–Yâ Rasûlallâh! Benim başıma gelen, kimsenin başına gelmedi. Kızınız Rukıyye vefât edince Siz’inle aramdaki hısımlık ve akrabâlık bağı kesilmiş oldu!..”

Yakınlarının, yeniden dünyâ evine girmesi tekliflerine rağmen Hazret-i Osman âdeta; “–Ben Allah Rasûlü’nden sonra kimi «kayınpeder» olarak görebilirim ki?! O’nun kızıyla izdivaçtan sonra kimi nikâhlayayım ki!?” diye düşünüyor ve o mübârek âile ile bağının kesilmesinden derin bir ıztırap duyuyordu.

Hazret-i Osman’ın bu hâlini müşâhede eden Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, onun müstesnâ muhabbet ve bağlılığından ziyâdesiyle memnun oldu. Ardından da küçük kızı Ümmü Gülsüm’ü ona nikâhladı. Bir müddet sonra Ümmü Gülsüm vâlidemizin de vefât etmesi üzerine Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

“Şayet üçüncü bir kızım daha olsa muhakkak onu da sana verirdim.”[33] buyurarak Hazret-i Osman’a olan husûsî muhabbetini izhâr etti.

Zîrâ âlim, ârif, nâzik, cömert, rakîk kalpli, yumuşak huylu, hayâ sâhibi, gönül ehli, mütevâzı ve sevilen bir insan olan Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-, Allah Rasûlü’nün ifadesiyle; “ashâb içinde huyu en çok kendisine benzeyen sahâbî” idi.[34] Yine ashâb içinde Hazret-i Osman’dan daha güzel söz söyleyen görülmemişti. Yalnız o da gâyet az ve öz konuşurdu.

Hayâ Âbidesi

Hazret-i Osman, hayâ duygusu