Erba´in-i İdrisiyye 32. İsm-i Şerif




Tartışmalı Dinî Konularda ne Yapmalıyız?


SORU: İhtilaflı, tartışmalı dinî konularda ne yapmamız gerekir?

CEVAP: Ehl-i Sünnet İslamlığında usûlde, temellerde, esasta, inanç şartlarında ihtilaf yoktur. Sünnî Müslümanları inanç konusunda İmamı Eş'arî ile İmamı Mâturidî'ye bağlı ve tâbi olur. İki imam arasındaki farklılıklar lafzîdir ve kesinlikle esasa taalluk etmez. Füruata (işlemeye) ait konuların esasında da ihtilaf yoktur. Fıkıh konusunda dört mezhepten biri, bütünüyle uygulanır, kesinlikle telfik-i mezahib yapılmaz. Çok istisnaî durumlarda, zaruret varsa, icazetli ve yetkili müftünün fetva ve ruhsatıyla, sadece bir konuda başka bir mezhebin hükmüyle amel edilebilir. Genel olarak telfik-i mezahib yapmak dini oyuncak etmektir. Bu yolu Telfik-i mezahib mezhebini) , bozuk fikirli ve bid'atçi Reşid Rıza çıkartmıştır. Muttefakun aleyh (üzerinde ittifak edilmiş) konu, hüküm ve meselelerde şazz ve aykırı ictihad, fetva ve görüşlere itibar edilmez. Zarurat-ı diniyede ictihad yapılamaz. Füruata ait ihtilaflı meselelerde, mesela kan çıkması abdesti bozar mı, bozmaz mı konusunda Müslüman kendi mezhebinin fıkhına tabi olur. Zaruriyat-ı diniye tartışma konusu yapılamaz. Namaz Kıyamet'e kadar günde beş vakitte kılınacaktır. Mukim kimselerin öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı cem' etmeleri Ehl-i Sünnette yoktur. Bu konudaki (Beşi üç vakitte kılmak) aykırı ictihadlar, fetvalar bâtıldır, geçersizdir, hükümsüzdür.

Üzerinde ihtilaf (çeşitlilik) bulunan tartışmalı konularda Müslüman cumhur-i ulema yolunda, Sevad-ı Âzam dairesi içinde bulunur. Zamanımızda bazı reformcu, değişimci, yenilikçi, kimisi Kemalist, kimisi Fazlurrahmancı, kimisi Mason Afganîci ilahiyatçıların, Ehl-i Sünnet ulemasının cumhuruna aykırı gülünç ictihadlarının, aykırı fetvalarının kıymeti yoktur. Bunlar bid'atçidir. Bazı bid'atler Müslümanı dininden imanından edebilir. İslam'da kader yoktur diyen kişi zındıktır, ondan dinî bilgi öğrenmek mânevî intihar olur. Din ve inanç bilgileri ehliyetli, liyakatli, ihlaslı, taqvalı, faziletli, icazetli Ehl-i Sünnet ulema ve fukahasından, kâmil mürşidlerden öğrenilir. (Bütün ilahiyat hocaları bid'atçi, reformcu, yenilikçi, değişimci, Kemalist, Fazlurrahmancı, paracı, iktidar yağcısı, mezhepsiz değildir. Ehl-i Sünnet ilahiyatçılar da vardır. Onlar cumhur-i ulemanın doğru yolunda yürürler, sahih itikattan ve fıkıhtan ayrılmazlar. Onlar mezhepsiz değildir. Onlar ihlaslı, ahlaklı, faziletlidir. Onlar Allahın ayetlerini ucuza veya pahalıya satmazlar. Kendilerine hürmet ederiz.)

Müctehid derecesinde fakih olmayan hiçbir Müslüman Kur'andan ve Sünnetten kendi re'y ve hevası ile hüküm çıkartamaz.

Müteşabihat, tenzih inancına aykırı olarak lügavî manalarına alınmaz. Allah zamandan, mekandan, cihetten, inmek ve çıkmaktan, diğer noksan sıfatlardan münezzehtir. (O adamın eli uzundur demek, elinin ve kolunun fizikî olarak uzun olduğuna delalet etmez... Polisin her yerde gözü ve kulağı var demek, bildiğimiz göz ve kulak demek değildir...)

Dinini, imanını, âhiretini, ebedî saadetini kurtarmak isteyen akıllı, firâsetli, vicdanlı Müslüman cumhur-i ulema yolunda, Sevâd-ı Âzam dairesi içinde bulunsun; şazz , aykırı, şeytanî vesveselere kapılmasın, aykırı ve bid'atçi kişilerin saçma sapan aldatıcı, saptırıcı beyanlarına ve iddialarına itibar etmesin.

Rabbanî ulema, fukaha ve mürşidler, silsileli icazetleriyle Resulullah (Sayat ve selam olsun ona) Efendimize irtibatlıdır.

Din alimi gibi görünen ulema-i su'a da kulak asılmamalı ve itibar edilmemelidir.

Dünyevîleşmiş, dünya-perest, paragöz olmuş din alimlerine (Ehl-i Sünnetten görünseler bile) kulak asılmamalıdır.

Hakikî din alimi, hakikî fakih ve kâmil mürşid, Resul-i Kibriya Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) vekili, varisi ve halifesi durumundadır.

Allah'ın rızasını kazanmak isteyen akıllı ve firasetli Müslüman şu silsileye dikkat etsin:

1. Resulullah... 2. Ashab-ı Kiram... 3. Tâbiîn... 4. Tebe-i Tâbiîn... 5. Eimme-i müctehidîn... 6. Sahih inancın ve İslamın bayrağını yücelten ve halkı irşad eden Ehl-i Beyt-i Mustafa... 7. Her devirde gelip geçmiş ve bu devirde yaşayan ve hizmet eden icazetli ulema, fukaha ve mürşidler...

Zındıklardan uzak durulmalıdır. Hz. Osman Zinnureyn radiyallahu anh'ı tenkid ve tahkir eden kişi sapıktır. Ondan din öğrenilmez.

Kur'andaki üç yüz küsur muhkem ayetin bugün geçerliliği yoktur, onlar tarihseldir diyen kişi zındıktır. Ondan din öğrenilmez.

İlahî İslam dini ile (....) ideolojisi uyuşur diyen kişi zındıktır.

İslamdan başka hak ibrahimî dinler vardır diyen zındıktır.

Laikçilik hak ve doğrudur diyen kişi zındıktır.

Müesseselerinde çalışan tesettürlü hanımlara başınızı açın diye baskı yapan, açmayanların işten atanlar zalimdir, zındıktır.

Ben Müslümanım ama Şeriati kabul etmiyorum diyen zındıktır.

Şeriatın tâzimini istediği değerleri, kurumları ve şahısları tahkir eden; tahkirini istediklerini tâzim eden zındıktır, kafir olur.

Cenab-ı Hak cümlemizi Kur'an, Sünnet, Şeriat, fıkıh ve sahih itikad dairesinde bulunan bahtiyar kullarından eylesin ve bizlere hüsn-i hâtime nasip eylesin. Bizleri insî ve cinnî şeytanların, zındıkların, reformcuların, bilhassa (Pakistan'da binden fazla ulemanın, fukahanın, müftünün ve din büyüğünün protesto ettiği) kovulmuş Fazlurrahmanın tuzaklarından korusun.


MEHMET ŞEVKET EYGİ
 

Günün Hayrının Ihsanı - Günün Şerrinin Def´i İçin Dua

 
Günün Hayrının Ihsanı - Günün Şerrinin Def´i İçin Dua
 
 
 
Cübbeli Ahmet Hoca - Dualarim

Sünnet İnkârcılarına Cevap; SÜNNET'İN İSLÂM'DAKİ YERİ VE ÖNEMİ


 
“Kur’ân’daki İslâm”, “Kur’ân Müslümanlığı” ve “Kur’ân’a dönüş” gibi benzer sloganlarla, sünnet ve hadis kabul etmeyip inkar eden; Müslümanların kafasında da bu konuda bir takım şüphe ve istifhamlar oluşturmaya çalışan sünnet inkârcılarına karşı, seneler evvel reddiye mahiyetinde birkaç makale yazmıştım.

Şimdilerde yine siz kardeşlerimizden bu konuda pek çok sorular alıyor ve sünnetin önemi hakkında bir yazı kaleme almamız husûsunda taleplerinizle karşılaşıyoruz. 
 
 
Bizlerin de âcizâne gayret ve arzusu; Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat i’tikadı doğrultusunda hareket edip, elimizden geldiğince bu sapık fikirlere karşı gerekli ilmî müdafaanın yapılması ve bu yanlış görüş sahiplerine aldanılmamasıdır.

Dolayısıyla, ehemmiyetine binâen sizlerin bu yöndeki taleplerinize hassâsiyetle yaklaşarak, sünnet ve hadis münkirlerine reddiye mahiyetindeki yazımı inşallah tekrar kaleme alıyorum.

Muhterem Okurlarım!

Bazı ilimler vardır ilaç gibidir, insanın sıhhat ve âfiyeti için zarûrîdir. Bazı fikirler de vardır ki maalesef zehir gibidir; insanın mânevî hayatına kasteder, öldürür, dünya ve âhiretini berbat eder. Onun için bu gibi fikirlere son derece dikkat etmek, bu tür görüş sahiplerinden de son derece sakınmak lazımdır. İnsanın mânevî hayatını berbat edecek bu zehirli fikirlerden biride, Hadis ve Sünnet kabul etmeme hastalığıdır.

Bu tehlikeli hastalığa yakalanmış olan güruh; “Kur’ân Müslümanlığı” ve “Kur’ân’daki İslâm” türünden bir takım sloganik ifadeleri ağızlarına pelesenk edip adeta vird haline getirmişlerdir. Sadece Kur’an’ın yeterli olabileceği fikrini hararetle savunup sünnetsiz İslâm arayışı içine giren bu zevat; her konuda bir âyet ararlar ve âyet dışında kendilerini bağlayan başka bir "La raybe fîh" delilin bulunmadığını ileri sürerler.

Tabi her lafın başında bunların “Kuran” dediklerini duyan da, onları Kur’an gönüllüsü, Kur’an sevdalısı zanneder. İyi de, hem Kur’an’da bulunan: “Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının.” (Haşr: 7) gibi, sünnete delâlet eden bazı âyetlere rağmen sünneti inkar edeceksin, hem de Kuran sevdalısı olacaksın bu mümkün olabilir mi?..

Sıradan bir kitabı size hediye eden birine bile teşekkür edip minnet ve şükranlarınızı iletiyorsunuz. Çünkü böyle yapmak bir insanlık icabıdır.

Hal böyleyken, Hz. Kur’an gibi dünya ve âhiret saadetinin reçetesini sunan o yüce kitabı bizlere getiren Resülüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)e bırakın teşekkür etmeyi, O’nun sünnetini dahi inkar edip devreden çıkarmaya çalışmak, acaba nasıl bir insanlık icabıdır?!

Hadis ve Sünnet kabul etmeyip sadece “Kuran Müslümanlığı”ndan söz etmek, aslında yeni ortaya çıkan bir görüş değildir, bu görüş asırlardan beri vardır ve eksik olmamıştır. Ama bu tür fikirler şimdi olduğu gibi her zaman azınlıkta kalmış, marjinal guruplar tarafından kabul görüp sahiplenilmiş ve ortaya sürülmüştür. Ve tarih yine tekerrür etmektedir.

Öncelikle şunu ifade etmek istiyorum ki; Sünnetin delil olduğunu inkar edip, sadece Kur’anla yetinmek gerektiğini iddia eden bu fâsid görüş sahiplerinin maksadları farklı farklıdır. Dolayısıyla evvela bu fâsid görüşün nereye dayandığı, nereden çıktığı ve bunların kimler olduğu husûsunda bir tasnif yaptıktan sonra, asıl konuya girmek gerektiğini düşünüyorum.

Bu tâifeyi pek çok guruplara ayırmak mümkün, fakat biz bunları genel olarak iki guruba ayıralım. Birinci gurup; Müslüman oldukları veya müslüman olduklarını iddia ettikleri halde, sünneti kabul etmeyip aleyhinde olanlardır ki bunlar, İslâm’ın ilk dönemlerinde Hz. Ali (Radıyallahü Anh)ın hilafeti döneminde ortaya çıkan “Hâriciler” tâifesidir.

Bu tâife “Hüküm yalnızca Allah’ındır” (Yusuf: 40) âyetini ele alarak, böylesine doğru bir hükümden, yaptıkları tevillerle yanlış anlamlar çıkardılar ve bu âyeti kerimeyi istismar ederek Hz. Ali (Radıyallâhü Anh) ve Hz. Muâviye (Radıyallâhü Anh) arasında vukû bulan Sıffin savaşında, her iki taraftan da harbe katılan sahâbenin adaletini, dolayısıyla onlardan gelen rivâyetleri bütünüyle reddettiler. Hatta daha da ileri giden bu sapık tâife, Ashâb-ı Kirâm’ı (Hâşa) küfürle itham etme ahmaklığını gösterdiler.

Bunun sonucu olarak onların bu bâtıl iddialarına göre, hadîsi şerifler (Haşa) kafir olan bir topluluğun rivâyetleri olduğu için, hiçbirini kabul etmediler. İkinci gurup ise; Batılı müsteşriklerin bâtıl görüşleri ve İslâm dışı cereyanlardır. Bu gurup aslında sadece sünnete değil, temelde her şeyiyle İslâm’ın bizâtihi kendisine karşıdır.

Bunların esas amacı; Müslümanların zihnine şüphe tohumları atmak, İslâm toplumlarının arasına fitne sokup onların birlik ve berberliğini yok etmektir. Evet ellerinden gelse bunu hemen yapacaklar, fakat karşılarında en büyük engel olarak bu Dîn’in Bânisi Muhammed Mustafa (Sallallah Aleyhi ve Sellem)i buluyorlar. Öyleyse yapılacak şey, ilk adım olarak bu engeli ortadan kaldırmak yada en azından O’nun ümmet nezdindeki sarsılmaz otoritesine gölge düşürmek…

Fakat, bunu yapmak için direk olarak o yüce şahsiyetin kendisini hedef alsalar foyaları meydana çıkacağından, saldırılarını O’nun şahsı üzerinden değil de, Sünnet ve Hadis üzerinden yapma yolunu seçmişler. Bu arada, az önce bahsettiğimiz birinci gurubun tavrından da faydalanıp, bir takım sûnî tartışmalarla müslümanları sünnet hakkında şüpheye düşürme gayreti içine girmişlerdir.

Böylece Sünneti Nebeviyyeyi sıfırlayarak, akıllarınca böyle bir yöntemle Resülüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)i devreden çıkaracaklar. İslâm âlimlerinin Kur’ânın tefsîri olarak kabûl ettiği “Sünnet sorununu” güya bu şekilde hallettikten ve bu engeli ortadan kaldırdıktan sonra sıra ikinci adıma, yani Kur’ân’a gelecek!..