Hazret-i Ali
-radıyallâhu anh-, kimseye nasîb olmamış bir mazhariyetle, Kâbe-i Muazzama
içinde dünyâya geldi.[46] Ailesi kalabalık olduğundan, Efendimiz
-aleyhissalâtü vesselâm- onu himâyesine aldı. Beş yaşından itibâren Peygamber
Efendimiz’in terbiyesi altında yetişti. Bu yüzden câhiliye döneminin kötü
âdetleri ona hiç bulaşmadı. Çocuklardan ilk îmân eden kimse oldu.
Efendimiz
-aleyhissalâtü vesselâm-, kendisine risâlet vazîfesi verildikten sonra, her
sene hac için Mekke civârındaki panayırlarda toplanan kabîlelere İslâm’ı tebliğ
etmeye gider, Hazret-i Ali’yi veya Hazret-i Ebû Bekir’i de yanında götürürdü.
Hazret-i Ali’yi geride bıraktıkları zaman, o da tenhâ kalan Kâbe’ye gider,
oradaki putlardan birkaçını kırıp dönerdi.
Hazret-i Ali
-radıyallâhu anh- Peygamber Efendimiz’in hicreti esnâsında da pek mühim
hizmetler gördü. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın müşrikler tarafından
kuşatılmış bulunan hâne-i saâdetlerinde, suikastçilere hedef şaşırtmak için
Efendimiz’in yeşil hırkasına bürünüp yatağına korkusuzca uzandı.
Hazret-i Ali
-radıyallâhu anh-, Mekkelilerin, Peygamber Efendimiz’e bıraktıkları emânetleri
sâhiplerine teslim ettikten sonra, hasretle Medîne istikâmetinde yola çıktı.
Gece yürüyüp gündüz dinlenmek sûretiyle meşakkatli bir yolculuğun ardından;
yürümekten şişen ayaklarından kan damlar vaziyette, Medîne’de Efendimiz
-aleyhissalâtü vesselâm-’a kavuştu.
Hicretin
ikinci senesi, Allâh’ın emri üzerine Fâtıma vâlidemizle izdivaç şerefine nâil
oldu. Böylece Peygamber Efendimiz’in muhterem dâmâdı ve “Ehl-i Beyt”i
olma bahtiyarlığına erdi. Turuk-ı Aliyye’den on bir mübârek zâtın Fahr-i Kâinât
Efendimiz’e nisbeti, onun vesîlesiyle hâsıl oldu. Zevce-i muhteremeleri Fâtıma
vâlidemizle zâhidâne yaşayışları, ferâgat ve fedâkârlıkları, dâsitânî bir ufka
ulaştı. Bu bakımdan Ehl-i Beyt, İslâm tasavvufunda güzîde isimler hâline geldi.
Cömertlerin
Sultânı
Hazret-i Ali
-radıyallâhu anh- nebevî terbiye neticesinde hiçbir zaman dünyâya meyletmedi.
Bu yüzden hayâtı, İslâm kardeşliğinin ve diğergâmlığının misli görülmemiş
tezâhürlerine sahne oldu. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:
“Allah, bir
kuluna hayır murâd ettiğinde onu insanların ihtiyaçlarını karşılama yolunda
istihdâm eder.” buyurmuştu.
(Süyûtî, II, 4/3924)
Hazret-i Ali
-radıyallâhu anh- da bu nebevî müjdeye nâil olabilme heyecanı içinde şöyle
buyurmuştu: