A´dan Z´ye… ا´den ي´ye… Beşikten mezara kadar öğrenilmesi gereken, kadın-erkek tüm Müslümanlara farz olan ve sonu Cennete varan bir yoldur İlim✦Amel✦İhlas
Helak Edici Yedi Günahtan Kaçınmak
Şu helak edici yedi günahtan kaçınınız: Allah’a şirk koşmak, büyü yapmak, Allah’ın haram kıldığı bir nefsi haksız yere öldürmek, faizcilik, yetim malı yemek, savaştan kaçmak ve namuslu bir kadına iftira atmak. ( İmam Buhari, İmam Müslim, Ebu Davud, Camiu’s-Sağir)
Hem dünyada, hem de ahiretteki mes’uliyeti çok ağır olan ve sakınılması emronulan bu yedi günahın kötü sonuçlarını biraz düşünmek, bu günahlardan kaçınmanın ne kadar gerekli olduğunu anlamaya yeterlidir.
Dinimizde “büyük günah” kavramı içine giren birçok günah vardır. Alimlerin bazılarına göre, büyük günahların yetmiş ya da daha fazla çeşidi vardır. bu hadis-i şerifte ise bu günahların en önemlilerinden yedi adedi zikredilmiştir. Şöyle ki:
1- Allah’a şirk koşmak: Allah’a bir ortak isnat etmek, en büyük günahtır. Bu günahı işleyenlerin cehennemde ebediyen kalacakları dinen sabittir. Şüphe yok ki, Allah’ın bir olduğuna, zatında ve sıfatında bir benzeri ve ortağı olmadığına, yaratılmış her şey, en büyükten, en küçük zerreye kadar, şehadet etmektedir ve bu hakikat bütün peygamberler tarafından kesin bir şekilde haber verilmiştir. Allah’ın birliğini insanlığa bildirmemiş olan hakiki bir din yoktur.
Eğer Allah’ın -haşa- bir ortağı olsaydı, bu kainatın varlığından ve düzenli işleyişinden bir eser görülmezdi. Bir kere düşünelim, eğer bir değil de iki yaratıcı bulunsaydı, biri fazla olmaz mıydı? Biri diğerinden daha güçlü olsaydı, diğeri yaratıcılık sıfatına nasıl sahip olabilirdi ki! İki ortak yaratıcıdan biri diğerinin işine engel olabilir miydi, olamaz mıydı?
Ve eğer engel olamasaydı, kendisinde böyle bir güçsüzlük düşünülebilecek bir zat, bu kainatın yaratıcısı olmak sıfatına nasıl sahip olabilir? Kısacası Allah’ın ortağı, eşi ve benzeri olmaktan münezzeh olduğu birçok akli ve fikri delille sabittir. Bunun aksini düşünenlerse, Allah’ı inkar etmiş ve küfür ve sapkınlık bataklığına düşmüş bulunurlar.
2- Sihir-Büyü Yapmak: Sihir ve büyü, bazı kötü ruhlu kimselerin kullandıkları, kendilerini günaha götürecek bir kısım batıl sebeplerden, mesela birtakım haram sözlerden ve aşağılık işlerden ibarettir ki; bunların üzerine olağanüstü sayılabilecek derecede bazı meydana gelir.
Batıl bir şeyi hakikat gibi ortaya çıkarmaya sihir denilir. Sihir yapmak büyük bir günahtır; çünkü sihir yaparken dine ve toplum hayatına aykırı amaçlar peşinde koşulmuş, toplum hayatına zarar verecek yaralar açılmak istenmiş olur. Kehanette bulunup geleceğe dair haberler vermek, müneccimlikte bulunup yıldızların hareketlerinden birtakım hükümler çıkartmak ve bunları kesin olacakmış gibi söylemek, birtakım maddeleri altına, gümüşe dönüştürmek düşüncesiyle “simya” denilen boş işlerle uğraşmak da, bir çeşit sihirle uğraşmak gibidir.
3- Haksız yere adam öldürmek: Öldürülmesi dinen caiz olmayan bir kişiyi kasten öldürmek, büyük bir cinayet ve günahtır. Toplum hayatının düzgün işleyişine bir saldırı gibidir. Amacı ne olursa olsun, birini haksız yere öldürmüş olanlar, çok büyük bir azabı hak etmiş olduklarını bilmelidirler. Fakat haklı yere öldürmek, mesela, bir kişiyi birini öldürmüş olduğu için kısas olarak öldürmek, eşitlik esasına dayanan şer’i bir ceza olduğundan bunda günah yoktur. Çünkü bu adaletin bir gereğidir.
4- Yetim malı yemek: Yetim malı yemek de büyük günahlardan birisidir. Yetime güzel davranmak, onu korumak ve bakımını eksiksiz yerine getirmek ise Allah’ın hoşnut olacağı bir ameldir. Yetimin, eğer malı varsa, malından kendisi için ihtiyacı kadarı harcanıp, geriye kalanı yine onun adına saklanır. Çocuk erişkin olunca da, malı kendisine teslim edilir. Yoksa onun zayıf halinden yararlanarak malını boş yere harcamak, onun hakkına girmek olacağından, elbette büyük bir günahtır ve böyle bir hareketten kaçınılmalıdır.
5- Faiz alıp-vermek: “Riba (Faiz)” kelimesinin sözlük anlamı “bolluk, çokluk”tur. Terim manası ise; “ödünç verilen paraya karşılık alınan kar”dır. İki çeşdi olan faizin, birinci çeşidi “riba-yı fazl” olarak adlandırılır. Tartılan veya ölçülen bir cins eşyanın kendi cinsi karşılığında fazlasıyla verilmesidir. Bir gram altını, bir buçuk gram altınla; bir kilo buğdayı bir buçuk kilo buğday ile değişmek gibi…
Faizin diğer çeşidi de “riba-yı nesiye”dir; bu da bir cinsten olan iki şeyden birini diğeriyle veresiye olarak değiştirmektir. Miktarları eşit olsa bile yine de dinen caiz değildir. Bir kilo buğdayı bir kilo arpa karşılığında veresiye olarak satmak gibi..
Faiz yemek, dinimizde yasaktır çünkü birçok mahzuru vardır: Toplumda insanlar arasındaki yardımlaşma duygusunu ortadan kaldırır; zenginleri fakirlerin mallarına musallat eder; faizle uğraşmak birçok kişiyi ziraatla, ticaretle, sanatla uğraşmaktan alıkoyar; faiz yüzünden birçok israfa varan hareketler görülür ki, sonucunda büyük zararlar ortaya çıkar.
6- Savaştan kaçmak: Müslümanlar, düşmanlarıyla savaş meydanında çarpışıp dururken, içlerinden birinin kesin bir gereklilik olmaksızın savaştan ayrılıp, düşmana arka çevirmesi, büyük mahzurlar ortaya çıkarabilir. Bu hareket, savaşta azimle çarpışan diğer askerlerin moralini bozup, manevi kuvvetini kırabilir ve sonunda yenilgiye bile sebep olabilir. Bilakis, Allah yolunda savaşmanın ne kadar değerli olduğunu düşünmeli; gaziliğin, şehitliğin kıymetini göze almalı, Allah’a tevekkül ederek ve yalnız O’na güvenerek, O’nun ismini ve dinini yaymaya, Müslümanların haklarını müdafaa etmeye ve korumaya devam etmelidir. Aksi takdirde insan kendisini dünyevi cezadan kurtarabilse de uhrevi cezadan kurtaramaz.
7- Namuslu bir kadına iftira atmak: İnsan nasıl olur da namuslu, temiz ve her türlü kötülükten uzak olan bir kadına ahlaksızlığı yakıştırır! Nasıl onun o pak iffetine çamur atar, onu çirkinlikle bir gösterir!
Oysaki aklı başında bir insan, dilini çirkin sözler sarf etmekten korumalı; kötü bir düşünceyle ya da bir intikam arzusuyla, mü’min, namuslu ve ahlaksızlıktan uzak olan kadınlara iffetsizlik isnat etmemelidir. Böyle bir iftira aile ve toplum kullarını lekeli göstermenin büyük cezasını, buna cesaret edenler elbette çekeceklerdir.
Rabbimiz hepimizi bütün günahlara yaklaşmaktan korusun. (Amin!)
Peygamberimizin olgunluğu ve ahlakı
Bilindiği gibi, insanlara ait olgunluk halleri başlıca iki kısımdır. Bir kısmı (insanın iradesine bağlı olmayı insanın doğuştan sahib olduğu kemallerdir! Asalet, güzel biçim, akıl ve zekâ üstünlükleri gibi… Diğer kısmı da, insanların tamamen istekleri ve çalışıp kazanmaları ile elde edilen kemallerdir. İlim ve irfan sahibi olmak, doğruluk, emanet, tevazu, zühd ve takva gibi güzel huylar edinmek bu kısımdandır.
Bu iki kısım kemallerden yalnız biri veya birkaçı bir insanda bulunursa, ona büyük bir şeref verir, onun için bir öğünme sebebi olur. Ya bu kemallerin hepsi bir insanda toplanırsa, artık onun ne kadar büyük bir şerefe ve yüksek bir mertebeye ulaşmış olduğunu düşünmelidir. İşte Hazret-i Peygamber Efendimizde bu iki kısım kemallerin tümü ve güzelliklerin hepsi pek yüksek bir şekilde toplanmıştır. Bunlardan başka Peygamberlik şerefine de kavuşmuştur. O’nun çok yüksek güzel huylarından bazılarını kısaca anlatacağız:
Hazret-i Peygamber’in Asaleti
Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz Kureyş kabilesinden ve Haşim ailesinden gelmiştir. Kureyşîler ise, Hazret-i İsmail’in soyundan bulundukları için pek büyük bir asalet ve şeref sahibidirler. Bununla beraber, öteden beri en kutsal bir mabed olan Kabe’nin hizmet ve idare işlerini yürütüyorlardı. Daima başkanlık görevinde bulunmuşlardır. İşte Peygamber Efendimiz böyle şerefli bir kavme ve seçkin bir aileye bağlı idi. Bu bağlılık da, O’nun başarısına yardım etmiştir.
İslam’da sakalın yeri – 4 mezhebe göre sakalı tıraş etmenin hükmü
Allah’u Teala Nisa Suresi 118 ve 119. Ayetik erimlerinde mealen buyuruyor ki:
“(Onlar öyle bir şeytana tapmaktadırlar ki,;) Allah ona lanet etmiştir. O da (Allah’a karşı) demiştir ki: (Senin izzet ve celaline) andolsun ki, elbette senin kullarından kesin olarak belirlenmiş bir nasip edineceğim! Ondolsun ki; mutlaka onları (doğru yoldan) saptır(maya çalış)acağım! Kaem olsun ki; kesinlikle onları umutlandır(mak üzere uzun yaşayacakları ve dirilip azapla karşılaşmayacakları gibi asılsız kuruntulara boğ)acağım!
Yemin olsun ki; muhakakkak onlara emredeceğim de hemen davarların kulaklarını çokça yaracaklar. Yine andolsun ki; elbette onlara emredeceğim de hemen Allah’ın yaratılışını (tümüyle veya kısmen) değiştirecekler (Ve köleleri burma, dövme yaptırma ve sakal kesme gibi suretlerle Allah’ın yarattığı şekle müdahale edecekler) Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı bir dost edinirse muhakkak ki o pek açık bir zararla hüsrana uğramıştır. (Zira Allah’In rızasını bırakıp şeytanın rızasını tercih ederek, cenneteki yerini cehennemdeki yeriyle değiştirmişlerdir.)
Ayeti Celilede İblis’in sözü olarak geçen: “Allah’ın yaratılışını değiştirme” ifadesinden ne kastedildiği hakkında müfessirler iki görüş serdetmişlerdir:
1- Sa’id İbni Cübeyr ve Hasen-i Basri (Radıyallahu Anhüma) gibi tabi’inin ileri gelenerinden nakledilen görüş, bunun: “Allah’ın dinini değiştirme” manasında oluşudur ki, bu yak afir olan kişinin, Allah’u Teala’Nın kendisinden kal-u bela’da aldığı sözü bozarak, yaratıldığı İslam fıtratını değiştirmesi olarak yorumlanmış veya sonradan helali harama, haramı da helale çevirerek yapmış olduğu değiştirmeyle tefsir edilmiştir.
2- Buradaki “değiştirme” insanın, şeytanın isteği doğrultusunda kendisini Allah’u Teala’nın yasakladığı birtakım şekillere sokmasıdır ki, (sıhhi zaruret dışında) estetik yaptırmak, peruk takmak, dövme yapmak, hayvanları burmak, livata yapmak, lezbiyenlik, kadının erkek elbisesi-erkeğin kadın elbisesi giymesi, kadının erkeğe- erkeğin akdına benzemesi, kadını saçını tıraş etmesi ve erkeğin sakalını kesmesi gibi bazı yasaklar, Allah’u Teala’nın yarattığı fıtratı değiştirmeye örnek olarak zikredilmiştir.
Evet! Sakalı traş etmek fıtrat-ı tağyire girmekte ve dört mezhebe göre haram kabul edilmektedir: Nitekim El-Menhelü’l-‘azbul Mevrud” isimli kitapta şöyle zikredilmiştir: “Sakal tıraşı müçtehid imamlar olan Ebu Hanife, İmam-ı Malik, İmam-ı Şafi ve İmam-ı Ahmed (Rahimehumullah) ve diğerleri indinde haramdır. Ayet ve hadislerden hüküm çıkarma görevinde bulunan bütün fukahanın sözleri sakal tıraşının haram olduğu hakkında açıktır.” (el-Menhel:1/186-188)
MEZHEP İMAMLARININ GÖRÜŞLERİ
1- HANEFİ MEZHEBİ: Hanefi fıkhının muteber kitaplarından “ed-Durru’l Muhtar”da zikredildiğine göre:
“Erkeğin sakalını kesmesi haramdır.”(5/261)
Ayrıca “Fethu’l Kadir”de, Zeyla’i (Rahimehullah)ın “Kenz Şerhi”nde Şurumbulali (Rahimehullah)ın “Dürer Haşiyesi”inde ve Hanefi büyüklerinin daha nice eserlerinde bu fetva yer almaktadır.
2- MALİKİ MEZHEBİ: Maliki imamlarından Ebu’l Hasen (Rahimehullah)ın “Şerhu’r Risale”sinde ve ‘Adevi (Rahimehullah)ın ona yaptığı haşiyesinde zikredildiğine göre:
“Sakalı tıraş haram olduğu gibi müsle (bir uzvu kesme) sayıldığı takdirde kısaltmak da haramdır.”
3- ŞAFİİ MEZHEBİ: Allame Şeyh Ahmed İbni Kasım el-Abbadi (Rahimehullah) “Tuhftu’l Minhac fi Şerhi’l Minhac” isimli esere yaptığı haşiyesinde Akika bahsinin sonunda şöyle buyurmuştur:
“Şifi ulemasının büyüklerinden İmam-ı Rafi’i ve İmam-ı Nevevi (Rahimehullah): “Sakalı tıraş etmek mekruhtur” demişlerse de “Kafiye Şerhi”nde İbnu’-Rif’a (Rahimehullah) buna itiraz ederek, İmam-ı Şafi (Rahimehullah)ın ‘Ümm isimli eserinde sakalı tıraş etmenin haram olduğuna dair fetva verdiğini bildirmiştir.”
4- HANBELİ MEZHEBİ: Allame Şeyh Muhammed Es-Sefarini el-Hanbeli (Rahimehullah) “Menzumetü’l-Adab” şerhi “Gizaü’l-Elbab” da:
“Hanbeli mezhebinde güvenilir fetva, sakal tıraşının haram oluşudur.” Demiştir.
Ayrıca “el-İkna” kitabında da. “Sakal tıraşı haramdır” diye zikredilmiştir. Allame Şeyh Mansur İbni Yunus (Rahimehullah) “Münteha şerhi”nde de böylece zikretmiştir.
Sakalda sünnet olan miktar ise bir tutam olmasıdır. Nitekim Amr ibni Şuayb’ın babasındandan, onunda dedesinden (Radıyallahu anhum) rivayetine göre:
“Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sakalının eninden ve boyundan (bir tutamdan fazlasını) alırdı.” (Tirmizi, Edeb:17, no:2762, 5/94)
Görüldüğü gibi sakalı tıraş etmenin bütün mezheplerde hükmü açıktır. “Sakal adettir” gibi yaklaşımlar işlenen bir günahın üzerini örtme, vebalden kurtulmak için çıkış yolu arama çabasıdır.
www.ismailaga.info
Cübbeli Ahmet Hoca - Sarık ve Sakal Konulu Eski Sohbet
Salavât-ı Şerîfenin Fazilet ve Önemi
Salavat getirmeyi bilmeyenimiz elbette
yoktur; ama onun kıymetini ve faziletini, bize ne faydalar sağlayacağını
bilmeyenimiz sanırım çoktur. Bu vesileyle; âyet ve hadislerle, bir takım
kıssalarla, Efendimize salavat getirmenin önemi ve lüzûmundan kısaca da olsa
bahsedelim. Öncelikle şunu bilelim ki; okuduğumuz her salavât-ı şerife Efendimize mutlaka ulaşıyor ve bundan haberdar ediliyor. Bunun için Allâh-u Teâlâ’nın görevlendirdiği melekler vardır. Bu salavâtı alıp Efendimize götürürler ve falanca oğlu filancanın Size selamı var derler. Nitekim Efendimiz: “Yeryüzünde Allah’ın seyyah melekleri vardır. Onlar ümmetimin selâmını (anında) Bana tebliğ ederler.” (Nesai, sehv 46) buyurmuştur. Bu ne büyük bir nimettir ki, en büyük Şefaatçimiz bundan haberdar oluyor. O halde ne kadar çok salavat getirirsek, Efendimize arz edilen listede o kadar çok ismimiz geçecek. Bu vesileyle arada bir nevi ünsiyet ve yakınlık hasıl olur ki, bu ne büyük bahtiyarlık ve ne büyük bir ahiret sermayesidir. Öyleyse vaktimizi boş lakırdılarla, lüzumsuz mevzularla geçirmeyip, salavatla meşgul olalım. Çünkü bu dünyada çok salavat getirenler, ahirette Efendimize en yakın kimselerden olmaya hak kazanırlar. Zira Abdullah İbni Mesud (Radıyallâhü Anh)’ın naklettiği bir hadîsi şerifte Efendimiz: “Ahirette Bana insanların en yakını, Bana en çok salavat okuyanlardır.” buyurmuştur. Ki, o mahşer gününde herkesin “Nefsî, nefsî” dediği ve kendisinden başka hiç kimseyi düşünemediği o hengâmede, o can pazarında, “Makâm-ı Mahmud”un sahibi olan Hz. Muhammed Mustafa (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’e yakın olmak, hiç şüphe yok ki ne büyük bir kurtuluştur. Mahşerde Ona yakın olmak demek; Cennete yakın, Cehenneme ise uzak olmaktır. Salavât-ı şerifeye devam etmek, sadece ahirette değil, dünyada da insanı zor durumdan kurtarıp selamete ulaştırır. Kitaplarda bununla alâkalı pek çok ibretli kıssalar nakledilmiştir. Rivayet edilir ki:“Tebe-i tâbiin büyüklerinden olan, aynı zamanda büyük bir fâkih ve muhaddis olan Süfyan-ı Sevrî hazretleri, bir hac mevsiminde mukaddes topraklarda iken bir adam dikkatini çekti. Bu adam devamlı Peygamber Efendimize salavât-ı şerife okuyordu. Öyle ki Arafat’ta, Müzdelife’de ve sair mübarek mekânların hepsinde dilinden salavât-ı şerifeyi düşürmüyordu. Halbuki her makamın kendine has bir duâsı vardı.Süfyan-ı Sevrî hazretleri o kimseye yanaşarak sordu:- Ey fülan kişi! Her makamın bir duâsı ve tesbihi vardır. Halbuki sen; duâyı, tesbihi ve tehlili bırakmış, bütün makamlarda salavât-ı şerife okuyorsun. Okunacak duâları bilmediğin için mi böyle yapıyorsun, yoksa bu hususta bildiğin başka bir şey mi var? - Özür dilerim, sizin kim olduğunuzu öğrenebilir miyim?- Bana Süfyan-ı Sevrî derler.Adam bu ismi duyunca hemen yumuşadı ve hürmetlerini beyan ettikten sonra:- Eğer bu zamanın seçkin bir simâsı ve büyük bir âlim olmasaydınız, size halimi anlatmaz ve sırrımı da açıklamazdım, diyerek başından geçenleri anlatmaya başladı:- Babamla birlikte Hac etmek üzere Horasan diyarından yola çıktık. Yolculuk gerçekten zor ve meşakkatli geçiyordu. Babamın yaşı bir hayli ilerlemiş olduğundan, bu meşakkatlere tahammül edemedi ve yolda hastalandı. Bir konaklama yerinde mola verilince orada babamın tedavisiyle meşgul oldum, fakat ne yaptımsa çare olmadı ve emri Hak vaki olup babam orada vefat etti. Böyle bir durumda benim ne kadar zor durumda kaldığımı sanırım tahmin edersiniz? Memleketimizden çok uzaklarda, gurbet elde babamı kaybediyordum. Yolculuğa beraber çıkmıştık, fakat tek başıma Hac edecek ve tek başıma memlekete geri dönecektim. Kafile yola çıkmadan evvel, bir an önce babamın teçhiz ve tekfin işlerini halletmek üzere dışarı çıktım. Gerekli olan işleri yaptıktan sonra geri döndüm, babamın üzerindeki örtüyü kaldırınca bir de ne göreyim? Aman Ya Rabbi! Babamın yüzü zift gibi kararmış simsiyah olmuş…Öyle üzüldüm, öyle perişan oldum ki anlatamam. Babamın böyle bir halde ahirete gitmesine mi yanayım, yoksa milletin -yüzü simsiyah olmuş bir cenaze için- neler söyleyeceğine mi?.. Bu yaban ellerinde derdimi kime anlatacak, bu durumu kime, nasıl açıklayacaktım? Öyle ya, böyle adamın cenazesini kim kılardı ki… Son derece çaresizlik ve üzüntü içerisinde ağlamaya başladım. İşte bu halde ağlaya ağlaya uyumuşum.O esnada bir rüya gördüm. Ben yine babamın başında üzüntülü bir şekilde ne yapacağımı bilemez bir halde beklerken, yanıma yüzü pırıl pırıl, nur gibi bir zat geldi. Babamın üzerindeki örtüyü hafifçe kaldırdı ve elini babamın yüzüne sürdü. Sonra örtüyü tekrar kapatıp bana döndü ve tatlı bir şekilde tebessüm ederek: “Üzülme! Allâh-u Teâlâ bu belayı başınızdan izâle etti.” dedi ve dönüp gitti.Ben hemen babamın üzerindeki örtüyü kaldırıp baktım ki, ne göreyim? Babamın yüzündeki o siyahlık gitmiş ve ayın on dördü gibi parlıyordu. Öylesine sevindim, öylesine mutlu oldum ki anlatamam. Derhal o zatın peşinden koşup durumu öğrenmek istedim. Ona ulaşınca:- Ey Allah’ın güzel kulu! Beni gurbet elde çaresizlikten kurtardın. Kimsin Sen?- Beni tanımadın mı? Ben Allah’ın Resûlü (Muhammed Mustafa)’yım (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem).Bunu duyunca derhal Efendimizin mübarek ayaklarına kapandım ve bu olanların sebebi hakkında beni aydınlatmasını rica ettim. Bunun üzerine Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm buyurdu ki:- Senin baban, bazı haramları irtikâb eden bir kimse idi. Lakin güzel bir adeti vardı. Her gün mutlaka Bana yüz defa salavât-ı şerife okurdu. İşte bu salavat hürmetine Allâh-u Teâlâ babanın sûretini tekrar eski haline tebdil etti. Ben, salavat okuyanların imdadına koşar, onlara şefaat ederim.Uykudan uyandığımda hâlâ bu rüyanın etkisindeydim. Üzerimdeki ağırlık tamamen kalkmıştı ve içimde bir ferahlık vardı. Fakat birden duraksadım ve tedirgin oldum. Çünkü bu gördüklerim sadece bir rüya idi. Acaba babamın yüzü gerçekten eski haline dönmüş müydü, yoksa değişen bir şey yoktu da, bu sıradan bir rüya mıydı?Büyük bir tedirginlik ve heyecanla babamın yüzündeki örtüyü kaldırdığım zaman gördüm ki, gerçekten babamın yüzü eski haline dönmüş ve ayın on dördü gibi parlıyordu. Rabbime öylesine şükrettim, öylesine hamdettim ki... Benden, babamın vefatının üzüntüsü tamamen gitti ve yerini sevince bıraktı.İşte ben o zamandan beri, farzları edâ ettikten sonra devamlı Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm’a salavat getirmekle meşgul olurum.”Şimdi bu ibretli kıssayı okuduktan sonra, bu konuda başka hiçbir şey söylenmese dahi, salavâtı şerife getirmenin ne kadar lüzumlu ve önemli olduğunu anlamak açısından sanırım yeter de artar... Kur’an-ı Kerîm’e baktığımızda, Mevlâ Teâlâ hazretleri: "Namazınızı kılınız, zekâtınızı veriniz." şeklinde, pek çok emri doğrudan verdiğini görüyoruz. Ama Efendimize salavâtı şerife getirmeyi emrederken doğrudan emretmiyor ve şöyle buyuruyor: “Muhakkak ki, Allâh-u Teâlâ ve melekleri Nebiye salât ederler. Ey iman edenler siz de Nebiye salât ve selâm edin.” (Ahzab: 56) âyeti kerimede açıkça görüldüğü üzere Mevlâ Teâlâ Hazretleri evvela bizzat Kendisinin, sonra meleklerin salât ettiğini beyan buyurup, sonra bütün müminlere salât etmelerini emrediyor. Böylece âyeti kerimedeki bu ifadeden, salavat getirmenin ehemmiyetini ve önemini daha iyi anlamış oluyoruz. Ayrıca Efendimiz (Aleyhissalâtü Vesselâm)’ın ismini işiten her mü’mine, salavat getirmenin vâcip olduğuna bu âyet delalet ediyor. Dolayısıyla Efendimiz (Aleyhissalâtü Vesselâm)’ın ismi geçti mi, tâzim ve hürmetle hemen salavat getirmeliyiz. Çünkü salavat, Peygamberimize bağlılığın, muhabbetin ve teslimiyetin bir ikrarıdır. Bir hadîsi şerifte Efendimiz (Aleyhissalâtü Vesselâm): “Gerçek cimri, yanında zikrim geçtiği halde Bana salavat okumayandır.” buyurmuştur. Hidayetimizin yegâne sebebi olan Resûlüllah’a, ismi geçtiğinde, şu iman nimetinin bir teşekkürü olarak salavat getirmemek ne büyük bir cimriliktir… Bu cimriliği ve nankörlüğü yapanlar için Efendimiz buyurdu ki: “Yanında adım zikrolunup ta Bana salavat getirmeyen kimsenin burnu sürtülsün.” (Tirmizi, Daavat, 100) Salavat getirenleri ise Efendimiz şöyle müjdeliyor: “Kim Bana (bir kere) salât okursa Allah da ona on kere salât okur ve on günahını affeder, (mertebesini) on derece yükseltir.” Yine bu ayetteki maksatlardan biride Allah-u Teala kullarına Peygamberinin yücelerin yücesindeki mevkiini haber veriyor ve Onu Kendisine yakın meleklerin yanında övdüğünü meleklerin de Onun için mağfiret dilediklerini beyan ediyor. Ki ulvi ve süfli alemin varlıkları Ona övgü ve senada ittifak edip birleşsinler. Salat nedir? denilirse; İmam-ı Mücahid’e göre Allahtan salat, tevfik ve ismettir. Melek-lerden yardım, ümmetten ise ittibadır. Seyyid Şerif’e göre ise salat; Allah’tan rahmet meleklerden istiğfar, müminlerden hayır duadır. Efendimize tazimdir. Salavat getirmenin Fıkhî hükmüne gelince; ömürde bir defa getirmek vaciptir. Salavat getirmeyenin zimmetinde bu bir borç olarak kalır, mutlaka getirmek gerekir. Bazı alimlere göre ise, her sohbet meclisinde en az bir kere getirmek vaciptir” ki, Fetva bunun üzerinedir. Denildi ki: Tıpkı tilavet secdesi gibi, bir mecliste bir kere getirilmesi yeterlidir. Tabi şunu da ifade etmek gerekirse, Mesela bir mecliste secde ayeti, birkaç kere tekrarlanarak okunursa bir secde yapmak yeterlidir, fazlası mekruhtur. Amma salavatı şerife de ise, Efendimiz’in her ismi tekrarlanışında salavat getirmek müstahsendir. Güzel görülmüştür. Ebu Saidi’l-Hudri (R.A) buyurdu ki: “Bir cemaat bir mecliste Efendimize Salavat getirmezse cennete girseler dahi, bundan sebep yine pişmanlık duyacaklardır” Hasan-ı Basri Hazretleri derki: “Rüyamda Ebu İsmetî gördüm ve kendisine ‘Rabbin Sana nasıl muamelede bulundu?’diye sordum, şu cevabı verdi. ‘Rabbim beni bağışladı.’ ‘Hangi sebepten dolayı?’ ‘Ben ne zaman bir Hadis-i Şerif zikrettimse mutlaka Efendimize Salat-ü selam getirdim ve bunun sayesinde Allah beni bağışladı.’ Amr İbni Rabia (Radıyallâhü Anh) anlatıyor: Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm buyurdu ki: “Bana salât okuyan bir mü’min yoktur ki ona melekler rahmet duâsı etmemiş olsun. Bu Bana salavat okuduğu müddetçe devam eder. Öyleyse kul bunu ister az, ister çok yapsın!” Ubey İbni Ka’b hazretleri bir keresinde Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm’a sordu.- Ey Allahın Resûlü! Ben Sana çok salavât getiriyorum, buna vaktimin ne kadarını ayırayım?- Dilediğin kadarını?- Dörtte biri nasıl?- Dilediğin kadar yap, artırırsan senin için daha hayırlıdır.- Yarı olsa?- Dilediğin kadar yap artırırsan senin için daha hayırlıdır.- Üçte ikisi nasıl?- Dilediğin kadar yap artırırsan senin için daha hayırlıdır.Bütün vakitlerimde Sana salât okusam?- Bu takdirde üzüntün gider, günahın mağfiret olunur (yani o zaman zaten bütün sıkıntıların gider, duâ etmene de gerek kalmaz). Bir başka rivayette ise: “O zaman Allah bunu senin için dünya ve ahirette zor olan şeylere kâfi kılar.” buyurdu. Demek çok salavat getirmek; günahların affedilmesine, insanın üzüntü ve sıkıntılardan kurtulmasına sebeptir. Tüm bu hadîsi şeriflerden hareketle, tasavvuf erbâbı mâlum farzları ve sünnetleri yerine getirdikten sonra, kişi gücü yettiğince ve bu durum kendisini dünya işlerinden alıkoymayacak şekilde, vaktinin tamamını Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’a, salavatla meşguliyete ayırmasını müstehap saymışlardır. Öyleyse, dillerimiz Efendimize salavat getirmekle her daim ıslak kalsın… Rabbim getirdiğimiz salavatlar hürmetine, bizleri dünyada da ahirette de her türlü sıkıntı, bela ve musibetten muhafaza eyleyip, Habîbinin şefaatine mazhar eylesin. Amin!Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ Âli Seyyidinâ Muhammed. Fî Emânillah!
Mustafa ÖZŞİMŞEKLER
|
Hangi dua-Ne zaman-Kaç kez okunmalı?
4444 kere
okunacak bir dua:
Salât-ı Tefriciye – Salât-ı Nariye
“Allâhümme salli salâten kâmilaten ve sellim selâmen tâmmen alâ seyyidinâ Muhammedinillezi tenhallü bihil’ukadü, ve tenfericü bihil’kürabü, vetükdâ bihil’havâicü, ve tünâlü bihir’regâibü, ve hüsnül’havâtimi, ve yüsteskal’ğamâmü bivechihil’ke’imi ve alâ âlihi ve sahbihî fî külli lemhatin ve nefesin biaded-i külli mâlûmin lek.” İmamı Kurtubî Hazretleri şöyle demiş:
“Bir kimse, çok önemli bir işinin veya önemli bir dileğinin gerçekleşmesini, ya da üzerinde devam edip duran büyük bir belanın üzerinden çekilip gitmesi (kalkması) için, “Salât-ı Tefriciye”yi 4444 defa okuyup, bu mübârek Saâtü Selâm ile Yüce Peygamberimizi vesile edinse, hiç şüphe ve tereddüt yoktur ki, Yüce Allah, o kulunun istek ve muradının olması için hayırlı bir kapı açar, hayırlı bir sebep yaratır ve ona muradını verir .”
Salât-ı Tefriciye – Salât-ı Nariye
“Allâhümme salli salâten kâmilaten ve sellim selâmen tâmmen alâ seyyidinâ Muhammedinillezi tenhallü bihil’ukadü, ve tenfericü bihil’kürabü, vetükdâ bihil’havâicü, ve tünâlü bihir’regâibü, ve hüsnül’havâtimi, ve yüsteskal’ğamâmü bivechihil’ke’imi ve alâ âlihi ve sahbihî fî külli lemhatin ve nefesin biaded-i külli mâlûmin lek.” İmamı Kurtubî Hazretleri şöyle demiş:
“Bir kimse, çok önemli bir işinin veya önemli bir dileğinin gerçekleşmesini, ya da üzerinde devam edip duran büyük bir belanın üzerinden çekilip gitmesi (kalkması) için, “Salât-ı Tefriciye”yi 4444 defa okuyup, bu mübârek Saâtü Selâm ile Yüce Peygamberimizi vesile edinse, hiç şüphe ve tereddüt yoktur ki, Yüce Allah, o kulunun istek ve muradının olması için hayırlı bir kapı açar, hayırlı bir sebep yaratır ve ona muradını verir .”
Şefaat var mıdır? Şefaat hakkında ayet ve hadisler
Şefaat meselesi inkar edilen hususlardandır. Şefaatin olmadığını Kur’an-ı Kerimden delil olarak getirdikleri ayetlere dayandırarak iddia ederler. Şimdi o ayetlerin aslına kendilerini nasıl haksız çıkarttığını göreceğiz.
ŞEFAAT NEDİR?
Öncelikle şefaatin ne olduğunu anlayalım. Şefaat, sözlükte: tek olan bir şeyi dengi veya benzeriyle çift hale getirmek, bir başkası adına ricada bulunmak, bir suçlunun af edilmesi için aracı olmak, birinin önüne düşüp işini görmeye çalışmak, birinin aracılığını istemek, maddi ve manevi bir imkanı elde etmek için yetkilisi nezdinde aracılık yapmak” gibi manalara gelir.
Dini bir terim olarak ise: “ahirette peygamberlerin ve kendilerine şefaat yetkisi verilen kimselerin, bir müminin günahlarının affedilmesi veya daha yüksek derecelere ulaşması için Allah’a yalvarmaları, dua etmeleri, aracı olmaları” demektir.
Peygamberimizin Hanımları
Bilindiği gibi aile, bir toplum içinde en önemli kurumu oluşturmaktadır. Bu açıdan Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın aile hayatı, Müslümanların örnek almaları gereken ve şeriatın aile hayatına taalluk eden kısmına ışık tutacak en önemli hususlardan biridir. Allahu Teâlâ’nın Ahzâb sûresinde buyurduğu üzere Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bizim için en güzel örnek teşkil eden bir numûnedir.[1] Elbetteki aile hayatında da onun ve temiz eşlerinin yaşantısı bize ışık tutacak ve karşımıza çıkan ailevî meseleleri çözmemizde örnek olacaktır. İşte bu yüzden olsa gerek ki, Allahu Teâlâ Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın eşlerini ‘Mü’minlerin Anneleri’ diye vasfetmiştir.[2]
Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın evlilikleri ve eşleri hakkında Mübarekfûrî şöyle demektedir: “Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ye çeşitli amaçlar sebebiyle dörtten fazla evlenmesinin helal kılınması ümmetinden bir ayrıcalığı olduğu içindir. Allah Rasûlü’nün nikahladığı kadınların sayısı on üçtür. Bu hanımların ikisi onun vefatından önce, dokuzu da kendisinden sonra vefat etmiştir. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) iki hanımı ile de zifafa girmemiştir. Kendisinden önce vefat eden iki hanımı Hatice ve Zeynep binti Huzeyme’dir.”
Rasûlullah’ın hanımları nikahlanma sırasıyla şunlardır:
40 HADİS
40 HADİS
1
اَلدِّينُ النَّصِيحَةُ قُلْنَا: لِمَنْ )يَا رَسُولَ اللَّهِ ؟( قَالَ: لِلَّهِ وَلِكِتَابِهِ وَلِرَسُولِهِ وَلأئِمَّةِ الْمُسْلِمِينَ وَعَامَّتِهِمْ
(Allah Rasûlü) “Din nasihattır/samimiyettir” buyurdu. “Kime Yâ Rasûlallah?” diye sorduk. O da; “Allah’a, Kitabına, Peygamberine, Müslümanların yöneticilerine ve bütün müslümanlara” diye cevap verdi.
Müslim, İmân, 95.
2
اَلإِسْلاَمُ حُسْنُ الْخُلُقِ
İslâm, güzel ahlâktır.
Kenzü’l-Ummâl, 3/17, HadisNo: 5225.
3
مَنْ لاَ يَرْحَمِ النَّاسَ لاَ يَرْحَمْهُ اللَّهُ
İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.
Müslim, Fedâil, 66; Tirmizî, Birr, 16.
4
يَسِّرُوا وَلاَ تُعَسِّرُوا وَبَشِّرُوا وَلاَ تُنَفِّرُوا
Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.
Buhârî, İlm, 12; Müslim, Cihâd, 6.
5
إنَّ مِمَّا أدْرَكَ النَّاسُ مِنْ كَلاَمِ النُّبُوَّةِ:
إذَا لَمْ تَسْتَحِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ
İnsanların Peygamberlerden öğrenegeldikleri sözlerden biri de: “Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” sözüdür.
Buhârî, Enbiyâ, 54; EbuDâvûd, Edeb, 6.
6
اَلدَّالُّ عَلىَ الْخَيْرِ كَفَاعِلِهِ
Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir.
Tirmizî, İlm, 14.
7
لاَ يُلْدَغُ اْلمُؤْمِنُ مِنْ جُحْرٍ مَرَّتَيْنِ
Mümin, bir delikten iki defa sokulmaz.(Mümin, iki defa aynı yanılgıya düşmez)
Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63.
8
اِتَّقِ اللَّهَ حَـيْثُمَا كُنْتَ وَأتْبِـعِ السَّـيِّـئَةَ الْحَسَنَةَ تَمْحُهَا
وَخَالِقِ النَّاسَ بِخُلُقٍ حَسَنٍ
Nerede olursan ol Allah’a karşı gelmekten sakın; yaptığın kötülüğün arkasından bir iyilik yap ki bu onu yok etsin. İnsanlara karşı güzel ahlakın gereğine göre davran.
Tirmizî, Birr, 55.
9
إنَّ اللَّهَ تَعَالى يُحِبُّ إذَا عَمِلَ أحَدُكُمْ عَمَلاً أنْ يُتْقِنَهُ
Allah, sizden birinizin yaptığı işi, ameli ve görevi sağlam ve iyi yapmasından hoşnut olur.
Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, 1/275; Beyhakî, fiu’abü’l-Îmân, 4/334.
10
اَلإِيمَانُ بِضْعٌ وَسَبْعُونَ شُعْبَةً أفْضَلُهَا قَوْلُ لاَ إِلهَ إِلاَّاللَّهُ وَأدْنَاهَا إِمَاطَةُ اْلأذَى عَنِ الطَّرِيقِ وَالْحَيَاءُ شُعْبَةٌ مِنَ اْلإِيـمَانِ
İman, yetmiş küsur derecedir. En üstünü “Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)” sözüdür, en düşük derecesi de rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Haya da imandandır.
Buhârî, Îmân, 3; Müslim, Îmân, 57, 58.
11
مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ فَبِلِسَانِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ فَبِقَلْبِهِ وَذَلِكَ أضْعَفُ اْلإِيـمَانِ
Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.
Müslim, Îmân, 78; Ebû Dâvûd, Salât, 248.
12
عَيْنَانِ لاَ تَمَسُّهُمَا النَّارُ: عَيْنٌ بَـكَتْ مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَعَيْنٌ
بَاتَتْ تَحْرُسُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ
İki göz vardır ki, cehennem ateşi onlara dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan göz, bir de gecesini Allah yolunda, nöbet tutarak geçiren göz.
Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 12.
13
لاَ ضَرَرَ وَلاَ ضِرَارَ
Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur.
İbn Mâce, Ahkâm, 17; Muvatta’, Akdıye, 31.
14
لاَ يُؤْمِنُ أحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لأخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ
Hiçbiriniz kendisi için istediğini (mü’min) kardeşi için istemedikçe (gerçek) iman etmiş olamaz.
Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71.
15
اَلْمُسْلِمُ أخُو الْمُسْلِمِ لاَ يَظْلِمُهُ وَلاَ يُسْلِمُهُ مَنْ كَانَ فِي حَاجَةِ أخِيهِ كَانَ اللَّهُ فِي حَاجَتِهِ وَمَنْ فَرَّجَ عَنْ مُسْلِمٍ كُرْبَةً فَرَّجَ اللَّهُ عَنْهُ بِهَا كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَمَنْ سَتَرَ مُسْلِمًا سَتَرَهُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir müslümanı(n kusurunu) örterse, Allah da Kıyamet günü onu(n kusurunu) örter.
Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58.
16
لاَ تَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى تُؤْمِنُوا وَلاَ تُؤْمِنُوا حَتَّى تَحَابُّوا
İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız.
Müslim, Îmân, 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme, 56.
17
اَلْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ النَّاسُ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ
Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.
Tirmizî, Îmân, 12; Nesâî, Îmân, 8.
18
لاَ تَبَاغَضُوا وَلاَ تَحَاسَدُوا وَلاَ تَدَابَرُوا وَكُونُوا عِبَادَ اللَّهِ إخْوَانًا
وَلاَ يَحِلُّ لِمُسْلِمٍ أنْ يَهْجُرَ أخَاهُ فَوْقَ ثَلاَثِةِ اَيَّامٍ
Birbirinize buğuz etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın kulları, kardeş olun. Bir müslümana, üç günden fazla (din) kardeşi ile dargın durması helal olmaz.
Buhârî, Edeb, 57, 58.
19
إنَّ الصِّدْقَ يَهْدِي إلَى الْبِرِّ وَ إنَّ الْبِرَّ يَهْدِي إلَى الْجَنَّةِ وَإنَّ الرَّجُلَ لَيَصْدُقُ حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللَّهِ صِدِّيقًا وَ إنَّ الْكَذِبَ يَهْدِي إلَى الْفُجُورِ وَ إنَّ الْفُجُورَ يَهْدِي إلَى النَّارِ وَ إنَّ الرَّجُلَ لَيَـكْذِبُ حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللَّهِ كَذَّابًا
Hiç şüphe yok ki doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğru sözlü) diye yazılır. Yalancılık kötüye götürür. Kötülük de cehenneme götürür. Kişi yalan söyleye söyleye Allah katında kezzâb (çok yalancı) diye yazılır.
Buhârî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103, 104.
20
لاَ تُمَارِ أخَاكَ وَلاَ تُمَازِحْهُ وَلاَ تَعِدْهُ مَوْعِدَةً فَتُخْلِفَهُ
(Mümin) kardeşinle münakaşa etme, onun hoşuna gitmeyecek şakalar yapma ve ona yerine getirmeyeceğin bir söz verme.
Tirmizî, Birr, 58.
21
تَبَسُّمُكَ فِي وَجْهِ أخِيكَ لَكَ صَدَقَةٌ وَأمْرُكَ بِالْمَعْرُوفِ وَ نَهْيُكَ عَنِ الْمُنْكَرِ صَدَقَةٌ وَإِرْشَادُكَ الرَّجُلَ فِي أرْضِ الضَّلاَلِ لَكَ صَدَقَةٌ وَإِمَاطَتُكَ الْحَجَرَ وَالشَّوْكَ وَالْعَظْمَ عَنِ الطَّرِيقِ لَكَ صَدَقَةٌ
(Mümin) kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır.
Tirmizî, Birr, 36.
22
إِنَّ اللَّهَ لاَ يَنْظُرُ إِلَى صُوَرِكُمْ وَأمْوَالِكُمْ وَلـكِنْ يَنْظُرُ إِلَى قُلُوبِكُمْ وَأعْمَالِكُمْ
Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.
Müslim, Birr, 33; ‹bn Mâce, Zühd, 9;
Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539.
23
رِضَى الرَّبِّ في رِضَى الْـوَالِدِ وَسَخَطُ الرَّبِّ في سَخَطِ الْـوَالِدِ
Allah’ın rızası, anne ve babanın rızasındadır.
Allah’ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir.
Tirmizî, Birr, 3.
24
ثَلاَثُ دَعَوَاتٍ يُسْتَجَابُ لَهُنَّ لاَ شَكَّ فِيهِنَّ:
دَعْوَةُ الْمَظْلُومِ، وَدَعْوَةُ الْمُسَافِرِ ، وَدَعْوَةُ الْوَالِدِ لِوَلَدِهِ
Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir:
Mazlumun duası, yolcunun duası ve babanın evladına duası.
İbn Mâce, Dua, 11.
25
مَا نَحَلَ وَالِدٌ وَلَدًا مِنْ نَحْلٍ أَفْضَلَ مِنْ أدَبٍ حَسَنٍ
Hiçbir baba, çocuğuna, güzel terbiyeden daha üstün bir
hediye veremez.
Tirmizî, Birr, 33.
26
خِيَارُكُمْ خِيَارُكُمْ لِنِسَائِهِمْ
Sizin en hayırlılarınız, hanımlarına karşı en iyi davrananlarınızdır.
Tirmizî, Radâ’, 11; ‹bn Mâce, Nikâh, 50.
27
لَيْس مِنَّا مَنْ لَمْ يَرْحَمْ صَغِيرَنَا وَيُوَقِّرْ كَبِيرَنَا
Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı
göstermeyen bizden değildir.
Tirmizî, Birr, 15; Ebû Dâvûd, Edeb, 66.
28
كَافِلُ الْيَتِيمِ لَهُ أوْ لِغَيْرِهِ أنَا وَ هُوَ كَهَاتَيْنِ فيِ الْجَنَّةِ وَأشَارَ بِالسَّبَّابَةِ وَالْوُسْطَى
Peygamberimiz işaret parmağı ve orta parmağıyla işaret ederek: “Gerek kendisine ve gerekse başkasına ait herhangi bir yetimi görüp gözetmeyi üzerine alan kimse ile ben, cennette işte böyle yanyanayız” buyurmuştur.
Buhârî, Talâk, 25, Edeb, 24; Müslim, Zühd, 42.
29
اِجْتَنِبُوا السَّبْعَ الْمُوبِقَاتِ قَالُوا يَا رَسُولَ للهِ وَمَا هُنَّ قَالَ: اَلشِّرْكُ بِاللَّهِ وَالسِّحْرُ وَ قَتْلُ النَّفْسِ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إلاَّ بِالْحَقِّ وَأكْلُ الرِّبَا وَأكْلُ مَالِ اْليَتِيمِ وَالتَّوَلِّي يَوْمَ الزَّحْفِ وَقَذْفُ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلاَتِ الْمُؤْمِنَاتِ
(İnsanı) helâk eden şu yedi şeyden kaçının. Onlar nelerdir ya Resulullah dediler. Bunun üzerine: Allah’a şirk koşmak, sihir, Allah’ın haram kıldığı cana kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, suçsuz ve namuslu mümin kadınlara iftirada bulunmak buyurdu.
Buhârî, Vasâyâ, 23, Tıbb, 48; Müslim, Îmân, 144.
30
مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلاَ يُؤْذِ جَارَهُ وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلْيُكْرِمْ ضَيْفَهُ وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْرًا أوْ لِيَصْمُتْ
Allah’a ve ahiret gününe imân eden kimse, komşusuna eziyet etmesin. Allah’a ve ahiret gününe imân eden misafirine ikramda bulunsun. Allah’a ve ahiret gününe imân eden kimse, ya hayır söylesin veya sussun.
Buhârî, Edeb, 31, 85; Müslim, Îmân, 74, 75.
31
مَا زَالَ جِبْرِيلُ يُوصِينِي بِالْجَارِ حَتَّى ظَنَنْتُ أنَّهُ سَيُوَرِّثُهُ
Cebrâil bana komşu hakkında o kadar çok tavsiyede bulundu ki;
ben (Allah Teâlâ) komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.
Buhârî, Edeb, 28; Müslim, Birr, 140, 141.
32
اَلسَّاعِي عَلَى الأرْمَلَةِ وَالْمِسْكِينِ كَالْمُجَاهِدِ فِي سَبِيلِ اللَّهِ
أوِ الْقَائِمِ اللَّيْلَ الصَّائِمِ النَّهَارَ
Dul ve fakirlere yardım eden kimse, Allah yolunda cihad eden
veya gündüzleri (nafile) oruç tutup, gecelerini (nafile) ibadetle
geçiren kimse gibidir.
Buhârî, Nafakât, 1; Müslim, Zühd, 41;
Tirmizî, Birr, 44; Nesâî, Zekât, 78.
33
كُلُّ ابْنِ آدَمَ خَطَّاءٌ وَخَيْرُ الْخَطَّائِينَ التَّوَّابُونَ
Her insan hata eder.
Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir.
Tirmizî, Kıyâme, 49; İbn Mâce, Zühd, 30.
34
عَجَبًا لأمْرِ الْمُؤْمِنِ إِنَّ أمْرَهُ كُلَّهُ خَيْرٌ وَلَيْس ذَاكَ لأحَدٍ إِلاَّ لِلْمُؤْمِنِ: إِنْ أصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَـكَرَ فَـكَانَ خَيْرًا لَهُ وَإِنْ أصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَـكَانَ خَيْرًا لَهُ
Mü’minin başka hiç kimsede bulunmayan ilginç bir hali vardır; O’nun her işi hayırdır. Eğer bir genişliğe (nimete) kavuşursa şükreder ve bu onun için bir hayır olur. Eğer bir darlığa (musibete) uğrarsa sabreder ve bu da onun için bir hayır olur.
Müslim, Zühd, 64; Dârim”, Rikâk, 61.
35
مَنْ غَشَّـنَا فَلَيْس مِنَّا
Bizi aldatan bizden değildir.
Müslim, Îmân, 164.
36
لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ نَمَّامٌ
Söz taşıyanlar (cezalarını çekmeden ya da affedilmedikçe)
cennete giremezler.
Müslim, Îmân, 168; Tirmizî, Birr, 79.
37
أعْطُوا الأجِيرَ أجْرَهُ قَبْلَ أنْ يَجِفَّ عَرَقُهُ
İşçiye ücretini, (alnının) teri kurumadan veriniz.
İbn Mâce, Ruhûn, 4.
38
مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَغْرِسُ غَرْسًا أوْ يَزْرَعُ زَرْعًا فَيَـأكُلُ مِنْهُ
طَيْرٌ أوْ إِنْسَانٌ أوْ بَهِيمَةٌ إِلاَّ كَانَ لَهُ بِهِ صَدَقَةٌ
Bir müslümanın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, o müslüman için birer sadakadır.
Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Müsâkât, 7, 10.
39
إِنَّ فِي الْجَسَدِ مُضْغَةً إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ
وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ ألاَ وَهِيَ الْقَلْبُ
İnsanda bir organ vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur; eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.
Buhârî, Îmân, 39; Müslim, Müsâkât, 107.
40
اِتَّقُوا اللَّهَ رَبَّـكُمْ وَصَلُّوا خَمْسَـكُمْ وَصُومُوا شَهْرَكُمْ وَأدُّوا زَكَاةَ أمْوَالِكُمْ وَأطِيعُوا ذَاأمْرِكُمْ تَدْخُلُوا جَنَّةَ رَبِّـكُمْ
Rabbinize karşı gelmekten sakının, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun, mallarınızın zekatını verin, yöneticilerinize itaat edin. (Böylelikle) Rabbinizin cennetine girersiniz.
Tirmizî, Cum’a, 80.
Hicri Aylar ve Faziletli günleri
Hicri Takvim (Aylar)
(Yıllık Dini Gün ve Geceler)
Hicri ayları bilmeyenler mutlaka öğrensinler. O kadar öğrendiklerimiz arasında bir müslüman olarak, aylarımızı bilmemek büyük bir eksikliktir:
1. Muharrem
2. Safer
3. Rebiülevvel
4. Rebiülâhir
5. Cemaziyelevvel
6. Cemaziyelâhir
7. Recep
8. Şaban
9. Ramazan
10. Şevval
11. Zilkade
12. Zilhicce
* Hicri aylar 12 dir ve toplam 354 gündür.
* Hicri günler güneş battıktan sonra başlar ve diğer gün güneş batımına kadar devam eder (Cuma gecesi dediğimiz halde Perşembe gün akşamdır miladi günde. Ama hicri günde o cumanın gecesidir ve cuma günü ertesi gün güneş batımına kadar devam eder).
(Yıllık Dini Gün ve Geceler)
Hicri ayları bilmeyenler mutlaka öğrensinler. O kadar öğrendiklerimiz arasında bir müslüman olarak, aylarımızı bilmemek büyük bir eksikliktir:
1. Muharrem
2. Safer
3. Rebiülevvel
4. Rebiülâhir
5. Cemaziyelevvel
6. Cemaziyelâhir
7. Recep
8. Şaban
9. Ramazan
10. Şevval
11. Zilkade
12. Zilhicce
* Hicri aylar 12 dir ve toplam 354 gündür.
* Hicri günler güneş battıktan sonra başlar ve diğer gün güneş batımına kadar devam eder (Cuma gecesi dediğimiz halde Perşembe gün akşamdır miladi günde. Ama hicri günde o cumanın gecesidir ve cuma günü ertesi gün güneş batımına kadar devam eder).
Ayet-el Kürsi'nin Tefsiri
Ayetlerin
Mealleri:
255- Allah, ondan başka
ilah yoktur. Diri ve kayyumdur. Kendisine ne bir uyuklama nede uyku tutmaz.
Göklerde ve yerlerde olanların hepsi onundur. Onun izni olmadan kendisinin
katında kim şefaat edebilir? Onların önlerinde ve arkalarında olanı bilir. Onun
ilminden ancak kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. Onun
kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır. Onları koruyup gözetmek kendisine ağır
gelmez. O yücedir, uludur.
اللهُ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ
الْقَيُّومُ لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ
وَمَا فِي اْلأَرْضِ مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ
بِإِذْنِه يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلاَ يُحِيطُونَ
بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاءَ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ
وَْالأَرْضَ وَلاَ يَؤُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
255
Bakara Suresi 255. Ayetin
Tefsiri:
اللهُ
لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ (Allah, ondan
başka ilah yoktur.) Vacib-ul Vücud (yokluğu mümkün olmayan) ve ibadete müstehak ondan
başka yoktur.
اَلْحَيُّ
(Diridir.) Allahın ezeli sıfatı olup
ilmin sıhhatini gerektirir. Bilmesi, kadir olması sahih olan, onun için hangi
şey sahih ise o vacibtir. Ve ondan ayrılmaz.
اَلْقَيُّومُ
(Kayyumdur.) Mahlûkatın bütün işlerini
tek başına tedbir edendir. Bu takdirde fiil sıfatından sayılır. Mahlûkatın
tedbiri ve muhafazası ile devamlı kaim olan.
لاَ
تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ
(Kendisini uyuklama ve nede bir uyku yakalamaz.)
‘Sine’: uykunun evvelindeki gevşeklik halidir. Buna
esneme hali de denir. ‘nevm’/uyku: canlılara gelen bir hal olup o vakitte
dimağın kasları, sinirleri rahatlar ve hisler duraklar. Buna benzer sıfatlardan
Cenabı Hak münezzehtir. Zira Kayyum olan sürekli mahlûkatın işlerini tedbir
üzere daim olandır. Kendisine uyku ve dalgınlık gelenin kayyum olması
imkansızdır.
Hadisi şerifte geldi ki, Musa
(Aleyhisselam) meleklere sordu ki Rabbimiz uyur mu? Allahu Teala onlara vahyetti
ki "onu üç kere uyandırın uykuya bırakmayın" sonra buyurdu ki "Ey Musa
eline dolu iki kap al onları tut." Sonra Musa (Aleyhisselam)a uyku hali
gelince kaplar birbirine çarpıp kırıldılar. Sonra Mevla Teala Buyurdu ki,
"Ey Musa ben yeri ve gökleri kudretimle
tutuyorum, şayet beni uyku veya dalgınlık yakalasa elbette yerler ve gökler
kayar elindeki kaplardan daha süratli bir şekilde helak olurlar."
لَهُ
مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي اْلأَرْضِ
(Göklerle ve yerlerde olan şeylerin hepsi onundur.)
Tedbir ettiği, elinde tuttuğu şeylerin sahibi olduğunu
beyan etmektedir. Bu ayetle, Allahu Teala’nın ulûhiyet ve vahdaniyette tek
olduğuna delil getirdiler. Yani âlemde bulunan her şey mülk ve yaratılmak
bakımından Allah’a aittir. Bu vasıf sadece Allah’ındır. Başkasında sureten bile
bulunmaz. Fakat canlı olmak, ilim sahibi olmak, işitir olmak, görür olmak gibi
bir takım sıfatlar sureta diğer varlıklarda bulunsa bile bütün eşyanın hakiki
sahibi olmak vasfı, kayyum vasfı gibi sadece Allaha aittir.
مَنْ
ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ
(Onun izni olmadan kendisinin yanında kim şefaat
edebilir.) Kibriyasını beyan, saltanatının büyüklüğünü
açıklamaktır. Hiç kimse himaye edemez, koruması altına alamaz. Onun izni olmadan
hiçbir fayda sağlaya-maz.
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا
خَلْفَهُمْ (Onların
önlerinde ve arkalarında olanı bilir.) Yani, evvellerinde ve
sonralarında olan şeyi bilir. Ayetin manası: Allahu Teala bütün mahlûkatın
sahibidir, hiç kimse onun izni olmadan konuşmaya sahip değildir. Bütün
mahlûkatta tasarrufu tam, ilmi ve son derece hikmeti ile alakalıdır. Hiç
kimsenin onun katında şefaat etmeye imkânı yok, ancak o izin verirse
müstesnadır. Zira o şefaat edileceklerin bütün gelmiş ve geçmiş günahlarını
bilir. Hâlbuki mahlûkat kendi hallerini bile bilmezler.
وَلاَ
يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِهِ
(Onun ilminden bir şey kuşatamazlar.)
Onun
malumatından bir şeyi anlayamazlar.
إِلاَّ
بِمَا شَاء (Ancak
dilediği müstesnadır.) Ancak bildirdiklerinin bilmeleri müstesnadır.
وَسِعَ
كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ
(Onun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır.)
Kürsüsü yer ve göklerden dar olmayıp onları kuşatmıştır.
Burada tasavvur edilebilecek bir şeye benzeterek tasavvur edilemeyecek olan
mahlukatını tanıtmak istemektedir. Zira kürsi koltuk gibi bir şey olup ona
oturulmayı ve oturanın bulunmasını gerekli kılar. Hâlbuki Mevla Teala bunlardan
münezzehtir. Onun kadrini kimse takdir edemez. Bu ifadelerden bütün mahlûkatı
gücü altında bulundurduğunu beyan etmektedir. Kürsüsü geniş, gücü kuvveti,
azameti, ilmi yeri göğü kuşatmıştır.
Peygamberimiz (Sallallahü aleyhi ve
sellem) şöyle buyurdu "Yedi kat gökler ve yedi kat yer kürsiye
nispetle çöle atılmış halkadan başka bir şey değildir. Arşın kürsiye karşı
üstünlüğü çölün o halkaya olan üstünlüğü gibidir."
وَلاَ
يَؤُودُهُ (Ona ağır gelmez.)
Ona zor ve meşakkatli gelmez.
حِفْظُهُمَا
(Yeri göğü muhafaza etmek.) Ona göre yakın ve uzak, az
ve çok eşittir. Bir şey için ‘ol’ demesi yeterlidir.
وَهُوَ
الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ (O
yücedir, büyük olandır.) Ondan noksanlık sıfatları uzaktır. Bütün noksanlıklardan
münezzeh ve bütün kemal sıfatlar ile muttasıftır. Bu takdirde Allahu Teala’dan
nefyedilen sıfatlar selbiye, isbat edilenler subutiye olur.
Netice olarak bu ayetler akaid
meselelerinin asılları olan yüce maksatlara büyük marifetlere şamildir. Zira
bunlar Allahu Tealanın vacibul vucud olduğuna, âlemin yaratıcısı olduğuna, hak
ma'bud olduğuna delalet etmektedir. Vacibul vucud mefhumu ancak
böyle bir zat üzerine söylenilebilir.
AYETEL KÜRSİNİN
FAZİLETİ
Rasülullah (Sallallahü aleyhi ve
sellem) buyurdu ki "Kur'an ayetlerinin en büyüğü ‘Ayet-el
Kürsi’dir. Her kim bunu okursa, Allahu Teala bir melek gönderir. O saatten
itibaren ertesi güne kadar iyiliklerini yazar, kötülüklerini siler.
Yine Rasülullah
(Sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu "Her kim
şu ‘Ayet-el Kürsi’yi bir evde okursa muhakkak oradan şeytanlar
otuz gün kaçarlar, oraya sihirbaz kırk gece giremez. Ey Ali! onu evladına ve
ehline ve komşularına öğret. Ondan daha büyük bir ayet indirilmedi."
Yine Rasülullah (Sallallahü aleyhi ve
sellem) şöyle buyurdu: "Allahu Teala beyaz bir inci yarattı o inciden amberi
yarattı. Bu ambere Ayet-el Kürsi’yi yazdı ve izzetine ve kudretine yemin etti
ki, her kim bu Ayet-el Kürsiyi öğretirse, hakkını bilirse onun için Allahu Teala
cennetin sekiz kapısını açar, dilediğinden girer."
Ebu Musa Eş'ari (Radıyellahu
anh) rivayet etti ki Rasülullah (Sallallahü aleyhi ve sellem)
şöyle buyurdu: " Allahu Teala
Musa (Aleyhisselam) a vahyetti. Her farz namazın peşinden Ayet-el Kürsiyi oku,
zira onu her kim okursa, onun kalbini şükredenlerin kalbini yaparım,
zikredenlerin lisanını veririm, peygamberlerin sevabını veririm, sıddıkların
amelini veririm. Bunun üzerine ancak peygamber veya sıddık veya kalbi imanla
dopdolu olan bir kul veya Allah yolunda şehid olmayı dileyen kişi devam eder.
Hazreti Ali (Radıyellahu anh) der ki, peygamberimizden
minber üzerinde şöyle söylediğini işittim "Her kim Ayet-el Kürsiyi her farz namazın peşin den
okursa onu cennete girmekten ancak ölüm men eder. Onun üzerine ancak sıddıklar
ve abid olanlar devam eder."
"Her kim Ayet-el Kürsiyi okuyup
yatağına gelirse Allahu Teala onu nefsi üzerine, komşusu üzerine, etrafta
bulunan komşuları üzerine emin kılar."
Ashabı kiram Kur'an’da en faziletli
ayet hakkında müzakere ettiler. Ali (Radıyellahu anh) onlara dedi ki siz Ayet-el
Kürsi hakkında ne dersiniz? Sonra şöyle dedi "Rasülullah buyurdu ki, ey
Ali! beşerin Efendisi Adem (Aleyhisselam) dır. Arabın efendisi Muhammed
(Aleyhisselam) dır. Fakat övünmem. Farisin seyyidi Selman dır. Rumun seyyidi
Süheyb'dir. Habeşin seyyidi Bilal'dir. Dağlarını seyyidi Tur'dur. Günlerin
seyyidi Cuma günüdür. Kur'anın seyyidi Bakara suresidir. Bakaranın seyyidi
Ayetel Kürsidir.
Muhammed İbni Hanefiyye'den rivayet
edildi ki, Ayet-el Kürsi nazil olunca dünyadaki bütün putlar ve sultanlar yüz
üstü yere düştü. Şeytanlar korkup kaçtı, bazısı bazısı üzerine vuruldu. Hepsi
koşup İblisin yanına geldiler. İblis onlara bunun sebebini araştırmalarını
emretti. Medine'ye geldiler ve Ayet-el Kürsi’nin indiğini anladılar.
Peygamber Efendimiz (SAS) Isimleri ve Manalari
Abdullah:
Allah (cc)' ın kulu Âbid: Kulluk eden, ibadet eden Âdil: Adaletli Ahmed: En çok övülmiş, sevilmiş Ahsen: En güzel Alî: Çok yüce Âlim: Bilgin, bilen Allâme: Çok bilen Âmil: İşleyici, iş ve aksiyon sahibi Aziz: Çok yüce, çok şerefli olan Beşir: Müjdeleyici Burhan: Sağlam delil Cebbâr: Kahredici, gâlip Cevâd: Cömert Ecved: En iyi, en cömert Ekrem: En şerefli Emin: Doğru ve güvenilir kimse Fadlullah: Allah-ü Teâlanın ihsânı, fazlına ulaşan Fâruk: Hakkı ve bâtılı ayıran Fettâh: Yoldaki engelleri kaldıran Gâlip: Hâkim ve üstün olan Ganî: Zengin Habib: Sevgili, çok sevilen Hâdi: Doğru yola götüren Hâfız: Muhafaza edici Halîl: Dost Halîm: Yumuşak huylu Hâlis: saf, temiz Hâmid: Hamd edici, övücü Hammâd: Çok hamdeden Hanîf: Hakikate sımsıkı sarılan Kamer: Ay Kayyim: Görüp, gözeten Kerîm: Çok cömert, çok şerefli Mâcid: Yüce ve şerefli Mahmûd: Övülen Mansûr: Zafere kavuşturulmuş Mâsum: Suçsuz, günahsız Medenî: Şehirli, bilgilive görgülü Mehdî: Hidayet eden, doğru yola erdiren Mekkî: Mekkeli Merhûm: Rahmetle bezenmiş Mes'ûd: Mutlu Metîn: Çok sağlam ve güçlü Muallim: Öğretici Muktedâ: Peşinden gidilen Mübârek: Uğurlu, hayırlı, bereketli Müctebâ: Seçilmiş Mükerrem: Şerefli, yüce |
Müktefî:
İktifâ eden, yetinen Münîr: Nurlandıran, aydınlatan Mürsel: Elçilikle görevlendirilmiş Mürtezâ: Beğenilmiş, seçilmiş Muslih: Islah edeci, düzene koyucu Mustafa: Çok arınmış Müstakîm: Doğru yolda olan Mutî: Hakka itaat eden Mu'tî: Veren ihsân eden Müşâvir: Kendisine danışılan Nakî: Çok temiz Nakîb: Halkın iyisi, kavmin en seçkini Nâsih: Öğüt veren Nâtık: Konuşan, nutuk veren Nebî: Peygamber Neciyullah: Allah' ın sırdaşı Necm(i): Yıldız Nesîb: Asil, temiz soydan gelen Nezîr: Uyarıcı, korkutucu Nimet: İyilik, dirlik ve mutluluk Nûr: Işık, aydınlık Râfi: Yükselten Râgıb: Rağbet eden, isteyen Rahîm: Mü'minleri çok seven Râzî: Kabul eden, hoşnut olan Resûl: Elçi Reşîd: akıllı, olgun, iyi yola götürücü Saîd: Mutlu Sâbir: Sabreden, güçlüklere dayanan Sâdullah: Allah' ın mübârek kulu Sâdık: Doğru olan, gerçekci Saffet: Arınmış, seçkin kişi Sâhib: Mâlik, arkadaş, sohbet edici Sâlih: iyi ve güzel huylu Selâm: Noksan ve ayıptan emin olan Seyfullah: Allah' ın kılıcı Seyyid: Efendi Şâfi: Şefaat edici Şâkir: Şükredici Tâhâ: Kur'ân-ı Kerîm' deki ismi Tâhir: Çok temiz Takî: Haramlardan kaçınan Tayyib: Helal, temiz, güzel, hoş Vâfi: Sözünde duran, sözünün eri Vâiz: Nasihat eden Vâsıl: Kulu Rabb'ine ulaştıran Yâsîn: Kur'ân-ı Kerîm' deki ismi, gerçek insan, insan-ı kâmil Zâhid: Mâsivadan yüz çeviren Zâkir: Allah' ı çok anan |
Hadisi Şerifler Işığında Şifa Ve Sağlık
Kuru üzüm, safra açar, balgamı söker, sinirleri kuvvetlendirir ve sıkıntıyı giderir.) [Ebu Nuaym, Deylemi]
(Kavun, karpuzda on özellik var: yemek, içmek, koku, meyve, çöğen, mesaneyi yıkar, karnı yıkar, iç hastalıklarına iyi gelir ve cildi temizler.) [Deylemi, İ.Rafii]
(Yemekten önce kavun karpuz yemek şifadır.) [İ.Asakir]
(Zeytinyağı 70 derde devadır.) [Ebu Nuaym, Deylemi]
(Zeytinyağı ile tedavi basura faydalıdır.) [Taberani, Ebu Nuaym]
(Zeytinyağı ile tedavi olun.) [Hâkim]
(Zeytinyağını yiyin ve onunla yağlanın. O, mübarek, bereketli bir ağacın meyvesinden çıkar.) [Tirmizi, İbni Mace]
(Sarmısak yiyin ve onunla tedavi olun. Çünkü o, 70 derde devadır. Eğer bana melek gelmeseydi, elbette ben de yerdim.) [Deylemi, Tirmizi, Hakim]
(Soğan-sarmısak yemek haram değildir. Fakat kokusu gitmeden mescidimize yaklaşmayın!) [İbni Huzeyme]
(Kabak dimağı besler, aklı artırır.) [Deylemi, İ.Münavi]
(Kabak, baş ağrısına iyidir. Mercimeğe 70 Peygamber dua etmiştir.) [Nesai, Müslim Taberani, Deylemi, İ.Gazali]
Hz. Enes anlatır: (Resulullahın çorba içinde kabakları bulup yediğini gördüğümden beri Kabağı severim.) [Buhari, Müslim, Muvatta, Ebu Davud, Tirmizi]
(Yemeklerin seyyidi [üstünü] et ve pirinçtir.) [Tirmizi, Hakim, Ebu Nuaym]
(Acve hurması zehire karşı, küm'e mantarının suyu göze şifadır.) [Buhari, Tirmizi, Nesai, İbni Mace, İ. Ahmed, Deylemi, İ.Münavi]
(Lohusa hurma yerse, çocuklar sakin olur. Hz. İsa'nın doğumunda Hz. Meryem hurma yedi. Daha iyisi olsa idi, Allahü teâlâ onu verirdi.) [Hatib]
(Lohusaya taze hurma, hastaya, bal gibi şifalı bir şey yoktur.) [Ebu Nuaym]
(Mantar suyu göze şifadır.) [Buhari, Müslim,Tirmizi, Nesai, İbni Mace, İ.Ahmed, İbni Meniy, Z.Makdisi]
(İncir kulunca iyi gelir.) [Deylemi]
(Çörek otuna devam edin. Zira onda ölümden başka her derde şifa vardır.) [Ebu Nuaym]
Resulullah rahatsızlanınca bir avuç çörek otunu ağzına koyup bal ile su içerdi. (Hatib)
(Çörek otu dertlere şifadır.) [İbni Sünni]
(Zemzem ve çörek otu her derde şifadır.) [Deylemi, İbni Sünni]
(Zemzem, içenin niyetine göre şifa verir, susuzluğu gidermek için içenin susuzluğunu giderir. Şerden korunmak için içen, şerden korunur. Açlığı gidermek için içeni doyurur, hastalık için içene şifadır.) [Hakim]
(Yemeğe tuzla başlamak ve bitirmek 70 hastalığa şifadır.) [R. Nasıhin]
(İnek sütü şifa, yağı ilaçtır.) [Beyheki]
(Sütlü gıdalar, hastanın kalbini ferahlandırır.)
(Süt içen hamilenin oğlu olursa kalbi temiz, kız olursa güzel olur.) [Ebu Nuaym]
Nebati gıdalar yemek hakkında,;. İbrahim Nehai hazretleri, (Nebati gıda bulunmayan sofra, akılsız ihtiyara benzer) buyuruyor. (Mal ve evladının çok olmasını isteyen, bitkisel gıda çok yesin) buyurulmuştur. Sofrada bitkisel gıda, yeşillik bulundurmak müstehaptır. (Nebati gıda, yeşillik bulunan sofrada melekler de hazır olur) buyuruldu.
Cenab-ı Hak, hiçbir otu sebepsiz, lüzumsuz yaratmamıştır. Her meyve, sebze ve bitkinin çeşitli faydaları vardır. Birkaçının faydası şöyle:
Çörek otu, çeşitli hastalıklara şifa verir. Ekmek ile yenilirse sancıları giderir, baş ağrısını dindirir. Karın ağrısına, üşütmeye iyi gelir. Unutkanlığı giderir. Âdet söktürücü ve kanı sulandırıcıdır. Ayrıca, basur rahatsızlığına iyi gelir. Gözü kuvvetlendirir, görme bozukluğunu önler.
İncir, tayyib bir yemiş, latif bir gıdadır. Hazmı kolay, faydası çok bir devadır. Kalbe ferahlık verir, kuluncu, sindirim organı sancılarını giderir. Kabızlığı önler, balgamı eritir, böbrekleri temizler, mesanedeki kumları yok eder. Karaciğer ve dalağın tıkanan deliklerini açar, basuru izale eder, nekrise, romatizmaya faydalıdır. Her sabah aç karnına bir tane yemelidir.
Ayva, kalbdeki sıkıntıyı giderir, mideyi kuvvetlendirir, idrar söker, zafiyeti önler, hazmı kolaylaştırır, bulantıyı keser, fakat dişlere ve bağırsaklara zararlıdır. Hamile iken ayva yiyenin çocuğu güzel olur. Kompostosu çocuk ishaline çok tesirlidir.
Armut, mideyi kuvvetlendirir, hazmı kolaylaştırır, ferahlık verir. Barsak parazitine de etkilidir.
Elma, akli bozuklukları ve teneffüs yolları rahatsızlıklarını azaltır, diş çürümesini önler.
Kuru üzüm, sinirleri kuvvetlendirir, safra açar, balgamı söker, yorgunluğu giderir, ağız kokusunu giderir, zihni açar. Fıstıkla beraber yenirse, hafızayı kuvvetlendirir. Ekmekle yemeye devam edilirse hastalanmayı önler.
Kavun, karpuz böbrekleri ve mideyi temizler, baş ağrısını giderir. Solucan düşürür. Gözlere kuvvet verir, iştah açar.
Kereviz, hafızayı kuvvetlendirir, unutkanlığı giderir, idrar söker, karaciğeri temizler, gaz giderir, kan ve süt yapar. Tohumları idrar tutulmasına iyi gelir.
Kabak, dimağı ve aklı kuvvetlendirir.
Nar, mideyi temizler, göğsü yumuşatır, öksürüğe iyi gelir. Çarpıntıya iyidir. Et kısmı ile birlikte sıkılıp içilirse, safra söker, pekliği giderir.
Sirke, safrayı giderir, balgamı keser, şehveti kırar.
Enginar, safra taşını eritir, kanı temizler, damar sertliğine iyi gelir. Dimağa kuvvet verir.Ter kokusunu da giderir.
Bir memlekete gelenin, önce biraz çiğ soğan yemesi sıhhate iyidir. Soğan, mikroplara karşı koyma gücünü arttırır. Soğandan sonra kereviz yenirse, kötü kokusunu giderir.
Turp, idrar söker, hazmı kolaylaştırır, sarılığı giderir, göze kuvvet verir. Rendelenen siyah turp sıkılır, suyu aç iken, birer çay bardağı birkaç gün içilirse, büyük-küçük her taşı eritir.
Havuç, kansızlığa, kabızlığa iyi gelir. Göz ve cilt hastalıklarını önler.
Limon, içinde C vitamini olduğu için, skorbüt ve kanamalarda, soğuğa karşı ve yorgunlukta, romatizmada, ruh hastalıklarında faydalıdır. Greyfurtun faydası daha çoktur.
Sarmısak, sayılamayacak kadar çok faydası olan süper bir bitkidir. Soyulmuş bir avuç sarmısak, akşam bir litre süt ile, pelte haline gelene kadar kaynatılır, nemlenmesi için sabaha kadar bahçede bırakılır. Süt kısmı, aç iken [bir veya birkaç defada] içilirse kansere iyi gelir. Bu işe bir hafta devam edilebilir.
Kudret narı, mide ülserine karşı çok iyi ilaçtır. İkisi doğranıp, şişedeki bir litre zeytin yağına konur. Şişe, güneşte bırakılır. Bir ay sonra, sabahları aç iken, bir çorba kaşığı içip, bir saat hareketsiz sırt üstü yatılır.
Şeftali çekirdeğinin içi, 3-5 tanesi sabahları aç karnına yenirse, basura çok faydalıdır. Bir ay kadar devam etmelidir.
Basur için 50 gr kara helile tozu, sabah açken ve yatarken birer gram yutulur. Hadis-i şerifte (Kara helile, acı ise de her derde devadır) buyuruldu. (Hakim)
Her meyve ve her yiyeceği çok yemek zararlıdır. Yiyip içme bilgisini öğrenmek, ibadet bilgisini öğrenmekten önce gelir. Hadis-i şerifte, (Hastalıkların başı çok yemektir. İlaçların başı perhizdir.) buyuruldu.
Namaz Günde Üç Değil Beş Vakittir
Namaz Günde Üç Değil,Beş Vakittir ve Beş Ayrı Vakitte Kılınmalıdır (Mehmet Şevkey EYGİ / 21.03.2012 / Milli Gazete )
Bazı reformcular, günlük namazların beş vakit değil, üç vakit olduğuna dair zihinleri karıştırıcı görüşler ortaya atıyor. Maalesef günümüzde yüksek tabakaya mensup nice politikacı, bürokrat, okumuş Müslüman da namazları cem ederek üç vakitte kılıyor.
Ehl-i Sünnet mezhebine göre günlük namazların beş vakit olduğu, beş vakitte kılınması gerektiği konusunda en ufak bir şüphe ve tereddüt yoktur.
Namazları üçe indirenler veya beş vakit namazı üç vakitte kılanlar Sünnet dışı fırka ve cereyanlara kapılmaktadır.
Namazın beş vakit olduğu, beş ayrı vakitte kılınması gerektiği Kur’anla, Sünnetle, icmâ-i ümmetle sâbittir.
Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun ona), beş vakit namaz farz olduktan sonra, ölünceye kadar namazı beş vakitte kılmıştır.
Sahabe-i Kiram (Allah onlardan razı olsun) beş vakitte kılmıştır.
Ehl-i Beyt efendilerimiz beş vakitte kılmıştır.
Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn beş vakitte kılmıştır.
İslam fıkhının dört büyük imamı olan Ebû Hanife, Mâlik, Şâfiî, Ahmed ibn Hanbel hazeratı beş vakit kılmıştır.
Günümüze kadar asırlar boyunca gelip göçen allâmeler, ulema, fukaha, mürşidler, sâlihler beş vakit kılmıştır.
Namazın beş vakitte kılınması gerektiğini beyan eden o kadar çok hadîs vardır ki, bunlar tevâtür derecesindedir.
Bazı reformcular, günlük namazların beş vakit değil, üç vakit olduğuna dair zihinleri karıştırıcı görüşler ortaya atıyor. Maalesef günümüzde yüksek tabakaya mensup nice politikacı, bürokrat, okumuş Müslüman da namazları cem ederek üç vakitte kılıyor.
Ehl-i Sünnet mezhebine göre günlük namazların beş vakit olduğu, beş vakitte kılınması gerektiği konusunda en ufak bir şüphe ve tereddüt yoktur.
Namazları üçe indirenler veya beş vakit namazı üç vakitte kılanlar Sünnet dışı fırka ve cereyanlara kapılmaktadır.
Namazın beş vakit olduğu, beş ayrı vakitte kılınması gerektiği Kur’anla, Sünnetle, icmâ-i ümmetle sâbittir.
Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun ona), beş vakit namaz farz olduktan sonra, ölünceye kadar namazı beş vakitte kılmıştır.
Sahabe-i Kiram (Allah onlardan razı olsun) beş vakitte kılmıştır.
Ehl-i Beyt efendilerimiz beş vakitte kılmıştır.
Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn beş vakitte kılmıştır.
İslam fıkhının dört büyük imamı olan Ebû Hanife, Mâlik, Şâfiî, Ahmed ibn Hanbel hazeratı beş vakit kılmıştır.
Günümüze kadar asırlar boyunca gelip göçen allâmeler, ulema, fukaha, mürşidler, sâlihler beş vakit kılmıştır.
Namazın beş vakitte kılınması gerektiğini beyan eden o kadar çok hadîs vardır ki, bunlar tevâtür derecesindedir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)