Mekkenin Fethi Nasıl oldu.
Mekke Fethi hazırlıkları
Mekke fethi detaylı anlatım
اِنَّ
الَّذ۪ي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لَرَآدُّكَ اِلٰى مَعَادٍۜ قُلْ رَبّ۪يٓ
اَعْلَمُ مَنْ جَآءَ بِالْهُدٰى وَمَنْ هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ﴿﴾
“Kur’an’ı(n tilavetini, tebliğini ve gereğince davranmayı) sana farz kılan
Allah, şüphesiz seni dönülecek bir yere (Mekke’ye) döndürecektir. De ki,
“Rabbim hidayetle geleni ve apaçık bir sapıklık içinde olanı daha iyi bilir.”
(el-Kasas, 28/85)
(el-Kasas, 28/85)
اِنَّا
فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُب۪ينًاۙ ﴿﴾ لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ
ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا
مُسْتَق۪يمًاۙ ﴿﴾ وَيَنْصُرَكَ اللّٰهُ نَصْرًا عَز۪يزًا
"Biz,
muhakkak sana, apaşikâr bir fetih yolu açtık. (Bu), geçmiş ve gelecek günahını,
Allah'ın bağışlaması, senin üzerindeki nimetini tamamlaması, böylece seni doğru
yola iletmesi içindir. Ve Allah'ın, sana çok şerefli bir muzafferiyetle yardım
etmesi içindir"
(Fetih, 48/1-3)
(Fetih, 48/1-3)
Mekke:
Yeryüzünde tevhidin timsâli ilk mâbed olan Kâbe'nin bulunduğu şehir. O Kâbe ki, "Çok mübarek ve âlemlere hidâyet olan Beyt'tir." Mübârekiyeti ve hidayete vesile oluşu Tevhid-i İlâhî'nin mücessem bir delili olmasından ileri gelmektedir. İlk banisi, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem (s.a.v.)’dir. Zamanla kaybolan ancak temelleri baki kalan Kâbe’yi daha sonra Hz. İbrahim, oğlu Hz. İsmail yeniden inşa etmişlerdir.
Yeryüzünde tevhidin timsâli ilk mâbed olan Kâbe'nin bulunduğu şehir. O Kâbe ki, "Çok mübarek ve âlemlere hidâyet olan Beyt'tir." Mübârekiyeti ve hidayete vesile oluşu Tevhid-i İlâhî'nin mücessem bir delili olmasından ileri gelmektedir. İlk banisi, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem (s.a.v.)’dir. Zamanla kaybolan ancak temelleri baki kalan Kâbe’yi daha sonra Hz. İbrahim, oğlu Hz. İsmail yeniden inşa etmişlerdir.
Yeryüzünün
bu en şerefli ve en faziletli binası, tevhid inancından uzak yaşayan, hattâ bu
inancı var güçleriyle ortadan kaldırmaya, müntesiplerini yok etmeye çalışan
Kureyş müşriklerinin eline geçmişti. Ne yazık ki onlar tevhidin sembolü olan
Kâbe-i Muazzama’nın içi ve etrafını putlarla doldurmuşlardı. Müşrikler, burada
her türlü rezaleti irtikap ediyorlardı.
Gayretullah'a dokunan, Hz. Âdem (s.a.v.) ile Hz. İbrahim'in ruhaniyetlerini rencide eden ve bütün Müslümanların kalb ve vicdanlarını derinden sızlatan bu durumun bir an evvel ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bu mübarek mabedin ve Mekke'nin bir an evvel müşriklerden temizlenmesi gerekiyordu. Hz. Fahr-i Âlem Efendimiz, bunu düşünüyor, bu maksadının tahakkuku için bir yol arıyordu. Ancak imkânlar buna elvermemişti; çünkü Müslümanlar henüz az ve zaîf bir durumda bulunuyorlardı. Peygamber Efendimiz, bu gayesinin tahakkuku için Cenâb-ı Hakk'ın müsait şartlar ihsan etmesini sabırla bekliyordu.
Nihayet, Hicret'in 8. yılında İslâm olanca haşmetiyle etrafa yayılmıştı. Bir taraftan İslâm'ın en amansız düşmanlarından biri olan Hayber ve civar Yahudileri tabiiyet altına alınmış, bir taraftan en büyük bir fetih ve zafer olan Hudeybiye Anlaşması yapılmış ve yine bir başka taraftan o zamanın koskocaman Bizans İmparatorluğuna Mûte Harbi’yle gözdağı verilmişti. Bütün bunlar, İslâm'ın ve Müslümanların, önüne geçilmesi imkânsız, büyük bir kuvvet hâlini almış olduğunu ortaya k
oyuyordu.
Artık bu ulvî ve mukaddes gayenin bilfiil tahakkuk zamanı gelmişti. Ancak, ortada bir mâni vardı. O da, müşriklerle yapılmış olan Hudeybiye Anlaşması idi. Bu anlaşmaya göre, Müslümanlarla müşrikler 10 sene birbirleriyle harb etmeyecek ve anlaşmayı bozmayacaklardı. Ahde vefada zirve noktada bulunan Rasûl-i Kibriya Efendimiz, bu kutsî gayesi için de olsa ahdini bozup müşrikler üzerine yürümeyi düşünmüyordu.
Kureyşliler'in Anlaşmayı Bozmaları:
Cenâbı Hak, bir sebep halketti: Hudeybiye Sulh Anlaşmasının bir maddesi, Kureyş'in dışında kalan kabilelere istediği tarafın himayesine girebilme hakkını tanıyordu. Bu haktan istifadeyle, muahede yapıldığı sırada, Huzaa Kabilesi, Hz. Rasûlullah'ın ahd ve emanına girerek Müslümanlar tarafında yer almış, Benî Bekir Kabilesi ise müşriklerin himayesini kabul ederek onların tarafını tutmuştu.
Cenâbı Hak, bir sebep halketti: Hudeybiye Sulh Anlaşmasının bir maddesi, Kureyş'in dışında kalan kabilelere istediği tarafın himayesine girebilme hakkını tanıyordu. Bu haktan istifadeyle, muahede yapıldığı sırada, Huzaa Kabilesi, Hz. Rasûlullah'ın ahd ve emanına girerek Müslümanlar tarafında yer almış, Benî Bekir Kabilesi ise müşriklerin himayesini kabul ederek onların tarafını tutmuştu.
Bu iki
kabile arasında uzun zaman devam edip gelen bir düşmanlık, bir husumet vardı.
Bir gün, Benî Bekir Kabilesinden biri, bir şiirle Hz. Rasûlullah'ı hicv ve
tahkire yeltenir. Huzaalılardan bir genç buna tahammül edemez ve adamın başını
yaralar. Durumu öğrenen Bekir Oğulları, bunu, Huzaalılara saldırmak için bir
sebep sayarlar. Kureyş müşriklerinden de bir yardım alan Benî Bekirler, her
şeyden habersiz, Vetir denilen suyun başında ikamet eden ve böyle bir
saldırıdan Hudeybiye Sulh Anlaşması gereğince emin bulunan Huzaalıların üzerine
ansızın saldırırlar; hazırlıklı bulunmayan Huzaalıları, tâ Mekke'nin içine
kadar kovalarlar, Harem'de bile adamlarını öldürmekten çekinmezler. Neticede,
çarpışma, Huzaalılardan 23 kişinin öldürülmesiyle son bulur.
Çarpışmada müşrikler, Benî Bekirlere at, silâh gibi yardımlarla kalmamış, ileri gelenlerinden birçoğu da bilfiil çarpışmaya katılmıştı. Fakat bunu Peygamber Efendimizden korkarak, gizli yapmışlardı. Ancak, Huzaalılar, bunları tanımışlardı.
Kureyş müşrikleri, bu hareketleriyle Hudeybiye Anlaşmasını resmen ihlâl etmiş oluyorlardı; fakat bunun Peygamberimiz tarafından bilinmesinden son derece endişe duyuyor, hatta korkuyorlardı.
Bu olay üzerine Amr b. Salim el-Huzâî yola çıkıp Medine'ye geldi. Rasûlullah'ın
(s.a.v.) önünde durdu. Hz. Peygamber (s.a.v.) mescidde ashabının arasında
oturuyordu. Amr, O'na olan biten hadiseyi anlattı ve yardım istedi.
Rasûlullah (s.a.v.) ona şöyle dedi: "Ey Amr b. Salim! Sana yardım edilecek!" Bu sırada Rasûlullah'a (s.a.v.) bir bulut gösterildi. Hz. Peygamber (s,a.): "Bu bulut, Kâ'boğullarına yardım edileceğine işarettir." buyurdu.
Ebû Ya'la, Hz. Âişe (r.anhâ)'dan şöyle rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'in Ka'boğullarına yapılana öyle kızdığını gördük ki, O'nun kızdığı kadar bir kızmayı o zamana kadar hiç görme¬miştim. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştu: "Eğer Ka'boğullarına yardım etmez isem, Allah da bana yardım etmesin!" (Heysemî, Mecmaü'z-Zevâid)
Kureyş Müşriklerine Mektup Gönderilişi:
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), durumun biraz daha açıklığa kavuşmasını istiyordu. Bunun için, müşriklere ültimatom mahiyetinde bir yazı göndererek şöyle dedi:
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), durumun biraz daha açıklığa kavuşmasını istiyordu. Bunun için, müşriklere ültimatom mahiyetinde bir yazı göndererek şöyle dedi:
"Ya
Huzaalılardan öldürülenlerin kan bedellerini ödeyiniz yahut Benî Bekir
Kabilesiyle olan ittifakınızdan vazgeçiniz! Bunlardan birini yapmazsanız,
Hudeybiye Anlaşmasını bozduğunuzu ve bunun neticesi olarak da sizinle harbetmek
mecburiyetinde kalacağımı biliniz!"
Kibirden birer heykel kesilmiş müşrik ileri gelenleri, akıbeti düşünmeyen kör hislerine kapılarak önce Peygamberimiz’in ilk iki teklifini kabul etmediler ve harbe hazırlanacaklarını bildirdiler. Böylece, muahedeyi fiilen ihlâl etmiş olduklarını sözleriyle de te'yid etmiş oldular.
Ancak, hislerinden uzak kalıp meseleyi akıl plânına getirdiklerinde içlerini bir telâş kaplamaya başladı. Yaptıkları hareketin doğuracağı vahim neticeyi düşündükçe kalblerini bir korku sardı. Hz. Rasûlullah'ın elçisine bu tarz cevap verdiklerine pişman oldular. Meselenin tashihi için Ebû Süfyân'ı Medine'ye gönderdiler. "Git, muahedeyi yenile, mütareke müddetini de uzat." dediler.
Hz. Peygamber (s.a.v.) ashabına şöyle dedi: "Ebû Süfyan, an¬laşmayı sağlamlaştırmak ve barış süresini uzatmak için yanınıza gelmek üzere bulunuyor galiba."
Ebû Süfyan'ın Aracılığı:
Ebû Süfyan yola koyulup Medine'ye geldi. Kızı Ümmü Habîbe’nin evine gitti. Oturmak için Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) yatağına doğru ilerle¬yince Ümmü Habîbe yatağı katlayıp ondan uzaklaştırdı. Bunu görünce: "Kızım, yavrum! Beni mi bu yataktan esirgedin, yoksa onu mu benden esir¬gedin?" diye sordu. O da: "Hayır, bu Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) yatağıdır. Sen ise pis bir müşriksin." diye cevap verdi. Ebû Süfyan: "Vallahi, benden sonra sana bir şer isabet etmiş." dedi.
Ebû Süfyan yola koyulup Medine'ye geldi. Kızı Ümmü Habîbe’nin evine gitti. Oturmak için Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) yatağına doğru ilerle¬yince Ümmü Habîbe yatağı katlayıp ondan uzaklaştırdı. Bunu görünce: "Kızım, yavrum! Beni mi bu yataktan esirgedin, yoksa onu mu benden esir¬gedin?" diye sordu. O da: "Hayır, bu Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) yatağıdır. Sen ise pis bir müşriksin." diye cevap verdi. Ebû Süfyan: "Vallahi, benden sonra sana bir şer isabet etmiş." dedi.
Hz. Ümmü
Habibe, "Hayır! Allah, bana kötülüğü değil, İslâmiyet’i nasîb etti. Sen
ise, işitmez, görmez, taştan yontulmuş puta tapmakta devam ediyorsun!"
dedikten sonra ilâve etti: "Babacığım! Senin gibi, Kureyşlilerin büyüğü
bir kimse, nasıl olur da İslâmiyet’e uzak kalır?" Ebû Süfyan'ın kızgınlığı
daha da arttı. "Yazıklar olsun sana! Senden bu sözleri de mi işitecektim?
Ben, atalarımın tapageldiklerini bırakıp Muhammed'in dinine gireceğim, öyle
mi?" dedi; sonra da, Hz. Ümmü Habibe'nin yanından öfkeyle ayrıldı.
Sonra, çıkıp Rasûlullah'ın yanına geldi ve O'nunla konuştu. Fakat Hz. Peygamber (s.a.v.) ona bir cevap vermedi. Ebû Süfyan, sonra Hz. Ebû Bekir'e gidip kendisi için Rasûlullah ile konuşmasını söyledi. Hz. Ebû Bekir: "Ben bunu yapamam" dedi. Ebû Süfyan, "Öyle ise, beni himayene al ve bunu halka bildir." dedi. Hz. Ebû Bekir, "Benim himayemde bulunanlar, Rasûlullah'ın himayesinde bulunanlardır!"
Sonra Ömer b. Hattâb'a gidip onunla konuştu. Hz. Ömer: "Ben sizin için Rasûlullah'tan şefaat mı dileyeceğim?! Vallahi, eğer bir karıncadan başkasını bulamasam bile onunla size karşı savaşırım!" dedi.
Kendi kendine "Vallahi, ben bugünden daha zor, daha çetin bir gün görmedim!" diye mırıldanıp Hz. Ömer'in yanından ayrılan Ebû Süfyan, doğruca Hz. Osman'ın yanına gitti. "Ey Osman! Bu topluluk içinde akrabalıkta bana en yakın sensin. Ne olur, şu mütarekeyi yenile ve müddetini uzat! Çünkü sahibin seni hiçbir zaman reddetmez." dedi.
Hz. Osman,
"Benim himayemde bulunanlar, Rasûlullah'ın (s.a.v.) himayesinde
bulunanlardır." diyerek, bu hususta kendisine hiçbir yardımda
bulunamayacağını ifade etti.
Bunun üzerine Ebû Süfyan, Ali b. Ebî Tâlib'in evine gitti. Hz. Fâtıma da oradaydı. Hz. Hasan henüz bir çocuktu ve önlerinde emekle¬yip duruyordu. Ebû Süfyan: "Ey Ali, şu topluluk içinde akrabalık yönün¬den bana en yakını sensin. Ben bir iş için gelmiş bulunuyorum. Hiçbir şey elde edemeden, geldiğim gibi geri dönmeyeyim! Benim için Muhammed'e rica et!" dedi.
Hz. Ali:
"Allah senin iyiliğini versin, ey Ebû Süfyan! Vallahi Rasûlullah (s.a.v.),
hakkında konuşamayacağımız bir şeye karar vermiş durumdadır." dedi. O
zaman Ebû Süfyan, Fâtıma'ya dönerek şöyle dedi: "Şu oğluna emretsen de iki
taraf arasında himayeci olsa, böylece dünyanın sonuna kadar Arapların efendisi
olsa, olmaz mı?" Hz. Fâtıma: "Vallahi, benim bu oğlum ne halk
arasında himayeci olacak yaşa gelmiştir; ne de herhangi biç kimse Rasûlullah'a
(s.a.v.) karşı himayeci olabilir." dedi.
Ebû Süfyan,
Hz. Ali'ye dönerek: "Ey Ebû Hasan! Ben, işlerimin çok zorlaştığını
görüyorum. Sen bana bir tavsiyede bulun." dedi. Hz. Ali şöyle cevapladı:
"Vallahi, ben senin için yararlı olacak bir şey bilmiyorum. Ama sen,
Kinâneoğullarının ulu kişisisin. Kalk, iki taraf arasında himayeci olduğunu
açıkla, sonra yurduna git." Ebû Süfyan: "Bunun bana bir fayda
sağlayacağını sanıyor musun!" diye sordu. Hz. Ali: "Hayır, vallahi
bir faydası olacağını pek sanmıyorum. Fakat senin için bundan başka bir yol da
yok?” dedi.
Bunun üzerine Ebû Süfyan, mescidde ayağa kalkıp: "Ey insanlar! Ha¬beriniz olsun ki, ben iki taraf arasında himayeci oluyorum." dedi. Sonra de¬vesine bindi, dönüp gitti.
Ebû Süfyan, Kureyşlilere geldiğinde; "Ne haber var?" diye sordular. Dedi ki: "Muhammed'in yanına vardım ve onunla konuştum. Vallahi bana hiçbir cevap vermedi. Sonra Ebû Kuhâfe'nin oğluna gittim, ondan da bir hayır bu¬lamadım.
Sonra Ömer
b. Hattâb'a gittim, onu baş düşman buldum. Sonra Ali'ye gittim. Onu kavmin en
yumuşağı buldum. Ali bana bir yol gösterdi, ben de onu yaptım. Vallahi,
bilmiyorum bu yaptığım şeyin bana bir faydası olur mu, yoksa olmaz mı?"
Kureyşliler: "O sana ne tavsiye etmişti?" diye sordular. "Bana,
iki taraf arasında himayeci olduğumu açıklamamı söyle¬mişti. Ben de öyle
yaptım." dedi. Kureyşliler: "Muhammed bunu geçerli gördü mü?"
dediler. "Hayır." dedi. O zaman Kureyşliler: "Yazıklar olsun
sana! Vallahi adam seninle oyun oynamaktan başka bir şey yapmamış!"
dediler. Ebû Süfyan da: "Hayır, fakat bundan başka da yapacak bir şey
bulamadım " dedi.
Müslümanların Savaşa Hazırlanmaları:
Rasûlullah (s.a.v.) müslümanlara yol için hazırlanmalarını emretti. Ailesine de kendisi için hazırlık yapmalarını söyledi.
Rasûlullah (s.a.v.) müslümanlara yol için hazırlanmalarını emretti. Ailesine de kendisi için hazırlık yapmalarını söyledi.
Hz. Ebû
Bekir, kızı Âişe'nin yanına geldiğinde onun Hz. Peygamber'in (s.a.v.) yol
hazırlıklarıyla meşgul olduğunu gördü. Şöyle dedi: "Bu hazırlıkları
yapmanı sana Rasûlullah (s.a.v.) mi emretti kızım?" Hz. Âişe:
"Evet." dedi ve hazırlığına devam etti. Hz. Ebû Bekir: "Sence
nereye gitmek istiyor olabilir?" diye sorunca Hz. Âişe: "Hayır,
vallahi bilmiyorum." cevabını verdi.
Bu taktiğe, düşmana hazırlanma fırsatı vermemek ve bunun neticesi olarak da fazla kan dökülmeden onu teslime mecbur etmek maksadına mebni olarak başvuruyordu. Çünkü o, her şeyden evvel insanlara ebedî saadeti kazandıracak olan hak ve hakikati tebliğe memurdu, insanları imhaya değil! Teslime mecbur bırakıldıkları takdirde içlerinden birçoğunun gönlü İslâm'a kayabilirdi. Böylece de iman nimetini elde etmiş olabilirlerdi!
Derken Rasûlullah (s.a.v.) müslümanlara, Mekke'ye doğru gideceklerini bildirdi. Kendilerine iyice hazırlık yapmalarını emretti. Sonra şöyle dua etti: "Allah'ım! Yurtlarına ansızın varabilmemiz için Kureyşlilerin casus ve habercilerini tut, engelle." Müslümanlar hazırlıklarını sürdürdüler.
Hâtib'ın Kureyşlilere Haber Vermeye Kalkışması:
Bu sırada Hâtıb b. Ebî Beltea, Rasûlullah'ın (s.a.v.) kendilerinin üzerine yürüdüğünü haber vermek için Kureyşlilere bir mektup yazdı. Mektubu bir kadına verdi. Bunu Kureyşlilere ulaştırması için ona bir ücret ödedi. Kadın, mektubu başında saç örgüleri arasında gizledi. Sonra böylece yola koyuldu. Rasûlullah'a (s.a.v.) Hâtıb'ın yaptığı şey hakkında gökten haber ulaştı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Ali ile Zübeyr'i gönderdi. İbn-i İshak'ın dışındakiler: Ali, Mikdad ve Zübeyr'i gönderdi, diyorlar. Rasûlullah (s.a.v.) onlara dedi ki: "Hemen gidin! Hâh bahçesine vardığınızda, yanında Kureyşlilere bir mektup götüren bir kadını hayvanı üzerinde bulacaksınız."
Bu sırada Hâtıb b. Ebî Beltea, Rasûlullah'ın (s.a.v.) kendilerinin üzerine yürüdüğünü haber vermek için Kureyşlilere bir mektup yazdı. Mektubu bir kadına verdi. Bunu Kureyşlilere ulaştırması için ona bir ücret ödedi. Kadın, mektubu başında saç örgüleri arasında gizledi. Sonra böylece yola koyuldu. Rasûlullah'a (s.a.v.) Hâtıb'ın yaptığı şey hakkında gökten haber ulaştı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Ali ile Zübeyr'i gönderdi. İbn-i İshak'ın dışındakiler: Ali, Mikdad ve Zübeyr'i gönderdi, diyorlar. Rasûlullah (s.a.v.) onlara dedi ki: "Hemen gidin! Hâh bahçesine vardığınızda, yanında Kureyşlilere bir mektup götüren bir kadını hayvanı üzerinde bulacaksınız."
Hz. Ali ile
Zübeyr hemen atlarını koşturup gittiler. Sözü geçen yerde ka¬dını buldular ve
hayvanından indirdiler. Dediler ki: "Yanındaki mektup ne¬rede?"
Kadın: "Yanımda mektup yok benim." dedi. Eşyasını aradılar fakat bir
şey bulamadılar. O zaman Hz. Ali (r.a.) kadına dedi ki: "Allah'a yemin
ederim ki Rasûlullah (s.a.v.) hiçbir zaman yalan söylememiştir, biz de yalan
söylemiyoruz! Vallahi, ya mektubu çıkarırsın, ya da seni soyacağız!" Kadın
onun ciddi olduğunu görünce: "Yüzünü çevir." dedi. O da yüzünü
çevirdi. Kadın, saç örgülerini açıp arasından mektubu çıkarttı ve onlara verdi.
Onlar da mektubu Rasûlullah'a (s.a.v.) getirdiler. Baktılar ki mektup Hâtıb b.
Ebî Beltea tarafından Kureyşlilere yazılmış ve Rasûlullah'ın (s.a.v.) onlar
üzerine yürümekte olduğunu haber veriyor.
Rasûlullah (s.a.v.) hemen Hâtıb'ı çağırttı ve sordu: "Bu nedir ey Hâtıb?" Hâtıb dedi ki: "Hakkımda hüküm vermekte acele etme ya Rasûlallah! Val¬lahi ben, Allah'a ve Rasûlü’ne iman etmiş bir kimseyim. Ben dinimden dönmedim ve dinimi değiştirmedim. Ben Kureyşliler arasında yanaşma bi şeydim, onlardan değildim. Benim onlar arasında ailem, akrabalarım ve çocuklarım var. Bunları himaye edecekleri bir akrabalık da yok aramızda. Senin yanında bulunanların ise orada kendilerini koruyacak akrabaları var. İste¬dim ki, bundan böyle onların yanında taraftarım olsun da akrabalarımı hi¬maye etsinler."
Ömer b. Hattâb dedi ki: "İzin ver bana ya Rasûlallah, şunun boynunu vurayım! Bu adam Allah'a ve Rasûlü'ne hiyanet etmiştir, münafıklık yap¬mıştır!" Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "O, Bedir savaşında bulunmuştur. Ne biliyorsun ey Ömer; belki de Allah, Bedir savaşma katılmış olanlara bakıp: 'İstediğinizi yapın. Ben sizi bağışlamışımdır.' buyurmuştur." Hz. Ömer'in gözleri doldu ve: "Allah ve Rasûlü en iyi bilendir." dedi.
Bunun üzerine Allah (c.c.) şu âyeti indirdi: “Ey İman edenler! Eğer benim yolumda cihad etmek ve rızamı elde etmek için çıkmışsanız, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları kendilerine sevgi sunarak, sevgi sebebiyle onlara sır vererek dost edinmeyin. Hâlbuki onlar size gelen hakkı inkâr ettiler. Rabbiniz olan Allah’a inandınız diye Resülü ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Ben ise sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa mutlaka doğru yoldan sapmıştır.” (el-Mumtehine, 60/1)
Maksadı Belli Etmeme
Peygamberimiz Kureyş müşriklerinin üzerine değil de Necid tarafıyla meşgul olmak istiyormuş intibaını vermek için, Ebû Katade Hazretlerini askerî bir birlikle İzam Vadi’si tarafına gönderdi. Böylece, Mekke tarafına değil de, Necid tarafına gidecekmiş tarzında haberler yayılacak ve müşrikler herhangi bir endişe duymayacakları gibi herhangi bir hazırlığa da kalkışmayacaklardı.
Peygamberimiz Kureyş müşriklerinin üzerine değil de Necid tarafıyla meşgul olmak istiyormuş intibaını vermek için, Ebû Katade Hazretlerini askerî bir birlikle İzam Vadi’si tarafına gönderdi. Böylece, Mekke tarafına değil de, Necid tarafına gidecekmiş tarzında haberler yayılacak ve müşrikler herhangi bir endişe duymayacakları gibi herhangi bir hazırlığa da kalkışmayacaklardı.
Ordunun Toplanması:
O zamana kadar Medine etrafında İslâmiyetle müşerref olmuş birçok kabile vardı. Peygamber Efendimiz bu arada onlara da, "Allah'a ve âhiret gününe inanan, Ramazan başında Medine'de hazır bulunsun!" diye haber gönderdi.
O zamana kadar Medine etrafında İslâmiyetle müşerref olmuş birçok kabile vardı. Peygamber Efendimiz bu arada onlara da, "Allah'a ve âhiret gününe inanan, Ramazan başında Medine'de hazır bulunsun!" diye haber gönderdi.
Nebîyy-i
Ekrem Efendimiz’in bu davetini duyan birçok kabile, Ramazan ayı başında
Medine-i Münevvere'ye gelmeye başladı.
Gönülleri Allah ve Rasûlü’nün muhabbetiyle coşup taşan 10 bin mücâhid, Medine'de hazır bekliyordu. Bunların 700'ü Muhacirlerdendi. Beraberlerinde 300 at vardı. Ensâr'ın mevcudu ise dört bin idi. Onların da yanında 500 at vardı. Geri kalan asker sayısını, etraftaki kabilelerden gelen Müslümanlar teşkil ediyordu.
Medine'den Yola Çıkış:
Rasûlullah (s.a.v.), İslâm orduları ile hicrî 8. yılı Ramazanı'nın on günü geçtikten sonra fetih için yola çıktı. Medine'de, Ebû Rühm Külsûm b. Husayn el-Gifarî'yi vekil bıraktı. İbn-i Sa'd ise, Abdullah b. Ümmi Mektûm'u vekil bıraktı, demektedir.
Rasûlullah (s.a.v.), İslâm orduları ile hicrî 8. yılı Ramazanı'nın on günü geçtikten sonra fetih için yola çıktı. Medine'de, Ebû Rühm Külsûm b. Husayn el-Gifarî'yi vekil bıraktı. İbn-i Sa'd ise, Abdullah b. Ümmi Mektûm'u vekil bıraktı, demektedir.
İbn-i Abbâs şöyle demiştir: “Peygamber (s.a.v.) Medine'den Ramazan’da
çıktı. Kendisiyle beraber on bin mücâhid vardı. Bu hareket tarihi, Medine'ye
gelişinden itibaren sekizinci yılın başında ve altı ay geçedir. Bu tarihte
Rasûlullah ve beraberindeki müslümânlar Mekke'ye doğru yürüdüler. Kendisi oruç
tutuyordu, sahâbîleri de oruç tutuyorlardı. Kedîd mevkiine varınca -ki bu Usfân
ile Kudeyd arasında bir sudur- Rasûlullah iftar etti. Sahâbîler de iftar ettiler.”
(Buhârî, Mekke Fethi Gazvesi Ramazan’da Oldu Babı)
Bu arada, sekiz kişilik bir birlik ve Necid tarafına gönderilmiş bulunan Ebû Katade de gelip orduya katıldı. Aynı zamanda etraftan da birçok Müslüman gelip İslâm Ordusu’na iltihak etti.
Ordunun Savaş
Düzenine Girişi:
Kudeyd mevkiinde konaklayan Peygamber Efendimiz, burada ordusunu savaş düzenine koydu; sancaklar ve bayraklar bağlayarak, onları kabilelere ve kabilelerin bayraktar ve sancaktarlarına verdi. Muhacirlerin üç bayraktarı vardı: Hz. Ali, Hz. Zübeyr b. Avvam ve Hz. Sa'd b. Ebî Vakkas. Ensâr'ın ise, 12 bayraktarı vardı. İslâm Ordusu’nda ayrıca Eşca’ların bir, Süleymlerin de bir bayraktarı bulunuyordu. Orduda 14 de sancaktar vardı. Bunların üçü Müzeynelerin, ikisi Eşlemlerin, dördü Cüheynelerin, üçü Ka'b Oğullarının, ikisi ise Süleymlerin idi.
Kudeyd mevkiinde konaklayan Peygamber Efendimiz, burada ordusunu savaş düzenine koydu; sancaklar ve bayraklar bağlayarak, onları kabilelere ve kabilelerin bayraktar ve sancaktarlarına verdi. Muhacirlerin üç bayraktarı vardı: Hz. Ali, Hz. Zübeyr b. Avvam ve Hz. Sa'd b. Ebî Vakkas. Ensâr'ın ise, 12 bayraktarı vardı. İslâm Ordusu’nda ayrıca Eşca’ların bir, Süleymlerin de bir bayraktarı bulunuyordu. Orduda 14 de sancaktar vardı. Bunların üçü Müzeynelerin, ikisi Eşlemlerin, dördü Cüheynelerin, üçü Ka'b Oğullarının, ikisi ise Süleymlerin idi.
Bu sırada
Mekke'den gelen Hz. Abbas, ailesiyle Cuhfe mevkiinde İslâm Ordusu’yla
karşılaştı. Bundan son derece memnun olan Peygamberimiz, kendisinin yanında
kalmasını, ağırlıklarını ise Medine'ye göndermesini emretti; sonra, "Ey
Abbas! Sen Muhacirlerin sonuncususun!" buyurdu. Hz. Abbas, sefer boyunca
Peygamber Efendimiz’in yanından ayrılmadı.
Ebû Süfyan b. Hâris'in Müslüman Oluşu:
Hz. Peygamber (s.a.v.) ile yolda karşılaşanlar arasında, Ebû Süfyan b. Haris ile Abdullah b. Ebî Ümeyye de vardı. Bu ikisi O'nunla Ebvâ'da karşılaşmışlardı. Biri amcasının, diğeri de halasının oğlu idi. Hz. Peygamber (s.a.v.) bunlarla karşılaştığında, kendilerinden gördüğü eza ve hicivler sebebiyle yüzünü çevirdi. Ümmü Seleme O'na dedi ki: "Amcanın oğlu ile halanın oğlu senin için insanların en şakisi olamazlar."
Hz. Peygamber (s.a.v.) ile yolda karşılaşanlar arasında, Ebû Süfyan b. Haris ile Abdullah b. Ebî Ümeyye de vardı. Bu ikisi O'nunla Ebvâ'da karşılaşmışlardı. Biri amcasının, diğeri de halasının oğlu idi. Hz. Peygamber (s.a.v.) bunlarla karşılaştığında, kendilerinden gördüğü eza ve hicivler sebebiyle yüzünü çevirdi. Ümmü Seleme O'na dedi ki: "Amcanın oğlu ile halanın oğlu senin için insanların en şakisi olamazlar."
Ebû Ömer
(İbn-i Abdilber)'in anlattığına göre Hz. Ali, Ebû Süfyan'a şöyle dedi:
"Rasûlullah'ın (s.a.v.) yanına ön tarafından varıp O'na, kardeşlerinin Hz.
Yusuf'a söyledikleri: 'Allah'a yemin olsun ki; Allah, seni bizden üstün
kıl¬mıştır. Doğrusu biz sana yaptıklarımızda suçlu idik.' sözünü söyle. Bun¬dan
daha güzel bir sözün bulunabilmesi asla mümkün değildir." Ebû Süfyan b.
Hâris de böyle yaptı. O zaman Rasûlullah (s.a.v.) ona şöyle cevap verdi:
"Bugün si¬ze hiçbir başa kakma ve ayıplama yoktur. Allah sizi bağışlasın.
O, merhamet edicilerin en merhametlisidir."
Bundan sonra Ebû Süfyan iyi bir müslüman oldu. Denilmiştir ki: Müslüman olduktan sonra, kendisinden utandığı için hiçbir zaman başını kaldırıp Rasûlullah'a (s.a.v.) bakmamıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.) onu seviyordu. Ona cennete gireceğini haber vermişti? Hz. Peygamber (s.a.v.): "Hamza'ya halef olmasını ümid ediyorum." buyurmuştu. Vefatı yaklaştığı sırada Ebû Süfyan b. Hâris dedi ki: "Benim için sakın ağlamayın. Vallahi, müslüman olduğumdan beri hiçbir kötü söz söylemedim."
Merrizzahrân'da Konaklama:
Rasûlullah (s.a.v.) Merruzzahrân'a varıp konakladığı zaman yatsı vakti gelmişti. Orduda bulunanlara ateş yakmalarını emretti ve on bin ateş yakıl¬dı. Hz. Peygamber (s.a.v.) gece nöbetçilerinin başına Ömer b. Hattâb'ı (r.a.) görevlendirdi.
Rasûlullah (s.a.v.) Merruzzahrân'a varıp konakladığı zaman yatsı vakti gelmişti. Orduda bulunanlara ateş yakmalarını emretti ve on bin ateş yakıl¬dı. Hz. Peygamber (s.a.v.) gece nöbetçilerinin başına Ömer b. Hattâb'ı (r.a.) görevlendirdi.
Rasûli Ekrem
Efendimiz, İrak denilen misvak ağaçlarının yemişlerinden toplamalarını bazı
sahabîlere emretti ve, "Size, onların kararmış olanlarını toplamanızı
tavsiye ederim; çünkü, en tatlı olanları, onların kararmışlarıdır!"
buyurdu.
Sahabîler merakla, "Yâ Rasûlullah! Bu yemişin iyisini kötüsünü çobanlar bilir. Siz de koyun gütmüş müydünüz?" diye sordular. Rasûli Ekrem, "Her peygamber, muhakkak koyun gütmüştür! Ben de Ecyad'da (Mekke'de bir mevki) ev halkımın (amcası Ebû Tâlib'in) koyunlarını otlatırdım." diye cevap verdi.
Ebû Süfyan, Peygamberimiz’in Huzurunda:
Allah Teâlâ, Kureyşlilerin haber almasını engellemişti. Korku ve bekle¬yiş içindeydiler. Ebû Süfyan çıkıp haber toplamaya çalışıyordu. Onunla birlikte Hakîm b. Hizam ile Büdeyl b. Verkâ, söylentileri araştırmak için çıktılar.
Allah Teâlâ, Kureyşlilerin haber almasını engellemişti. Korku ve bekle¬yiş içindeydiler. Ebû Süfyan çıkıp haber toplamaya çalışıyordu. Onunla birlikte Hakîm b. Hizam ile Büdeyl b. Verkâ, söylentileri araştırmak için çıktılar.
Abbas,
Rasûlullah'ın (s.a.v.) boz katırı Beyzâ'ya binip çıktı. Rasûlullah (s.a.v.)
savaşarak zorla Mekke'ye girmeden önce, Kureyşliler gelip O'ndan emân
istesinler diye haber vermek için Kureyşlilere göndermek üzere bir oduncu veya
herhangi bir kimse arıyordu.
Abbas anlatıyor: Vallahi, ben bu maksatla dolaşıyorken Ebû Süfyan b. Harb ile Büdeyl b. Verkâ'nın sesini işittim. Aralarında konuşuyorlardı. Ebû Süfyan diyordu ki: "Bu geceki kadar çok ateşi ve askeri hiçbir zaman görmedim ben." Büdeyl ise şöyle diyordu: "Bunlar vallahi Huzaalılar! Onları harp ateşi bir araya getirmiş." Ebû Süfyan: "Huzâalıların ateşleri ve askerleri bunlardan daha az ve daha önemsizdir." dedi.
Ebû
Süfyan'ın sesini tanı¬dım ve: "Ey Ebû Hanzala!" dedim. O da benim
sesimi tanıdı; "Ebû Fadl, sen misin?" dedi. "Evet" dedim.
"Babam anam sana feda olsun, ne haber var?" diye sordu. Ben:
"Bunlar Rasûlullah (s.a.v.) ve arkadaşlarıdır. Vallahi, Kureyş'in sabahı
pek yaman olacak!" diye cevapladım. Ebû Süfyan: "Peki, çare nedir,
babam anam sana feda olsun?" diye sordu. Şöyle dedim: "Vallahi, eğer
sana karşı zafer elde ederse muhakkak boynunu vuracaktır. Şu katırın arkasına
bin de seni Rasûlullah'a (s.a.v.) götüreyim ve senin için emân dileyeyim."
Terkime bindi. İki arkadaşı dönüp gitti. Ebû Süfyan'ı alıp gö¬türdüm.
Müslümanların yaktığı ateşlerden her birinin yanına geldiğimizde "Kim
bu?" diye soruyorlardı. Rasûlullah'ın katırını ve benim de üzerinde
olduğumu gördüklerinde "Rasûlullah'ın (s.a.v.) amcası, O'nun katırına
binmiş." diyorlardı. Ömer b. Hattâb'ın ateşinin yanından geçerken
"Kim o?" dedi ve ayağa kalktı. Hayvanın terkisinde Ebû Süfyan'ı görünce
şöyle dedi:
"Allah düşmanı Ebû Süfyan! Seni anlaşmasız ve sözleşmesiz olarak ele ge¬çirmeye imkân veren Allah'a hamdolsun." Sonra süratle Rasûlullah'ın (s.a.v.) yanına doğru yürüdü. Katırı topukladım da onu geçiverdi. Hemen katırdan inip Rasûlullah'ın (s.a.v.) yanına girdim. Ömer de bu sırada yanına gelip dedi ki: "Yâ Rasûlallah! İşte Ebû Süfyan! Bana izin ver de boynunu vurayım!" Ben: "Yâ Rasûlallah! Ben onu himayeme aldım" dedim ve Rasûlullah'ın (s.a.v.) yanına geçip oturdum.
Ebû Süfyan'ın başını tutup "Vallahi, bu gece benden başka hiç kimse
onunla baş başa kalmayacak" dedim. Ömer, onun hakkındaki isteğinde ileri
gidince dedim ki: "Yavaş ol ey Ömer! Vallahi, eğer Adiyyoğullarından bir
adam olsaydı o zaman böyle demezdin." Hz. Ömer: "Yavaş ol ey Abbas!
Vallahi, babam Hattâb eğer müslüman olsaydı ona senin müs¬lüman oluşuna
sevindiğim kadar sevinmezdim. Çünkü biliyorum ki, Rasûlullah (s.a.v.) da senin
müslüman oluşuna sevindiği kadar Hattâb'ın müslüman oluşuna sevinmezdi."
dedi.
Rasûlulah (s.a.v.): "Ey Abbas, onu senin çadırı¬na götür de sabah
olunca bana getir." buyurdu. Ebû Süfyan'ı alıp götürdüm. Sabah olunca
tekrar Rasûlullah'a (s.a.v.) getirdim. Rasûlullah (s.a.v.) onu gö¬rünce şöyle
dedi: "Yazıklar olsun sana ey Ebû Süfyan! Allah'tan başka ilâh olmadığını
anlama zamanın daha gelmedi mi?" Ebû Süfyan: "Babam, anam sana feda
olsun! Ne yumuşak huylu, ne asil ve ne iyiliksever insansın! Yemin olsun ki
Allah ile birlikte O'ndan başka bir ilâh olsaydı eğer, şimdiye kadar bir
faydası olurdu zannediyorum." dedi.
Rasûlullah (s.a.v.) dedi ki: "Yazık¬lar olsun sana ey Ebû Süfyan!
Benim Allah Rasûlü olduğumu anlayacağın vakit daha gelmedi mi?" Ebû Süfyan
dedi ki: "Babam anam sana feda olsun! Ne yumuşak huylu, ne asil ve ne
iyiliksever insansın! Bu konuya gelince, şimdi bile hâlâ içimde bazı kuşkular
var."
Bunun üzerine Abbas ona şöyle dedi: "Yazıklar olsun sana! Müslüman ol! Boynun vurulmadan önce Allah'tan başka ilâh olmadığını ve Muhammed'in, Allah'ın Rasûlü olduğunu kabul et." Nihayet Ebû Süfyan, hakkı kabul edip şehadet getirdi ve müslüman oldu.
Bunun üzerine Abbas ona şöyle dedi: "Yazıklar olsun sana! Müslüman ol! Boynun vurulmadan önce Allah'tan başka ilâh olmadığını ve Muhammed'in, Allah'ın Rasûlü olduğunu kabul et." Nihayet Ebû Süfyan, hakkı kabul edip şehadet getirdi ve müslüman oldu.
Abbas dedi ki: "Yâ Rasûlallah! Ebû Süfyan, övünmeyi çok seven bir adamdır. Ona bir lütufta bulunsan olmaz mı?" Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: "Olur. Kim Ebû Süfyan'ın evine girerse güven içerisinde olur. Kim kapısını kapayıp evinde oturursa o güven içerisindedir. Kim Mescid-i Haram'a girerse o da güven içerisindedir."
Hz. Peygamber (s.a.v.) Abbas'a, Allah'ın ordusu geçerken görsün diye Ebû Süfyan'ı vadinin en dar yerinde, boğazın yakınında dağın başlangıç yerinde tutmasını emretti. O da böyle yaptı. Kabileler, bayraklarıyla geçiyordu. Her bir kabile oradan geçerken, "Ey Abbas, bu kim?" diye soruyordu. (Abbas der ki): “Ben de; Süleymliler” diyordum. O zaman: "Süleymlilerle aramda bir kavga yok." diyordu.
Sonra başka bir kabile geçiyordu, yine soruyordu: "Ey Abbas, bunlar
kim?" Ben: “Müzeyneliler” diyordum. "Müzeynelilerle aramda bir kavga
yok" diyordu. Nihayet kabileler bitti. Geçen kabilelerden bana sormadığı
hiçbiri kalmadı. Ben, kabileyi kendisine söylediğimde, benimle bunlar arasında
bir kavga yok, diyordu. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.), Muhacirler ile Ensar'dan
meydana gelen kalabalık bir alay içeriside geçmeye başladı.
Birliktekilerin her biri zırhlara bürünmüş, gözlerinden başka bir yerleri
görünmüyordu. Ebû Süfyan dedi ki: "Sübhanallah, ya Abbas! Bunlar
kim?" Ben: "Bunlar Muhacirler ve Ensar'la birlikte
Rasûlullah'tır" dedim. Dedi ki: "Bunlara hiç kimse dayanamaz, hiç
kimse güç yetiremez." Sonra şöyle dedi: "Vallahi ey Ebû Fadl!
Kardeşinin oğlunun saltanatı bugün pek büyük olmuş!" Abbas diyor ki:
"Ey Ebû Süfyan, dedim; bu peygamberliktir!" Ebû Süfyan: "Evet,
anladım." dedi. Ben de: "Git, kavmini uyar" dedim.
Ensar'ın bayrağı Sa'd b. Ubâde'de idi. Ebû Süfyan'ın önünden geder¬ken ona dedi ki: "Bugün en büyük savaş günüdür. Bugün (Kâbe'de savaşın) helâl kılınacağı gündür. Bugün Allah, Kureyşlileri hor ve hakir kılacaktır!"
Ensar'ın bayrağı Sa'd b. Ubâde'de idi. Ebû Süfyan'ın önünden geder¬ken ona dedi ki: "Bugün en büyük savaş günüdür. Bugün (Kâbe'de savaşın) helâl kılınacağı gündür. Bugün Allah, Kureyşlileri hor ve hakir kılacaktır!"
Rasûlullah (s.a.v.) Ebû Süfyan'ın hizasına geldiği zaman Ebû Süfyan dedi ki: "Yâ Rasûlullah! Sa'd'in ne söylediğini işitmedin mi?" Hz. Peygamber (s.a.v.) "Ne söyledi?" diye sordu. Ebû Süfyan, şöyle şöyle söyledi, diye anlattı. Bunun üzerine Hz. Osman ile Abdurrahman b. Avf dediler ki: "Yâ Rasû¬lallah! Biz onun Kureyşlilere saldırıp saldırmayacağından emin değiliz." Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Hayır. Bugün Kâbe'nin şanının yüceltileceği bir gündür.
Bugün Allah'ın Kureyşlileri (İslâmiyetle) yücelteceği bir gündür."
Sonra Rasûlullah (s.a.v.) Sa'd'a haber göndererek sancağı ondan aldı ve oğlu
Kays'a verdi. Sancak, oğlu Kays'ta olunca, Sa'd'ın elinden çıkmamış
sayıla¬cağını düşündü. Ebû Ömer (İbn-i Abdilber) diyor ki: Rivayet edildiğine
göre Hz. Peygamber (s.a.v.) sancağı Sa'd'dan alınca Zübeyr'e vermiştir.
Ebû Süfyan, yürüyüp Kureyşlilerin yanına vardı. En yüksek sesiyle şöyle bağırdı: "Ey Kureyş topluluğu! İşte Muhammed, karşısında dayanamaya¬cağınız kadar büyük bir kuvvetle yanıbaşınıza gelmiş bulunuyor. Kim, Ebû Süfyan'ın evine girerse; güvencededir." Hind binti Utbe kalkıp geldi, bıyığın¬dan yakalayıp: "Şu yağ tulumunu, ince bacaklıyı öldürün! Kavminin ne kötü bir öncüsüdür bu!" dedi. Ebû Süfyan dedi ki: "Yazıklar olsun size! Siz bu tutumunuzla kendinizi aldatmayın. O, sizin karşı koyamayacağınız bir or¬duyla başucunuza gelmiş bulunuyor.
Kim Ebû Süfyan'ın evine girerse güven¬cededir. Kim Mescid-i Haram'a girerse
güvencededir." Kureyşliler dediler ki: "Allah seni kahretsin! Senin
evinin bize ne kadar faydası olabilir?" Dedi ki: "Kim evine girip
kapısını kapatırsa güvencededir. Kim Mescid-i Haram'a gi¬rerse o da güvencededir."
Bunun üzerine insanlar, evlerine ve Mescid-i Ha¬ram'a gitmek üzere dağıldılar.
Mekke'ye
Yürüyüş:
RasûluIIah (s.a.v.) yürüdü, yukarı tarafından Mekke'ye girdi. Burada ken¬disine bir çadır kuruldu. Peygamberimiz, Mekke'ye girmek için ordusunu dört kola ayırdı:
Sağ kol... Kumandan, "Seyfullah" unvanının sahibi Hz. Hâlid b. Velid'di. Mekke'ye aşağı taraftan girecekti.
RasûluIIah (s.a.v.) yürüdü, yukarı tarafından Mekke'ye girdi. Burada ken¬disine bir çadır kuruldu. Peygamberimiz, Mekke'ye girmek için ordusunu dört kola ayırdı:
Sağ kol... Kumandan, "Seyfullah" unvanının sahibi Hz. Hâlid b. Velid'di. Mekke'ye aşağı taraftan girecekti.
Sol kol...
Kumandan Hz. Zübeyr b. Avvam idi. Şehre yukarıdan, Küdâ denilen mevkiden
girecekti.
Üçüncü kol Sa'd b. Ubade kumandasındaydı ve Ensâr birliklerinden ibaretti. Seniyye tarafından şehre girecekti.
Üçüncü kol Sa'd b. Ubade kumandasındaydı ve Ensâr birliklerinden ibaretti. Seniyye tarafından şehre girecekti.
Piyade birliklerinden meydana gelen dördüncü kola Ebû Ubeyde b. Cerrah kumanda ediyordu. O da, Mekke'nin üst tarafından ilerleyecekti.
Hz. Peygamber (s.a.v.), Halid ve yanındakilere şöyle dedi: "Eğer Kureyşlilerden biri size karşı koyarsa, onları ekin biçer gibi biçin! (Yarın) benimle buluşma yeriniz Safa tepesidir." Karşılarına kim çıktıysa hepsini yere serdi¬ler. Kureyş'in serkeşleri ve ayak takımı, İkrime b. Ebû Cehil, Safvân b. Ümeyye ve Süheyl b. Amr'ın önderliğinde müslümanlarla çarpışmak üzere Handeme'de toplandılar.
Bekiroğullarından Himâs b. Kays b. Halid, RasûluIIah (s.a.v.) Mekke'ye girmeden önce silahlarını hazırlıyordu. Karısı: "Bunları niçin hazırlıyorsun?*' diye sordu. Himâs: "Muhammed ve arkadaşları için." dedi. Karısı: "Vallahi, Munammed ve arkadaşlarına hiç kimsenin karşı durabileceğini zannetmi¬yorum." dedi. Himâs: "Vallahi, ben onlardan bazılarını esir alıp sana hizmetçi yapmayı bile ümid ediyorum." dedi.
Bazı Mekkeliler'in Karşı Koymaya Çalışması:
Sonra Himâs, Handeme'de, Safvân, İkrime ve Süheyl b. Amr'a katıldı. Müslümanlar bunların yanlarına gelince, ok ve mızraklar atmaya başladılar. Müslümanlardan Kürz b. Câbir el-Fihrî île Huneys b. Halid b. Rabîa öldürüldü. Bu ikisi Halid b. Velid'in süvari birliğindeydiler. Ondan ayrılmışlar ve başka bir yol tutturmuşlardı. İkisi de öldürüldü. Müşriklerden ise on iki civarında adam öldürülmüştü. Müşrikler yenildiler. Silahlarını hazırlamış olan Himâs da yenilip kaçanlar arasındaydı. Evine girdi ve karısına dedi ki: "Ka¬pıyı üzerime kapa!" Karısı: "Hani dediğin nerede kaldı?" dedi.
Sonra Himâs, Handeme'de, Safvân, İkrime ve Süheyl b. Amr'a katıldı. Müslümanlar bunların yanlarına gelince, ok ve mızraklar atmaya başladılar. Müslümanlardan Kürz b. Câbir el-Fihrî île Huneys b. Halid b. Rabîa öldürüldü. Bu ikisi Halid b. Velid'in süvari birliğindeydiler. Ondan ayrılmışlar ve başka bir yol tutturmuşlardı. İkisi de öldürüldü. Müşriklerden ise on iki civarında adam öldürülmüştü. Müşrikler yenildiler. Silahlarını hazırlamış olan Himâs da yenilip kaçanlar arasındaydı. Evine girdi ve karısına dedi ki: "Ka¬pıyı üzerime kapa!" Karısı: "Hani dediğin nerede kaldı?" dedi.
Ebû Hureyre
der ki: Rasûlullah (s.a.v.) ilerleyip Mekke'ye girdi. İki ka¬nattan birinin
başında Zübeyr'i, diğerinin başında Halid b. Velid'i gönderdi. Ebû Ubeyde b. Cerrah'ı
da, zırhsızlara komutan yapıp gönderdi. Sonra va¬dinin ortasından yürüyüşe
geçtiler.
RasûluIIah
(s.a.v.) da kendi bölüğünün içe¬risinde idi. Ebû Hureyre diyor ki: Kureyşliler
birtakım serserileri toplamışlardı. Diyorlardı ki: "Bunları ileri sürelim.
Şayet Kureyş'in lehine bir durum olur¬sa biz de onlarla birlik oluruz. Eğer
yenilirlerse istediklerini onlara veririz." RasûluIIah (s.a.v.) "Ey
Ebû Hureyre!" diye seslendi. Ben: "Buyur, emret ya Rasûlallah!"
dedim. "Bana Ensar'ı çağır. Ensar'ımdan başkası gelmesin." buyurdu.
Ebû Hureyre
çağırdı. Hemen gelip Rasûlullah'ın (s.a.v.) etrafında toplandılar. Şöyle
buyurdu: "Kureyş'in serserilerini ve onlara katılanları görü¬yor
musunuz?" Sonra iki elini birbiri üzerine kavuşturarak: "Benimle
Safa'da buluşuncaya kadar onları ekin biçer gibi biçiniz!" dedi. Sonra
ayrıldık. Artık bizden her isteyen dilediğini öldürüyordu. Ama onlardan hiçbiri
bize bir şey yapamıyordu.
Rasûlullah'ın (s.a.v.) bayrağı Hacûn'da, Mescid-i Feth'in bulunduğu yer¬de dikildi.
Rasûlullah'ın (s.a.v.) bayrağı Hacûn'da, Mescid-i Feth'in bulunduğu yer¬de dikildi.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Kâbe'de:
Sonra Rasûlullah (s.a.v.) kalktı. Rasûlullah (s.a.v.) Zituva'ya gelince, bineği üzerin¬de, başında Yemen işi bir Sarığıyla bulunuyordu. Başını Allah'ın hu¬zurunda eğmiş, fethi kendisine nasib etmesinden ötürü minnet ve şükranını bildiriyordu. Öyle ki, neredeyse sakalının ucu hayvanın yelesine değiyordu.
Sonra Rasûlullah (s.a.v.) kalktı. Rasûlullah (s.a.v.) Zituva'ya gelince, bineği üzerin¬de, başında Yemen işi bir Sarığıyla bulunuyordu. Başını Allah'ın hu¬zurunda eğmiş, fethi kendisine nasib etmesinden ötürü minnet ve şükranını bildiriyordu. Öyle ki, neredeyse sakalının ucu hayvanın yelesine değiyordu.
Peygamberimiz,
kendisine ilk vahiy indiği zaman Veraka b. Nevfel’le arasında geçen: “Bu
gördüğün, Allâh Teâlâ`nın Mûsâ (a.s.)’a tenzîl ettiği Nâmûs (-u Ekber)dir.
(Yani Cebrail’dir.) Ah keşki senin davet günlerinde genç olaydım. Kavmin seni
çıkaracakları zaman keşke hayatta olsam!". Bunun üzerine Rasûlullâh
(s.a.v.): "Onlar beni çıkaracaklar mı ki?" diye sordu. O da:
"Evet. (Zira) senin gibi bir şey getirmiş (yani vahiy tebliğ etmiş) bir
kimse yoktur ki düşmanlığa uğramasın. Şâyed senin davet günlerine yetişirsem
sana son derecede yardım ederim." konuşmasından 21, hicretten de 8 sene
sonra tekrar Mekke’ye dönüyordu.
Muhacirler
ve Ensar, önünü arkasını ve etrafını sarmışlardı. Mescid-i
Haram'a girdi. Hacer-i Esved'e doğru yöneldi, onu selâmladı. Sonra Kâbe'yi
tavaf etti. Elinde bir yay vardı. Kâbe'nin etrafında ve üzerinde üç yüz altmış
put bulunuyordu. Elindeki yay ile putlara dürtüyor ve şöyle diyordu: "Hak
geldi, batıl yok olup gitti. Zaten batıl her zaman yok olmaya mahkumdur."
"Hak geldi. Batıl, ne yoktan bir şeyi var edebilir, ne de yok olanı tekrar
diriltebilir.” Putlar yüzleri üstü birbiri üze¬rine devriliyordu.
İbn-i Abbas (r.a.)'dan: Rasûlullah (s.a.v.) fetih günü (Kâbe'ye) girdi. Hâlbuki Kâbe'de üçyüzaltmış tane put vardı. İblis onların ayaklarını kurşunla berkitmişti. Hz. Peygamber (s.a.v.), asası beraberinde olduğu halde, geldi.
Asasıyla bir
puta dokundukça, her put, yüzü üzerine yere düşüyordu ve Peygamber (s.a.v.) de
her putun yanına geldiğinde: "Hak geldi, batıl yok oldu. Muhakkak batıl
yok olucudur." diyordu." (Taberânî, Mu'cem'ul-Kebîr, (101339);
Bezzâr, Keşfu'l-Estâr, (2/345))
Peygamber (s.a.v.) tavafı devesi üzerinde yapıyordu. O gün ihramlı değil¬di. Yalnız tavafla yetindi. Tavafı tamamlayınca Osman b. Talha'yı çağırdı. Kâbe’nin anahtarlarını kendisinden aldı. Kapının bununla açılmasını emret¬ti, kapı açıldı. İçeriye girdi. Kâbe’nin içindeki resimleri gördü. Hz. İbrahim (s.a.v.) ile Hz. İsmail (s.a.v.)'in fal okları çekiyor halde yapılmış resimlerini gör¬dü. Buyurdu ki: "Allah bunu yapanları kahretsin! Vallahi, o ikisi hiçbir zaman fal oku çekmemişlerdir!"
Hz.
Peygamber (s.a.v.), Kâbe'nin içinde öd ağacından yapılmış bir güver¬cin heykeli
gördü. Bunu kendi eliyle kırdı. Resimlerin yok edilmesini emret¬ti, resimler
silindi.
Sonra Hz.
Peygamber (s.a.v.) kapıyı üzerine kapattırdı. Üsâme, Bilâl ve Osman b. Talhâ da
içerideydi. Kapının karşısına gelen duvara doğru, üç arşın kalıncaya kadar
ilerledi. Burada durup namaz kıldı. Sonra Beytullah'ın içinde dolaşıp bir
köşesinde tekbir getirdi, Allah'ı birledi. Sonra kapıyı açtı.
Bu sırada Kureyşliler sıra sıra Mescid-i Haram'a doluşmuşlar, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ne yapacağını gözlüyorlardı.
Bu sırada Kureyşliler sıra sıra Mescid-i Haram'a doluşmuşlar, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ne yapacağını gözlüyorlardı.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Mekkelilerle:
Hz. Peygamber (s.a.v.) kapının sövelerine tutundu. Kureyşliler kapı altında idiler. Şöyle buyurdu:
"Allah'tan başka ilâh yoktur. O yegânedir, O'nun ortağı yoktur. O, vadini yerine getirdi ve kuluna yardım etti. Bütün düşmanları tek başına boz¬guna uğrattı. İyi bilin ki, cahiliye çağına ait her şey, mal ve kan davaları, Beytullah'ın perdedarlığı ile hacılara su dağıtma âdetleri dışında hepsi de şu iki ayağımın altındadır, kaldırılmıştır. İyi bilin ki, kamçı ve sopa ile yapılan yarı kasıtlı (şibhu'1-amd) hatâen adam öldürmenin ağır bir diyeti vardır. Bu da, içlerinden kırkının karınlarında yavruları olmak şartıyla yüz devedir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) kapının sövelerine tutundu. Kureyşliler kapı altında idiler. Şöyle buyurdu:
"Allah'tan başka ilâh yoktur. O yegânedir, O'nun ortağı yoktur. O, vadini yerine getirdi ve kuluna yardım etti. Bütün düşmanları tek başına boz¬guna uğrattı. İyi bilin ki, cahiliye çağına ait her şey, mal ve kan davaları, Beytullah'ın perdedarlığı ile hacılara su dağıtma âdetleri dışında hepsi de şu iki ayağımın altındadır, kaldırılmıştır. İyi bilin ki, kamçı ve sopa ile yapılan yarı kasıtlı (şibhu'1-amd) hatâen adam öldürmenin ağır bir diyeti vardır. Bu da, içlerinden kırkının karınlarında yavruları olmak şartıyla yüz devedir.
Ey Kureyş
topluluğu! Muhakkak ki Allah, cahiliye gururunu, cahiliye atalarıyla övünüp
büyüklenmeyi sizden kaldırmıştır. Bütün insanlar Âdem'¬den, Âdem de topraktan
yaratılmıştır!"
Sonra Hz.
Peygamber (s.a.v.) şu âyeti okudu: "Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ile
bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışasınız diye sizi milletlere ve
kabilelere ayırdık. Allah katında en üstün olanınız, en çok sakınanınızdır.
Şüp¬hesiz ki Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.”
Sonra şöyle
buyurdu: “Ey Kureyş topluluğu! Şimdi hakkınızda ne yapacağımı sanıyorsunuz?”
Kureyşliler: “Hayır yapacağını. Sen iyi bir kardeşsin, iyi bir kardeş oğlusun.”
dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurdu: “Ben, size Hz. Yusuf'un kardeşlerine
dediğini söyleyeceğim: "Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama
yoktur." Gidin, sizler serbestsiniz!”
Kâbe'nin Anahtarları:
Sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) Mescid-i Haram'da oturdu. Hz. Ali O'na doğru geldi. Kâbe'nin anahtarı elindeydi. Dedi ki: "Yâ Rasûlallah! Kâbe perdedarlığı (hicâbe) ile hacılara su dağıtma (sikâye) işini bize ver. Allah'ın selâ¬mı üzerine olsun." Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu: "Osman b. Talha nerede?" Çağırdılar, geldi. Ona şöyle dedi: "İşte anahtarın ey Osman. Bugün iyilik ve vefa günüdür.”
Sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) Mescid-i Haram'da oturdu. Hz. Ali O'na doğru geldi. Kâbe'nin anahtarı elindeydi. Dedi ki: "Yâ Rasûlallah! Kâbe perdedarlığı (hicâbe) ile hacılara su dağıtma (sikâye) işini bize ver. Allah'ın selâ¬mı üzerine olsun." Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu: "Osman b. Talha nerede?" Çağırdılar, geldi. Ona şöyle dedi: "İşte anahtarın ey Osman. Bugün iyilik ve vefa günüdür.”
İbn-i Sa'd, Tabakat'ında, Osman b. Talha'nın şöyle dediğini naklediyor: Biz
cahiliye döneminde Kâbe'yi pazartesi ve perşembe günleri açıyorduk. Ra¬sûlullah
(s.a.v.) bir gün halk ile birlikte Kâbe'ye girmek için gelmişti. Ben ken¬disine
sert davranmış ve dil uzatmıştım. O ise bana yumuşak davranarak: "Ey
Osman! Umulur ki bir gün sen bu anahtarı benim elimde göreceksin. O za¬man onu
istediğime vereceğim." demişti. Ben de: "O gün, Kureyş'in mahvolup
kıymetten düşeceği gün olacaktır." demiştim. Buna karşılık: "Hayır.
Asıl o zaman Kureyş yaşayacak ve üstün olacaktır." diye cevap vermiş ve
Kâbe'¬ye girmişti. Bana söylediği bu söz, hiç aklımdan çıkmamış ve bir gün
olacak diye hep beklemiştim.
Fetih günü olunca bana dedi ki: "Ey Osman! Anahta¬rı bana getir." Ben de
getirdim. Anahtarı benden aldı, sonra tekrar bana geri verdi ve dedi ki:
"Ebedî bir miras olarak ve temelli kalmak üzere bunu alın. Onu sizin
elinizden ancak zalim olan alabilir. Ey Osman! Allah Teâlâ, Beyt'ini size
emanet ediyor. Bu Beyt sebebiyle size ulaşacak şeyleri meşru olarak
yiyiniz." Osman b. Talha devamla şöyle anlatıyor: Dönüp gidiyordum, Hz.
Peygamber beni çağırdı. Geri dönüp gittim. Bana dedi ki: "Sana vaktiyle
söy¬lediğim şey aynen olmadı mı?" İşte o anda hemen hicretten önce
Mekke'de iken bana söylemiş olduğu "Umulur ki bir gün sen bu anahtarı
benim elimde göreceksin. O zaman onu istediğime vereceğim." sözünü
hatırladım ve dedim ki: “Evet, şahitlik ederim ki sen, şüphesiz Allah
Rasûlü'sün!”
Saîd b.
Müseyyeb'in naklettiğine göre Abbas, o gün anahtarı Haşimoğullarından bazı
adamların gözetimine almak istemişti. Fakat Rasûlullah (s.a.v.) anahtarı Osman
b. Talha'ya geri verdi.
Bilâl-i Habeşî'nin Kâbe'de Ezan Okuması:
Sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) Bilâl'e, Kâbe'nin üzerine çıkıp ezan oku¬masını emretti. Bu sırada Ebû Süfyan b. Harb, Attâb b. Esîd, Haris b. Hi¬şâm ve Kureyş'in ileri gelenleri Kâbe avlusunda oturuyorlardı. Attâb dedi ki: "Allah (babam) Esîd'e lütfetti de duyduğunda hiç hoşlanmayacağı şu sesi ona işittirmedi." Haris şöyle dedi: "Vallahi, O'nun gerçek peygamber olduğunu bilseydim muhakkak kendisine tâbi olurdum." Ebû Süfyan ise şöyle dedi: "Vallahi, ben hiçbir şey söylemeyeceğim. Eğer konuşursam şu çakıl taşları bile söylediklerimi haber verirler." İşte bu esnada Hz. Peygamber yanlarına çıkıp geldi ve onlara dedi ki: "Ben sizin söylediklerinizi biliyorum!" Sonra konuşulanları aynen onlara tekrarladı. Haris ve Attâb o zaman dediler ki: "Biz şahitlik ederiz ki sen, Allah'ın Rasûlü'sün! Vallahi, bu söylediklerimi¬ze, hiçbir kimse yanımızda bulunup da vâkıf olmadı ki, o sana haber verdi diyelim!”
Sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) Bilâl'e, Kâbe'nin üzerine çıkıp ezan oku¬masını emretti. Bu sırada Ebû Süfyan b. Harb, Attâb b. Esîd, Haris b. Hi¬şâm ve Kureyş'in ileri gelenleri Kâbe avlusunda oturuyorlardı. Attâb dedi ki: "Allah (babam) Esîd'e lütfetti de duyduğunda hiç hoşlanmayacağı şu sesi ona işittirmedi." Haris şöyle dedi: "Vallahi, O'nun gerçek peygamber olduğunu bilseydim muhakkak kendisine tâbi olurdum." Ebû Süfyan ise şöyle dedi: "Vallahi, ben hiçbir şey söylemeyeceğim. Eğer konuşursam şu çakıl taşları bile söylediklerimi haber verirler." İşte bu esnada Hz. Peygamber yanlarına çıkıp geldi ve onlara dedi ki: "Ben sizin söylediklerinizi biliyorum!" Sonra konuşulanları aynen onlara tekrarladı. Haris ve Attâb o zaman dediler ki: "Biz şahitlik ederiz ki sen, Allah'ın Rasûlü'sün! Vallahi, bu söylediklerimi¬ze, hiçbir kimse yanımızda bulunup da vâkıf olmadı ki, o sana haber verdi diyelim!”
Fetih Namazı:
Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hâni'nin evine girdi ve gusül yaptı. Onun evinde sekiz rekât namaz kıldı. Kuşluk vaktiydi. Bu yüzden bazıları bu namazın, kuşluk namazı olduğunu zannettiler. Hâlbuki bu, fetih namazı idi. Bundan böyle müslüman komutanlar bir kaleyi, bir şehri fethettikleri zaman, Rasûlullah'a (s.a.v.) uymak için fetihten hemen sonra bu namazı kıldılar.
Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hâni'nin evine girdi ve gusül yaptı. Onun evinde sekiz rekât namaz kıldı. Kuşluk vaktiydi. Bu yüzden bazıları bu namazın, kuşluk namazı olduğunu zannettiler. Hâlbuki bu, fetih namazı idi. Bundan böyle müslüman komutanlar bir kaleyi, bir şehri fethettikleri zaman, Rasûlullah'a (s.a.v.) uymak için fetihten hemen sonra bu namazı kıldılar.
İbn-i Abbas
(r.a.) rivayet ediyor: Mekke'nin fethi gününde Rasûlullah (s.a.v.) (amcasının
kızı) Ümmü Hâni binti Ebî Tâlib'in evine girdi. Karnı açtı. Ümmü Hâni
Rasûlullah’a şöyle dedi:
"Yâ
Rasûlallah, eşim tarafından akrabam olan bâzı kimseler bana sığındılar. Ali bin
Ebî Tâlib ise "Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasına kulak asmaz.
Ali'nin bunların yerini öğrenip onları öldürmesinden korkuyorum. Ümmü Hâni'nin
evine sığınanlara, Allah'ın kelâmım dinleyip Rasûlüne iman edinceye kadar eman
verdiğini açıklasan." Rasûlullah (s.a.v.) "Ümmü Hâni'nin eman
verdiğine biz de eman verdik" buyurdu. Sonra da, "Yanında
yiyebileceğimiz bir şey var mı?" diye sordu. Ümmü Hâni: "Kuru
kırıntılardan başka birşey yok! Onu da size takdim etmeye utanırım" dedi.
Rasûlullah (s.a.v.), "Onları getir" dedi. Onları suyun içine ufaladı.
Tuz da getirdi. Sonra da "Ekmeğin yanı sıra biraz katık var mı?"
dedi. Ümmü Hâni, "Sirkeden başka bir şey yok" dedi. Rasûlullah,
"Getir onu" buyurdu. Sirkeyi kuru ekmeğin üzerine döküp yedikten
sonra Allah'a hamd etti ve "Ey Ümmü Hâni, sirke ne güzel katıktır! İçinde
sirke bulunan ev yoksul sayılmaz" buyurdu. (Mu’cemu’s-Sağîr, h.no:656)
Öldürülmeleri Emredilen Mekkeliler:
Fetih tamamlanınca Rasûlullah (s.a.v.), dokuz kişi dışında bütün insanla¬ra emân verdiğini açıkladı. Bu dokuz kişinin ise, Kâbe'nin örtüsü altında bu¬lunsalar bile öldürülmelerini emretti. Onlar şunlardı: Abdullah b. Sa'd b. Ebî Serh, İkrime b. Ebî Cehil, Abdüluzzâ b. Hatal, Haris b. Nüfeyl b. Vehb, Makîs b. Subâbe, Hebbâr b. Esved, İbn-i Hatal'ın şarkıcı iki kadın kölesi -bunlar Rasûlullah (s.a.v.) hakkında hicivler içeren şarkılar okurlardı-, Abdülmuttaliboğullarından birinin azatlısı olan Sâre.
Fetih tamamlanınca Rasûlullah (s.a.v.), dokuz kişi dışında bütün insanla¬ra emân verdiğini açıkladı. Bu dokuz kişinin ise, Kâbe'nin örtüsü altında bu¬lunsalar bile öldürülmelerini emretti. Onlar şunlardı: Abdullah b. Sa'd b. Ebî Serh, İkrime b. Ebî Cehil, Abdüluzzâ b. Hatal, Haris b. Nüfeyl b. Vehb, Makîs b. Subâbe, Hebbâr b. Esved, İbn-i Hatal'ın şarkıcı iki kadın kölesi -bunlar Rasûlullah (s.a.v.) hakkında hicivler içeren şarkılar okurlardı-, Abdülmuttaliboğullarından birinin azatlısı olan Sâre.
Bunlar,
irtikâp ettikleri suçlar, irtidat, İslâm'a ve Müslümanlara aşırı düşmanlık,
işkence, katl, Rasûlullah'ı ve Müslümanları küstahça hicvetme gibi affa
sığmayacak suçlardı.
Bunlardan
İbn-i Ebî Serh müslüman oldu. Sa'd İbnu Ebi Vakkas (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.v.), fetih günü dört erkek iki kadın dışında, herkese
(hayatını bağışladı ve) emân tanıdı. Bu dörtler arasında İbn-i Ebî Serh da
vardı. Hz. Osman'ın yanında saklandı. Rasûlullah (s.a.v.) halkı, kendisine biat
etmeye çağırınca, Hz. Osman (r.a.) onu da getirip Rasûlullah (s.a.v.)'ın
yanında durdurdu ve:
"Ey Allah'ın Rasûlü! Abdullah'tan biat al!" dedi. Rasûlullah
(s.a.v.) (hiç ses çıkarmadan) üç sefer başını kaldırıp ona baktı. Her seferinde
bey'at'tan imtina ediyordu. Üç seferden sonra, onunla da biat etti. Sonra
ashabına yönelip: "İçimizde, elimi bey'at için vermekten imtina ettiğimi
görünce kalkıp öldürecek aklı başında bir adam yok muydu?" buyurdular.
Ashab: "İçinizden geçeni nasıl bilelim. Keşke bize gözünüzle bir imâda
bulunsaydınız!" dediler. Bunun üzerine: "Bir peygambere hain gözlü
olmak yaraşmaz!" buyurdular." (Ebû Dâvud der ki: "Abdullah,
Hz.Osmân'ın süt kardeşiydi.") (Ebû Dâvud, Cihâd 127, 2683)
İkrime b. Ebî Cehil'in kaçışından sonra karısı gelip onun adına emân
istedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) ona da emân verdi. O zaman İkrime dönüp gel¬di
ve müslüman oldu. İyi müslüman oldu.
İbn-i Hatal, Haris ve Makîs ile iki şarkıcı kadından biri öldürüldüler. Makîs, müslüman olmuş, sonra dinden çıkıp (kardeşini yanlışlıkla öldüren sahabî Evs b. Sâbit'i) öldürüp müşriklere katılmıştı. Hebbâr b. Esved'e gelince; bu, Rasûlullah'ın (s.a.v.) kızı Zeyneb'in Medine'ye hicreti sırasında karşısına çıkmış, mızrakla vurup onu bir kaya üzerine düşürmüş ve karnındaki çocuğu düşür¬mesine sebep olmuş ve kaçmıştı. Daha sonra müslüman oldu, iyi de müslü¬man oldu.
İbn-i Hatal, Haris ve Makîs ile iki şarkıcı kadından biri öldürüldüler. Makîs, müslüman olmuş, sonra dinden çıkıp (kardeşini yanlışlıkla öldüren sahabî Evs b. Sâbit'i) öldürüp müşriklere katılmıştı. Hebbâr b. Esved'e gelince; bu, Rasûlullah'ın (s.a.v.) kızı Zeyneb'in Medine'ye hicreti sırasında karşısına çıkmış, mızrakla vurup onu bir kaya üzerine düşürmüş ve karnındaki çocuğu düşür¬mesine sebep olmuş ve kaçmıştı. Daha sonra müslüman oldu, iyi de müslü¬man oldu.
Rasûlullah'tan (s.a.v.), Sâre ile iki şarkıcı kadından biri için de emân
iste¬nildi. Hz.
Peygamber (s.a.v.) onlara da emân verdi. Bu iki kadın da müslüman oldu.
Hz. Peygamberin Konuşması:
Fetih'in ertesi günü olunca, Rasûlullah (s.a.v.) insanlar arasında ayağa kalkıp konuştu: Allah'a hamd ve senada bulunup O'nu lâyık olduğu biçimde övdükten sonra dedi ki:
Fetih'in ertesi günü olunca, Rasûlullah (s.a.v.) insanlar arasında ayağa kalkıp konuştu: Allah'a hamd ve senada bulunup O'nu lâyık olduğu biçimde övdükten sonra dedi ki:
“Ey
insanlar! Şüphesiz, Allah, göklerle yeri, güneş ile ayı yarattığı gün Mekke'yi
haram ve dokunulmaz kılmıştır; Kıyamet Gününe kadar da haram ve dokunulmaz
olarak kalacaktır. Allah'a ve âhiret gününe inanan bir kimse için, Mekke
Hareminde kan dökmek, ağaç kesmek helâl olmaz! Mekke'de kan dökmek benden önce
hiçbir kimseye helâl olmadığı gibi, benden sonra da hiçbir kimseye helâl
olmayacaktır! Bu söylediklerimi burada dinleyenler, hazır bulunmayanlara
duyursun!
Şu
bulunduğum andan itibaren kim öldürülürse, öldürülenin ailesi için şu iki
şeyden birini tercih etmek hakkı vardır: Ya öldürenin kısas olarak
öldürülmesini ya da öldürülenin diyetini, kan bedelini ister. Muhakkak ki,
insanların Cenâbı Hakk'a karşı en hürmetsizi, en taşkını ve azgını, Allah'ın
Hareminde adam öldüren yahut kendi katilinden başkasını öldüren, veya Câhiliyye
intikamını almak için adanı öldürendir.
İslâm'da,
insanın babasından veya baba tarafından akrabasından başkasına intisab etmesi
diye bir şey yoktur. Doğan çocuk, döşeğin sahibine aittir. İddiasını ispatlamak
için delil getirmek davacıya, yemin de inkâr edene düşer!
İslâmiyette,
ne Câhiliyyet andlaşması vardır, ne de fetihten sonra hicret! Fakat cihad ve
cihada niyet vardır. Müslüman, Müslümanın kardeşidir; bütün Müslümanlar
kardeştirler. Müslümanlar, kendilerinden olmayanlara (düşmanlara) karşı tek bir
eldirler, el birliğiyle harekete ederler! Müslümanların kanları birbirine
eşittir. Zimmetlerini, onların en hafifleri, en uzaktakileri bile yerine
getirme gayretini gösterirler. İyi bilmelisiniz ki, ne bir kâfir için bir
mü'min, bir Müslüman öldürülür, ne de onlardan taahhüd sahibi olanlar,
taahhüdlerinden dolayı harbî olan kâfirler için öldürülürler.
İslâm'da,
değiş tokuş yoluyla mehirsiz evlenme yoktur. Kadın, ne halasının, ne de
teyzesinin üzerine nikâhlanıp bir araya getirilebilir. Kocasının izni
olmadıkça, kadının onun malından bir şey dağıtması, vermesi helâl ve caiz
değildir. Kadın, yanında bir mahremi bulunmadıkça üç günlük yola gidemez.
İyi biliniz ki, vâris için vasiyete lüzum yoktur. Ayrı din sahipleri birbirlerine vâris olamazlar.
Parmakların her birisinde diyet, 10'ar 10'ar devedir. Kemiği görünen derin yaralardan her birisinde diyet, beşer beşer devedir.
İyi biliniz ki, vâris için vasiyete lüzum yoktur. Ayrı din sahipleri birbirlerine vâris olamazlar.
Parmakların her birisinde diyet, 10'ar 10'ar devedir. Kemiği görünen derin yaralardan her birisinde diyet, beşer beşer devedir.
Sabah namazı
kılındıktan sonra güneş doğuncaya kadar başka namaz kılınmaz. İkindi namazından
sonra güneş batıncaya kadar da bir başka namaz kılınmaz.
Sizi, iki günün orucundan nehyederim: Biri Kurban Bayramı günü, diğeri de Ramazan Bayramı günü orucudur. Ben size ancak anlayacağınız, tutacağınız yolu gösterdim!"
Sizi, iki günün orucundan nehyederim: Biri Kurban Bayramı günü, diğeri de Ramazan Bayramı günü orucudur. Ben size ancak anlayacağınız, tutacağınız yolu gösterdim!"
Rasûlullah Mekke'de Kalacak mı?
Allah Teâlâ; Rasûlü'nün şehri, vatanı ve doğum yeri olan Mekke'nin fethini kendisine nasip edince, Ensar aralarında şöyle konuştular: "Ne dersiniz, Allah, Rasûlullah'a (s.a.v.) şehri ve vatanı olan Mekke'nin fethini nasib edince artık orada mı kalır?" Hz. Peygamber (s.a.v.) bu sırada ellerini kaldır¬mış Safa tepesinde dua ediyordu. Duasını bitirdikten sonra "Ne diyordunuz?" diye sordu. "Bir şey yok, ya Rasûlallah!" dediler. Ama çok geçmeden konuşulanı kendisine söylediler. O zaman Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Al¬lah korusun; hayatım sizin hayatınızladır, Ölümün sizin ölümünüzledir."
Allah Teâlâ; Rasûlü'nün şehri, vatanı ve doğum yeri olan Mekke'nin fethini kendisine nasip edince, Ensar aralarında şöyle konuştular: "Ne dersiniz, Allah, Rasûlullah'a (s.a.v.) şehri ve vatanı olan Mekke'nin fethini nasib edince artık orada mı kalır?" Hz. Peygamber (s.a.v.) bu sırada ellerini kaldır¬mış Safa tepesinde dua ediyordu. Duasını bitirdikten sonra "Ne diyordunuz?" diye sordu. "Bir şey yok, ya Rasûlallah!" dediler. Ama çok geçmeden konuşulanı kendisine söylediler. O zaman Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Al¬lah korusun; hayatım sizin hayatınızladır, Ölümün sizin ölümünüzledir."
Bazı Mekkeliler:
Rasûlullah (s.a.v.) Beytullah'ı tavaf ederken, Fudâle b. Umeyr b. Mülevvih O'nu öldürmeyi tasarladı. Ona doğru yaklaştığında Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sen Fudâle misin?" diye sordu. "Evet, ya Rasûlallah!" dedi. Peygamberi¬miz: "Kalbinden ne geçiriyordun?" diye sorduğunda Fudâle: "Hiçbir şey, Allah'ı zikrediyordum." cevabım verdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) gülümsedi ve: "Allah'tan bağışlanmanı dile." buyurdu. Sonra elini onun göğsüne koyunca kalbi yatıştı. Fudâle derdi ki: "Vallahi, Rasûlullah (s.a.v.) elini göğsümden kal¬dırdığı zaman, benim için Allah'ın yaratıkları arasında O'ndan daha sevgili olan hiçbiri yoktu.”
Rasûlullah (s.a.v.) Beytullah'ı tavaf ederken, Fudâle b. Umeyr b. Mülevvih O'nu öldürmeyi tasarladı. Ona doğru yaklaştığında Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sen Fudâle misin?" diye sordu. "Evet, ya Rasûlallah!" dedi. Peygamberi¬miz: "Kalbinden ne geçiriyordun?" diye sorduğunda Fudâle: "Hiçbir şey, Allah'ı zikrediyordum." cevabım verdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) gülümsedi ve: "Allah'tan bağışlanmanı dile." buyurdu. Sonra elini onun göğsüne koyunca kalbi yatıştı. Fudâle derdi ki: "Vallahi, Rasûlullah (s.a.v.) elini göğsümden kal¬dırdığı zaman, benim için Allah'ın yaratıkları arasında O'ndan daha sevgili olan hiçbiri yoktu.”
O gün Safvân
b. Ümeyye ile İkrime b. Ebî Cehil kaçtılar. Umeyr b. Vehb el-Cumahî,
Rasûlullah'tan (s.a.v.) Safvân için emân istedi. Rasûlullah (s.a.v.) emân
vermeyi kabul etti ve Mekke'ye girdiği günkü sarığını ona verdi. Safvân ge¬miye
binmek üzere iken Umeyr kendisine yetişti ve onu geri getirdi. (Hz. Pey¬gamber
kendisini İslâm'a davet edince) Safvân: Bana bu konuda iki ay mühlet ver, dedi.
Rasûlullah (s.a.v.): "Sana dört ay mühlet verilmiştir." buyurdu.
Haris b.
Hişâm'ın kızı Ümmü Hakîm, İkrime b. Ebî Cehil'in nikâhı al¬tındaydı; müslüman
oldu. Rasûlullah'tan (s.a.v.), kocasına emân vermesini is¬tedi. Hz. Peygamber
de ona emân verdi. Ümmü Hakîm, kocasına Yemen'de yetişti, ona güvence verdi ve
onu alıp geri getirdi. Rasûlullah (s.a.v.) Safvân ile bunların eski nikâhlarını
kabul etti.
Harem Sınır Taşlarının Yenilenmesi:
Daha sonra Rasûlullah (s.a.v.), Temîm b. Esîd el-Huzâî'ye emrederek, ha¬rem sınırlarını işaretleyen taşları yenilettirdi.
Daha sonra Rasûlullah (s.a.v.), Temîm b. Esîd el-Huzâî'ye emrederek, ha¬rem sınırlarını işaretleyen taşları yenilettirdi.
Putların Yıktırılması:
Rasûlullah (s.a.v.), Kâbe çevresindeki putlar için birlikler gönderdi. Bu put¬ların hepsi kırılarak yok edildi. Lât ve Uzzâ ile bir üçüncüsü olan Menât da bunlardandır. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) münadisi Mekke'de şöyle bağırdı: "Kim, Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsa; evinde hiçbir put bırakmasın, hepsini kırsın!"
Rasûlullah (s.a.v.), Kâbe çevresindeki putlar için birlikler gönderdi. Bu put¬ların hepsi kırılarak yok edildi. Lât ve Uzzâ ile bir üçüncüsü olan Menât da bunlardandır. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) münadisi Mekke'de şöyle bağırdı: "Kim, Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsa; evinde hiçbir put bırakmasın, hepsini kırsın!"
Hz.
Peygamber (s.a.v.), Ramazan ayının bitimine beş gece kala, Halid b. Velid'i
Uzzâ putunu yıkması için gönderdi. Halid, ashabtan otuz süvari ile birlikte
gitti. Putu yıkıp Rasûlullah'a (s.a.v.) döndü ve olanları haber verdi.
Rasûlullah (s.a.v.): "Bir şey gördün mü?" diye sordu. Halid:
"Hayır" dedi.
Rasûlullah
(s.a.v.): "Sen onu tam olarak yıkamamışsın, dön ve onu yık."
bu¬yurdu. Halid öfkeli öfkeli geri döndü. Kılıcını sıyırdı. Bu sırada karşısına
çı¬rılçıplak, kapkara ve saçı başı dağınık bir koca karı çıktı. Putun
hizmetçisi koca karıya bağırmaya başladı. Halid kılıcını vurup karıyı ikiye
böldü. Sonra Rasûlullah'a (s.a.v.) dönüp olanları anlattı. Hz. Peygamber
(s.a.v.): "Evet, işte o Uzzâ'dır. Artık ülkenizde kendisine tapılmasından
edebiyen ümidini kes¬miştir." buyurdu. Bu put Nahle'de bulunuyordu. Kureyş
ile bütün Kinâneoğullarının putu idi. Onların en büyük putu buydu. Onun
bakıcıları Şeybânoğulları idi.
Sonra Hz.
Peygamber (s.a.v.) Amr b. Âs'ı, Huzeyl kabilesinin putu olan Suvâ'i yıkmaya
gönderdi. Amr der ki: Putun yanına vardığımda bakıcısı da oradaydı. Bana:
"Ne istiyorsun?" diye sordu. "Rasûlullah (s.a.v.) bana, bu putu
yıkmamı emretti." dedim. Bakıcı: "Buna gücün yetmez." dedi.
"Ni¬çin?" diye sordum. "Seni bundan alıkoyar." dedi. Ona:
"Sen hâlâ bâtıl üzerindesin. Yazıklar olsun sana. Bu put işitir veya görür
mü hiç?!" dedim ve yanına yaklaşıp putu kırdım. Sonra arkadaşlarıma
emrettim, putun hazine¬sini yıktılar. İçeride hiçbir şey bulamadık. Sonra
bakıcıya: "Nasıl, gördün mü?" diye sordum. Bakıcı: "Ben Allah'a
teslim oldum." dedi.
Sonra Hz.
Peygamber (s.a.v.) Sa'd b. Zeyd el-Eşhelî'yi Menât üzerine gön¬derdi. Kudeyd
yakınlarında Müşellel'de bulunuyordu. Evs, Hazrec, Gassan ve diğer kabilelerin
putu idi. Sa'd yirmi süvari ile yola çıktı. Oraya vardık¬larında bakıcısı
yanındaydı. "Ne istiyorsunuz?" diye sordu. "Menât'ı
yıkmayı" dedim. Bakıcı: "İşte sen, işte o." dedi. Sa'd puta
yönelip üstüne doğru yürüdü. Karşısına çırılçıplak, kapkara, saçı başı dağınık
bir kadın çık¬tı. Feryat edip bağırıyor ve göğsünü dövüyordu. Bakıcı, kadına:
"Menâtı yanına al ve isyankârları parçala." dedi. Sa'd vurdu ve
kadını öldürdü. Son¬ra putun yanına geldi. Arkadaşlarıyla birlikte onu yıkıp
parçaladılar. Hazi¬nesinde hiçbir şey bulamadılar.
Mekke’lilerin Peygamberimiz’e Biatı:
Rasûli Kibriya Efendimiz, umumî af ilân ettikten sonra, Safa Tepesine çıkıp orada Kureyşlilerin bîatını kabul etti. Seneler önce aynı tepede peygamberliğini açıktan ilân edip muhalefetle karşılaşırken, şimdi aynı tepe üzerinde aynı kimselerden İslâmiyet üzere biat alıyordu.
Erkeklerin Allah'a iman, Allah'tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed'in (s.a.v.) O'nun kulu ve Rasûlü olduğuna şehâdet ederek İslâmiyet ve cihad üzerine yaptıkları biatı, kadınların biatı takib etti.
Kureyş kadınlarından bir grup oraya toplanmıştı. Aralarında Hint binti Utbe de vardı. Yüzünü kapatarak kendisini gizliyordu. Zira Hz. Hamza (r.a.)'ya ettiğinden utanıyordu. O'na biat için yaklaşınca Rasûlullah (s.a.v.):
“Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak üzere bana bey'at edecek¬siniz.” Hind ise:
“Sen bize, erkeklere yüklemediğini yükledin. Ama biz onu yapacağız.” dedi. Rasûlullah:
“Hırsızlık da yapmayacaksınız.” bu¬yurdu. Hind yine:
“Yâ Rasûlâllah, Ebû Süfyân pinti ve cimri bir adam¬dır. Ben onun malından haberi olmadan birşeyler alırdım. Bil¬mem ki, bu bana helâl mi olur, haram mı?” Ebu Süfyân da ora¬da bulunup onun dediklerini işitiyordu. “Senin geçmişte çaldıkların tarihe karıştı.” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah:
“Sen demek Utbe'nin kızı Hind misin?” deyince, “Evet ben Hind binti Utbe'yim.” diye cevab verdi. “Geçmiş hâllerimi bağışla ki, Allah da seni bağışlasın.” Yine Rasûlullah (s.a.v.):
“Zina da etmeyeceksiniz” buyurdu. Hind de: “Hür kadın zina eder mi?” diye cevab verdi. Rasûlullah:
“Evlâdlarınızı da öldürmeyeceksi¬niz” dedi. Hind de: “Biz onları küçükten eğitip büyüttük. Biliyorsun, onları büyümüşken sen Bedir'de öldürdün.” Ömer bu söze öyle güldü ki, sırtüstü düşecekti. Rasûlullah (s.a.v.):
“İftira da etmiyeceksiniz. Yani asılsız şeyi uydurmayacaksınız.” Hind ise; “İftira gerçekten çirkin birşey, tecavüzlerden daha be¬ter.” Yine O:
“Mâruf olan hususlarda bana âsi olmayacaksınız” buyurdu.
Buhârî'nin Âişe (r.a.)'den rivayetine göre demiştir ki: Rasûlullah kadınlardan, ancak; “Allah'a birşeyi ortak koşmasınlar…” âyetini tekrarlayarak sözlü biat alırdı. Yine der ki, “Rasûlullah, helâli olanlardan başka bir kadının elini tutmamıştır.”
Rasûli Kibriya Efendimiz, umumî af ilân ettikten sonra, Safa Tepesine çıkıp orada Kureyşlilerin bîatını kabul etti. Seneler önce aynı tepede peygamberliğini açıktan ilân edip muhalefetle karşılaşırken, şimdi aynı tepe üzerinde aynı kimselerden İslâmiyet üzere biat alıyordu.
Erkeklerin Allah'a iman, Allah'tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed'in (s.a.v.) O'nun kulu ve Rasûlü olduğuna şehâdet ederek İslâmiyet ve cihad üzerine yaptıkları biatı, kadınların biatı takib etti.
Kureyş kadınlarından bir grup oraya toplanmıştı. Aralarında Hint binti Utbe de vardı. Yüzünü kapatarak kendisini gizliyordu. Zira Hz. Hamza (r.a.)'ya ettiğinden utanıyordu. O'na biat için yaklaşınca Rasûlullah (s.a.v.):
“Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak üzere bana bey'at edecek¬siniz.” Hind ise:
“Sen bize, erkeklere yüklemediğini yükledin. Ama biz onu yapacağız.” dedi. Rasûlullah:
“Hırsızlık da yapmayacaksınız.” bu¬yurdu. Hind yine:
“Yâ Rasûlâllah, Ebû Süfyân pinti ve cimri bir adam¬dır. Ben onun malından haberi olmadan birşeyler alırdım. Bil¬mem ki, bu bana helâl mi olur, haram mı?” Ebu Süfyân da ora¬da bulunup onun dediklerini işitiyordu. “Senin geçmişte çaldıkların tarihe karıştı.” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah:
“Sen demek Utbe'nin kızı Hind misin?” deyince, “Evet ben Hind binti Utbe'yim.” diye cevab verdi. “Geçmiş hâllerimi bağışla ki, Allah da seni bağışlasın.” Yine Rasûlullah (s.a.v.):
“Zina da etmeyeceksiniz” buyurdu. Hind de: “Hür kadın zina eder mi?” diye cevab verdi. Rasûlullah:
“Evlâdlarınızı da öldürmeyeceksi¬niz” dedi. Hind de: “Biz onları küçükten eğitip büyüttük. Biliyorsun, onları büyümüşken sen Bedir'de öldürdün.” Ömer bu söze öyle güldü ki, sırtüstü düşecekti. Rasûlullah (s.a.v.):
“İftira da etmiyeceksiniz. Yani asılsız şeyi uydurmayacaksınız.” Hind ise; “İftira gerçekten çirkin birşey, tecavüzlerden daha be¬ter.” Yine O:
“Mâruf olan hususlarda bana âsi olmayacaksınız” buyurdu.
Buhârî'nin Âişe (r.a.)'den rivayetine göre demiştir ki: Rasûlullah kadınlardan, ancak; “Allah'a birşeyi ortak koşmasınlar…” âyetini tekrarlayarak sözlü biat alırdı. Yine der ki, “Rasûlullah, helâli olanlardan başka bir kadının elini tutmamıştır.”
Bedevinin
Titremesi:
Mekke artık fethedilmişti. Yüzlerde, gönüllerde sevinç vardı. Şehirde müstesna bir bayram havasının neşesi hâkimdi. Bu sırada bir bedevinin Peygamberimiz’in yanına yaklaştığı görüldü. Bir peygamberin karşısında bulunmanın heyecan ve haşyeti altında bedevi tir tir titriyordu. Durumu fark eden Rasûl-i Kibriya, "Ne oluyor sana? Kendine gelsene! Ben bir hükümdar değilim; ben, güneşte kurutulmuş et parçaları yiyerek geçinmiş olan Kureyşli bir kadının oğluyum."
Mekke artık fethedilmişti. Yüzlerde, gönüllerde sevinç vardı. Şehirde müstesna bir bayram havasının neşesi hâkimdi. Bu sırada bir bedevinin Peygamberimiz’in yanına yaklaştığı görüldü. Bir peygamberin karşısında bulunmanın heyecan ve haşyeti altında bedevi tir tir titriyordu. Durumu fark eden Rasûl-i Kibriya, "Ne oluyor sana? Kendine gelsene! Ben bir hükümdar değilim; ben, güneşte kurutulmuş et parçaları yiyerek geçinmiş olan Kureyşli bir kadının oğluyum."
MEKKE FETHİNDEKİ
YÜCE HİKMETLER
Hudeybiye barışı, bu büyük fethin öncesinde bir başlangıç ve bir hazır¬lıktı. Bu barış sayesinde insanlar birbirine güven duydular ve birbirleriyle ko¬nuştular, İslâm dini hakkında tartışma yaptılar. Mekke'deki imanlarını giz¬leyen müslümanlar dinlerini açığa vurma, ona çağrıda bulunma ve onun üze¬rinde tartışma yapma imkânı buldular. Bu barış sebebiyle büyük bir insan kitlesi İslâm'a girdi. Bu yüzden Allah Teâlâ, şu âyetinde onu bir fetih olarak isimlendirdi: "Doğrusu biz sana apaçık bir fetih verdik." Hudeybiye ba¬rışı hakkında bu âyet nazil olunca Hz. Ömer (r.a.): "Bu bir fetih midir, ey Allah'ın Rasûlü?" diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v.) de: "Evet!" buyurdu. Allah Teâlâ Hudeybiye'yi fetih olarak anısını tekrarladı ve: "Allah, Rasûlü'nün rüyasını doğru çıkardı..." diye başlayan âyetin "Allah sizin bilmedi¬ğinizi, bilir. Size bundan başka yakın zamanda bir fetih verecektir.” kısmında böyle andı. Büyük olayların öncesinde, onlara bir giriş ve işaret niteliğinde mukaddimeler takdim etmek Allah Teâlâ'nın âdetidir. Nitekim Hz. İsa ve babasız yaratılışı kıssasının öncesinde, Hz. Zekeriyya kıssasını ve onun durumundakilerin çocuk sahibi olamayacağı kadar yaşlı oluşuna rağmen ona çocuk verişini anlatmıştır. Yine kıblenin neshedilmesinin öncesinde Kâbe’nin tarihini, yapılışını ve hürmete lâyık oluşunu, isminin yüceltilişini; sonra yapıcısını ve onun hürmet ve medhe lâyık oluşunu anlattı ve bütün bunlardan önce neshi, onu gerektiren hikmetini ve onu kuşatan kudretini zikret¬mek suretiyle bir ön giriş yaptı. Uyanık halde iken vahyin gelmesinden önce Rasûlullah'ın (s.a.v.) uykusunda gördüğü salih rüyalar da, aynı şekilde bir mu¬kaddimedir. Hicret de cihad emri öncesi yine bir mukaddimedir.
Hudeybiye barışı, bu büyük fethin öncesinde bir başlangıç ve bir hazır¬lıktı. Bu barış sayesinde insanlar birbirine güven duydular ve birbirleriyle ko¬nuştular, İslâm dini hakkında tartışma yaptılar. Mekke'deki imanlarını giz¬leyen müslümanlar dinlerini açığa vurma, ona çağrıda bulunma ve onun üze¬rinde tartışma yapma imkânı buldular. Bu barış sebebiyle büyük bir insan kitlesi İslâm'a girdi. Bu yüzden Allah Teâlâ, şu âyetinde onu bir fetih olarak isimlendirdi: "Doğrusu biz sana apaçık bir fetih verdik." Hudeybiye ba¬rışı hakkında bu âyet nazil olunca Hz. Ömer (r.a.): "Bu bir fetih midir, ey Allah'ın Rasûlü?" diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v.) de: "Evet!" buyurdu. Allah Teâlâ Hudeybiye'yi fetih olarak anısını tekrarladı ve: "Allah, Rasûlü'nün rüyasını doğru çıkardı..." diye başlayan âyetin "Allah sizin bilmedi¬ğinizi, bilir. Size bundan başka yakın zamanda bir fetih verecektir.” kısmında böyle andı. Büyük olayların öncesinde, onlara bir giriş ve işaret niteliğinde mukaddimeler takdim etmek Allah Teâlâ'nın âdetidir. Nitekim Hz. İsa ve babasız yaratılışı kıssasının öncesinde, Hz. Zekeriyya kıssasını ve onun durumundakilerin çocuk sahibi olamayacağı kadar yaşlı oluşuna rağmen ona çocuk verişini anlatmıştır. Yine kıblenin neshedilmesinin öncesinde Kâbe’nin tarihini, yapılışını ve hürmete lâyık oluşunu, isminin yüceltilişini; sonra yapıcısını ve onun hürmet ve medhe lâyık oluşunu anlattı ve bütün bunlardan önce neshi, onu gerektiren hikmetini ve onu kuşatan kudretini zikret¬mek suretiyle bir ön giriş yaptı. Uyanık halde iken vahyin gelmesinden önce Rasûlullah'ın (s.a.v.) uykusunda gördüğü salih rüyalar da, aynı şekilde bir mu¬kaddimedir. Hicret de cihad emri öncesi yine bir mukaddimedir.
Mekke'nin fethi sırasında kendisine karşı direnenlere karşı, yüreğinde hiç
bir kin duymayan Allah Rasûlü'nün karekterini görüyoruz. Hz.Peygamber (s.a.v.)
kendisiyle düşmanları arasında yirmibir yıldır devam eden savaştan sonra,
onla¬ra lütufta bulunmuştur. Hâlbuki onlar, bu süre zarfında hem O'na, hem
kendisi¬ne tabi olanlara ve hem de davetine karşı ellerinden gelen her şeyi
yapmışlar, başvurmadık yol bırakmamışlardı.
Zaferi elde
edip düşmanları perişan ettiğinde ve de puta tapıcılığm merkezi Mekke
fethedildiğinde, onlara özgürlüklerini vermiştir. Tarihte böyle bir olaya
rastlamak mümkün değildir. Böyle emsalsiz bir olay sadece kerim olan Pey¬gamber
(s.a.v.)'e nasib olmuştu.
Rasûlullah (s.a.v.)'ın Mekke halkına yaptığı davranışta, bir başka hikmet var¬dır. Yüce Allah, arapların, kendi mesajını, dünyaya taşıyıcıları olacağını biliyor¬du. Bundan ötürü, Arap milletinin liderleri olan Mekke halkını, Allah'ın dinine girsinler ve ondan sonra hidayet mesajını ve nurunu dünya milletlerine götürsünler diye hayatta bıraktı. Onlar, bu milletleri cehaletten kurtarma ve onları de¬vamlı karanlıklardan aydınlığa çıkarma uğruna canlarını ve mallarını seve seve ortaya koydular.
İslam davetçilerinin akıl almaz bir süre içinde, zaferle sonuç¬lanan başarılarında büyük bir ibret olması, Hz.Muhammed (s.a.v.)'in Allah'ın Rasûlü olduğunu, İslam’ın da, zafere ulaşacağını tefekkür eden davetçilere, mü'minlere ve onun sancağını taşıyanlara yardım eden Allah'ın daveti ol¬duğuna en büyük delildir.
En Büyük Fetih:
Büyük fetih; Allah'ın kendisiyle dinini, Rasûlü'nü, ordusunu, güvenilir taraftarlarını yücelttiği ve kendisiyle, âlemlere hidayet sebebi kıldığı beytini ve beldesini kâfirlerin ve müşriklerin ellerinden kurtardığı bir fetihtir. Bu fetih sebebiyle insanlar, akın akın Allah'ın dinine girmişlerdir. Yeryüzü bunun sebebiyle aydınlanmış ve parlamıştır.
Büyük fetih; Allah'ın kendisiyle dinini, Rasûlü'nü, ordusunu, güvenilir taraftarlarını yücelttiği ve kendisiyle, âlemlere hidayet sebebi kıldığı beytini ve beldesini kâfirlerin ve müşriklerin ellerinden kurtardığı bir fetihtir. Bu fetih sebebiyle insanlar, akın akın Allah'ın dinine girmişlerdir. Yeryüzü bunun sebebiyle aydınlanmış ve parlamıştır.
Rasûlullah (s.a.v.) Mekke’nin Fethindeki Üstün Stratejisi:
Bir askerî sefer için geniş hazırlıklar yapıl¬maya başlandı. Fakat Hz. Peygamber (s.a.v.), niyet ve kararının ne tarafa olduğunu hiç kimseye açıklamadi. Bu sır, o kadar titizlikle saklandı ki, Hz. Ebû Bekr gibi seçkin sahabilerin, Ezvâc-ı Nutahharât’ın bile haberleri yoktu. Di¬ğer Müslümanlar da tabiatiyle aynı şekilde bilgisiz¬diler. Aynı zamanda, az sonra göreceğimiz gibi toplanan gönüllü askerler on bin kadar olmuşlardı.
Bir askerî sefer için geniş hazırlıklar yapıl¬maya başlandı. Fakat Hz. Peygamber (s.a.v.), niyet ve kararının ne tarafa olduğunu hiç kimseye açıklamadi. Bu sır, o kadar titizlikle saklandı ki, Hz. Ebû Bekr gibi seçkin sahabilerin, Ezvâc-ı Nutahharât’ın bile haberleri yoktu. Di¬ğer Müslümanlar da tabiatiyle aynı şekilde bilgisiz¬diler. Aynı zamanda, az sonra göreceğimiz gibi toplanan gönüllü askerler on bin kadar olmuşlardı.
O devirde on
bin kişilik bir ordu, görülüp alışılmış bir şey değildi. Düşman haber alma
teşki¬lâtı veya dostlarından bunu gizlemek, saklamak da çok zor bir şeydi.
Burada bir gece baskını mevzu ba¬his olamaz; zira düşmanla arasındaki mesafe on
iki gün gibi uzak bir mesafedir. Bunun için Hz. Peygamber (s.a.v.), her şeyden
evvel Medine'den bütün çıkışları durdurdu, yasak etti; buna gerek dostları ve
gerekse bitaraf kimseler de dâhil bulunuyordu.
Bu sırada
bazı şaşırtmalar vermek zarureti de vardı. Hz. Peygamber (S,A.) Ebû Katâde'nin
kumandasın¬da bir askeri birliği Medine'nin tam kuzey kesiminde, üç günlük
mesafede bulunan “İzam” mevkiine gön¬derdi. Böylece herkes, Hz. Peygamberin
(s.a.v.) bu bölgeye gitmek istediğini ve bu “İzam” seferinin bu¬nun keşif kısmı
olduğunu düşünecekti; bu suretle şayiaların merkezi sıkleti bu yöne
çevrilecekti
Hz. Peygamber (s.a.v.), fiilen bir büyük se¬fere çıktığı zaman, sadece gideceği
yeri değil, aynı zamanda ordusunun hakiki büyüklük ve kuvvetini de saklamak
istemiştir. İşte, bu sebeple, Hz. Peygamber (S.A.}, beklenen birçok gönüllünün
Medine'de toplanmamalarını, an¬cak Mekke'ye doğru hareketinde yol boyunca
kabi¬lelerinin bulundukları yerlerden geçtikçe kendisine iltihak etmelerini
emretti. Bu strateji o kadar muvaffak oldu ki Kureyşliler, Müslüman Ordusu
Mekke civarındaki dağlar arkasına ordugâhlarını kurunca¬ya kadar onların
harekete geçtiklerine dair zerre ka¬dar bir haber elde edememişlerdir.
Darbe
tesirini daha da arttırmak gayesiyle İslâm Ordusu Mekke'yi kuşatınca Hz.
Peygamber, o gece her Müslüman askerin ayn ayrı birer ateş yakmasını emretti.
10.000 ateşin bütün bir gece yakılması daha büyük, daha fazla sa¬yıda insanın
yemeklerini pişirdikleri intibaını veri¬yordu.
Cenâb-ı Hak da Müslümanlara lütfunu esirgemedi. Ebû Sufyân, Mekkelilerin bu en
büyük ku¬mandanı, aynı gece Müslüman keşif kıtalarının eline düştü. Bunun
neticesi, Mekke ahâlisi ne yapacağını bilmez hale geldi.
kaynak : islamvetasavvuf.org
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.