GÜNÜMÜZDEKİ BAZI İLAHİYATÇI PROFÖSÖRLER VE İLAHİYATÇILARIN DAVRANIŞ
BİÇİMLERİ VE DÜŞÜNCE YAPILARININ İNCELENMESİDİR (1)
بسم الله الرحمن الرحيم الحمد لله رب العالمين واصلاة و السلام على سيد المرسلين
(Dikkat bu yazı rastgele hazırlanmış bir yazı değildir ciddi bir ilmi çalışma
neticesinde ortaya çıkmıştır. Yazıyı mutlaka sonuna kadar okuyunuz, ilmi
bilgiler verilecektir.
“Ey iman edenler, ALLAH yolunda adım attığınız vakit, iyice anlayın,
dinleyin. Size İSLÂM selâmı veren kimseye -dünya hayatının geçici metaına göz
dikerek- “Sen mümin değilsin!” demeyin.” (Nisa-94) (Bazı İlahiyatçıların(sanki
kendi itikatları çok düzgünmüş gibi) kabir ziyareti yapan temiz Mü’minleri
müşrik ilan etmeleri çok vahimdir)“Ümmetim hakkında en çok korktuğum kişi,
konuşmasını iyi bilen münafıktır” Hadis-i Şerif (Kaynak : Ahmed İbn-i Hanbel,
Müsned no:143, 1/289)
“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman Sana gelip günahlarına mağfiret dileselerdi, Peygamber de onların bağışlanması için dua ediverseydi, elbette ALLAH’ı tevbeleri kabul eden ve merhametli bulacaklardı.” Nisa-64 (Demek ki Efendimizin (صلى الله عليه وسلم) huzuruna gidip mağfiret dileyince (ilahiyatçıların söylediğinin hilafına) müşrik olunmuyormuş.) Burada bu ilahiyatçıların ve vehhabi zihniyetinin anlayamadıkları şey mağfiret dilenenin ALLAH’u Teâla olduğudur…
Hz. Ömer رضى الله عنه şöyle demiştir: “Bu ümmet için en çok, ilim bilen münafıklardan korkuyorum. Bunlar, ilimleri dillerinde olan, kalpleri cahil ve amelleri kötü kimselerdir.” (İhyâ)
İlahiyatçı Abdulaziz Bayındır, Sahabe ve Evliya Kabriniرضى الله عنهم ziyaret edeni müşrik ilan etmekte ise de “Fatih Sultan Mehmed” şiirinde bakınız ne buyurmaktadır ;“Fazl-i Hakku himmet-i cünd-i ricalluLLAH ile , Ehl-i küfri serteser kahr eylemektür niyyetüm, Enbiya vü Evliyaya istinadım var benum , Lütf-i Hakk’tandur heman ümid-i fethü nusretüm, Nefsü mâl n’ola kılsam cihanda ictihad, HamdulİLLAH var gazâya sad hazeran rağbetum, Ey Muhammed mucizat-i Ahmed-i muhtar ile, Umarım galib ola â’dayı dine devletüm”(Herhalde Fatih Sultan Mehmet işi anlamadı da bu üç-beş tane ilahiyat profösörü anladı!!!) FATİH SULTAN MEHMET
Önsöz : Sahabe-i Kiramın رضى الله عنهم ve Evliya-i Kiramın رحمهم الله kabrini
ziyaret eden temiz Müslüman kardeşlerimizin son zamanda ekranlarda bazı
ilahiyat profösörleri tarafından müşrik ilan edilmeleri üzerine bu yazıyı
hazırlamak son derece elzem olmuştur… Şimdi burada siz sevgili Mü’min
kardeşlerimiz, bu ilmi çalışmayı dikkatle defalarca okuyunuz … Zira burada size
ilahiyatçı profösörlerin sakat görüşlerine birkaç misal dışında tek tek cevap
verilmeyecek … Ancak üniversitede dahi size profların öğretemeyeceği bir takım
kâidelerle bu tür birisiyle ya da bu fikirle karşılaştığınızda, fıkıh ilmine ya
da akaid ilmine derinlemesine dalmadan onların sakat itikatlarını çürütmenin
ipuçları verilecek.
Klasik sistem mi modernist görüşler mi ? Dikkat ediniz ki “moda” kısa
zamanda geçer ve değişir(aynı şekilde modernist dini yorumlar ve görüşlerde).
Ancak klasik olanın modası geçmez ve her geçen gün daha da kıymetlenir
(üzerinden zamanların geçmesi onun kıymetini daha çok artırır) . Bu sebeple
modernist görüşleri dikkate almayalım ve eski büyük müctehitlerimizin,
âlimlerimizin ve ecdadımızın klasik sisteminden ve gösterdikleri yoldan
şaşmayalım …
(Derse başlamadan önce) Öncelikle bilinmesi mutlaka gereken ÇOK ÖNEMLİ BİLGİLER:
1) Kur’an-ı Kerimden ve Hadisi Şeriflerden Ahkam çıkartmak MÜCTEHİTLERİN
işidir. İlahiyatçı profların değil.(Müçtehid’in şartlarının açıklaması
aşağıdadır)
2) Akıl HUCCET (delil) değildir… Din Akılla değil, Nakilledir… Arapça
lisanını en iyi bilen Sahabe رضى الله عنهم nazil olan Ayeti Celileyi ancak Efendimiz
(صلى الله عليه وسلم) açıkladığı zaman anlayabiliyorlardı. Sahebenin رضى الله عنهم
anlayamadığı Ayeti Celile hangi akılla anlanabilir…
Edille-i Şer’iyye dörttür … Bunlardan üçü nakilledir (Kitap-Sünnet-İcma) bunlarla sabit olan hükmü inkar dinden çıkar… dördüncüsü ise kıyasdır ki kıyasla sabit olan hükmü inkar etmek dinden çıkarmaz .. Misal : bir kişi Kitap ile sabit olan ve Ayette geçen şaraba haram değil dese o anda kâfir olur(Ayeti Celilede olanı inkâr ettiğinden)… ancak (her ne kadar haramlığı kesin isede) haramlığı kıyas ile sabit olan rakı haram değil diyen kâfir olmaz… (Ancak günah, azab ve cezâ hususunda aynıdırlar)
Edille-i Şer’iyye dörttür … Bunlardan üçü nakilledir (Kitap-Sünnet-İcma) bunlarla sabit olan hükmü inkar dinden çıkar… dördüncüsü ise kıyasdır ki kıyasla sabit olan hükmü inkar etmek dinden çıkarmaz .. Misal : bir kişi Kitap ile sabit olan ve Ayette geçen şaraba haram değil dese o anda kâfir olur(Ayeti Celilede olanı inkâr ettiğinden)… ancak (her ne kadar haramlığı kesin isede) haramlığı kıyas ile sabit olan rakı haram değil diyen kâfir olmaz… (Ancak günah, azab ve cezâ hususunda aynıdırlar)
3) Verilen fetvalar mutlaka muteber Ehl-i Sünnet kaynaklara dayandırılmalıdır.
(Bu ilahiyat profösörlerinin muteber kaynakları ise ulvi !!! akıllarıdır)
4) Dalalet fırkalarıda davalarını isbatta Ayeti Celileleri delil
getirmektedir. Çok Dikkat : Cehennemlik olduğu Hadisi Şerif ile bildirilmiş
sapık fırkalar (şiî, vahhabi v.s.) veya hariciler de görüşlerini Ayeti
Celilelerden çıkarttıkları manalara dayandırıyorlardı… Batıl davalarını ispat
hususunda bir çok Ayeti Celileyi delil getiriyorlar…
5) Küfre nispet meselesi : Ehl-i Sünnet Alimleri insanları küfre nispet
etmemek için son derece dikkat eder, küfür sadır olsa bile kâfir dememek için
delil ararlar…
(Vahhabi gibi) Ehl-i Dalalet fırkaları ise insanların niyetlerini okumaya çalışıp hemen müşrik yaftasını yapıştırırlar…
(Vahhabi gibi) Ehl-i Dalalet fırkaları ise insanların niyetlerini okumaya çalışıp hemen müşrik yaftasını yapıştırırlar…
İLMİ MÜNAZARA : İlahiyatçı Profların kendine en güvenenlerinden olan
Abdulaziz Bayındır ile Medrese hocasının ilmi münazarası ;
Abdulaziz Bayındır ekranlarda çıkıp dini ve fıkhi bilgisi çok fazla olmayan
insanları ilzam edip müşrik ilan etmektedir. Ancak Medrese tahsili görmüş bir
hoca ile karşılaşınca son derece aciz duruma düştüğü müşahade edilmiş ve
istisna kâidelerinden dahi haberinin olmadığı anlaşılmıştır. Hayrete
şayandır ki eski Âlimlerin ayaklarının tozu etmeyecek bir medrese hocası
ile başa çıkamayan ve münazaradan kaçarak kurtulan Abdülaziz Bayındır ne
gariptir ki diğer diğer birçok ilahiyat profösörü gibi Müctehitliğe
soyunmaktadır.
İlmi Münazara şu şekilde gerçekleşmiştir(Bu münazaranın ses kaydı
internette mevcuttur dosya ismi :”abdulazizbayındirinzoranlari.mp3”)…Öncel ikle
kendisini müctehit sanmasından dolayı ve ayrıca ekranlarda “siz Dini ilimmi
okudunuz da konuşuyorsunuz” gibi insanları aşağılamanın ne demek olduğunu
öğrenmesi için kendisine bir ders vermenin gerektiğini düşünen bir medrese
hocası uzun uğraşlardan sonra yakaladığı Abdulaziz Bayındıra istisna ile ilgili
bir kâide soruyor, Tabii ki soru ciddi bir ilmi temel gerektiren
şaşırtmacalı bir soru: لا تجرج الا ان آذن لك bu terkib caizmidir ,
değilmidir ? Caizse neden caizdir ? Değilse neden caiz değildir ?. Tabii sorulara
cevapta akıllarını huccet aldıklarından ve mantık yürüttüklerinden hemen
balıklama atlıyor Abdulaziz Bayındır :“sana ben izin vermeden dışarı çıkma”
şeklinde terkibin ifade etmediği yanlış bir manayı da vererek(*) “neden caiz
olmasın,” fetvasını yapıştırıyor.(tabiiki cevabı yanlış) medrese hocası : Bu
caiz değildir : bu istisnai müfarrağ olduğundan caiz değildir..
Zira izin çıkma cinsinden olmadığından istisnaya hamletmekde caiz değildir.
Ancak şu şekilde caiz kılınabilir: İstisnaya değilde gayeye hamledilirse o
takdirde caiz olur. Yukarıdaki şaşırtmacalı soru hakkında çok önemli bir
açıklama :Terkib istisnai müfarrağ’dır. İzin çıkma cinsinden olmadığı için
ve bu terkip tam bir istisna olmadığından istisnanın hakikatine hamledilemez. O
takdirde mecaza gidilir, mastarlar vakit manasına geldiğinden gaye’ye
hamledilir, o takdirde caiz olur. Sonra medrese hocası kısa bir açıklama ile :
(Şefaati inkâr etmelerini kastederek) Meryem-87 Ayeti Celilesinde istisna
kâidesi var burada (şefaat hakkına sahip olamayandan, söz almış kişi istisna
edilmiştir.) istisna da müstesnanın(yani şefaatın) mevcut olduğuna delalet
eder… Diyor ve yineAbdulaziz Bayındıra soruyor : Siz istisna kâidelerini dahi
bilmeden bu Ayeti Celilelere nasıl mana verebiliyorsunuz ? Deyince , Bayındır :
“Ooo amma da şey çıktın, yazarsın gönderirsin bakarız” diyor, medrese hocası
ise hayır ben yüzyüze görüşmek istiyorum diyor. Sonra medrese hocası : “Sizin
ekranlarda müfesser muhkemi açıklar dediğinizin kaydını gördüm (görüntü kaydı
var) ” Halbuki usul kitaplarında böyle olmadığı sizede malumdur deyince,
Bayındır inkâr ediyor “demedim” diyor medrese hocası : “Kaydını gönderebilirim”
diyor . Sonra Bayındır kendisini kurtarabilmek için verdiği cevaptan daha beter
batağa saplanıyor. Ve şöyle diyor “müteşabih muhkemi açıklar”.
Asıl cevap her ikisi de değil, doğru cevap “müfesser mücmeli açıklar”
olacak... Abdulaziz
Bayındır başa çıkamayınca kızıp görüşmeyi kesmiştir... Açıklama ; Müteşabih lafzın
kapalılık derecesine göre sınıflandırıldığı kısımdandır, muhkem ise lafzın
açıklık derecesinin kısımlarındandır… Tvlerde ahkam kesen Abdulaziz Bayındır tv
de muhkemi müfesser açıklar diyor(kayıt var) sonra çarkediyor demedim diyor ve
kurtarayım derken “muhkemi müteşabih açıklar” diyor. Tabiiki buda büyük bir
yanlış. Bu durumda kapalı/hafi lafız olan; müteşabih, açık lafız olan; muhkemi
nasıl açıklar… Yani: “ALLAH herşeyi hakkıyla bilendir.”Enfal/75 (Muhkem)
Ayetini, Elif-Lam-Mim(Müteşabih) Ayeti Celilesinin açıkladığını iddia etmiş
oluyor. Ve bu gibi şeyleri milyonların önünde rahatça söylüyor. Ancak
yanlışlarını ALLAH’ın yardımı inayetiyle yakalayan medrese ilimleri okumuş biri
karşısında son derece sıkışmakta ve sıkışıncada çareyi kaçmakta bulmaktadır…
Maalesef ilahiyat profösörlerimizin durumu bu, bazısının istisna kâidelerinden
dahi haberi yok…Ayrıca şu akla gelmektedir : Siz daha müfesserin mücmeli
açıkladığını bilmiyorsunuzda nasıl olupda Ayeti Celilelerden ”ahkâm” çıkartmaya
ve müçtehitliğe soyunuyorsunuz. (Kendisine avukatlık yapan Bayraktar Bayraklı
gibileriyle ise ilmi münazaraya lüzum dahi yok zira bu profösörlerin en
cüretkarlarından olan Bayındırın durumu ortaya çıktıktan sonra diğerleri ile
münazaraya lüzum yoktur. Bilindiği gibi ağaçta sorun varsa dalları budamakla
uğraşmaktansa kökünden kesersiniz). Bu gibi profösörlerin, ilahiyatta talebe
yetiştirmiş olmaları vahimdir ( (*)Yukarıdaki Abdulaziz Bayındırın yanlış mana
verdiği terkibin doğru manası gayeye hamledilerek şudur : “izin verinceye kadar
çıkma”)(Bir hatırlatma : İlahiyat mezunu Cevat Akşit gibi iyi hocalar mevzunun
dışındadır…)
İLİMLER İKİ KISIMDIR (İmam-ı Gazali’den رضي الله عنه) :
<<>>Birincisi Şer’î ilimler(Din ilmi), ikincisi ise sosyal ilimler
ve san’atlardır. Şer’î ilimler, Peygamberlerden عليهم السلام öğrenilirler.
Bunlar akıl, tecrübe ve duyularla elde edilemezler. Sosyal ilimler ve sanatlar
ise, bu yollarla kazanılırlar. Şer’î ilimler ise, Kur’ân, Sünnet, İcmâ ve
Ashabın رضي الله عنهم sözleridir. Alimlerin bir konuda görüş birliği etmesi
demek olan icmâın kaynağı Kur’ân ve Sünnettir. Onun ilim ve delil olması da bu
yüzdendir. Ashâb’ın رضي الله عنهم sözlerinin ilim sayılması ise şundandır:
ALLAH Rasûlü’nün (صلى الله عليه وسلم) din ve dava arkadaşları olan bu
insanlar vahyin inişine şâhid olmuşlar ve ALLAH Rasûlü’nün (صلى الله عليه وسلم)
onunla ilgili tefsir, yorum ve tatbikatını bizzat görmüşlerdir. Bu durum,
onlara daha sonrakilerin bilemeyeceği bazı incelikleri bilme imkânını
kazandırmıştır. Bu sebeple âlimler, dinî konularda onlara uymayı ve
sözlerine tâbi olmayı dinden saymışlardır. Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet Arapça
metinlerdir. Bu Arapça metinlerdeki doğru mânaları anlamak, ancak Arapça dilini
ve onun lügat, gramer ve edebiyatını bilmekle mümkündür. Bir şeyin
gerçekleşmesi başka bir şeye bağlıysa, bu ikinci şey de birinci şeyin hükmünü
alır. Âlet ilimlerinin Şer’î ilimlerden sayılması da bu yüzdendir.
( Huccetül İSLAM imam-ı Gazali رضي الله عنه – İhya-u Ulumiddin )
( Huccetül İSLAM imam-ı Gazali رضي الله عنه – İhya-u Ulumiddin )
LAFZIN BAZI DURUMLARINI İNCELEYEN BAZI MİSALLER :(Dikkat edilsin ki lafzın
zahirinden çok daha farklı boyutları olduğu aşağıdaki misallerde görülmektedir)“yer
ağırlıklarını çıkardığında…” Zilzâl-2 Ayeti Celilesinde , yer ağırlıkları nasıl
çıkarabilir ? İlmi Belağatta , mecazı akli vardır. Mecazi akli ; fiilin hakiki
failine değilde , o failin mekan, zaman , sebep gibi alakası bulunduğu bir şeye
isnad edilmesidir. Burada fiil hakiki faile değilde, fiilin mekanına isnad
edilmiş ancak ALLAH’u Teâlâ murad edilmiştir…
انبت الربيع البقل(mana: bahar bitkiyi bitirdi), şimdi vahhabi kafalı ilahiyatçıya göre bunu diyen müşrik olur. Halbuki Kur’anı Kerimin belağat ilmini inceleyen, ilmi belağata göre : Bu lafzı kullanan kâfir fiili lafzın hakikatine hamletmektedir (Yani baharın bitirdiğini kastetmekte) Mümin’e hamledildiğinde ise lafız özürlendiğinden hakiki manasına hamletmek mümkün olmamakta (zira bahar bitiremez ALLAH bitirir), lafız hakiki manayı aşmakta dolayısıyla mecaza hamledilmektedir. Ve fiil hakiki fail olan ALLAH’u Teâlâya hamledilmektedir. Şimdi kabir ziyareti yapan insanı müşrik ilan edebilirmisiniz ? (Bu kâideleri bilmeden Ayeti Celilelere mana vererek nasıl hüküm çıkartmaya cür’et edebiliyorlar)
(Gerçi bu kâideleri bilsekte biz Ayeti Celilelerden hüküm çıkartamayız, bu
iş müçtehitlerin işidir)
Şöyle bir dua etseniz “Ya Rabbi, bizi – Peygamberimizin (صلى الله عليه وسلم)
‘kardeşlerim’ dediği – kullarından eyle !” bu ilahiyatçı prof’lara göre müşrik
oldunuz gitti…
Halbuki misalde “Cümle yapısında Fail olarak ALLAHu Teâlâyı yaparsanız ve zamiri O’na döndürürsünüz ki doğrusu ve her Müslümanın yapacağı budur” o zaman mana şu olur;
“Ya Rabbi bizi şu kullarından eyleki Efendimiz ((صلى الله عليه وسلم) onlara kardeşlerim dedi)” – Halbuki bu ilahiyatçı zevat Faili Efendimiz ((صلى الله عليه وسلم) yapıp Müslümanların şirke isnad etmektedir. Halbuki ilkokul çocuğu dahi bu farkı anlayabilir: Yani Ya Rabbi, bizi ……. kullarından eyle (boşluğu sen doldur)… (Kabir misali bu misalin benzeridir)
Halbuki misalde “Cümle yapısında Fail olarak ALLAHu Teâlâyı yaparsanız ve zamiri O’na döndürürsünüz ki doğrusu ve her Müslümanın yapacağı budur” o zaman mana şu olur;
“Ya Rabbi bizi şu kullarından eyleki Efendimiz ((صلى الله عليه وسلم) onlara kardeşlerim dedi)” – Halbuki bu ilahiyatçı zevat Faili Efendimiz ((صلى الله عليه وسلم) yapıp Müslümanların şirke isnad etmektedir. Halbuki ilkokul çocuğu dahi bu farkı anlayabilir: Yani Ya Rabbi, bizi ……. kullarından eyle (boşluğu sen doldur)… (Kabir misali bu misalin benzeridir)
Daha ilerisini söyleyelim : Duayı : “Efendimizin kullarından eyle” şeklinde de etse kâfir olmaz, zira arapçada kul’un karşılığı ” عبد” (abd) yani köle demektir. Fıkıhta köleye “abd”,efendisine “rab” denir. Rab kelimesinin arapça lugat manasıda “terbiye eden” demektir. Demek ki cümlede kullanılan ve ilk anda zahirde çok ters gibi gözüken bazı lafızlar, ilahiyatçıların iddia ettiğinin aksine çok farklı anlamlar ifade edebiliyormuş…
Saptırıcı ilahiyat profösörlerini tesbit yöntemleri ve bunların ortak
özelliklerinin ve hareket tarzlarının tahlili 2)
1- Birşey anlatırken sakat görüşlerinin arkasından davalarını Ayeti Celilerle
isbata çalışırlar : (Dikkat en önemli özelliklerinden biridir bu.
Konuştuklarına sakat görüşlerine ikna etmek için onu hemen Ayeti Celile ile
ispat ve takviye etmeye çalışırlar.) Dikkat ediniz ki bu ilimlere vakıf olmayan
iyi niyetli vatandaşımız Ayeti Celileden kaynak gösterince Ayeti Celileye
muhalefet etmekten korkmakta ve cevap verememektedir… Halbuki Kur’an ve Hadisi
Şerifden ahkâm çıkartma işi Müctehitlerin işidir… (bunlarda kendilerini her ne
kadar müctehit sansalarda müctehit değildirler) Bunlara şöyle denilebilir :
“Sen müctehitmisin Ayeti Celileden Ahkâm çıkarıyorsun, fıkıh kitabından alınmış
görüş olarak kaynak göster” Müctehitliğin şartları vardır bir şartıda ravileri
ile beraber en az 300bin Hadisi Şerifi ezbere bilmektir(Ravilerle beraber
milyonu bulabilir)… Dinimizi ve Dinimizin ahkâmı yüzlerce yıldır nakledilmiş ve
yetiştirdiği Âlimlerle bize ulaştırmış olan müctehitler bu prof’ların dediğini
demiyor, bunlarında müctehit olmadığı aşikarken biz şimdi bu 3 profösöremi
yoksa yaklaşık bin senedir binlerce büyük Âlimin kabul ettiği ve izinden gittiği
Müctehitlere mi inanacağız.. Zamanımızdada müctehit bilindiği kadarıyla yoktur,
zaten müçtehit kuşağı yaklaşık Efendimizin صلى الله عليه وسلمvefatından sonra
ilk iki asır civarıdır, ictihat kapısı açıktır ancak giren yoktur, çünkü
şartları çok ağırdır …
2- Delille değil Akıllarıyla neticeye varmaya çalışır ve buna göre fetva
verirler: Bu zevatın ilham kaynakları hocalarının hocaları İngilizlerin
hususiyetle mısırda belli makamlara getirdiği Muhammed Abduh (bu zat masondur)
gibi zatlardır… Öyleki Fil Suresindeki kuşların kuş değil sivrisinek, atılan
taşlarında mikrop olduğu gibi kafadan bir yorum çıkarmıştır.. (Ayeti Celilede
kuş buyuruluyor, taş buyuruluyor sen nereden çıkartıyorsun bu manayı).
Dolayısıyla bu takipçileride bu şekilde akıllarını yürütmektedirler…
3- Ahkamı Ayeti Celileden çıkartırlar : Dolayısıyla Ayeti Celilede
görmedikleri şeyi de hemen aklını devreye sokarak reddederler. Mesela :
(Abdulaziz Bayındır)Ayeti Celilede görmediği için hemen aklını devreye sokup
“Kur’an-ı Kerimi abdestsiz tutabilirsiniz” şeklinde çarpık ve temelsiz fetvayı
vermiştir (halbuki bunun böyle olmadığını sekiz yaşındaki çocuklar bile
bilmektedir). Acaba hiç mızraklı ilmihalide mi okumadı bu zatlar ?
4- Verdikleri fetvalara dikkat edinizki genelde muteber hiçbir fıkıh kitabını
kaynak göstermezler… : Çarpık görüşlerine ve fetvalarına Osmanlı Medreselerinde
kabul görmüş bir tane muteber kaynak göstermezler. Fetva verirler ancak şu
kitapta diye söylemezler(Zira kaynakları akıllarıdır)
5- Görüşleri ve ortaya koyduğu fikirleri İCMAYA muhaliftir : Edille-i Şer’iyye
4 tür : Kitap Sünnet İcma Kıyas. İcmaya delil teşkil eden Efendimizin (صلى الله
عليه وسلم) “Ümmetim hata üzere birleşmez”(dalalet üzere birleşmez diye de
geçmektedir bir başka Hadis-i Şerifde) Hadisi Şerif mütevatirdir. Dolayısıyla
Müctehitler dalalet ve hata üzere birleşmez. (Bu konuda öyle bir titizlik
vardır ki, o asırda yaşayan “bir müctehit” ictihat edilen konuda muhalefet etse
icma olmaz diye görüş vardır). Şimdi Bütün Müctehitler İmam Âzamlar, İmam-ı Ebu
Yusuflar, İmam-ı Muhammedler, İmam-ı Şafii ler, İmam-ı Malikler, İmam-ı Ahmed
ler رضى الله عنهم bilememişler, bu üç ilahiyat profösörü bilmiş !!! Yukarıda ki
mütevatir Hadis-i Şerif Ümmetin (Müctehitlerin) hata üzere birleşmeyecekleri
konusunda kat’i nass’ken, bu 3-4 ilahiyat profösörünün dalalet üzere
birleştikleri açıktır
6- Arapça kaide bilgileri zayıftır : (Çok inatçı bir ilahiyatçı profösör ile
karşılaşırsanız önüne Molla Cami isimli Nahiv kitabını koyup açın ortadan
herhangi bir sahifeyi ; Anlatmayı bırakın bakın bakalım okuyabilecekler mi.
Ekranlarda Ayeti Celileri okuyup mana vermelerine aldanılmasın zira, ilahiyatta
Ayeti Celileyi manasıyla beraber ezberlemektedirler… Biraz bilgisi olan bir
seyircinin e-mail ile bir edat ile ilgili bir kâideyi hatırlatması karşısında
Abdülaziz Bayındırın son derece endişelendiği ve heyecanlandığı müşahede
edilmiştir. (ve buna da cevap verememiş-tir). (İlmi yeterlilik tvlerde din
ilminde mütehassıs olmayan kişilerin karşısında ortaya çıkmaz, müderris bir
hocanın karşısına çıkarsın, o zaman ne bildiğini millette görmüş olur )
7- Bu ilahiyat proflarından bazısı “temiz Müslümanları” şirk ile itham
ederler : (Hususiyetle vehhabi kafalı olanlardan Abdulaziz Bayındır) Tvlerde
karşısına Dini bilgisi olmayan kişilerin karşısında kabir ziyaretinde ellerini
açıp “ALLAH’ım bu Evliya kulunun hürmetine duamı kabul et” diyen temiz
Müslümanı şirk ile itham etmektedirler (Bayraktar Bayraklı da sanki kendisi bir
şeyden haberi varmış gibi ona avukatlık yapmaktadır). Birde Bayındır(kafa yapısı
vahhabi olduğundan) edepsizce Ecdadımız Osmanlıya saldırmaktadır(Osmanlı iyi
olsa çökmezmiş). (zira vahhabiler Osmanlıyı hiç sevmezler, bu zatta vahhabi
görüşü üzeredir, bununla beraber vahhabiler dahi bunun kadar bozuk değildir
denilmektedir)… Fatih Sultan , Dördüncü Murat, Aziz Mahmut Hüdai, Şah-ı
Nakşibendi hazretleri, Ariflerin Sultanı Beyazıd-ı Bestami, 70 bin Evliyanın
serdarı İmam-ı Rabbani قدس الله اسرارهم. İşi anlamadı da, yarım yamalak
arapçalarıyla bu üç tane ilahiyatçı profösör anladı işi !!!
8- Bunların ilahiyat fakültesindeki hocaları : Bazı ilahiyat hocalarının çok
cesur olması ve kendilerini müctehit sanmaları. Ayrıca talebelerini
yetiştirirkende talebeye Ahkâm Hadislerini okutarak son derece cesaret
vermeleri ileride mezun olduklarında günümüzdeki bu mezkur fetvalarıyla
milletin başına bela olan ilahiyatçıların çıkmasına sebep olmaktadır…
9- Nefislerine uymaktadırlar : İlim tâhsili nefsi terbiye etmez… Nefislerine
uymaları sebebiyle, biraz bazılarının hoşuna gidecek fetvalar verilmesiyle çevresindeki
kalabalık artınca, artık kendileri Ûlema-i Rasihin’den görmeye başlarlar.
Bayraktar Bayraklı’da olduğu gibi o kadar büyük alimlerin kurcalamadığı biz
iman ettik dedikleri müteşabih Âyeti Celilelere mana vermeye kalkar da Usul
kitaplarında zikredilen “kalbi kayanların nasibi” olan bu hisseyi almış olur…
10-Yabancı devletlerin yetiştirip özellikle toplumun akaidini bozmak için
yerleştirdiği adamlar : Şimdiki ismi İran olan safevi devletinin, Osmanlı
zamanında sıkça uyguladığı bir yöntemdir bu …İlahiyat fakültelerinde de şii
profösörler olduğu söylenmektedir. Bunların nasıl adam yetiştireceği de
malumdur…(Osmanlıda da Kanuni döneminde iki kazaskerin bile ilmi münazarada
başa çıkamadığı şii ajanını şah yönetimi istanbulda Sünni Müslümanların akaidini
karıştırmak için göndermiş , daha sonra Şeyhülislam olan İbni Kemal Paşazade
Hazretleri münazarada onu paçavraya çevirmiş ve Sadrazam makbul/maktul ibrahim
paşanın emriyle idam edilmiştir)
11-Sosyetik ve sosyalist liboşlara yaranmaya ve kendini sevdirmeye çalışmak :
İstanbul müftüsü entelektüel çevreye veya sosyeteye yaranmak için İstanbuldaki
camilerdeki ezan sesini kısmaya cür’et etmiş, gelen tepkilerden sonra geri adım
atmıştır. (Bunu da bir kaç ilahiyatçının üsküdardaki sosyetik çevrenin rahatsız
olduğunu ve ezanın kısılması ricası üzerine yapmaya yeltenmiştir.). Ancak
tarihe “ezanın sesini kısmaya cür’et eden müftü” olarak geçmekten
kurtulamamıştır. Hale bakın ki İstanbul işgâl altındayken kâfirler dahi buna
cür’et edememiştir…
İlahiyat profösörlerinin Şefaati inkâr etmelerinin sebepleri :
İstisna edatı ve bununla ilgili nahiv kâidelerini iyi bilmemeleri : Yarım
yamalak arapçalarıyla Ayet-i Celilelere mana verirken hususiyetle Medreselerde
okutulan nahvi kâideler konusunda son derece zayıf olduklarından dolayı ve
müstesna , müstesna minh ve istisna kavramlarını tam olarak ayırdemediklerinden
şefaat yoktur diye yanlışa düşüyorlar. Zira Ayeti Celilede : “Rahman’ın katında
bir söz almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip
olamayacaklardır.”Meryem-87. Halbuki burada söz almış kimse şefaat edemeyecek
olanlardan istisna edilmiştir. Bunu 15 yaşındaki Medrese talebesine okutsanız o
bile bunu size gösterebilir…
Bununla beraber en Sağlam kaynak olan Hadisi
Şerif kitaplarında Şefaat ile ilgili Hadisi Şerifler çoktur… Misal:
“İnsanlar kıyamet günü cemaatler halinde olacaklar. Her ümmet kendi
Peygamberini takip edip: “Ey falan! bize şefaat et, ey falan bize şefaat et!
diyecekler. Sonunda şefaat etme işi bana kalacak. İşte Makam-ı Mahmud budur.”
Buhari, Tefsir, Benû İsrail, 11, Zekât 52. (Kimsenin şefaat edemeyeceği
buyurulan kâfirlerle ilgili Ayeti Celileyi insanlara okuyorlar ve bunun
kâfirler ile ilgili olduğunuda söylemiyorlar, insanlarda Ayeti Celile olduğunu
duyunca saygısından muhalefetten korkuyor ve gerçekten şefaat yok sanıyor.
Şefaat ile ilgili Hadis-i Şerifleri burada zikretmiyoruz zira çoktur.
Ulaşılabilir.)
Miracı inkar etmelerinin sebepleri :
1- Miracın Mescidi Aksadan sonraki kısmını inkâr etmek, sapık mutezile
fırkasının görüşüdür…. (İlahiyatta bunları yetiştiren hocalarının içinde
mu’tezile görüşü üzere olan çok hoca olduğu söylenir. Dolayısıyla onlardan
etkilenmeleri muhtemeldir.)
2- Herkese malumdur ki ebu Cehil ve adamlarıda Miracı inkâr etmişti. Mirac
yoksa Hz Ebu Bekir Sıddık (رضى الله عنه) Efendimiz, “SIDDIK” lakabını nerede
aldı o zaman …
Halbuki herkesin bildiği gibi (bu ilahiyatçıların kabul etmediği gibi) inkâr eden müşriklerin “yedi kat göklere çıktığını söylüyor” demeleri neticesinde “O dediyse doğrudur” dediği için “SIDDIK” lakabını almıştır. Ayrıca : Buhari, Müslim, Tirmizi gibi Sahih Hadis-i Şerif kaynakları Mirac ile ilgili Hadis-i Şeriflerle doludur…
Halbuki herkesin bildiği gibi (bu ilahiyatçıların kabul etmediği gibi) inkâr eden müşriklerin “yedi kat göklere çıktığını söylüyor” demeleri neticesinde “O dediyse doğrudur” dediği için “SIDDIK” lakabını almıştır. Ayrıca : Buhari, Müslim, Tirmizi gibi Sahih Hadis-i Şerif kaynakları Mirac ile ilgili Hadis-i Şeriflerle doludur…
3- Tabi bunlar akılcı taife oldukları içindir ki Mirac gibi aklın almayacağı
bir şeyi kabullenmekte zorlanıyor da olabilirler.
4- Sapık görüşlerini isbatta devamlı delil olarak Ayeti Celileleri
getirdiklerinden ve Ayeti Celilelerde da detaylı bir şekilde bulamadıklarından
(Zira Mirac hadisesinin detaylı olan hususiyetle Mescidi Aksa dan sonraki kısmı
Hadisi Şeriflerde anlatılmaktadır) inkar ediyor olabilirler …
Sure-i Necm: 15-16-17-18 Ayetlerine bakınız ve sorunuz; Efendimiz (صلى الله عليه وسلم) Miraca çıkmadıysa Cennetül Me’va yı ve Sidretül Müntehayı nerede gördü o zaman ?
Sure-i Necm: 15-16-17-18 Ayetlerine bakınız ve sorunuz; Efendimiz (صلى الله عليه وسلم) Miraca çıkmadıysa Cennetül Me’va yı ve Sidretül Müntehayı nerede gördü o zaman ?
İsa عليه السلامın ineceğini inkâr etmeleri : Akılla hükme gitmeye
çalıştıklarından, İsa عليه السلام ında ikinci kat semada bulunmasına da akılla
bir izah getiremediklerinden birçok konuda olduğu gibi yoktur deyip kestirip
atmaktadırlar. Halbuki “nakil” söz konusu olduğu zaman “akıl” devre dışı kalır,
Din ise nakilledir.) Aşağıdaki Hadis-i Şerifin kaynaklarına bakılırsa daha
fazla konuşmaya lüzum olmadığı görülecektir… “Meryem’in oğlu İsa Dimeşk (Şam-ı
Şerif) de beyaz minarenin yanına inecektir.”
Hadis-i Şerif
(Müslim, Fiten:20, No:2937-110 ,4/2253 , Ebu Davud, Melahim :14, No:4321, 2/520 Taberani, Mucem-i Kebir:440, 19/196,590,1/217, Buhari, Tarih-i Kebir:1002,7/233)
(Müslim, Fiten:20, No:2937-110 ,4/2253 , Ebu Davud, Melahim :14, No:4321, 2/520 Taberani, Mucem-i Kebir:440, 19/196,590,1/217, Buhari, Tarih-i Kebir:1002,7/233)
Kaderi inkâr etmeleri :“Şüphesizki , BİZ herşeyi bir kaderle yarattık.”
Kamer Sûresi:49 —> Müşrikler kader hususunda Efendimiz (صلى الله عليه و سلم)
ile çekişmek için geldiklerinde bu Ayet-i Kerime nazil oldu (Ahmed İbn-i Hanbel
Müsned:2/444) … “Her ümmetin bir mecûsisi(ateşe tapanı) vardır, bu ümmetin mecûsileri
ise “kader yok” diyenlerdir. Onlardan herkim ölürse cenazesinde bulunmayın,
hasta olanları da ziyaret etmeyin, onlar deccal’in şi’asıdır, onları deccala
ilhak etmek ALLAH üzerine bir haktır.” Hadis-i Şerif (Kaynak: Ebu Davud,
Sünnet:17, no:4692,4691, 2/634)
Efendimizin (صلى الله عليه وسلم) parmaklarından su akıtmasını inkâr :
Bayraktar Bayraklı da yukarıda izah ettiğimiz gibi yine ulvi !!! aklını devreye
sokuyor ve “Peygamberleri onlara: “Evet biz de ancak sizin gibi bir beşeriz,
fakat ALLAH kullarından dilediğine nimetini lutfeder ve ALLAH’ın izni olmadıkça
size bir mucize ve delil getirmek bizim haddimiz değildir.”İbrahim-14 Ayeti
Celilesinin sadece “Bizde sizin gibi beşeriz” kısmını okuduktan sonra cambazlık
yapmaya başlıyor. Halbuki Ayeti Celilenin devamında yine şark kurnazlığıyla
izne bağlı bir istisna olan kısımdan hiç bahsetmiyor (yani ALLAH izin verirse
mucize ve delil getirebileceklerinden) Ve Peygamber de (صلى الله عليه وسلم)
bizim gibi beşerdir , parmaklarından su akıtamaz diye basıyor fetvayı…Ancak
Hadis-i Şeriflerde öyle buyrulmuyor: Abdullah b. Mes’ûd (رضى الله عنه)’den
rivâyet : “RASULULLAH (s.a.v.) elini suyun içersine koydu parmakları
arasından su fışkırmaya başladı. RASULULLAH (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Haydin
abdest almaya… Gökten inen berekete geliniz… Hepimiz o sudan abdest aldık.”
(Buhârî, Menakıb: 27) Tirmizî Parmaklarından su akıtması mucizesi
mütevatirdir. (Mütevatir Hadis-i Şerifi inkâr edenin dinden çıkmasından
korkulur, mütevatir : kalabalık Sahabi topluluğunun رضى الله عنهم rivayet
ettiği en kuvvetli Hadis-i Şeriflerdir.)
Hangi ilahiyat profösörünün hangi dalâlet fırkasına ya da görüşüne mensup
olduğunu nasıl anlarız :Mu’tezile fırkası : Mirac yoktur ya da Ahirette ALLAH’u
Teâla görülmeyecek diyorsa v.s. (bu fırka şuan yok ancak bu görüş üzere olanlar
var. Bu görüş üzere olan çok ilahiyat profösörü olduğu söyleniyor) …
Vehhabi fırkası : Kabir ziyareti yaparsan , Efendimizden (صلى الله عليه
وسلم) şefaat istersen müşrik olursun…Camilerde tespih çekilmesine , camilerin
çevresine kabir yapılmasına son derece karşıdırlar. Osmanlıya son derece
düşmandırlar (Abdülaziz Bayındırın “Osmanlı iyi olsa çökmezdi” sözü
düşündürücüdür. Halbuki MEVLA Teâla herşeye ecel takdir etmiştir.). Vahhabi
fırkası : ALLAH ın Celle Celalühü (haşa) semada bulunduğuna inanan Tarikat ve
Tasavvuf büyüğü Evliyaya (haşa) “Evliyaü’ş-şeytan” diyen bir taifedir.İngilizler
tarafından Muhammed bin Abdülvehhâb’a(1703-1792) kurdurulmuşdur .İbn-i
Teymiyye’nin akâid ve fıkha dâir eserlerini ciddiyetle incelemiş, onun çarpık
görüşlerinin etkisi altında kalmış, katı bir taassupla büyük bir bağlılık
göstermiştir. Daha sonra da kendisini müçtehid zannedip çıkmıştır.(Şu andaki
Arabistan yönetimi vehhabilik itikadı üzeredir). Vehhabilik yaklaşık son 250
senedir İSLÂM âleminin başına belâ olmuşdur. Bu fırka 17nci yüzyıldan evvel
yoktu, ingilizler tarafından Abdulvehhâb’a kurduruldu…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.