script src='http://ajax.googleapis.com/ajax/libs/jquery/1.2.6/jquery.js' type='text/javascript'/>

Son Dönem ilahiyat Profesörleri (Cok Önemli) -1





GÜNÜMÜZDEKİ BAZI İLAHİYATÇI PROFÖSÖRLER VE İLAHİYATÇILARIN DAVRANIŞ BİÇİMLERİ VE DÜŞÜNCE YAPILARININ İNCELENMESİDİR (1)

بسم الله الرحمن الرحيم الحمد لله رب العالمين واصلاة و السلام على سيد المرسلين (Dikkat bu yazı rastgele hazırlanmış bir yazı değildir ciddi bir ilmi çalışma neticesinde ortaya çıkmıştır. Yazıyı mutlaka sonuna kadar okuyunuz, ilmi bilgiler verilecektir.

“Ey iman edenler, ALLAH yolunda adım attığınız vakit, iyice anlayın, dinleyin. Size İSLÂM selâmı veren kimseye -dünya hayatının geçici metaına göz dikerek- “Sen mümin değilsin!” demeyin.” (Nisa-94) (Bazı İlahiyatçıların(sanki kendi itikatları çok düzgünmüş gibi) kabir ziyareti yapan temiz Mü’minleri müşrik ilan etmeleri çok vahimdir)“Ümmetim hakkında en çok korktuğum kişi, konuşmasını iyi bilen münafıktır” Hadis-i Şerif (Kaynak : Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned no:143, 1/289)

“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman Sana gelip günahlarına mağfiret dileselerdi, Peygamber de onların bağışlanması için dua ediverseydi, elbette ALLAH’ı tevbeleri kabul eden ve merhametli bulacaklardı.” Nisa-64 (Demek ki Efendimizin (صلى الله عليه وسلم) huzuruna gidip mağfiret dileyince (ilahiyatçıların söylediğinin hilafına) müşrik olunmuyormuş.) Burada bu ilahiyatçıların ve vehhabi zihniyetinin anlayamadıkları şey mağfiret dilenenin ALLAH’u Teâla olduğudur…

Hz. Ömer رضى الله عنه şöyle demiştir: “Bu ümmet için en çok, ilim bilen münafıklardan korkuyorum. Bunlar, ilimleri dillerinde olan, kalpleri cahil ve amelleri kötü kimselerdir.” (İhyâ)

İlahiyatçı Abdulaziz Bayındır, Sahabe ve Evliya Kabriniرضى الله عنهم ziyaret edeni müşrik ilan etmekte ise de “Fatih Sultan Mehmed” şiirinde bakınız ne buyurmaktadır ;“Fazl-i Hakku himmet-i cünd-i ricalluLLAH ile , Ehl-i küfri serteser kahr eylemektür niyyetüm, Enbiya vü Evliyaya istinadım var benum , Lütf-i Hakk’tandur heman ümid-i fethü nusretüm, Nefsü mâl n’ola kılsam cihanda ictihad, HamdulİLLAH var gazâya sad hazeran rağbetum, Ey
Muhammed mucizat-i Ahmed-i muhtar ile, Umarım galib ola â’dayı dine devletüm”(Herhalde Fatih Sultan Mehmet işi anlamadı da bu üç-beş tane ilahiyat profösörü anladı!!!) FATİH SULTAN MEHMET


Önsöz : Sahabe-i Kiramın رضى الله عنهم ve Evliya-i Kiramın رحمهم الله kabrini ziyaret eden temiz Müslüman kardeşlerimizin son zamanda ekranlarda bazı ilahiyat profösörleri tarafından müşrik ilan edilmeleri üzerine bu yazıyı hazırlamak son derece elzem olmuştur… Şimdi burada siz sevgili Mü’min kardeşlerimiz, bu ilmi çalışmayı dikkatle defalarca okuyunuz … Zira burada size ilahiyatçı profösörlerin sakat görüşlerine birkaç misal dışında tek tek cevap verilmeyecek … Ancak üniversitede dahi size profların öğretemeyeceği bir takım kâidelerle bu tür birisiyle ya da bu fikirle karşılaştığınızda, fıkıh ilmine ya da akaid ilmine derinlemesine dalmadan onların sakat itikatlarını çürütmenin ipuçları verilecek.

Klasik sistem mi modernist görüşler mi ? Dikkat ediniz ki “moda” kısa zamanda geçer ve değişir(aynı şekilde modernist dini yorumlar ve görüşlerde). Ancak klasik olanın modası geçmez ve her geçen gün daha da kıymetlenir (üzerinden zamanların geçmesi onun kıymetini daha çok artırır) . Bu sebeple modernist görüşleri dikkate almayalım ve eski büyük müctehitlerimizin, âlimlerimizin ve ecdadımızın klasik sisteminden ve gösterdikleri yoldan şaşmayalım … 

(Derse başlamadan önce) Öncelikle bilinmesi mutlaka gereken ÇOK ÖNEMLİ BİLGİLER:

1) Kur’an-ı Kerimden ve Hadisi Şeriflerden Ahkam çıkartmak MÜCTEHİTLERİN işidir. İlahiyatçı profların değil.(Müçtehid’in şartlarının açıklaması aşağıdadır)

2) Akıl HUCCET (delil) değildir… Din Akılla değil, Nakilledir… Arapça lisanını en iyi bilen Sahabe رضى الله عنهم nazil olan Ayeti Celileyi ancak Efendimiz (صلى الله عليه وسلم) açıkladığı zaman anlayabiliyorlardı. Sahebenin رضى الله عنهم anlayamadığı Ayeti Celile hangi akılla anlanabilir…
Edille-i Şer’iyye dörttür … Bunlardan üçü nakilledir (Kitap-Sünnet-İcma) bunlarla sabit olan hükmü inkar dinden çıkar… dördüncüsü ise kıyasdır ki kıyasla sabit olan hükmü inkar etmek dinden çıkarmaz .. Misal : bir kişi
Kitap ile sabit olan ve Ayette geçen şaraba haram değil dese o anda kâfir olur(Ayeti Celilede olanı inkâr ettiğinden)… ancak (her ne kadar haramlığı kesin isede) haramlığı kıyas ile sabit olan rakı haram değil diyen kâfir olmaz… (Ancak günah, azab ve cezâ hususunda aynıdırlar)

3) Verilen fetvalar mutlaka muteber Ehl-i Sünnet kaynaklara dayandırılmalıdır. (Bu ilahiyat profösörlerinin muteber kaynakları ise ulvi !!! akıllarıdır)

4) Dalalet fırkalarıda davalarını isbatta Ayeti Celileleri delil getirmektedir. Çok Dikkat : Cehennemlik olduğu Hadisi Şerif ile bildirilmiş sapık fırkalar (şiî, vahhabi v.s.) veya hariciler de görüşlerini Ayeti Celilelerden çıkarttıkları manalara dayandırıyorlardı… Batıl davalarını ispat hususunda bir çok Ayeti Celileyi delil getiriyorlar…

5) Küfre nispet meselesi : Ehl-i Sünnet Alimleri insanları küfre nispet etmemek için son derece dikkat eder, küfür sadır olsa bile kâfir dememek için delil ararlar…
(Vahhabi gibi) Ehl-i Dalalet fırkaları ise insanların niyetlerini okumaya çalışıp hemen müşrik yaftasını yapıştırırlar…

İLMİ MÜNAZARA : İlahiyatçı Profların kendine en güvenenlerinden olan Abdulaziz Bayındır ile Medrese hocasının ilmi münazarası ;

Abdulaziz Bayındır ekranlarda çıkıp dini ve fıkhi bilgisi çok fazla olmayan insanları ilzam edip müşrik ilan etmektedir. Ancak Medrese tahsili görmüş bir hoca ile karşılaşınca son derece aciz duruma düştüğü müşahade edilmiş ve istisna kâidelerinden dahi haberinin olmadığı anlaşılmıştır. Hayrete şayandır ki eski Âlimlerin ayaklarının tozu etmeyecek bir medrese hocası ile başa çıkamayan ve münazaradan kaçarak kurtulan Abdülaziz Bayındır ne gariptir ki diğer diğer birçok ilahiyat profösörü gibi Müctehitliğe soyunmaktadır.

İlmi Münazara şu şekilde gerçekleşmiştir(Bu münazaranın ses kaydı internette mevcuttur dosya ismi :”abdulazizbayındirinzoranlari.mp3”)…Öncel ikle kendisini müctehit sanmasından dolayı ve ayrıca ekranlarda “siz Dini ilimmi okudunuz da konuşuyorsunuz” gibi insanları aşağılamanın ne demek olduğunu öğrenmesi için kendisine bir ders vermenin gerektiğini düşünen bir medrese hocası uzun uğraşlardan sonra yakaladığı Abdulaziz Bayındıra istisna ile ilgili bir kâide soruyor, Tabii ki soru ciddi bir ilmi temel gerektiren şaşırtmacalı bir soru: لا تجرج الا ان آذن لك bu terkib caizmidir , değilmidir ? Caizse neden caizdir ? Değilse neden caiz değildir ?. Tabii sorulara cevapta akıllarını huccet aldıklarından ve mantık yürüttüklerinden hemen balıklama atlıyor Abdulaziz Bayındır :“sana ben izin vermeden dışarı çıkma” şeklinde terkibin ifade etmediği yanlış bir manayı da vererek(*) “neden caiz olmasın,” fetvasını yapıştırıyor.(tabiiki cevabı yanlış) medrese hocası : Bu caiz değildir : bu istisnai müfarrağ olduğundan caiz değildir..

Zira izin çıkma cinsinden olmadığından istisnaya hamletmekde caiz değildir. Ancak şu şekilde caiz kılınabilir: İstisnaya değilde gayeye hamledilirse o takdirde caiz olur. Yukarıdaki şaşırtmacalı soru hakkında çok önemli bir açıklama :Terkib istisnai müfarrağ’dır. İzin çıkma cinsinden olmadığı için ve bu terkip tam bir istisna olmadığından istisnanın hakikatine hamledilemez. O takdirde mecaza gidilir, mastarlar vakit manasına geldiğinden gaye’ye hamledilir, o takdirde caiz olur. Sonra medrese hocası kısa bir açıklama ile : (Şefaati inkâr etmelerini kastederek) Meryem-87 Ayeti Celilesinde istisna kâidesi var burada (şefaat hakkına sahip olamayandan, söz almış kişi istisna edilmiştir.) istisna da müstesnanın(yani şefaatın) mevcut olduğuna delalet eder… Diyor ve yineAbdulaziz Bayındıra soruyor : Siz istisna kâidelerini dahi bilmeden bu Ayeti Celilelere nasıl mana verebiliyorsunuz ? Deyince , Bayındır : “Ooo amma da şey çıktın, yazarsın gönderirsin bakarız” diyor, medrese hocası ise hayır ben yüzyüze görüşmek istiyorum diyor. Sonra medrese hocası : “Sizin ekranlarda müfesser muhkemi açıklar dediğinizin kaydını gördüm (görüntü kaydı var) ” Halbuki usul kitaplarında böyle olmadığı sizede malumdur deyince, Bayındır inkâr ediyor “demedim” diyor medrese hocası : “Kaydını gönderebilirim” diyor . Sonra Bayındır kendisini kurtarabilmek için verdiği cevaptan daha beter batağa saplanıyor. Ve şöyle diyor “müteşabih muhkemi açıklar”.

Asıl cevap her ikisi de değil, doğru cevap “müfesser mücmeli açıklar” olacak... Abdulaziz Bayındır başa çıkamayınca kızıp görüşmeyi kesmiştir... Açıklama ; Müteşabih lafzın kapalılık derecesine göre sınıflandırıldığı kısımdandır, muhkem ise lafzın açıklık derecesinin kısımlarındandır… Tvlerde ahkam kesen Abdulaziz Bayındır tv de muhkemi müfesser açıklar diyor(kayıt var) sonra çarkediyor demedim diyor ve kurtarayım derken “muhkemi müteşabih açıklar” diyor. Tabiiki buda büyük bir yanlış. Bu durumda kapalı/hafi lafız olan; müteşabih, açık lafız olan; muhkemi nasıl açıklar… Yani: “ALLAH herşeyi hakkıyla bilendir.”Enfal/75 (Muhkem) Ayetini, Elif-Lam-Mim(Müteşabih) Ayeti Celilesinin açıkladığını iddia etmiş oluyor. Ve bu gibi şeyleri milyonların önünde rahatça söylüyor. Ancak yanlışlarını ALLAH’ın yardımı inayetiyle yakalayan medrese ilimleri okumuş biri karşısında son derece sıkışmakta ve sıkışıncada çareyi kaçmakta bulmaktadır… Maalesef ilahiyat profösörlerimizin durumu bu, bazısının istisna kâidelerinden dahi haberi yok…Ayrıca şu akla gelmektedir : Siz daha müfesserin mücmeli açıkladığını bilmiyorsunuzda nasıl olupda Ayeti Celilelerden ”ahkâm” çıkartmaya ve müçtehitliğe soyunuyorsunuz. (Kendisine avukatlık yapan Bayraktar Bayraklı gibileriyle ise ilmi münazaraya lüzum dahi yok zira bu profösörlerin en cüretkarlarından olan Bayındırın durumu ortaya çıktıktan sonra diğerleri ile münazaraya lüzum yoktur. Bilindiği gibi ağaçta sorun varsa dalları budamakla uğraşmaktansa kökünden kesersiniz). Bu gibi profösörlerin, ilahiyatta talebe yetiştirmiş olmaları vahimdir ( (*)Yukarıdaki Abdulaziz Bayındırın yanlış mana verdiği terkibin doğru manası gayeye hamledilerek şudur : “izin verinceye kadar çıkma”)(Bir hatırlatma : İlahiyat mezunu Cevat Akşit gibi iyi hocalar mevzunun dışındadır…)

İLİMLER İKİ KISIMDIR (İmam-ı Gazali’den رضي الله عنه) : <<>>Birincisi Şer’î ilimler(Din ilmi), ikincisi ise sosyal ilimler ve san’atlardır. Şer’î ilimler, Peygamberlerden عليهم السلام öğrenilirler. Bunlar akıl, tecrübe ve duyularla elde edilemezler. Sosyal ilimler ve sanatlar ise, bu yollarla kazanılırlar. Şer’î ilimler ise, Kur’ân, Sünnet, İcmâ ve Ashabın رضي الله عنهم sözleridir. Alimlerin bir konuda görüş birliği etmesi demek olan icmâın kaynağı Kur’ân ve Sünnettir. Onun ilim ve delil olması da bu yüzdendir. Ashâb’ın رضي الله عنهم sözlerinin ilim sayılması ise şundandır: ALLAH Rasûlü’nün (صلى الله عليه وسلم) din ve dava arkadaşları olan bu insanlar vahyin inişine şâhid olmuşlar ve ALLAH Rasûlü’nün (صلى الله عليه وسلم) onunla ilgili tefsir, yorum ve tatbikatını bizzat görmüşlerdir. Bu durum, onlara daha sonrakilerin bilemeyeceği bazı incelikleri bilme imkânını kazandırmıştır. Bu sebeple âlimler, dinî konularda onlara uymayı ve sözlerine tâbi olmayı dinden saymışlardır. Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet Arapça metinlerdir. Bu Arapça metinlerdeki doğru mânaları anlamak, ancak Arapça dilini ve onun lügat, gramer ve edebiyatını bilmekle mümkündür. Bir şeyin gerçekleşmesi başka bir şeye bağlıysa, bu ikinci şey de birinci şeyin hükmünü alır. Âlet ilimlerinin Şer’î ilimlerden sayılması da bu yüzdendir.
( Huccetül İSLAM imam-ı Gazali رضي الله عنه – İhya-u Ulumiddin )

LAFZIN BAZI DURUMLARINI İNCELEYEN BAZI MİSALLER :(Dikkat edilsin ki lafzın zahirinden çok daha farklı boyutları olduğu aşağıdaki misallerde görülmektedir)“yer ağırlıklarını çıkardığında…” Zilzâl-2 Ayeti Celilesinde , yer ağırlıkları nasıl çıkarabilir ? İlmi Belağatta , mecazı akli vardır. Mecazi akli ; fiilin hakiki failine değilde , o failin mekan, zaman , sebep gibi alakası bulunduğu bir şeye isnad edilmesidir. Burada fiil hakiki faile değilde, fiilin mekanına isnad edilmiş ancak ALLAH’u Teâlâ murad edilmiştir…

انبت الربيع البقل(mana: bahar bitkiyi bitirdi), şimdi vahhabi kafalı ilahiyatçıya göre bunu diyen müşrik olur. Halbuki Kur’anı Kerimin belağat ilmini inceleyen, ilmi belağata göre : Bu lafzı kullanan kâfir fiili lafzın hakikatine hamletmektedir (Yani baharın bitirdiğini kastetmekte) Mümin’e hamledildiğinde ise lafız özürlendiğinden hakiki manasına hamletmek mümkün olmamakta (zira bahar bitiremez ALLAH bitirir), lafız hakiki manayı aşmakta dolayısıyla mecaza hamledilmektedir. Ve fiil hakiki fail olan ALLAH’u Teâlâya hamledilmektedir. Şimdi kabir ziyareti yapan insanı müşrik ilan edebilirmisiniz ? (Bu kâideleri bilmeden Ayeti Celilelere mana vererek nasıl hüküm çıkartmaya cür’et edebiliyorlar)

(Gerçi bu kâideleri bilsekte biz Ayeti Celilelerden hüküm çıkartamayız, bu iş müçtehitlerin işidir)

Şöyle bir dua etseniz “Ya Rabbi, bizi – Peygamberimizin (صلى الله عليه وسلم) ‘kardeşlerim’ dediği – kullarından eyle !” bu ilahiyatçı prof’lara göre müşrik oldunuz gitti…
Halbuki misalde “Cümle yapısında Fail olarak ALLAHu Teâlâyı yaparsanız ve zamiri O’na döndürürsünüz ki doğrusu ve her Müslümanın yapacağı budur” o zaman mana şu olur;
“Ya Rabbi bizi şu kullarından eyleki Efendimiz ((صلى الله عليه وسلم) onlara kardeşlerim dedi)” – Halbuki bu ilahiyatçı zevat Faili Efendimiz ((صلى الله عليه وسلم) yapıp Müslümanların şirke isnad etmektedir. Halbuki ilkokul çocuğu dahi bu farkı anlayabilir: Yani Ya Rabbi, bizi ……. kullarından eyle (boşluğu sen doldur)… (Kabir misali bu misalin benzeridir)

Daha ilerisini söyleyelim : Duayı : “Efendimizin kullarından eyle” şeklinde de etse kâfir olmaz, zira arapçada kul’un karşılığı ” عبد” (abd) yani köle demektir. Fıkıhta köleye “abd”,efendisine “rab” denir. Rab kelimesinin arapça lugat manasıda “terbiye eden” demektir. Demek ki cümlede kullanılan ve ilk anda zahirde çok ters gibi gözüken bazı lafızlar, ilahiyatçıların iddia ettiğinin aksine çok farklı anlamlar ifade edebiliyormuş…
Saptırıcı ilahiyat profösörlerini tesbit yöntemleri ve bunların ortak özelliklerinin ve hareket tarzlarının tahlili :(2)

1- Birşey anlatırken sakat görüşlerinin arkasından davalarını Ayeti Celilerle isbata çalışırlar : (Dikkat en önemli özelliklerinden biridir bu. Konuştuklarına sakat görüşlerine ikna etmek için onu hemen Ayeti Celile ile ispat ve takviye etmeye çalışırlar.) Dikkat ediniz ki bu ilimlere vakıf olmayan iyi niyetli vatandaşımız Ayeti Celileden kaynak gösterince Ayeti Celileye muhalefet etmekten korkmakta ve cevap verememektedir… Halbuki Kur’an ve Hadisi Şerifden ahkâm çıkartma işi Müctehitlerin işidir… (bunlarda kendilerini her ne kadar müctehit sansalarda müctehit değildirler) Bunlara şöyle denilebilir : “Sen müctehitmisin Ayeti Celileden Ahkâm çıkarıyorsun, fıkıh kitabından alınmış görüş olarak kaynak göster” Müctehitliğin şartları vardır bir şartıda ravileri ile beraber en az 300bin Hadisi Şerifi ezbere bilmektir(Ravilerle beraber milyonu bulabilir)… Dinimizi ve Dinimizin ahkâmı yüzlerce yıldır nakledilmiş ve yetiştirdiği Âlimlerle bize ulaştırmış olan müctehitler bu prof’ların dediğini demiyor, bunlarında müctehit olmadığı aşikarken biz şimdi bu 3 profösöremi yoksa yaklaşık bin senedir binlerce büyük Âlimin kabul ettiği ve izinden gittiği Müctehitlere mi inanacağız.. Zamanımızdada müctehit bilindiği kadarıyla yoktur, zaten müçtehit kuşağı yaklaşık Efendimizin صلى الله عليه وسلمvefatından sonra ilk iki asır civarıdır, ictihat kapısı açıktır ancak giren yoktur, çünkü şartları çok ağırdır …

2- Delille değil Akıllarıyla neticeye varmaya çalışır ve buna göre fetva verirler: Bu zevatın ilham kaynakları hocalarının hocaları İngilizlerin hususiyetle mısırda belli makamlara getirdiği Muhammed Abduh (bu zat masondur) gibi zatlardır… Öyleki Fil Suresindeki kuşların kuş değil sivrisinek, atılan taşlarında mikrop olduğu gibi kafadan bir yorum çıkarmıştır.. (Ayeti Celilede kuş buyuruluyor, taş buyuruluyor sen nereden çıkartıyorsun bu manayı). Dolayısıyla bu takipçileride bu şekilde akıllarını yürütmektedirler…

3- Ahkamı Ayeti Celileden çıkartırlar : Dolayısıyla Ayeti Celilede görmedikleri şeyi de hemen aklını devreye sokarak reddederler. Mesela : (Abdulaziz Bayındır)Ayeti Celilede görmediği için hemen aklını devreye sokup “Kur’an-ı Kerimi abdestsiz tutabilirsiniz” şeklinde çarpık ve temelsiz fetvayı vermiştir (halbuki bunun böyle olmadığını sekiz yaşındaki çocuklar bile bilmektedir). Acaba hiç mızraklı ilmihalide mi okumadı bu zatlar ?
4- Verdikleri fetvalara dikkat edinizki genelde muteber hiçbir fıkıh kitabını kaynak göstermezler… : Çarpık görüşlerine ve fetvalarına Osmanlı Medreselerinde kabul görmüş bir tane muteber kaynak göstermezler. Fetva verirler ancak şu kitapta diye söylemezler(Zira kaynakları akıllarıdır)
5- Görüşleri ve ortaya koyduğu fikirleri İCMAYA muhaliftir : Edille-i Şer’iyye 4 tür : Kitap Sünnet İcma Kıyas. İcmaya delil teşkil eden Efendimizin (صلى الله عليه وسلم) “Ümmetim hata üzere birleşmez”(dalalet üzere birleşmez diye de geçmektedir bir başka Hadis-i Şerifde) Hadisi Şerif mütevatirdir. Dolayısıyla Müctehitler dalalet ve hata üzere birleşmez. (Bu konuda öyle bir titizlik vardır ki, o asırda yaşayan “bir müctehit” ictihat edilen konuda muhalefet etse icma olmaz diye görüş vardır). Şimdi Bütün Müctehitler İmam Âzamlar, İmam-ı Ebu Yusuflar, İmam-ı Muhammedler, İmam-ı Şafii ler, İmam-ı Malikler, İmam-ı Ahmed ler رضى الله عنهم bilememişler, bu üç ilahiyat profösörü bilmiş !!! Yukarıda ki mütevatir Hadis-i Şerif Ümmetin (Müctehitlerin) hata üzere birleşmeyecekleri konusunda kat’i nass’ken, bu 3-4 ilahiyat profösörünün dalalet üzere birleştikleri açıktır

6- Arapça kaide bilgileri zayıftır : (Çok inatçı bir ilahiyatçı profösör ile karşılaşırsanız önüne Molla Cami isimli Nahiv kitabını koyup açın ortadan herhangi bir sahifeyi ; Anlatmayı bırakın bakın bakalım okuyabilecekler mi. Ekranlarda Ayeti Celileri okuyup mana vermelerine aldanılmasın zira, ilahiyatta Ayeti Celileyi manasıyla beraber ezberlemektedirler… Biraz bilgisi olan bir seyircinin e-mail ile bir edat ile ilgili bir kâideyi hatırlatması karşısında Abdülaziz Bayındırın son derece endişelendiği ve heyecanlandığı müşahede edilmiştir. (ve buna da cevap verememiş-tir). (İlmi yeterlilik tvlerde din ilminde mütehassıs olmayan kişilerin karşısında ortaya çıkmaz, müderris bir hocanın karşısına çıkarsın, o zaman ne bildiğini millette görmüş olur )

7- Bu ilahiyat proflarından bazısı “temiz Müslümanları” şirk ile itham ederler : (Hususiyetle vehhabi kafalı olanlardan Abdulaziz Bayındır) Tvlerde karşısına Dini bilgisi olmayan kişilerin karşısında kabir ziyaretinde ellerini açıp “ALLAH’ım bu Evliya kulunun hürmetine duamı kabul et” diyen temiz Müslümanı şirk ile itham etmektedirler (Bayraktar Bayraklı da sanki kendisi bir şeyden haberi varmış gibi ona avukatlık yapmaktadır). Birde Bayındır(kafa yapısı vahhabi olduğundan) edepsizce Ecdadımız Osmanlıya saldırmaktadır(Osmanlı iyi olsa çökmezmiş). (zira vahhabiler Osmanlıyı hiç sevmezler, bu zatta vahhabi görüşü üzeredir, bununla beraber vahhabiler dahi bunun kadar bozuk değildir denilmektedir)… Fatih Sultan , Dördüncü Murat, Aziz Mahmut Hüdai, Şah-ı Nakşibendi hazretleri, Ariflerin Sultanı Beyazıd-ı Bestami, 70 bin Evliyanın serdarı İmam-ı Rabbani قدس الله اسرارهم. İşi anlamadı da, yarım yamalak arapçalarıyla bu üç tane ilahiyatçı profösör anladı işi !!!

8- Bunların ilahiyat fakültesindeki hocaları : Bazı ilahiyat hocalarının çok cesur olması ve kendilerini müctehit sanmaları. Ayrıca talebelerini yetiştirirkende talebeye Ahkâm Hadislerini okutarak son derece cesaret vermeleri ileride mezun olduklarında günümüzdeki bu mezkur fetvalarıyla milletin başına bela olan ilahiyatçıların çıkmasına sebep olmaktadır…

9- Nefislerine uymaktadırlar : İlim tâhsili nefsi terbiye etmez… Nefislerine uymaları sebebiyle, biraz bazılarının hoşuna gidecek fetvalar verilmesiyle çevresindeki kalabalık artınca, artık kendileri Ûlema-i Rasihin’den görmeye başlarlar. Bayraktar Bayraklı’da olduğu gibi o kadar büyük alimlerin kurcalamadığı biz iman ettik dedikleri müteşabih Âyeti Celilelere mana vermeye kalkar da Usul kitaplarında zikredilen “kalbi kayanların nasibi” olan bu hisseyi almış olur…

10-Yabancı devletlerin yetiştirip özellikle toplumun akaidini bozmak için yerleştirdiği adamlar : Şimdiki ismi İran olan safevi devletinin, Osmanlı zamanında sıkça uyguladığı bir yöntemdir bu …İlahiyat fakültelerinde de şii profösörler olduğu söylenmektedir. Bunların nasıl adam yetiştireceği de malumdur…(Osmanlıda da Kanuni döneminde iki kazaskerin bile ilmi münazarada başa çıkamadığı şii ajanını şah yönetimi istanbulda Sünni Müslümanların akaidini karıştırmak için göndermiş , daha sonra Şeyhülislam olan İbni Kemal Paşazade Hazretleri münazarada onu paçavraya çevirmiş ve Sadrazam makbul/maktul ibrahim paşanın emriyle idam edilmiştir)

11-Sosyetik ve sosyalist liboşlara yaranmaya ve kendini sevdirmeye çalışmak : İstanbul müftüsü entelektüel çevreye veya sosyeteye yaranmak için İstanbuldaki camilerdeki ezan sesini kısmaya cür’et etmiş, gelen tepkilerden sonra geri adım atmıştır. (Bunu da bir kaç ilahiyatçının üsküdardaki sosyetik çevrenin rahatsız olduğunu ve ezanın kısılması ricası üzerine yapmaya yeltenmiştir.). Ancak tarihe “ezanın sesini kısmaya cür’et eden müftü” olarak geçmekten kurtulamamıştır. Hale bakın ki İstanbul işgâl altındayken kâfirler dahi buna cür’et edememiştir…
İlahiyat profösörlerinin Şefaati inkâr etmelerinin sebepleri :
İstisna edatı ve bununla ilgili nahiv kâidelerini iyi bilmemeleri : Yarım yamalak arapçalarıyla Ayet-i Celilelere mana verirken hususiyetle Medreselerde okutulan nahvi kâideler konusunda son derece zayıf olduklarından dolayı ve müstesna , müstesna minh ve istisna kavramlarını tam olarak ayırdemediklerinden şefaat yoktur diye yanlışa düşüyorlar. Zira Ayeti Celilede : “Rahman’ın katında bir söz almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olamayacaklardır.”Meryem-87. Halbuki burada söz almış kimse şefaat edemeyecek olanlardan istisna edilmiştir. Bunu 15 yaşındaki Medrese talebesine okutsanız o bile bunu size gösterebilir…

Bununla beraber en Sağlam kaynak olan Hadisi Şerif kitaplarında Şefaat ile ilgili Hadisi Şerifler çoktur… Misal: “İnsanlar kıyamet günü cemaatler halinde olacaklar. Her ümmet kendi Peygamberini takip edip: “Ey falan! bize şefaat et, ey falan bize şefaat et! diyecekler. Sonunda şefaat etme işi bana kalacak. İşte Makam-ı Mahmud budur.” Buhari, Tefsir, Benû İsrail, 11, Zekât 52. (Kimsenin şefaat edemeyeceği buyurulan kâfirlerle ilgili Ayeti Celileyi insanlara okuyorlar ve bunun kâfirler ile ilgili olduğunuda söylemiyorlar, insanlarda Ayeti Celile olduğunu duyunca saygısından muhalefetten korkuyor ve gerçekten şefaat yok sanıyor. Şefaat ile ilgili Hadis-i Şerifleri burada zikretmiyoruz zira çoktur. Ulaşılabilir.)

Miracı inkar etmelerinin sebepleri :

1- Miracın Mescidi Aksadan sonraki kısmını inkâr etmek, sapık mutezile fırkasının görüşüdür…. (İlahiyatta bunları yetiştiren hocalarının içinde mu’tezile görüşü üzere olan çok hoca olduğu söylenir. Dolayısıyla onlardan etkilenmeleri muhtemeldir.)

2- Herkese malumdur ki ebu Cehil ve adamlarıda Miracı inkâr etmişti. Mirac yoksa Hz Ebu Bekir Sıddık (رضى الله عنه) Efendimiz, “SIDDIK” lakabını nerede aldı o zaman …
Halbuki herkesin bildiği gibi (bu ilahiyatçıların kabul etmediği gibi) inkâr eden müşriklerin “yedi kat göklere çıktığını söylüyor” demeleri neticesinde “O dediyse doğrudur” dediği için “SIDDIK” lakabını almıştır. Ayrıca : Buhari, Müslim, Tirmizi gibi Sahih Hadis-i Şerif kaynakları Mirac ile ilgili Hadis-i Şeriflerle doludur…

3- Tabi bunlar akılcı taife oldukları içindir ki Mirac gibi aklın almayacağı bir şeyi kabullenmekte zorlanıyor da olabilirler.

4- Sapık görüşlerini isbatta devamlı delil olarak Ayeti Celileleri getirdiklerinden ve Ayeti Celilelerde da detaylı bir şekilde bulamadıklarından (Zira Mirac hadisesinin detaylı olan hususiyetle Mescidi Aksa dan sonraki kısmı Hadisi Şeriflerde anlatılmaktadır) inkar ediyor olabilirler …
Sure-i Necm: 15-16-17-18 Ayetlerine bakınız ve sorunuz; Efendimiz (صلى الله عليه وسلم) Miraca çıkmadıysa Cennetül Me’va yı ve Sidretül Müntehayı nerede gördü o zaman ?
İsa عليه السلامın ineceğini inkâr etmeleri : Akılla hükme gitmeye çalıştıklarından, İsa عليه السلام ında ikinci kat semada bulunmasına da akılla bir izah getiremediklerinden birçok konuda olduğu gibi yoktur deyip kestirip atmaktadırlar. Halbuki “nakil” söz konusu olduğu zaman “akıl” devre dışı kalır, Din ise nakilledir.) Aşağıdaki Hadis-i Şerifin kaynaklarına bakılırsa daha fazla konuşmaya lüzum olmadığı görülecektir… “Meryem’in oğlu İsa Dimeşk (Şam-ı Şerif) de beyaz minarenin yanına inecektir.”
Hadis-i Şerif
(Müslim, Fiten:20, No:2937-110 ,4/2253 , Ebu Davud, Melahim :14, No:4321, 2/520 Taberani, Mucem-i Kebir:440, 19/196,590,1/217, Buhari, Tarih-i Kebir:1002,7/233)

Kaderi inkâr etmeleri :“Şüphesizki , BİZ herşeyi bir kaderle yarattık.” Kamer Sûresi:49 —> Müşrikler kader hususunda Efendimiz (صلى الله عليه و سلم) ile çekişmek için geldiklerinde bu Ayet-i Kerime nazil oldu (Ahmed İbn-i Hanbel Müsned:2/444) … “Her ümmetin bir mecûsisi(ateşe tapanı) vardır, bu ümmetin mecûsileri ise “kader yok” diyenlerdir. Onlardan herkim ölürse cenazesinde bulunmayın, hasta olanları da ziyaret etmeyin, onlar deccal’in şi’asıdır, onları deccala ilhak etmek ALLAH üzerine bir haktır.” Hadis-i Şerif (Kaynak: Ebu Davud, Sünnet:17, no:4692,4691, 2/634)

Efendimizin (صلى الله عليه وسلم) parmaklarından su akıtmasını inkâr : Bayraktar Bayraklı da yukarıda izah ettiğimiz gibi yine ulvi !!! aklını devreye sokuyor ve “Peygamberleri onlara: “Evet biz de ancak sizin gibi bir beşeriz, fakat ALLAH kullarından dilediğine nimetini lutfeder ve ALLAH’ın izni olmadıkça size bir mucize ve delil getirmek bizim haddimiz değildir.”İbrahim-14 Ayeti Celilesinin sadece “Bizde sizin gibi beşeriz” kısmını okuduktan sonra cambazlık yapmaya başlıyor. Halbuki Ayeti Celilenin devamında yine şark kurnazlığıyla izne bağlı bir istisna olan kısımdan hiç bahsetmiyor (yani ALLAH izin verirse mucize ve delil getirebileceklerinden) Ve Peygamber de (صلى الله عليه وسلم) bizim gibi beşerdir , parmaklarından su akıtamaz diye basıyor fetvayı…Ancak Hadis-i Şeriflerde öyle buyrulmuyor: Abdullah b. Mes’ûd (رضى الله عنه)’den rivâyet : “RASULULLAH (s.a.v.) elini suyun içersine koydu parmakları arasından su fışkırmaya başladı. RASULULLAH (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Haydin abdest almaya… Gökten inen berekete geliniz… Hepimiz o sudan abdest aldık.” (Buhârî, Menakıb: 27) Tirmizî Parmaklarından su akıtması mucizesi mütevatirdir. (Mütevatir Hadis-i Şerifi inkâr edenin dinden çıkmasından korkulur, mütevatir : kalabalık Sahabi topluluğunun رضى الله عنهم rivayet ettiği en kuvvetli Hadis-i Şeriflerdir.)
Hangi ilahiyat profösörünün hangi dalâlet fırkasına ya da görüşüne mensup olduğunu nasıl anlarız :Mu’tezile fırkası : Mirac yoktur ya da Ahirette ALLAH’u Teâla görülmeyecek diyorsa v.s. (bu fırka şuan yok ancak bu görüş üzere olanlar var. Bu görüş üzere olan çok ilahiyat profösörü olduğu söyleniyor) …

Vehhabi fırkası : Kabir ziyareti yaparsan , Efendimizden (صلى الله عليه وسلم) şefaat istersen müşrik olursun…Camilerde tespih çekilmesine , camilerin çevresine kabir yapılmasına son derece karşıdırlar. Osmanlıya son derece düşmandırlar (Abdülaziz Bayındırın “Osmanlı iyi olsa çökmezdi” sözü düşündürücüdür. Halbuki MEVLA Teâla herşeye ecel takdir etmiştir.). Vahhabi fırkası : ALLAH ın Celle Celalühü (haşa) semada bulunduğuna inanan Tarikat ve Tasavvuf büyüğü Evliyaya (haşa) “Evliyaü’ş-şeytan” diyen bir taifedir.İngilizler tarafından Muhammed bin Abdülvehhâb’a(1703-1792) kurdurulmuşdur .İbn-i Teymiyye’nin akâid ve fıkha dâir eserlerini ciddiyetle incelemiş, onun çarpık görüşlerinin etkisi altında kalmış, katı bir taassupla büyük bir bağlılık göstermiştir. Daha sonra da kendisini müçtehid zannedip çıkmıştır.(Şu andaki Arabistan yönetimi vehhabilik itikadı üzeredir). Vehhabilik yaklaşık son 250 senedir İSLÂM âleminin başına belâ olmuşdur. Bu fırka 17nci yüzyıldan evvel yoktu, ingilizler tarafından Abdulvehhâb’a kurduruldu…

Siz bu yazıyı okuyan counter şanslı kişiden birisiniz..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

1 9