(İbn-i Mâce,
Nikâh, 5/1857)
ile yuvasında huzur ve saâdeti temin etmek bakımından bir kadının dikkat
edeceği hususlar nelerdir?
Her şeyden
önce hanımlar, yaratılışımızın bir îcâbı olarak Allah’a kulluğa ve takvâya
riâyet etmelidir. Bu hususta ibadete, namaz ve niyaza dikkat etmenin yanında
helâl ve harama da îtinâ göstermelidirler.
Âile içinde
hanımın takvâ ve istikâmeti; kocasını, çocuklarını, akrabalarını ve hattâ
komşularını hayır ve hasenâta teşvik edecek mâhiyette olmalıdır. Sâliha bir
hanım, etrafına saâdet saçan, cennet kokulu bir çiçektir.
Hanımlar
için Allah’a kulluktan sonra gelen en mühim vazife; kocalarını ve âile
fertlerini mesut etmektir. Kocalarını memnun etmek ve âile saâdetine gölge
düşürmemek kadınlara Rabbimizin rızâsını kazandırır. Nitekim Peygamber
Efendimiz:
“Sâliha
kadın, kocası yüzüne baktığı zaman onu sevindirir, kocasının meşrû isteklerini
yerine getirir ve onun olmadığı yerde hem malını, hem de nâmusunu muhafaza
eder.” (İbn-i Mâce,
Nikâh, 5/1857) buyurmuştur. O hâlde bir kadın, kocasının memnuniyetinin
yollarını arayıp bulmalı, onun rızâsını kollamalıdır.
Efendim, bu
konuyu biraz daha açacak olursak, bir hanım evinde, günlük hayatında nelere
dikkat etmelidir?
Evin
içindeyken, kendine îtinâ göstermeli, temiz ve bakımlı olmalıdır. Sıradan bir
erkeğin nazarında bile kadının pasaklı ve derbeder olması onun gözünden düşmesi
için yeterlidir. Kocasının yanında, göze hoş gelmeyecek her türlü görüntüden
uzak olmalıdır. Evde aradığını bulamayan kimsenin gönlü, dışarıda yanlış
yerlere doğru kayar ve nihayet âile saâdeti zaafa uğrar. Bu yüzden ev içinde
kadın, renk ve kokusu muhtelif çiçeklerden derlenmiş bir buket gibi olmalı;
eşine saâdet ve huzur tevzî etmelidir. Beyi akşam saatlerini özlemeli, akşam
eve dönmekten nefret etmemelidir.
Sâliha bir
hanım, kocasını güleryüzle ve kapıda karşılamalı, evden çıkarken de güzel söz
ve duâlarla yolcu etmelidir. O gün kendisi çok yorulmuş olsa bile bunu belli
etmemeli ve onun yanında yüzünü ekşitmemelidir. Kocasının sıkıntılarını
paylaşmalı, yorgunluğunu atmasına yardımcı olmalıdır.
Aşırı
alınganlık, gerekli-gereksiz şikâyetler sebebiyle birbirlerinin huzurunu
kaçırmamaya çalışmalıdırlar. Bu konuda ashâb-ı kirâmdan Ümmü Süleym’in kocasına
karşı tavrı ne güzeldir. Çocuğu vefat etmiş olduğu hâlde bu, onu kocasına
hizmet ve fedâkârlıktan alıkoymamıştır. Rivâyet edilir ki, Ebû Talhâ’nın ağır
hasta olan oğlu, kendisi evde yokken vefat etmişti. Ümmü Süleym, çocuğun vefat
ettiğini görünce onu gasledip kefenledi. Ebû Talhâ gelince:
“–Oğlan
nasıldır?” diye sordu. Ümmü Süleym:
“–Çocuğun ıstırabı
sakinleşti, istirahat ettiğini zannediyorum.” dedi. Ümmü Süleym, ev halkına:
“–Sakın Ebû
Talhâ’ya oğlunun öldüğünü söylemeyin, tâ ki, ben söyleyinceye kadar!..” diyerek
sıkı tenbihatta bulundu. Sonra kocasının yemeğini getirdi. Ebu Talhâ yemeğini
yedi. Ümmü Süleym süslenip zevcesine göründü. Beraberce istirahate çekildiler.
Sabah olunca, Ebû Talhâ evden çıkmak istediği sırada, zeki ve takvâ sahibi bir
hanım olan Ümmü Süleym:
“–Ey Ebû
Talhâ, şu komşumuzun yaptığına bak, kullanmak üzere aldığı emâneti istediğim
zaman vermek istemediler.” dedi. Ebû Talhâ:
“–Hiç olur
mu, iyi etmemişler!” diye cevap verdi. Bunun üzerine Ümmü Süleym:
“–Ey Ebû
Talhâ, oğlun senin yanında Allah’ın bir emânetiydi, onu geri aldı.” deyiverdi.
Ebû Talhâ birden şaşırdı, sustu ve sonra:
“–Biz Allah
içiniz ve muhakkak O’na döneceğiz” diyebildi. Namaz için
mescide gittiğinde olan biteni Hazret-i Peygambere anlattı. Allah Rasûlü:
“–Cenâb-ı Hak, bu gecenizi mübârek kılsın.” diye duâ etti. Bu duâ üzerine
daha bir yıl geçmeden Allah, bu âileye bir erkek evlât daha ihsan buyurdu.
Peygamber Efendimiz bu yeni doğan çocuğa hurma yedirerek duâda bulundu ve
ismini “Abdullah” koydu. Yine bu duânın bereketiyle Abdullah’ın dokuz veya yedi
çocuğu olduğu ve hepsinin kurrâ hâfız oldukları rivâyet edilmiştir. (Buhâri,
Cenâiz 42, Akîka 1; Müslim, Edeb 23; Fezâilü’s-sahâbe 107)
Sâliha bir hanım, huzur dolu bir âile ortamı
için kocasıyla münâsebetlerinde başka ne gibi incelikleri gözetmelidir?
Beyini hiçbir zaman ihmal etmemeli, âile fertleri arasındaki sıralamada onu
ikinci sıraya düşürmemelidir. Bu hâl, yaratılışa ters düşeceği için normal bir
erkek, kadının böyle bir davranışını kabullenemez.
Bir insanı memnun etmek için onu iyice tanımak gerekir. Bu yüzden hanım;
kocasını anlamaya, onun ideallerini, alâkalarını, hislerini, zevklerini
paylaşmaya ve ondan kopmamaya çalışmalıdır. Buna mukâbil erkek de hanımına
karşı aynı şekilde hareket etmelidir. Eğer bunu önemsemezlerse, hayat
arkadaşlığının tabiî îcâbı olan “beraberlikler, ortak noktalar ve paylaşmalar”
gittikçe azalır ve eşler birbirinden zamanla uzaklaşır. Vakitlice tedbir
alınmazsa bu bir müddet sonra öyle bir hâl alır ki; eşler arasındaki muhabbet
ve birliktelik, yerini ayrılık ve nefrete bırakabilir. Bunun en kötü mevsimi
ihtiyarlıktır. Birlikte geçirdikleri yıllar boyunca birbirini tanıyıp anlamaya
çalışmamış kimselerin ihtiyarlık demlerindeki ayrılığı ise, hazîn bir
yalnızlık, geri dönülmez bir hasret ve nedâmettir.
Hanım, beyine hayırlı ve meşrû her işinde yardımcı ve destek olmalıdır.
Onun akrabalarına da hürmette kusur etmemelidir. Tercih ve fedâkârlık durumunda
kalırsa, onun âilesine daha fazla yakınlık göstermelidir.
Hayat sürprizlerle doludur. Felâket ve buhran zamanları olabilir. Böyle
zamanlarda beyinin yanında bulunması ve onun yükünü hafifletmeye çalışması
gerekir. Büyüklerimiz ne güzel demişler:
“Halı ol, üzerinde kırk tane ayak dolaşsın ki,
baş tâcı olasın.”
Kaynak: DÜNYADAKİ CENNET HUZURLU AİLE YUVASI - Osman Nuri Topbas
Buna emsâl nice atasözleri ve vecîzeler söylenmiştir. Bu sözlerden ilhamla
ifade edecek olursak, sıkıntı anlarında “ağzından kan damlasa, kızılcık şurubu
içtim” denilmeli, kol kırılıp yen içinde kalmalıdır. “Yuvasına gelinlikle
girmeli, yuvayı saâdetle doldurmalı ve bu kapıdan ak, lekesiz bir kefenle ebedî
yolculuğa çıkmalıdır.” Nitekim Sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, ilk hanımı
olan Hazret-i Hatice’nin sabır, anlayış, teslimiyet ve fedâkârlıklarını, bir
ömür boyu unutamamış ve her zaman hayırla yâd etmiştir.
Kısacası insanlar sevmelidir ki, sevilsin; saymalıdır ki, sayılsın. Fedâkâr
olunmalıdır ki, karşılığında güzellik ve ikrâmlar bulsun. Lâkin âile içinde
bunlar öncelikle hanımdan gelmelidir. Tabiî akıllı kadın, kocasına kendisini
sevdirir ve saâdet yolunun mimarı olur. Hadîs-i şerifte:
“Kocası kendisinden râzı olarak vefat eden
kadın, cennete gider.” (Tirmizî, Radâ, 10; Ayrıca
bkz. İbn-i Mâce, Nikâh, 4) buyurulmaktadır.
Bu hadîs-i şerîf, hem sâliha bir hanımın beyini memnun etmesi hâlinde nâil
olacağı mükâfâtı bildirmekte ve hem de âilede erkeğin mevkiine ve kadının
ahlâkına temas etmektedir.
Erkek de hâriçte çalışıp uğraşırken kazancının helâl olmasına dikkat
etmeli, yapılan harcamaların kaynağından habersiz olan hanımına ve yavrularına
bilhassa şüpheli şeyler yedirmemeye dikkat etmelidir.
Diğer bir hadîs-i şerîfte.
“Kişinin güzelliği dîninde, mürüvvet ve şerefi
aklında, soy-sop güzelliği de ahlâkında gizlidir.” buyurularak eş tercihlerinde dikkat edilmesi gereken ölçülere işaret
edilmiştir.
Sâliha kadın, yalnız beyini sevip saymakla kalmayıp, onun akrabalarına ve
dostlarına da meşrû ölçüler içinde yakınlık göstermelidir. Zira kadının bu
davranışı kocasını memnun eder. Fakat bunda hassas olunması gereken bir husus
vardır, o da İslâm’ın belirlediği mahremiyet sınırlarına uyulmasıdır. Kadın,
evde yalnızken, kendisine nikâh düşen akrabayı içeriye almamalıdır. Bu hassas
bir konudur. Kimse temiz ve güzel niyet gözlüğünü takıp da mahremiyet
duvarlarını yıkmamalı ve bilhassa kadın, kendini lekelenmekten uzak tutmalıdır.
Çünkü kadın bembeyaz elbise gibidir, onda en küçük bir leke bile göze batar.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şüphe getirecek durumlardan
uzak bulunmayı arzu ederdi; «Töhmet olan yerlerde bulunmayınız!»
buyururdu.
Yine bir gece vakti, Allah Rasûlü, hanımlarından biriyle sokakta yürürken
karşılarına çıkan ensardan iki şahsa yanındaki kimseyi tanıtır mâhiyette:
“–Bu, anneniz Safiye binti Huyey’dir.” buyurmuştur. Ashâbın:
“–Rasûlü’nün uygunsuz bir davranışta bulunmasından Allah’ı tenzih ederiz,
yâ Rasûlâllah!” demeleri üzerine de:
“–Şeytan
insanın vücudunda kan gibi dolaşır. Onun sizin kalbinize bir kötülük -veya bir
şüphe- atmasından korkarım.”
(Buhârî,
İ’tikâf 11; Müslim, Selâm 23-25.) buyurmuştur. Böylece insanlarda şüphe ve
töhmete sebebiyet vermemeyi tembih etmiştir.
Hanımlar,
kocalarının meşrû işlerinde dâima yanında olmalıdır ki, bu sayede eşleri,
onlarla tesellî bulsun, şevki artsın. Mâlum olduğu üzere hayır ve güzellikler
paylaşıldıkça artar; felâket ve üzüntüler paylaşıldığında azalır. Eşler, hem
dünya, hem âhiret yolculuğunda birbirinin hayat arkadaşı olduklarını hiçbir
zaman unutmamalıdırlar. Önceden her birinin müstakil bir hayatı varken,
evlenmekle ortak bir hayata, ortak bir kadere dâhil olurlar. Öyleyse ortak
hayatın îcaplarına riâyet etmeli ve birbirini hayatın iniş ve yokuşlarında hep
gözetmelidir. Eğer birinin ayağı sürçerse, diğeri ona baston olmalı ve
gönlünden tutup kaldırmalıdır.
Kadın,
eşinin davranışlarına dikkat etmeli ve bir konuda asabîleştiğini farkettiğinde
meseleyi büyütüp işi münâkaşa boyutuna vardırmamalıdır. Zira ciddî ve uzun
süreli münâkaşalar, aradaki muhabbet ve saygıyı zedeler, âile yuvasını
tehlikeye sokar. Bu gibi durumlarda hanımların, kocalarına karşı
davranışlarında sakin ve terbiyeli olmaya devam etmesi uygundur. Sonunda koca
da hatâsını anlayacak ve hanımına karşı mahcûbiyet içinde hürmetkâr olacaktır.
Aksi hâlde hatâlı olmasına rağmen, bu haksızlığını göremeyecek ve aralarına
girmiş olan şeytan, iki kalbe de kin ve düşmanlık tohumları ekecektir.
Eşlerin
dikkat edeceği bir husus da aşırı güvensizlik ve kıskançlıktır. İnsanları en
çok rahatsız eden şeylerden birisi de kendilerine karşı duyulan
itimatsızlıktır. Eğer bu konuda çok ciddî sebepler ortaya çıkarsa birbirlerini
suçlamadan önce, oturup konuşmayı denemelidirler. Yoksa ufak-tefek meseleleri
büyütüp içinden çıkılmaz büyük problemler hâline getirmemelidirler.
İnsanların
bazı hâdiseler karşısında, basîret dediğimiz iç seziş ve görüşü bağlanabilir.
Unutkanlık veya hatâları olabilir. Bir hanım, kocasının istişâre etmek ihtiyacı
içinde olduğunu görürse, bütün samîmiyet ve iyi niyetiyle ona yanında olduğunu
hissettirmelidir. Böyle bir konuda bildiğinin en doğrusunu söylemeye
çalışmalıdır. En yakın sırdaşı olmalıdır. Unutmamalıdır ki, erkek ve kadın,
birbirini tamamlayan unsurlardır ve mü’minlerin anneleri olan Peygamber
Efendimizin hanımları da zaman zaman fikirleriyle Efendimize destek
olmuşlardır. Meselâ Hudeybiye Anlaşması esnâsında ashâb-ı kiram, yapılan
anlaşma maddeleri karşısında memnuniyetsizlikleri dolayısıyla Peygamber emrini
yerine getirmede çekingen durmuşlardı. Efendimiz -sallâllâhü aleyhi ve sellem-
de buna son derece üzülmüştü. Orada bulunan Ümmü Seleme -radıyallâhu anhâ-
vâlidemiz, Efendimizi tesellîde bulundu ve emrettiği şeyi kimseyi beklemeden
uygulamasını tavsiye etti. Çünkü görüyordu ki, Hazret-i Peygamber tıraş olup
ihramdan çıkma emrini kendisi uygulamadıkça Hudeybiye kararlarından dönme
ihtimali vardır ve bu sebeple de ashâb-ı kiram bekleme içerisindedir. Çünkü
onlar dış yapısı itibarıyla o an için Hudeybiye kararlarının hikmetini
anlayamamışlardı ve bundan vazgeçilmesini bekliyorlardı. Nihayet Ümmü Seleme
annemizin son derece yerinde tavsiyesi üzerine Peygamber Efendimiz tıraş olup
ihramdan çıktı ve bunu gören ashâb-ı kiram da boyun büküp ihramdan çıktılar ve
bu mesele, acı neticelere yol açmadan çözüldü. Yine Hazret-i Hatice vâlidemiz,
Peygamber Efendimiz ilk vahyi aldığında onu tesellî etmiş, üzüntü ve
endişelerini paylaşmış ve Varaka bin Nevfel’le görüşmesine yardımcı olarak
-sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimizin takdirini almıştır.
İslâm
tarihinde Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- hakkında da benzer bir misâl
zikredilmektedir. Hazret-i Ömer, mescitte kadınların çok fazla mehir
istediklerini ve bunun evlenmeyi zorlaştırdığını söyleyerek, mehir miktarını
sınırlamak istemişti. O sırada mescitte Hazret-i Ömer’i dinlemekte olan arka
taraflardan bir kadın, ayağa kalkmış, kadınların istedikleri kadar mehir talep
edebileceklerini işâret eden âyet-i kerîmeyi (Nisâ, 20) okuyarak Hazret-i
Ömer’e itiraz etmiştir. Bunun üzerine Hazret-i Ömer hatâsını anlamış ve:
“–Kadın
isabet etti, Ömer yanıldı.” buyurarak görüşünü değiştirmiştir. (Ali el-Müttakî,
XVI, 536-537/45796)
Lâkin burada
üzerinde durulacak önemli bir konu daha vardır. Kadın, herhangi bir mevzûda
istişâre ederken, görüşü doğru bile olsa kibirlenmekten uzak durmalıdır. Beyine
herhangi bir mevzûda fikir ve tavsiyede bulunurken ona hürmetin dışına
çıkmamalı, ona itimatsızlık göstermemeli veya ona nasihat vermek tavrına
girmemelidir. Zira erkekler, hanımlarından nasihat almaktan fazla hoşlanmazlar.
Velhâsıl sâliha kadın, Allah’ın kendisine verdiği akıl nîmetini, eşine karşı
çok hassas bir şekilde kullanmayı bilir.
Bir kadın,
kocasının ruhuna girebilecek bir mahâret ve sanata sahip olmalıdır. Tarihimizde
bunun pek çok örneği vardır. Birçok padişah hanımı, kocalarının gönüllerini
kazanarak, onların hükümranlıklarına âdeta ortak olmuşlardır. Ve bu sayede
arkalarında kendilerine sadaka-i câriye olan nice cami ve hayır müesseseleri
bırakmışlardır. Hâlen devam eden bu hizmetleri sebebiyle hayır ve rahmetle yâd
edilmektedirler.
Yine bir
hanımın kocasını, bir başkasının yanında tenkit etmesi ve başkalarının yanında
nasihat vermeye çalışması da edep kâidelerine aykırıdır. Ne kadar hatâlı da
olsa, onu mahcup edip eksiğini teşhir etmemelidir!.. Aynı şekilde kocanın da
böyle bir davranışı yanlış olur. Zira âyet-i kerîmede “Kadınlar sizin için,
siz de onlar için bir elbise gibisiniz.” (Bakara Sûresi, 187)
buyurulmaktadır.
Bir hanımın,
kocasının eksik ve kusurlarına mukâbil, başka bir erkeği kocasının yanında
methetmesi de yanlıştır. Kocasını, hiç kimseye, hattâ annesine ve babasına bile
şikâyet etmemeli, onu hiç kimsenin yanında zor durumda bırakmamaya dikkat
etmelidir. Aradaki ihtilafları başkasına aksettirmek yerine, kendi aralarında
çözmeye çalışmalıdırlar.
Çevremizde
görürüz, bazı evliliklerde tarafların mutluluğu elde edememesinin temelinde
hanımların kocalarına veya kocaların hanımlarına değer vermemesi vardır.
Hâlbuki karı-koca, birbirinin hem cenneti, hem de cehennemi olabilir. Hem
Allah’a kulluğuna îtinâ gösteriyor, hem de eşinin meşrû isteklerine cevap
vererek rızâsını alıyorsa bu sâliha kadın, cennet yolundadır.
Peygamber
Efendimizin böyle sâliha hanımlar hakkında ne gibi tebşirâtları (müjdeleri)
vardır?
Peygamber
Efendimiz buyururlar:
“Mü’min,
Allah’a takvâdan sonra en ziyâde sâliha bir eşten hayır görür. Böylesi bir
kadına emretse itaat eder. Ona baksa sevinç duyar, bir şeyi yapıp yapmaması
hususunda yemin etse, kadın bunu yerine getirerek onu yeminden kurtarır,
kadınından ayrılıp uzak bir yere gitse, kadın hem kendi nâmusunu korur hem de
kocasının malı hususunda hayırlı ve dürüst olur.” (İbn-i Mâce, Nikâh, 5/1857)
“İyi kadın,
kocasına karşı itaatli, çocuklarına karşı şefkatli olandır.”
“Dünya geçici bir faydadan ibarettir. Onun fayda sağlayan en hayırlı
varlığı dindâr kadındır.” (Müslim, Radâ, 64; Ayrıca
bkz: Nesâî, Nikâh, 15; İbn-i Mâce, Nikâh, 5)
Sevbân -radıyallâhu anh- rivâyet eder ki:
“Altın ve gümüş biriktirip de bunları Allah
yolunda harcamayanları acıklı bir azap ile müjdele!” (Tevbe, 34) âyeti nazil olduğu zaman biz Allah Rasûlü ile birlikte seferde
bulunuyorduk. Ashâb-ı kiramdan bazısı:
“–Altın ve gümüş hakkında inecekler indi. (Artık biz onları biriktirmeyip
infâk ederiz.) Keşke hangi malın daha hayırlı olduğunu bilsek de ondan
edinsek!..” dediler. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:
“Sahip olunan şeylerin en kıymetlisi; zikreden
bir dil, şükreden bir kalp, kocasının îmanına yardımcı olan sâliha bir eştir…” buyurdular. (Tirmizî, Tefsir 9/9)
Günümüzde maddî olarak pek çok sıkıntılardan,
bâdirelerden geçtik, geçiyoruz. Âilede malın varlığı ve yokluğu konusunda
nelere dikkat etmelidir ki, âilenin huzur ve mutluluğu zedelenmesin?
Öncelikle insanlar, nefislerine hâkim olmayı öğrenmeli ve bütçelerinin
sınırlarını zorlama pahasına her gördüklerini elde etmeye çalışmamalıdırlar.
Zira bu, nihayetinde aşırı yük altına girmeye, huzursuzluk ve büyük buhranlara
sebep olmaktadır. Günümüzde gittikçe yaygınlaşan kredi kartları sebebiyle, her
gördüğüne kolay ve ucuz bir şekilde sahip olabileceğini düşünen bir çok âile,
yapmış olduğu ölçüsüz harcamalar sebebiyle borç ve fâiz girdabına düşmüş ve
perişan olmuştur. Nice mesut yuva, bu yüzden yıkılmış veya yıkılmaya yüz
tutmuştur. Eşlerin maddî durumları çok iyi bile olsa saçıp savurmamalı,
israftan kaçınmalıdır. Bu, hem kadına, hem de erkeğe ait bir mükellefiyettir.
Allah korusun, gün gelir hoyratça harcananlar aranmaya başlanır. Cenâb-ı Hak,
âyet-i kerîmede: “Yakınlarına, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver, sakın saçıp
savurma. Çünkü savurganlar şeytanların kardeşi olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine
karşı pek nankördür.” (el-İsrâ, 26-27) buyurmuştur.
Eğer fazla gelen yiyecek, içecek, kılık-kıyâfet varsa ihtiyaç sahipleri
aranıp bulunmalı ve onların hakkı ayrılmalıdır. Zira fakir ve muhtaçların
gönlünü yapmak ve onların duâsını almak, yuvaları şenlendirir, rızıkları
bereketlendirir. Devamlı hatırda tutulmamalıdır ki, biz onlar gibi, onlar da
bizim gibi olabilirdi.
İnfâkta ölçümüz ise: “Sevdiklerinizden infâk etmedikçe birre (gerçek
fazîlet, hayır ve iyiliğe) ulaşamazsınız.” (Âl-i İmran, 92) âyet-i
kerimesi olmalıdır. İnfâk ederken verilecek şeyler, giyilmiş elbiseler veya
eskitilmiş eşyalardan ziyade gözümüzde kıymeti olan, gönlümüzde yer etmiş
bulunan değerli şeyler olmalıdır. Hadîs-i şerîfte mecâzen şöyle buyurulur: “İnfâk
eden başta Allah’ın eline verir; Allah’ın elinden muhtacın eline geçer.”
Şu hususu da
özellikle ifade etmelidir ki, âile hayatında tutumlu harcamaya riâyet,
öncelikle kadına ait bir vazifedir. O, giyim-kuşam ve yiyip içmek gibi
meselelerde mütevâzı ve tutumlu olmayı, ayrıca israfa son derece dikkat etmeyi
benimsediği takdirde gelirleri düşük bile olsa âilede bolluk, bereket ve huzur
olur. Bunun için yemek pişirirken besmeleyle başlamak, her malzemeyi yeterli
miktarda kullanmak ve âile bütçesini zorlayacak aşırı isteklerde bulunmamak,
âilede en temel saâdet kaynağı davranışlardır. Bugün bu ölçülere riâyet
edilmediğinden her gün tonlarca ekmeğin çöpe atılması, bereketimizi yok eden
acı bir gerçektir. Hâlbuki tutumlu bir hanım, sadece ekmeği değil, her şeyin
ölçüsünce eve girmesini temin edeceği gibi onların değerlendirilmesi hususunda
da îtinâlı olmalıdır. Çünkü herhangi bir şeyi tüketmeden onun bozulup çöpe
atılmasına sebep olmak, âile hayatında ancak kadınların önleyebileceği bir
israf şeklidir.
Eskiden
hanımlar, sökük-dikmek, giyecekleri tamir etmek ve böylece israftan kaçınmak
hususunda fevkalâde dikkatli ve mâhir idiler. Bugün ise en küçük bir sökükte,
çokları, hemen yenisini alma yolunu tercih etmektedir. Bu da çok kötü bir israf
ahlâkıdır.
Hâsılı
saâdetli bir âilede kadınların vazifeleri açısından en son söylemek istediğim
husus, daha evvel belirttiğimiz gibi:
“Yuvayı
yapan dişi kuştur.” gerçeğidir.
Hanımlar bu
gerçek etrafında şuurlu bir şekilde üzerlerine düşen davranış ve vazifeleri
yaptığı takdirde âile yuvaları bir cennete dönmüş demektir. Kocalara da, artık
bunun kadrini bilmek ve korumak düşer.
Kaynak: DÜNYADAKİ CENNET HUZURLU AİLE YUVASI - Osman Nuri Topbas
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.