Benim ve mensubu bulunmakla iftihâr ettiğim cemaatin,
kimsenin şahsına hakaret ve iftirâ ile veya herhangi bir kimseye yapılan bir
iftirâyı nakletmekle işimiz olmaz. Zaten bu tür davranışlar İslâmiyetin yasak
ettiği hareketlerdir. Bizim tek derdimiz Ehl-i Sünnet akîdesini muhâfaza etmek
ve bunu bozmaya çalışanlara karşı ilmî reddiyelerde bulunmaktır.
Üzüntüler içinde uğurladığımız Rebî’u’l-evvel ayında
bizlere Rahmeten li’l-âlemîn olan Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in
sonsuz himmetlerini ulaştıran Allâh-u Te’âlâ’ya nihâyetsiz hamd-ü senâlardan,
kendisi hakkında: “Ben bir kişiye anasından babasından, çoluk çocuğundan ve
bütün insanlardan hattâ canından daha sevgili gelmediğim sürece o kişi (kâmil
mânâda) îman etmiş olamaz” buyuran Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e ve
âl-i ashâbına sınırsız salât-ü selâmlardan sonra!
Geçen yazımızda sizlere söz verdiğimiz başlıkları tâkib
etmek suretiyle, bu yazımızda Mustafa İslamoğlu’nun, “Üç Muhammed” kitabında
Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in şânını tenkıs ve Kâinatın
Efendisinin şânına tâzim edenleri tahkîr içeren bâtıl fikirlerini reddederek
Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in dünyada himmetlerini, âhirette
şefaatlerini taleb etmeye devam edeceğiz.
Ancak şunu tekrar tekrar belirtmekte yarar görüyorum ki;
benim ve mensubu bulunmakla iftihâr ettiğim cemaatin, kimsenin şahsına hakaret
ve iftirâ ile veya herhangi bir kimseye yapılan bir iftirâyı nakletmekle işimiz
olmaz. Zaten bu tür davranışlar İslâmiyetin yasak ettiği hareketlerdir. Bizim
tek derdimiz Ehl-i Sünnet akîdesini muhâfaza etmek ve bunu bozmaya çalışanlara
karşı ilmî reddiyelerde bulunmaktır.
Nitekim aylardır Ârifân Dergisi’ndeki yazılarımızı tâkib
edenler ve toplantılarımıza iştirâk ederek ya da internetten bizi izleyerek
sohbetlerimizi dinleyenler, bunun böyle olduğunu bilmektedirler. Bu konuda
şüphesi olanlar da yayınlarımızı tâkib etme imkânına her dâim sahiptirler.
Dolayısıyla geçen ay bâzı haber ajanslarında kasıtlı bir iftirâ olarak yazılıp
çizilen: “Cübbeli Ahmet Hoca’yla
Mustafa İslamoğlu belden aşağı kapıştılar, Cübbeli Ahmet Hoca’nın konuşmasından
sonra İslamoğlu’nun hapis yatmasına neden olan mahkeme kararı dağıtıldı”
şeklindeki haberler tamamen asılsızdır, bunun hiçbir isbâtı ve şâhidi olamaz.
Benim hiçbir konuşmamın peşinden İslamoğlu hakkında belge
dağıtılmamıştır. Hele benim gibi iftirâya mâruz kalarak haksız yere iki sene
yedi ay üç gün hüküm giymiş birinin, başka biri hakkında verilen karâra
dayanarak yorum yapmam veya bu konuda yorum yapanlara katılmam ya da menşei
belli olmayan böyle bir yazının dağıtılmasına seyirci kalmam asla düşünülecek
bir şey değildir. Bu tür sokak hareketlerinden hiçbir şekilde haberdar
edilmediğim halde, bâzı haber ajanslarının sitelerinde ve yeni çıkardıkları
gazetelerinde hemen ilk hafta reyting kaygısıyla düzdükleri bu iftirâları
okumam beni son derece üzmüştür.
Siz okurlarıma vasiyetim odur ki, fasıklar yoluyla gelen
hiçbir habere îtibar etmeyesiniz, Müslümanlar arasında müstehcen haberlerin
yayılmasını gönülden bile geçirmeyesiniz. Çünkü Allâh-u Te’âlâ: “Îman edenler
içerisinde fuhşî konuların yayılmasını sevenler için dünyada da âhirette de çok
acı verici büyük bir azab vardır” (Nûr Sûresi, 19) kavl-i şerîfiyle, aslı olan
konuların yayılmasını arzulayanları bile büyük bir azabla tehdit etmişken, ya
aslı astarı olmayan bu gibi iftirâları yayanları nasıl cezalandıracaktır?!
Bu vesîleyle sizleri tekrar bu yalanlara inanmamanız
husûsunda uyardıktan sonra reddiyelerime devam edebilirim. Sizlerden ricam,
canınızdan çok sevmeniz gereken, gece gündüz sizlerin affı için göz yaşı döken
ve doğarken de yaşarken de, mahşerde de sizleri kurtarma derdine düşen Muhammed
Mustafa (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) gibi Yüce bir Peygamberin şânını takdire
çalışan Kâdı Iyâz, Suyûtî ve Nebhânî gibi büyüklere cephe açan, üstelik İmam-ı
Buhârî ve Ahmed ibni Hanbel gibi muhaddis ve müctehidlere: “Peygamberin karizmasını artırmak için hadis uydurdular” diye
iftirâ atma cesâretini gösteren bu İslamoğlu’nun fikirlerinden, hiç değilse
tuttuğunuz takımın aleyhine konuşanlardan yâhut hayranı olduğunuz bir sanatçı
hakkında ileri geri sözler sarfedenlerden rahatsız olduğunuz kadar rahatsız
olmanız ve bu reddiyelerimizi insafla okuyup herkese ulaştırmanızdır.
Rabbim, Habîbinin müdâfaasını ihtiva eden bu reddiyeleri
O’nun ümmetine ulaştıranları, O’nun şefaatine nâil eylesin. Âmîn!
ÜMMET-İ MUHAMMED PEYGAMBERE SAYGI GÖSTERİRKEN VAHYE SIRT
DÖNMÜŞ DEĞİLDİR
İslamoğlu: “Bugün,
Ümmet-i Muhammed, kendinden önceki Nuh, Ad, Semud ve Firavun toplumları gibi
bir melek peygamber isteme imkanından ‘mahrum’dur. Fakat bu mahrumiyetin
açığını, kendilerine örnek insan olarak gönderilen bir peygamberi
melekleştirerek kapatmaya çalışmakla, aslında Kur’an’da geçen vahye sırt dönmüş
toplumların suçuna ortak olmaktadır” (Mustafa
İslamoğlu, Üç Muhammed, sh:33) derken, Kur’ân’ın nassıyla en hayırlı ümmet olan
bu ümmetin fertleri arasında hiçbir ayırım yapmaksızın tümünü, kendilerine
melek bir peygamber gönderilmesini isteyen müşrik toplumlara nasıl kıyas
edebilmiş ve bu ümmeti, vahye sırt dönmüş toplumların şirk suçuna nasıl ortak
edebilmiştir?
Oysa bugün bu ümmet içerisinde “Keşke Peygamberimiz melek
olsaydı” diyen yâhut “Peygamber beşer olması hasebiyle yiyip-içtiği ve
evlendiği için meleklerden aşağıdır” diye düşünen veyâ Peygamberin çarşılarda
alışveriş için gezip dolaşmasını yadırgayarak O’nu hayattan dışlamak isteyen
bir fert bile bulunmazken, İslamoğlu’nun, âyet ve hadislerde bildirilen
fazîletlerle Peygamberlerini methetmekten başka bir suçları bulunmayan bu
şerefli ümmeti müşriklerle suç ortağı olarak îlan etmesi, bir bakıma: “Siz en
hayırlı ümmetsiniz” (Âl-i İmrân Sûresi, 110) buyuran Allâh’ı yalancı çıkarmak,
diğer taraftan: “Ümmetim sapıklıkta birleşmez”Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve
Sellem)i tekzib etmek, öte yandan da bütün bir ümmete iftirâda bulunmak
değilse, dinde inkar ve iftirâ sayılacak hiçbir şey kalmamış demektir.
(Tirmizî, no:2166, Hâkim, el-Müstedrek, no:391) buyuran “RASÛLÜLLÂH ÖRNEKTİR”
BUYRULMAYIP, “RASÛLÜLLÂH’DA ÖRNEK VAR” BUYRULMASI, RASÛLÜLLÂH’A SEÇİCİ
YAKLAŞMAMIZ GEREKTİĞİNİ İFÂDE ETMEZ İslamoğlu: “Yine “Doğrusu Allah’ın Elçisi’nde sizin için güzel
örneklik vardır” (33.21) âyeti…….. peygamber’in örnekliğini makul ve mümkinle
sınırlandırmış; ‘Allah’ın Elçisi örnektir’ demek yerine seçici yaklaşımla
‘Allah’ın Elçisi’ nde’ demiştir. Bu da bir seçiciliktir.”…….. “Kur’an
toptancılık ve tazime dayalı bu aklı şiddetle eleştirdi. Onun yerine seçicilik
ve tebyine dayalı bir akıl önerdi. Kur’an’ın davet ettiği İslâm aklı, toptancı
değil seçmeci bir akıldı” (Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed,
sh:47-48) hezeyanlarıyla neyi kastetmektedir?
Zâten dörtten fazla kadınla evlenebilmesi ve uykusunun
abdestini bozmaması gibi, kendisine has bâzı konularda Rasûlüllâh (Sallallâhu
Aleyhi ve Sellem)i örnek alamayacağımız yine kendisi tarafından bize
açıklanmışken, biz O’nu örnek alacağımız konularda nasıl seçici olabiliriz ki?
Yâni O’nun ‘helâldir’ veya ‘haramdır’ dediği her hangi bir mesele hakkında:
“Acaba?! Bunu bir Allâh’a soralım mı?” diyeceğiz, yoksa “Aklımıza uyanı alırız,
uymayanı atarız” gibi bir akılsızlık mı yapacağız, değilse biz bu seçiciliği
neye göre yapacağız? Oysa Allâh-u Te’âlâ Kur’ân-ı Kerîm’in bir çok âyetinde
Kendisine itaattan sonra O’na kayıtsız şartsız itâatı bize emretmiştir (Nur Sûresi,
54), bir âyet-i kermesinde de: “Rasûle itâat eden muhakkak Allâh’a itâat
etmiştir” (Nisâ Sûresi, 80) buyurarak, Peygambere itâatı, Kendisine itâatın ta
kendisi olarak değerlendirmiştir. Bu durumda biz Allâh’a itâat husûsunda da mı
seçici olmak durumundayız.
Ayrıca Allâh-u Te’âlâ: “O’na uyun ki, hidâyet bulasınız”
(Âraf Sûresi, 158) buyurarak, doğru yola erişmeyi mutlak mânâda O’na uymaya
bağlamıştır ama aslâ “O’na uyarken seçici olun” buyurmamıştır. Yine böylece: “O
Rasûl size neyi verdiyse onu alın, sizi hangi şeyden nehyettiyse ondan
vazgeçin” (Haşr Sûresi, 7) buyururken de, “O’nun verdiği ve engellediği şeyler
husûsunda toptancı olmayın, seçici olun” gibi bir kayıt getirmemiş, tam tersine
bu konuda seçici davranarak, umûmî mânâ ifâde etmeye vaz edilmiş olan ‘Mâ’
lafzını tercih etmek suretiyle genelleme yapmıştır.
Burada benim anlayamadığım husus şudur; Rasûlüllâh
(Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e uymamamız gereken birkaç özel konu Kitab ve
Sünnet’te bize bildirilmişken, artık bizim seçici olmamız gereken ne kalmıştır?
Böyle bir mânâyı ortaya atan kişinin kastı olsa olsa “Allâh ve Rasûlü’nün
hükümleri size ulaştığında onları toptan bir kabülle karşılamayın bilakis
mantığınıza vurun” şeklinde olur ki, bunun îman şartlarından olan gayba îmanla
bağdaşmayacağı âşikardır. Nitekim Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bâzı
şeyleri emrederken veyâ yasaklarken hikmetini açıklamış, bâzı konularda da
mücerred bir beyân ile yetinmiştir. Burada bize düşen seçici olmak değil,
teslim olmaktır.
Her vesîleyle Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Selem)in
üstünlüklerinden bir kısmını kısıtlamaya özen gösteren İslamoğlu’na karşı,
uğurladığımız Mevlid ayı münâsebetiyle başlatmış olduğum reddiyeler yer darlığı
nedeniyle maalesef geçen sayıda eksik kaldığından, bu konudaki diğer
reddiyelerim Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in medediyle ve bu
reddiyeleri hazırlamam için özel teşvikleri bulunan Sevgili Efendi
Hazretlerimizin himmetiyle bu ayda da, gelecek aylarda da inşâallâh devam
edecektir.
Özellikle Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in
diğer peygamberlerden üstün olduğunu sahîh hadislerde vârid olan bâzı
fazîletlerle ispat etmeye çalışanlar hakkında İslamoğlu’nun: “Peygamberler arasında üstünlük yarışı çıkarmak Yahudi
işidir” (Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed, sh:78-79) diyerek
Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in diğer peygamberlerden üstün oluşunu
reddeden sapık görüşüne bir reddiye olmak üzere, müstakil kısa bir risâle
yazmak niyetindeyim. Ama beni en çok müteessir eden şey, bu kişinin, Buhârî,
Müslim, Ahmed ibni Hanbel, Kâdı Iyâz ve Suyûtî gibi en büyük muhaddis ve
müctehidler hakkında bile pervâsızca: “Peygamberin karizmasını artırmak için
hadisler uydurdular” demiş olmasıdır. Çünkü onun bu babta örnek olarak
açıklayıp reddettiği hadisler, bu büyüklerin kitaplarında mevcuttur.
RASÛLÜLLÂH ALLÂH’IN BİLDİRMESİYLE GAYIPLARI BİLMİŞTİR
YOKSA KENDİSİNE KARİZMA KAZANDIRMAK İÇİN KİMSE HADİS UYDURMAMIŞTIR!
İlk önce şunu ifâde edelim ki Allâh-u Te’âlâ: “O bütün
gayıpları bilendir, râzı olduğu rasuller dışında gaybına kimseyi vâkıf etmez….”
(Cin Sûresi, 26) buyurarak, peygamberlerine dilediği gayb ilimlerini
bildirdiğini haber vermiştir. Sahâbe-i Kirâm da Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi
ve Sellem)in kendilerine kıyâmete kadar olacakları, tüm fitneci önderleri ve
bütün ilimleri bildirdiğini söylemişlerdir. Nitekim Huzeyfe (Radıyallâhu Anh):
“Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) kıyâmete kadar olacak her şeyi bize
anlattı” (Buhârî, no:6604, Müslim, no:2891, Ebû Dâvud, no:4240) buyurmuştur.
Gel gör ki; İslamoğlu Hz. Âişe (Radıyallâhu Anhâ)’nın:
“Kim Muhammed yarın ne olacağını bilir sanıyorsa, şüphesiz o, Allâh’a büyük bir
iftirâda bulunmuş olur” sözünü delil göstererek, Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi
ve Sellem)in kendisinden sonra kıyâmete kadar meydana gelecek olan hâdiselerle
ilgili on binleri aşkın Hadîs-i Şerîf’ini inkâr etmiştir. Oysa Âişe
(Radıyallâhu Anhâ)nın bu sözü: “Allâh bildirmeden bilir sanıyorsa” kaydıyla
mukayyeddir. Zira Âişe (Radıyallâhu Anhâ) gibi ilim sahibi birinin, Cin
Sûresi’nin âyetini yâni Allâh-u Te’âlâ’nın, rasullerine gayp ilmini öğrettiğini
bilmemesi düşünülemez.
Ama İslamoğlu bu mânâyı bildiği halde hükmü
genelleştirmiş, bununla da kalmayıp, Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in
gaybî konuları bildiğini rivâyet eden tüm sahabe ve tâbiini, müctehid ve
muhaddisleri karalamak için: “Hz.Peygamber’in yüceliğini yeterli bulmayıp ona
bir parça daha karizma kazandırmak isteyen yüceltmeci gelenek, hiçbir tevile
sığmayan bir yığın haber üretmekten de geri kalmamıştır. Mesela Suyuti’nin
el-Hasaisu’l-kübra’sına bakılırsa, Hz. Peygamber, Hz. Ömer’in, Hz. Osman’ın
öldürüleceklerini haber vermiştir” (Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed, sh:81)
diyerek Buhârî, Tirmizî, Nesâî, Darekutnî, İbni Ebî Âsım, Ahmed ibni Hanbel,
Taberanî ve Heysemî gibi saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok sayıda muhaddisi,
ayrıca onların Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e varıncaya kadar bu
hadisleri birbirinden rivâyet ettikleri tüm râvileri ve bu hadisleri bizzat
Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)den duymuş olan Ebû Hureyre, Enes ibni
Mâlik, Ammar bin Yâsir, Suheyb ve Cabir ibni Semure (Radıyallâhu Anhüm) gibi
sahabeyi, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e karizma kazandırmak için
haber üreten kimseler olarak nitelemiştir. Zîra Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi
ve Sellem)in, Ömer ve Osman (Radıyallâhu Anhümâ)nın şehid olacağını haber
verdiğini, adını verdiğim tüm kaynaklar nakletmiştir.
Nitekim bu kaynaklarda zikredilen rivâyetlere göre;
Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bir kere, yanında Ebû Bekr, Ömer ve
Osman (Radıyallâhu Anhüm) bulunduğu halde Uhud Dağı’na çıktığında dağ
sallanmaya başlamış, o zaman Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Uhud
yerinde dur! Zîra senin üzerinde bir Nebî, bir Sıddık, iki de şehid
bulunmaktadır” buyurmuştur. (Buhârî, no:3675, Tirmizî, no:3696, Nesâî, no:3608,
Ahmed ibni Hanbel, no:12127)
Ayrıca Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem): “Bu ümmetin en kötüsü Ali’nin sakalını kana boyayacak olandır” buyurmuştur. (Taberânî, Heysemî, Mecma’u’z-zevâid, 9/137)
Ayrıca Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem): “Bu ümmetin en kötüsü Ali’nin sakalını kana boyayacak olandır” buyurmuştur. (Taberânî, Heysemî, Mecma’u’z-zevâid, 9/137)
Yine İslamoğlu: “Hz.Peygamber hepsi de vefatından yıllarca sonra ortaya
çıkacak olan Hariciler’i, Rafiziler’i, Kaderiyye’yi, Mürcie’yi, Zenadika’yı
haber vermiştir. Tabi ki mezhep ve fırkalarla ilgili bu tür sahih olmayan
rivayetler de, fırkalar arası mücadelede kullanılmak üzere üretilmiş birer
lojistik destek unsuruydu.” (Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed,
sh:82) diyerek, bu konuda hadîs-i şerîf rivâyet eden binlerce sahâbe, tâbi’in,
müctehid ve muhaddisten oluşan zevât-ı kirâmı, kendi mezheplerine lojistik
destek sağlamak için paket tasarlamak gibi bayağı ve aşağı bir ifâdeyle
karalamaktan hiç çekinmemiştir.
Oysa bu konudaki hadîs-i şerifler “Kütüb-ü sitte” gibi sahih kaynaklarda mezkurdur. Nitekim İbni Ebî Evfâ (Radıyallâhu Anh)dan rivâyete göre Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Hazreti Ali’yi kafir sayarak ona karşı çıkacak olan Hâricîler hakkında: “Hâricîler cehennem köpekleridir” buyurmuştur. (İbni Mâce, no:173, Tirmizî, no:3000)
Oysa bu konudaki hadîs-i şerifler “Kütüb-ü sitte” gibi sahih kaynaklarda mezkurdur. Nitekim İbni Ebî Evfâ (Radıyallâhu Anh)dan rivâyete göre Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Hazreti Ali’yi kafir sayarak ona karşı çıkacak olan Hâricîler hakkında: “Hâricîler cehennem köpekleridir” buyurmuştur. (İbni Mâce, no:173, Tirmizî, no:3000)
Ali ve İbni Abbas (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edilen
hadîs-i şeriflerinde: “Âhir zamanda Ehl-i Beyti sevdiğini iddia ederek Ali’yi
kendisinde bulunmayan (ilahlık yâhut peygamberlik veya Ebû Bekr ile Ömer’den
üstünlük gibi) vasıflarla metheden Râfizîler olacak, onlar Ebû Bekr ve Ömer’e
sövecekler” diye haber vermiştir. (Ahmed ibni Hanbel, no:1377, Ebû Nu’aym,
4/95-96).
Huzeyfe ve İbni Abbas (Radıyallâhu Anhümâ)nın rivâyet
ettiği hadîs-i şeriflerde ise: “Her ümmetin bir mecûsîsi vardır, bu ümmetin
mecûsîleri de kaderi inkâr edenlerdir, ümmetimin iki sınıfı için İslâm’da
hiçbir nasip yoktur, onlar da (“Îman sâde bir sözdür, amele lüzum yoktur”
diyen) Mürcie ve (“Alın yazısı yoktur” diyen) Kaderiye fırkalarıdır”
buyurmuştur. (Ebû Dâvud, no:4692, Ahmed ibni Hanbel, no:5588, Tirmizî, no:2149)
İbni Ömer (Radıyallâhu Anhümâ)nın rivâyet ettiği hadîs-i
şerifte ise: “Kaderiye bu ümmetin mecusîleridir, hasta olurlarsa ziyaretlerine
gitmeyin, ölürlerse de cenazelerinde bulunmayın” buyurmuştur. (Ebû Dâvud,
no:4691)
Ebû Ümame (Radıyallâhu Anh)dan rivâyete göre ise
Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem): “Mürcie fırkası yetmiş peygamberin
diliyle lânetlendi” buyurmuştur. (Hâkim, et-Târîh, Rûyânî, no:1180, Suyûtî,
el-Câmi’u’l-kebîr, no:265, Taberî, Tehzîbu’l-âsâr, no:1970)
Bu konudaki râvileri ve rivâyetleri müstakil bir kitap
halinde toplayacak olsak, İslamoğlu’nun mezhep taassubuyla karaladığı
kimselerin sayısının binleri aşkın olduğu görülür. Şimdi insafla düşünecek
olursak, bunca sahâbenin, müctehid ve muhaddislerin kendi mezheplerine lojistik
destek sağlamak için bu hadisleri uydurdukları, kabullenilebilecek bir şey midir?
Farz-ı muhal böyle bir şeyi aklımızdan geçirecek olsak, o zaman helal, haram,
emir ve yasak konularında bütün müctehidlerin kendilerinden hadis rivâyet
ettiği bu zatların ve onların rivâyetleriyle hüküm tesbit eden bütün
müctehidlerin fetvaları, töhmet altında kalmış olmaz mı? Bu durumda ortada din
namına bir şey kalır mı? Ama babasının da isâbetli tesbitine göre kendisi de
“Kaderiye”den olan İslamoğlu’nun, bu fırkanın aleyhinde vârid olan hadîs-i
şerifleri inkâra kalkışması yadırganacak bir şey değildir.
İslamoğlu hezeyanlarına devam ederken sarf ettiği: “Biz, Hz.Peygamber’in daha Mekke’deyken, müminlerin fetih
ufkunu Bizans ve Pers imparatorluklarını içine alacak kadar genişlettiğini
biliyoruz…..Fakat, bu insanlara bu perspektifin kazandırılması Hz.Peygamber’in
büyüklüğü için kafi gelmezmiş gibi, yine mevzu olanın zayıfa, zayıfın da sahihe
karıştığı bir paket tasarlanır. Bu paket içinde, Hire’nin fethinden Şam ve
Irak’ın fethine, Kudüs’ün fethinden Mısır’ın….fethine varana dek haberler yer
alır.” (Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed, sh:82) sözleriyle
Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in haber verdiği bazı fütühâtı kabul
etmiş gibi görünüp, diğerlerini inkâr ederken bu tercihi neye göre yapmaktadır?
Oysa onun, muhaddisleri paket tasarlamakla suçladığı
bütün fetihler sahih kaynaklarda zikredilmiştir. Hire’nin fethini Buhârî
(no:3595), Şam ve Irak’ın fethini Buhârî ve Müslim (no:1875, no:1388), Kudüs’ün
fethini Buhârî (no:3176) rivâyet etmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en mûteber
kaynak sayılan “Sahîhayn”de geçen bu haberler hakkında “mevzû, zayıf ve sahihin
birbirine karıştığı bir paket” diyebilmek ve bu yüce muhaddisleri böyle bir
paketi tasarlamakla suçlamak, cehaletten kaynaklanan bir cesâret eseri değilse,
mutlaka sû-i niyete mebnî bir hıyânet olsa gerektir.
Bütün bu ithamların altında yatan tek gerçek, Cin
Sûresi’nin âyetine ve birçok sahih hadîs-i şerîfe rağmen İslamoğlu’nun, hâlâ
Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e gayıpların bildirildiği hakîkatini
kabullenememiş olmasıdır. Halbuki İslamoğlu Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve
Sellem)in Allâh’ın bildirdiğini bileceğeni mecbûren itirâf etmektedir. Peki biz
Allâh-u Te’âlâ’nın Rasûlüne neleri bildirdiğini nasıl bilebiliriz? Allâh-u
Te’âlâ’nın kendisiyle görüşemeyeceğimize göre, elbette ki bunu Rasûlüllâh
(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bildirmesiyle bilebiliriz. Rasûlüllâh
(Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in hadîs-i şeriflerini ise bize sahâbe, tâbi’în ve
muhaddisler nakletmişlerdir.
Bu nakillere göre Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve
Sellem) “Medîne’nin muhâsara
edileceği” (Buhârî, no:1874, Müslim, no:1389), “Hayber’in Hazreti Ali’nin eliyle fethedileceği”
(Buhârî, no:3701, Müslim, no:2406), “Bu ümmete dünyanın bollaştırılacağı” (Buhârî,
no:1465, Müslim, no:1052), “Kisrâ ve Kayser’in
hazînelerinin İslâm hazînesine intikal edeceği” (Buhârî,
no:3121, Müslim, no:2919), “Bu ümmetin arasında bidat
fırkalarının, fitne ve ihtilafların baş göstereceği” (bu
konuda kütübü sittede geçen tüm hadisleri İbnü’l-Esir Câmiu’l-usûl’de cem
etmiştir, 10/3), “Bu ümmetin bir kısmının
Yahudi ve Hristiyanların yoluna gireceği” (Buhârî,
no:3456, Müslim no:2669), “Bu ümmetin yetmiş üç
fırkaya ayrılacağı ve bir tek Ehl-i Sünnet’in kurtulacağı” (Ahmed
ibni Hanbel, no:2/332, Ebû Dâvud, no:4596, Tirmizî, no:2640, İbni Mâce,
no:3991), “Bu ümmetin Moğollarla ve
Rumlarla savaşacağı” (Buhârî, no:2928, 3590, Müslim,
no:2912), “Acem ve Rum
imparatorluklarının ortadan kalkmasından sonra bu imparatorlukların bir daha
kurulamayacağı” (Buhârî, no:3120, Müslim no:2018), “Bu ümmetin mülkünün meşrik ve mağribe yani doğunun en
uzak memleketi olan Hindistan’dan, batının bittiği yer olan Tanca Denizi’ne
kadar ulaşacağı” (Müslim, no:2889), “Emevîlerin yönetimi ele alacağı ve lâkin adâletli
olamayacağı” (Hâkim, Tirmizî, Beyhakî, Ebû Ya’lâ, no:7380, 6523), “Kızı Fâtıme’nin âilesi içerisinden ilk önce kendisine
kavuşan olacağı” (Buhârî, no:3626, Müslim no:2450), “Kendisinden sonra kâmil halifeliğin otuz sene süreceği” (Ebû
Dâvud, no:4646, Tirmizî no:2226), “Üveys el-Karanî adındaki zâtın fazîletli hâli”
(Müslim, no:2542), “Her gelen zamanın
geçenden şerli olacağı” (Buhârî 7068), “Koyun çobanlarının şehre inip büyük binalar yaparak
birbirlerine hava atacağı” (Buhârî, no:50, Müslim, no:9) ve “İstanbul’un fethedileceği” (Ahmed
ibni Hanbel, no:18478, Ebû Dâvud, no:4294) gibi, değil bu birkaç sayfalık
yazımın, cildler dolusu kitapların dahi ihâta edemeyeceği kadar fazlaca gaybî
konuyu bize bildirmiştir.
Artık kararı siz okurlarımın îman ve insâfına havâle
ediyorum. Siz müminler: “Bugün bana ne
sorarsanız, mutlaka onu size açıklarım” (Buhârî,
no:6001) hadisiyle, hiçbir peygamberin söyleyemeyeceği bir sözü hiç çekinmeden
sarfedebilen ve: “Ben göklerde ve yerde olan herşeyi bildim” (Tirmizî, no:3233)
hadîs-i şerifiyle, gaybî konular dahil bütün ilimleri bildiğini beyân eden
Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e ve Huzeyfe (Radıyallâhu Anh) gibi
“Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) kıyâmete kadar olacak her şeyi bize
anlattı” (Buhârî, no:6604, Müslim, no:2891, Ebû Dâvud, no:4240) diyen
sahâbîlere mi inanacaksınız yoksa bu konudaki binlerce hadîs-i şerîfi bize ulaştıran
on binlerce sahâbe, tâbi’în, tebe’i tâbi’în, etbâ’i tebe’i’t-tâbi’în ve
muhaddisîn hakkında: “Hz.Peygamber’in
yüceliğini yeterli bulmayıp ona bir parça daha karizma kazandırmak isteyen
yüceltmeci gelenek, hiçbir tevile sığmayan bir yığın haber üretmekten de geri
kalmamıştır” (Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed, sh:81) diyen bir
şahsa mı inanacaksınız?!
Bugün tercih sizin, ama yarın âhirette Rasûlüllâh
(Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in sancağı altında mı, yoksa O’nun havzından
kovulanlar arasında mı bulunma tercihi sizin elinizde değil. Elbette ki
Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)i müdâfaa edenler O’nun ikrâmına mazhar
olacak, ama O’na “Sen de kendini methettiğin kadar büyük değilsin, seni
methedenler de amma abartmış” diyenler ve böyle diyenleri dinlemeye hâlâ devam
edenler ise, hiç şüphesiz ki O’nun havzından kovulacaklardır. Gerçi O yine
onlara acıyarak: “Ey Rabbim! Onlar da benim arkadaşlarım, (müsâade buyur da
kendilerine havzımdan içireyim)” diyecekse de, Allâh-u Te’âlâ: “Ama onlar senin
ardından din adına neler uydurdular” buyurarak yabancı develerin havuz başından
kovulması gibi onları kovacaktır. (Buhârî, no:6205)
Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in ümmetinden
olma şerefine eriştirildikten sonra, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâ’at inancından bir
karış bile ayrılarak İslam ipini boynumuzdan çıkarmaktan Allah’a sığınır ve
cümlenizi Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in faziletlerini inkâr
ederek, bu ipi boynundan çıkaranların şerrinden Rabbime sığındırırım.
Ahmed Mahmud ÜNLÜ (Cübbeli Ahmed Hoca Efendi) – Arifan
Dergisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.