script src='http://ajax.googleapis.com/ajax/libs/jquery/1.2.6/jquery.js' type='text/javascript'/>

Mustafa İslamoğlu Kainatın Efendisinin Şerefini Düşürmeye Uğraşıyor!


Benim ve mensubu bulunmakla iftihâr ettiğim cemaatin, kimsenin şahsına hakaret ve iftirâ ile veya herhangi bir kimseye yapılan bir iftirâyı nakletmekle işimiz olmaz. Zaten bu tür davranışlar İslâmiyetin yasak ettiği hareketlerdir. Bizim tek derdimiz Ehl-i Sünnet akîdesini muhâfaza etmek ve bunu bozmaya çalışanlara karşı ilmî reddiyelerde bulunmaktır.

Üzüntüler içinde uğurladığımız Rebî’u’l-evvel ayında bizlere Rahmeten li’l-âlemîn olan Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in sonsuz himmetlerini ulaştıran Allâh-u Te’âlâ’ya nihâyetsiz hamd-ü senâlardan, kendisi hakkında: “Ben bir kişiye anasından babasından, çoluk çocuğundan ve bütün insanlardan hattâ canından daha sevgili gelmediğim sürece o kişi (kâmil mânâda) îman etmiş olamaz” buyuran Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e ve âl-i ashâbına sınırsız salât-ü selâmlardan sonra!

Geçen yazımızda sizlere söz verdiğimiz başlıkları tâkib etmek suretiyle, bu yazımızda Mustafa İslamoğlu’nun, “Üç Muhammed” kitabında Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in şânını tenkıs ve Kâinatın Efendisinin şânına tâzim edenleri tahkîr içeren bâtıl fikirlerini reddederek Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in dünyada himmetlerini, âhirette şefaatlerini taleb etmeye devam edeceğiz.

Ancak şunu tekrar tekrar belirtmekte yarar görüyorum ki; benim ve mensubu bulunmakla iftihâr ettiğim cemaatin, kimsenin şahsına hakaret ve iftirâ ile veya herhangi bir kimseye yapılan bir iftirâyı nakletmekle işimiz olmaz. Zaten bu tür davranışlar İslâmiyetin yasak ettiği hareketlerdir. Bizim tek derdimiz Ehl-i Sünnet akîdesini muhâfaza etmek ve bunu bozmaya çalışanlara karşı ilmî reddiyelerde bulunmaktır.

Nitekim aylardır Ârifân Dergisi’ndeki yazılarımızı tâkib edenler ve toplantılarımıza iştirâk ederek ya da internetten bizi izleyerek sohbetlerimizi dinleyenler, bunun böyle olduğunu bilmektedirler. Bu konuda şüphesi olanlar da yayınlarımızı tâkib etme imkânına her dâim sahiptirler. Dolayısıyla geçen ay bâzı haber ajanslarında kasıtlı bir iftirâ olarak yazılıp çizilen: “Cübbeli Ahmet Hoca’yla Mustafa İslamoğlu belden aşağı kapıştılar, Cübbeli Ahmet Hoca’nın konuşmasından sonra İslamoğlu’nun hapis yatmasına neden olan mahkeme kararı dağıtıldı” şeklindeki haberler tamamen asılsızdır, bunun hiçbir isbâtı ve şâhidi olamaz.

Benim hiçbir konuşmamın peşinden İslamoğlu hakkında belge dağıtılmamıştır. Hele benim gibi iftirâya mâruz kalarak haksız yere iki sene yedi ay üç gün hüküm giymiş birinin, başka biri hakkında verilen karâra dayanarak yorum yapmam veya bu konuda yorum yapanlara katılmam ya da menşei belli olmayan böyle bir yazının dağıtılmasına seyirci kalmam asla düşünülecek bir şey değildir. Bu tür sokak hareketlerinden hiçbir şekilde haberdar edilmediğim halde, bâzı haber ajanslarının sitelerinde ve yeni çıkardıkları gazetelerinde hemen ilk hafta reyting kaygısıyla düzdükleri bu iftirâları okumam beni son derece üzmüştür.

Siz okurlarıma vasiyetim odur ki, fasıklar yoluyla gelen hiçbir habere îtibar etmeyesiniz, Müslümanlar arasında müstehcen haberlerin yayılmasını gönülden bile geçirmeyesiniz. Çünkü Allâh-u Te’âlâ: “Îman edenler içerisinde fuhşî konuların yayılmasını sevenler için dünyada da âhirette de çok acı verici büyük bir azab vardır” (Nûr Sûresi, 19) kavl-i şerîfiyle, aslı olan konuların yayılmasını arzulayanları bile büyük bir azabla tehdit etmişken, ya aslı astarı olmayan bu gibi iftirâları yayanları nasıl cezalandıracaktır?!

Bu vesîleyle sizleri tekrar bu yalanlara inanmamanız husûsunda uyardıktan sonra reddiyelerime devam edebilirim. Sizlerden ricam, canınızdan çok sevmeniz gereken, gece gündüz sizlerin affı için göz yaşı döken ve doğarken de yaşarken de, mahşerde de sizleri kurtarma derdine düşen Muhammed Mustafa (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) gibi Yüce bir Peygamberin şânını takdire çalışan Kâdı Iyâz, Suyûtî ve Nebhânî gibi büyüklere cephe açan, üstelik İmam-ı Buhârî ve Ahmed ibni Hanbel gibi muhaddis ve müctehidlere: “Peygamberin karizmasını artırmak için hadis uydurdular” diye iftirâ atma cesâretini gösteren bu İslamoğlu’nun fikirlerinden, hiç değilse tuttuğunuz takımın aleyhine konuşanlardan yâhut hayranı olduğunuz bir sanatçı hakkında ileri geri sözler sarfedenlerden rahatsız olduğunuz kadar rahatsız olmanız ve bu reddiyelerimizi insafla okuyup herkese ulaştırmanızdır.

Rabbim, Habîbinin müdâfaasını ihtiva eden bu reddiyeleri O’nun ümmetine ulaştıranları, O’nun şefaatine nâil eylesin. Âmîn!

ÜMMET-İ MUHAMMED PEYGAMBERE SAYGI GÖSTERİRKEN VAHYE SIRT DÖNMÜŞ DEĞİLDİR

İslamoğlu: “Bugün, Ümmet-i Muhammed, kendinden önceki Nuh, Ad, Semud ve Firavun toplumları gibi bir melek peygamber isteme imkanından ‘mahrum’dur. Fakat bu mahrumiyetin açığını, kendilerine örnek insan olarak gönderilen bir peygamberi melekleştirerek kapatmaya çalışmakla, aslında Kur’an’da geçen vahye sırt dönmüş toplumların suçuna ortak olmaktadır” (Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed, sh:33) derken, Kur’ân’ın nassıyla en hayırlı ümmet olan bu ümmetin fertleri arasında hiçbir ayırım yapmaksızın tümünü, kendilerine melek bir peygamber gönderilmesini isteyen müşrik toplumlara nasıl kıyas edebilmiş ve bu ümmeti, vahye sırt dönmüş toplumların şirk suçuna nasıl ortak edebilmiştir?

Oysa bugün bu ümmet içerisinde “Keşke Peygamberimiz melek olsaydı” diyen yâhut “Peygamber beşer olması hasebiyle yiyip-içtiği ve evlendiği için meleklerden aşağıdır” diye düşünen veyâ Peygamberin çarşılarda alışveriş için gezip dolaşmasını yadırgayarak O’nu hayattan dışlamak isteyen bir fert bile bulunmazken, İslamoğlu’nun, âyet ve hadislerde bildirilen fazîletlerle Peygamberlerini methetmekten başka bir suçları bulunmayan bu şerefli ümmeti müşriklerle suç ortağı olarak îlan etmesi, bir bakıma: “Siz en hayırlı ümmetsiniz” (Âl-i İmrân Sûresi, 110) buyuran Allâh’ı yalancı çıkarmak, diğer taraftan: “Ümmetim sapıklıkta birleşmez”Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)i tekzib etmek, öte yandan da bütün bir ümmete iftirâda bulunmak değilse, dinde inkar ve iftirâ sayılacak hiçbir şey kalmamış demektir. (Tirmizî, no:2166, Hâkim, el-Müstedrek, no:391) buyuran “RASÛLÜLLÂH ÖRNEKTİR” BUYRULMAYIP, “RASÛLÜLLÂH’DA ÖRNEK VAR” BUYRULMASI, RASÛLÜLLÂH’A SEÇİCİ YAKLAŞMAMIZ GEREKTİĞİNİ İFÂDE ETMEZ İslamoğlu: “Yine “Doğrusu Allah’ın Elçisi’nde sizin için güzel örneklik vardır” (33.21) âyeti…….. peygamber’in örnekliğini makul ve mümkinle sınırlandırmış; ‘Allah’ın Elçisi örnektir’ demek yerine seçici yaklaşımla ‘Allah’ın Elçisi’ nde’ demiştir. Bu da bir seçiciliktir.”…….. “Kur’an toptancılık ve tazime dayalı bu aklı şiddetle eleştirdi. Onun yerine seçicilik ve tebyine dayalı bir akıl önerdi. Kur’an’ın davet ettiği İslâm aklı, toptancı değil seçmeci bir akıldı” (Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed, sh:47-48) hezeyanlarıyla neyi kastetmektedir?

Zâten dörtten fazla kadınla evlenebilmesi ve uykusunun abdestini bozmaması gibi, kendisine has bâzı konularda Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)i örnek alamayacağımız yine kendisi tarafından bize açıklanmışken, biz O’nu örnek alacağımız konularda nasıl seçici olabiliriz ki? Yâni O’nun ‘helâldir’ veya ‘haramdır’ dediği her hangi bir mesele hakkında: “Acaba?! Bunu bir Allâh’a soralım mı?” diyeceğiz, yoksa “Aklımıza uyanı alırız, uymayanı atarız” gibi bir akılsızlık mı yapacağız, değilse biz bu seçiciliği neye göre yapacağız? Oysa Allâh-u Te’âlâ Kur’ân-ı Kerîm’in bir çok âyetinde Kendisine itaattan sonra O’na kayıtsız şartsız itâatı bize emretmiştir (Nur Sûresi, 54), bir âyet-i kermesinde de: “Rasûle itâat eden muhakkak Allâh’a itâat etmiştir” (Nisâ Sûresi, 80) buyurarak, Peygambere itâatı, Kendisine itâatın ta kendisi olarak değerlendirmiştir. Bu durumda biz Allâh’a itâat husûsunda da mı seçici olmak durumundayız.

Ayrıca Allâh-u Te’âlâ: “O’na uyun ki, hidâyet bulasınız” (Âraf Sûresi, 158) buyurarak, doğru yola erişmeyi mutlak mânâda O’na uymaya bağlamıştır ama aslâ “O’na uyarken seçici olun” buyurmamıştır. Yine böylece: “O Rasûl size neyi verdiyse onu alın, sizi hangi şeyden nehyettiyse ondan vazgeçin” (Haşr Sûresi, 7) buyururken de, “O’nun verdiği ve engellediği şeyler husûsunda toptancı olmayın, seçici olun” gibi bir kayıt getirmemiş, tam tersine bu konuda seçici davranarak, umûmî mânâ ifâde etmeye vaz edilmiş olan ‘Mâ’ lafzını tercih etmek suretiyle genelleme yapmıştır.

Burada benim anlayamadığım husus şudur; Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e uymamamız gereken birkaç özel konu Kitab ve Sünnet’te bize bildirilmişken, artık bizim seçici olmamız gereken ne kalmıştır? Böyle bir mânâyı ortaya atan kişinin kastı olsa olsa “Allâh ve Rasûlü’nün hükümleri size ulaştığında onları toptan bir kabülle karşılamayın bilakis mantığınıza vurun” şeklinde olur ki, bunun îman şartlarından olan gayba îmanla bağdaşmayacağı âşikardır. Nitekim Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bâzı şeyleri emrederken veyâ yasaklarken hikmetini açıklamış, bâzı konularda da mücerred bir beyân ile yetinmiştir. Burada bize düşen seçici olmak değil, teslim olmaktır.

Her vesîleyle Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Selem)in üstünlüklerinden bir kısmını kısıtlamaya özen gösteren İslamoğlu’na karşı, uğurladığımız Mevlid ayı münâsebetiyle başlatmış olduğum reddiyeler yer darlığı nedeniyle maalesef geçen sayıda eksik kaldığından, bu konudaki diğer reddiyelerim Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in medediyle ve bu reddiyeleri hazırlamam için özel teşvikleri bulunan Sevgili Efendi Hazretlerimizin himmetiyle bu ayda da, gelecek aylarda da inşâallâh devam edecektir.

Özellikle Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in diğer peygamberlerden üstün olduğunu sahîh hadislerde vârid olan bâzı fazîletlerle ispat etmeye çalışanlar hakkında İslamoğlu’nun: “Peygamberler arasında üstünlük yarışı çıkarmak Yahudi işidir” (Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed, sh:78-79) diyerek Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in diğer peygamberlerden üstün oluşunu reddeden sapık görüşüne bir reddiye olmak üzere, müstakil kısa bir risâle yazmak niyetindeyim. Ama beni en çok müteessir eden şey, bu kişinin, Buhârî, Müslim, Ahmed ibni Hanbel, Kâdı Iyâz ve Suyûtî gibi en büyük muhaddis ve müctehidler hakkında bile pervâsızca: “Peygamberin karizmasını artırmak için hadisler uydurdular” demiş olmasıdır. Çünkü onun bu babta örnek olarak açıklayıp reddettiği hadisler, bu büyüklerin kitaplarında mevcuttur.

RASÛLÜLLÂH ALLÂH’IN BİLDİRMESİYLE GAYIPLARI BİLMİŞTİR YOKSA KENDİSİNE KARİZMA KAZANDIRMAK İÇİN KİMSE HADİS UYDURMAMIŞTIR!

İlk önce şunu ifâde edelim ki Allâh-u Te’âlâ: “O bütün gayıpları bilendir, râzı olduğu rasuller dışında gaybına kimseyi vâkıf etmez….” (Cin Sûresi, 26) buyurarak, peygamberlerine dilediği gayb ilimlerini bildirdiğini haber vermiştir. Sahâbe-i Kirâm da Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in kendilerine kıyâmete kadar olacakları, tüm fitneci önderleri ve bütün ilimleri bildirdiğini söylemişlerdir. Nitekim Huzeyfe (Radıyallâhu Anh): “Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) kıyâmete kadar olacak her şeyi bize anlattı” (Buhârî, no:6604, Müslim, no:2891, Ebû Dâvud, no:4240) buyurmuştur.

Gel gör ki; İslamoğlu Hz. Âişe (Radıyallâhu Anhâ)’nın: “Kim Muhammed yarın ne olacağını bilir sanıyorsa, şüphesiz o, Allâh’a büyük bir iftirâda bulunmuş olur” sözünü delil göstererek, Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in kendisinden sonra kıyâmete kadar meydana gelecek olan hâdiselerle ilgili on binleri aşkın Hadîs-i Şerîf’ini inkâr etmiştir. Oysa Âişe (Radıyallâhu Anhâ)nın bu sözü: “Allâh bildirmeden bilir sanıyorsa” kaydıyla mukayyeddir. Zira Âişe (Radıyallâhu Anhâ) gibi ilim sahibi birinin, Cin Sûresi’nin âyetini yâni Allâh-u Te’âlâ’nın, rasullerine gayp ilmini öğrettiğini bilmemesi düşünülemez.

Ama İslamoğlu bu mânâyı bildiği halde hükmü genelleştirmiş, bununla da kalmayıp, Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in gaybî konuları bildiğini rivâyet eden tüm sahabe ve tâbiini, müctehid ve muhaddisleri karalamak için: “Hz.Peygamber’in yüceliğini yeterli bulmayıp ona bir parça daha karizma kazandırmak isteyen yüceltmeci gelenek, hiçbir tevile sığmayan bir yığın haber üretmekten de geri kalmamıştır. Mesela Suyuti’nin el-Hasaisu’l-kübra’sına bakılırsa, Hz. Peygamber, Hz. Ömer’in, Hz. Osman’ın öldürüleceklerini haber vermiştir” (Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed, sh:81) diyerek Buhârî, Tirmizî, Nesâî, Darekutnî, İbni Ebî Âsım, Ahmed ibni Hanbel, Taberanî ve Heysemî gibi saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok sayıda muhaddisi, ayrıca onların Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e varıncaya kadar bu hadisleri birbirinden rivâyet ettikleri tüm râvileri ve bu hadisleri bizzat Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)den duymuş olan Ebû Hureyre, Enes ibni Mâlik, Ammar bin Yâsir, Suheyb ve Cabir ibni Semure (Radıyallâhu Anhüm) gibi sahabeyi, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e karizma kazandırmak için haber üreten kimseler olarak nitelemiştir. Zîra Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in, Ömer ve Osman (Radıyallâhu Anhümâ)nın şehid olacağını haber verdiğini, adını verdiğim tüm kaynaklar nakletmiştir.

Nitekim bu kaynaklarda zikredilen rivâyetlere göre; Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bir kere, yanında Ebû Bekr, Ömer ve Osman (Radıyallâhu Anhüm) bulunduğu halde Uhud Dağı’na çıktığında dağ sallanmaya başlamış, o zaman Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Uhud yerinde dur! Zîra senin üzerinde bir Nebî, bir Sıddık, iki de şehid bulunmaktadır” buyurmuştur. (Buhârî, no:3675, Tirmizî, no:3696, Nesâî, no:3608, Ahmed ibni Hanbel, no:12127)
Ayrıca Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem): “Bu ümmetin en kötüsü Ali’nin sakalını kana boyayacak olandır” buyurmuştur. (Taberânî, Heysemî, Mecma’u’z-zevâid, 9/137)

Yine İslamoğlu: “Hz.Peygamber hepsi de vefatından yıllarca sonra ortaya çıkacak olan Hariciler’i, Rafiziler’i, Kaderiyye’yi, Mürcie’yi, Zenadika’yı haber vermiştir. Tabi ki mezhep ve fırkalarla ilgili bu tür sahih olmayan rivayetler de, fırkalar arası mücadelede kullanılmak üzere üretilmiş birer lojistik destek unsuruydu.” (Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed, sh:82) diyerek, bu konuda hadîs-i şerîf rivâyet eden binlerce sahâbe, tâbi’in, müctehid ve muhaddisten oluşan zevât-ı kirâmı, kendi mezheplerine lojistik destek sağlamak için paket tasarlamak gibi bayağı ve aşağı bir ifâdeyle karalamaktan hiç çekinmemiştir.
Oysa bu konudaki hadîs-i şerifler “Kütüb-ü sitte” gibi sahih kaynaklarda mezkurdur. Nitekim İbni Ebî Evfâ (Radıyallâhu Anh)dan rivâyete göre Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Hazreti Ali’yi kafir sayarak ona karşı çıkacak olan Hâricîler hakkında:
“Hâricîler cehennem köpekleridir” buyurmuştur. (İbni Mâce, no:173, Tirmizî, no:3000)

Ali ve İbni Abbas (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edilen hadîs-i şeriflerinde: “Âhir zamanda Ehl-i Beyti sevdiğini iddia ederek Ali’yi kendisinde bulunmayan (ilahlık yâhut peygamberlik veya Ebû Bekr ile Ömer’den üstünlük gibi) vasıflarla metheden Râfizîler olacak, onlar Ebû Bekr ve Ömer’e sövecekler” diye haber vermiştir. (Ahmed ibni Hanbel, no:1377, Ebû Nu’aym, 4/95-96).

Huzeyfe ve İbni Abbas (Radıyallâhu Anhümâ)nın rivâyet ettiği hadîs-i şeriflerde ise: “Her ümmetin bir mecûsîsi vardır, bu ümmetin mecûsîleri de kaderi inkâr edenlerdir, ümmetimin iki sınıfı için İslâm’da hiçbir nasip yoktur, onlar da (“Îman sâde bir sözdür, amele lüzum yoktur” diyen) Mürcie ve (“Alın yazısı yoktur” diyen) Kaderiye fırkalarıdır” buyurmuştur. (Ebû Dâvud, no:4692, Ahmed ibni Hanbel, no:5588, Tirmizî, no:2149)

İbni Ömer (Radıyallâhu Anhümâ)nın rivâyet ettiği hadîs-i şerifte ise: “Kaderiye bu ümmetin mecusîleridir, hasta olurlarsa ziyaretlerine gitmeyin, ölürlerse de cenazelerinde bulunmayın” buyurmuştur. (Ebû Dâvud, no:4691)

Ebû Ümame (Radıyallâhu Anh)dan rivâyete göre ise Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem): “Mürcie fırkası yetmiş peygamberin diliyle lânetlendi” buyurmuştur. (Hâkim, et-Târîh, Rûyânî, no:1180, Suyûtî, el-Câmi’u’l-kebîr, no:265, Taberî, Tehzîbu’l-âsâr, no:1970)

Bu konudaki râvileri ve rivâyetleri müstakil bir kitap halinde toplayacak olsak, İslamoğlu’nun mezhep taassubuyla karaladığı kimselerin sayısının binleri aşkın olduğu görülür. Şimdi insafla düşünecek olursak, bunca sahâbenin, müctehid ve muhaddislerin kendi mezheplerine lojistik destek sağlamak için bu hadisleri uydurdukları, kabullenilebilecek bir şey midir? Farz-ı muhal böyle bir şeyi aklımızdan geçirecek olsak, o zaman helal, haram, emir ve yasak konularında bütün müctehidlerin kendilerinden hadis rivâyet ettiği bu zatların ve onların rivâyetleriyle hüküm tesbit eden bütün müctehidlerin fetvaları, töhmet altında kalmış olmaz mı? Bu durumda ortada din namına bir şey kalır mı? Ama babasının da isâbetli tesbitine göre kendisi de “Kaderiye”den olan İslamoğlu’nun, bu fırkanın aleyhinde vârid olan hadîs-i şerifleri inkâra kalkışması yadırganacak bir şey değildir.

İslamoğlu hezeyanlarına devam ederken sarf ettiği: “Biz, Hz.Peygamber’in daha Mekke’deyken, müminlerin fetih ufkunu Bizans ve Pers imparatorluklarını içine alacak kadar genişlettiğini biliyoruz…..Fakat, bu insanlara bu perspektifin kazandırılması Hz.Peygamber’in büyüklüğü için kafi gelmezmiş gibi, yine mevzu olanın zayıfa, zayıfın da sahihe karıştığı bir paket tasarlanır. Bu paket içinde, Hire’nin fethinden Şam ve Irak’ın fethine, Kudüs’ün fethinden Mısır’ın….fethine varana dek haberler yer alır.” (Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed, sh:82) sözleriyle Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in haber verdiği bazı fütühâtı kabul etmiş gibi görünüp, diğerlerini inkâr ederken bu tercihi neye göre yapmaktadır?

Oysa onun, muhaddisleri paket tasarlamakla suçladığı bütün fetihler sahih kaynaklarda zikredilmiştir. Hire’nin fethini Buhârî (no:3595), Şam ve Irak’ın fethini Buhârî ve Müslim (no:1875, no:1388), Kudüs’ün fethini Buhârî (no:3176) rivâyet etmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en mûteber kaynak sayılan “Sahîhayn”de geçen bu haberler hakkında “mevzû, zayıf ve sahihin birbirine karıştığı bir paket” diyebilmek ve bu yüce muhaddisleri böyle bir paketi tasarlamakla suçlamak, cehaletten kaynaklanan bir cesâret eseri değilse, mutlaka sû-i niyete mebnî bir hıyânet olsa gerektir.

Bütün bu ithamların altında yatan tek gerçek, Cin Sûresi’nin âyetine ve birçok sahih hadîs-i şerîfe rağmen İslamoğlu’nun, hâlâ Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e gayıpların bildirildiği hakîkatini kabullenememiş olmasıdır. Halbuki İslamoğlu Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in Allâh’ın bildirdiğini bileceğeni mecbûren itirâf etmektedir. Peki biz Allâh-u Te’âlâ’nın Rasûlüne neleri bildirdiğini nasıl bilebiliriz? Allâh-u Te’âlâ’nın kendisiyle görüşemeyeceğimize göre, elbette ki bunu Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bildirmesiyle bilebiliriz. Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in hadîs-i şeriflerini ise bize sahâbe, tâbi’în ve muhaddisler nakletmişlerdir.

Bu nakillere göre Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) “Medîne’nin muhâsara edileceği” (Buhârî, no:1874, Müslim, no:1389), “Hayber’in Hazreti Ali’nin eliyle fethedileceği” (Buhârî, no:3701, Müslim, no:2406), “Bu ümmete dünyanın bollaştırılacağı” (Buhârî, no:1465, Müslim, no:1052), “Kisrâ ve Kayser’in hazînelerinin İslâm hazînesine intikal edeceği” (Buhârî, no:3121, Müslim, no:2919), “Bu ümmetin arasında bidat fırkalarının, fitne ve ihtilafların baş göstereceği” (bu konuda kütübü sittede geçen tüm hadisleri İbnü’l-Esir Câmiu’l-usûl’de cem etmiştir, 10/3), “Bu ümmetin bir kısmının Yahudi ve Hristiyanların yoluna gireceği” (Buhârî, no:3456, Müslim no:2669), “Bu ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrılacağı ve bir tek Ehl-i Sünnet’in kurtulacağı” (Ahmed ibni Hanbel, no:2/332, Ebû Dâvud, no:4596, Tirmizî, no:2640, İbni Mâce, no:3991), “Bu ümmetin Moğollarla ve Rumlarla savaşacağı” (Buhârî, no:2928, 3590, Müslim, no:2912), “Acem ve Rum imparatorluklarının ortadan kalkmasından sonra bu imparatorlukların bir daha kurulamayacağı” (Buhârî, no:3120, Müslim no:2018), “Bu ümmetin mülkünün meşrik ve mağribe yani doğunun en uzak memleketi olan Hindistan’dan, batının bittiği yer olan Tanca Denizi’ne kadar ulaşacağı” (Müslim, no:2889), “Emevîlerin yönetimi ele alacağı ve lâkin adâletli olamayacağı” (Hâkim, Tirmizî, Beyhakî, Ebû Ya’lâ, no:7380, 6523), “Kızı Fâtıme’nin âilesi içerisinden ilk önce kendisine kavuşan olacağı” (Buhârî, no:3626, Müslim no:2450), “Kendisinden sonra kâmil halifeliğin otuz sene süreceği” (Ebû Dâvud, no:4646, Tirmizî no:2226), “Üveys el-Karanî adındaki zâtın fazîletli hâli” (Müslim, no:2542), “Her gelen zamanın geçenden şerli olacağı” (Buhârî 7068), “Koyun çobanlarının şehre inip büyük binalar yaparak birbirlerine hava atacağı” (Buhârî, no:50, Müslim, no:9) ve “İstanbul’un fethedileceği” (Ahmed ibni Hanbel, no:18478, Ebû Dâvud, no:4294) gibi, değil bu birkaç sayfalık yazımın, cildler dolusu kitapların dahi ihâta edemeyeceği kadar fazlaca gaybî konuyu bize bildirmiştir.

Artık kararı siz okurlarımın îman ve insâfına havâle ediyorum. Siz müminler: “Bugün bana ne sorarsanız, mutlaka onu size açıklarım” (Buhârî, no:6001) hadisiyle, hiçbir peygamberin söyleyemeyeceği bir sözü hiç çekinmeden sarfedebilen ve: “Ben göklerde ve yerde olan herşeyi bildim” (Tirmizî, no:3233) hadîs-i şerifiyle, gaybî konular dahil bütün ilimleri bildiğini beyân eden Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e ve Huzeyfe (Radıyallâhu Anh) gibi “Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) kıyâmete kadar olacak her şeyi bize anlattı” (Buhârî, no:6604, Müslim, no:2891, Ebû Dâvud, no:4240) diyen sahâbîlere mi inanacaksınız yoksa bu konudaki binlerce hadîs-i şerîfi bize ulaştıran on binlerce sahâbe, tâbi’în, tebe’i tâbi’în, etbâ’i tebe’i’t-tâbi’în ve muhaddisîn hakkında: “Hz.Peygamber’in yüceliğini yeterli bulmayıp ona bir parça daha karizma kazandırmak isteyen yüceltmeci gelenek, hiçbir tevile sığmayan bir yığın haber üretmekten de geri kalmamıştır” (Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed, sh:81) diyen bir şahsa mı inanacaksınız?!

Bugün tercih sizin, ama yarın âhirette Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in sancağı altında mı, yoksa O’nun havzından kovulanlar arasında mı bulunma tercihi sizin elinizde değil. Elbette ki Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)i müdâfaa edenler O’nun ikrâmına mazhar olacak, ama O’na “Sen de kendini methettiğin kadar büyük değilsin, seni methedenler de amma abartmış” diyenler ve böyle diyenleri dinlemeye hâlâ devam edenler ise, hiç şüphesiz ki O’nun havzından kovulacaklardır. Gerçi O yine onlara acıyarak: “Ey Rabbim! Onlar da benim arkadaşlarım, (müsâade buyur da kendilerine havzımdan içireyim)” diyecekse de, Allâh-u Te’âlâ: “Ama onlar senin ardından din adına neler uydurdular” buyurarak yabancı develerin havuz başından kovulması gibi onları kovacaktır. (Buhârî, no:6205)

Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in ümmetinden olma şerefine eriştirildikten sonra, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâ’at inancından bir karış bile ayrılarak İslam ipini boynumuzdan çıkarmaktan Allah’a sığınır ve cümlenizi Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in faziletlerini inkâr ederek, bu ipi boynundan çıkaranların şerrinden Rabbime sığındırırım.

Ahmed Mahmud ÜNLÜ (Cübbeli Ahmed Hoca Efendi) – Arifan Dergisi

 
Siz bu yazıyı okuyan counter şanslı kişiden birisiniz..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

1 9