“Sâliha
kadın, kocası yüzüne baktığı zaman onu sevindirir, kocasının meşrû isteklerini
yerine getirir ve onun olmadığı yerde hem malını, hem de nâmusunu muhafaza
eder.”
(İbn-i Mâce,
Nikâh, 5/1857)
ile yuvasında huzur ve saâdeti temin etmek bakımından bir kadının dikkat
edeceği hususlar nelerdir?
Her şeyden
önce hanımlar, yaratılışımızın bir îcâbı olarak Allah’a kulluğa ve takvâya
riâyet etmelidir. Bu hususta ibadete, namaz ve niyaza dikkat etmenin yanında
helâl ve harama da îtinâ göstermelidirler.
Âile içinde
hanımın takvâ ve istikâmeti; kocasını, çocuklarını, akrabalarını ve hattâ
komşularını hayır ve hasenâta teşvik edecek mâhiyette olmalıdır. Sâliha bir
hanım, etrafına saâdet saçan, cennet kokulu bir çiçektir.
Hanımlar
için Allah’a kulluktan sonra gelen en mühim vazife; kocalarını ve âile
fertlerini mesut etmektir. Kocalarını memnun etmek ve âile saâdetine gölge
düşürmemek kadınlara Rabbimizin rızâsını kazandırır. Nitekim Peygamber
Efendimiz:
“Sâliha
kadın, kocası yüzüne baktığı zaman onu sevindirir, kocasının meşrû isteklerini
yerine getirir ve onun olmadığı yerde hem malını, hem de nâmusunu muhafaza
eder.” (İbn-i Mâce,
Nikâh, 5/1857) buyurmuştur. O hâlde bir kadın, kocasının memnuniyetinin
yollarını arayıp bulmalı, onun rızâsını kollamalıdır.
Efendim, bu
konuyu biraz daha açacak olursak, bir hanım evinde, günlük hayatında nelere
dikkat etmelidir?
Evin
içindeyken, kendine îtinâ göstermeli, temiz ve bakımlı olmalıdır. Sıradan bir
erkeğin nazarında bile kadının pasaklı ve derbeder olması onun gözünden düşmesi
için yeterlidir. Kocasının yanında, göze hoş gelmeyecek her türlü görüntüden
uzak olmalıdır. Evde aradığını bulamayan kimsenin gönlü, dışarıda yanlış
yerlere doğru kayar ve nihayet âile saâdeti zaafa uğrar. Bu yüzden ev içinde
kadın, renk ve kokusu muhtelif çiçeklerden derlenmiş bir buket gibi olmalı;
eşine saâdet ve huzur tevzî etmelidir. Beyi akşam saatlerini özlemeli, akşam
eve dönmekten nefret etmemelidir.
Sâliha bir
hanım, kocasını güleryüzle ve kapıda karşılamalı, evden çıkarken de güzel söz
ve duâlarla yolcu etmelidir. O gün kendisi çok yorulmuş olsa bile bunu belli
etmemeli ve onun yanında yüzünü ekşitmemelidir. Kocasının sıkıntılarını
paylaşmalı, yorgunluğunu atmasına yardımcı olmalıdır.
Aşırı
alınganlık, gerekli-gereksiz şikâyetler sebebiyle birbirlerinin huzurunu
kaçırmamaya çalışmalıdırlar. Bu konuda ashâb-ı kirâmdan Ümmü Süleym’in kocasına
karşı tavrı ne güzeldir. Çocuğu vefat etmiş olduğu hâlde bu, onu kocasına
hizmet ve fedâkârlıktan alıkoymamıştır. Rivâyet edilir ki, Ebû Talhâ’nın ağır
hasta olan oğlu, kendisi evde yokken vefat etmişti. Ümmü Süleym, çocuğun vefat
ettiğini görünce onu gasledip kefenledi. Ebû Talhâ gelince:
“–Oğlan
nasıldır?” diye sordu. Ümmü Süleym:
“–Çocuğun ıstırabı
sakinleşti, istirahat ettiğini zannediyorum.” dedi. Ümmü Süleym, ev halkına:
“–Sakın Ebû
Talhâ’ya oğlunun öldüğünü söylemeyin, tâ ki, ben söyleyinceye kadar!..” diyerek
sıkı tenbihatta bulundu. Sonra kocasının yemeğini getirdi. Ebu Talhâ yemeğini
yedi. Ümmü Süleym süslenip zevcesine göründü. Beraberce istirahate çekildiler.
Sabah olunca, Ebû Talhâ evden çıkmak istediği sırada, zeki ve takvâ sahibi bir
hanım olan Ümmü Süleym:
“–Ey Ebû
Talhâ, şu komşumuzun yaptığına bak, kullanmak üzere aldığı emâneti istediğim
zaman vermek istemediler.” dedi. Ebû Talhâ:
“–Hiç olur
mu, iyi etmemişler!” diye cevap verdi. Bunun üzerine Ümmü Süleym:
“–Ey Ebû
Talhâ, oğlun senin yanında Allah’ın bir emânetiydi, onu geri aldı.” deyiverdi.
Ebû Talhâ birden şaşırdı, sustu ve sonra:
“–Biz Allah
içiniz ve muhakkak O’na döneceğiz” diyebildi. Namaz için
mescide gittiğinde olan biteni Hazret-i Peygambere anlattı. Allah Rasûlü:
“–Cenâb-ı Hak, bu gecenizi mübârek kılsın.” diye duâ etti. Bu duâ üzerine
daha bir yıl geçmeden Allah, bu âileye bir erkek evlât daha ihsan buyurdu.
Peygamber Efendimiz bu yeni doğan çocuğa hurma yedirerek duâda bulundu ve
ismini “Abdullah” koydu. Yine bu duânın bereketiyle Abdullah’ın dokuz veya yedi
çocuğu olduğu ve hepsinin kurrâ hâfız oldukları rivâyet edilmiştir. (Buhâri,
Cenâiz 42, Akîka 1; Müslim, Edeb 23; Fezâilü’s-sahâbe 107)
Sâliha bir hanım, huzur dolu bir âile ortamı
için kocasıyla münâsebetlerinde başka ne gibi incelikleri gözetmelidir?
Beyini hiçbir zaman ihmal etmemeli, âile fertleri arasındaki sıralamada onu
ikinci sıraya düşürmemelidir. Bu hâl, yaratılışa ters düşeceği için normal bir
erkek, kadının böyle bir davranışını kabullenemez.
Bir insanı memnun etmek için onu iyice tanımak gerekir. Bu yüzden hanım;
kocasını anlamaya, onun ideallerini, alâkalarını, hislerini, zevklerini
paylaşmaya ve ondan kopmamaya çalışmalıdır. Buna mukâbil erkek de hanımına
karşı aynı şekilde hareket etmelidir. Eğer bunu önemsemezlerse, hayat
arkadaşlığının tabiî îcâbı olan “beraberlikler, ortak noktalar ve paylaşmalar”
gittikçe azalır ve eşler birbirinden zamanla uzaklaşır. Vakitlice tedbir
alınmazsa bu bir müddet sonra öyle bir hâl alır ki; eşler arasındaki muhabbet
ve birliktelik, yerini ayrılık ve nefrete bırakabilir. Bunun en kötü mevsimi
ihtiyarlıktır. Birlikte geçirdikleri yıllar boyunca birbirini tanıyıp anlamaya
çalışmamış kimselerin ihtiyarlık demlerindeki ayrılığı ise, hazîn bir
yalnızlık, geri dönülmez bir hasret ve nedâmettir.
Hanım, beyine hayırlı ve meşrû her işinde yardımcı ve destek olmalıdır.
Onun akrabalarına da hürmette kusur etmemelidir. Tercih ve fedâkârlık durumunda
kalırsa, onun âilesine daha fazla yakınlık göstermelidir.
Hayat sürprizlerle doludur. Felâket ve buhran zamanları olabilir. Böyle
zamanlarda beyinin yanında bulunması ve onun yükünü hafifletmeye çalışması
gerekir. Büyüklerimiz ne güzel demişler:
“Halı ol, üzerinde kırk tane ayak dolaşsın ki,
baş tâcı olasın.”