Şura/20- Her kim ahiret kazancını isterse, biz onun kazancını artırırız, her kim de dünya kazancını isterse ona da ondan veririz, ama onun ahirette hiçbir nasibi yoktur.
Ra’d/26. Allah, dilediği kimseye rızkı genişletir de, daraltır da. Onlar ise dünya hayatı ile ferahlanmaktalar. Oysa dünya hayatı ahiret hayatının yanında bir yol azığından ibarettir.
Lokman/33- Ey insanlar! Rabbinizden sakının ve bir günden korkun ki, baba çocuğuna hiçbir fayda veremez. Çocuk da babasına hiçbir şeyle fayda sağlayacak değildir. Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. O halde dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın o çok aldatıcı şeytan sizi Allah’ın affına güvendirerek aldatmasın.
Hadid/20. Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Bu, tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Ahirette ise çetin bir azab; Allah’tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir.
Muhammed/36- Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Eğer iman eder kötülükten sakınırsanız, Allah size mükâfatınızı verir. Ve sizden bütün mallarınızı harcamanızı da istemez.
Al-İ İmran/ 14- İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı sevgiyle bağlanılan şeyler çok süslü gösterilmiştir. Halbuki bunlar dünya hayatının geçici faydalarını sağlayan şeylerdir. Oysa varılacak yerin (ebedî hayatın) bütün güzellikleri Allah katındadır.
Yunus/24- Dünya hayatının misali şöyledir: Gökten indirdiğimiz su ile, insanların ve hayvanların yediği bitkiler birbirine karışmıştır. Nihayet yeryüzü süslerini takınıp süslendiği ve sahipleri kendilerini ona gücü yeter sandıkları bir sırada, geceleyin veya gündüzün, ona emrimiz gelivermiştir, ansızın ona öyle bir tırpan atıvermişiz de sanki bir gün önce orada hiçbir şenlik yokmuş gibi oluvermiştir. Düşünen bir kavim için âyetlerimizi işte böyle açıklarız.
Kehf/45- Ey Muhammed! Sen onlara dünya hayatının misalini ver. Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkileri (her renk ve çiçekten) birbirine karışmış, nihayet bir çöp kırıntısı olmuştur. Rüzgarlar onu savurur gider. Allah her şeye muktedirdir.
Nur/ 37- Birtakım insanlar (Allahı tesbih ederler) ki, ne ticaret ne de alış veriş onları Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.
* Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ın ashabından olan Ebu Hallâd radıyallahu anh anlatıyor:“Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: “Bir kimseye dünyaya karşı zühd ve az konuşma hasletlerinin verildiğini görürseniz ona yaklaşın (ve sözlerini dikkatle dinleyin). Çünkü o hikmetli sözler eder-veya ona hikmet ilham edilir-”
* Sehl İbnu Sa’d es-Sâidî radıyallahu anh anlatıyor: “(Bir gün) Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’a bir adam gelerek: “Ey Allah’ın Resülü! Bana öyle bir amel gösterin ki, ben onu yaptığım taktirde Allah beni sevsin, halk da beni sevsin” dedi. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: “Dünyaya rağbet gösterme, Allah seni sevsin, insanların elinde bulunanlara göz dikme ki onlar da seni sevsin!” buyurdular.”
* Hazreti Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm hastalanmıştı. Sa’d İbnu Ebi Vakkâs geçmiş olsun ziyaretine gitti. Yanına varınca Selman’ı ağlıyor buldu. Sa’d: “Niye ağlıyorsun? Ey kardeşim, sen Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’a arkadaşlık etmedin mi, şöyle değil mi, böyle değil mi (diye ağlamasını abes kılan bir kısım faziletleri hatırlattı). Selman radıyallahu anh şu cevabı verdi: “Ben şu iki şeyden biri için ağlamıyorum: “Ben ne bir dünya düşkünlüğü ne de ahiret gafleti sebebiyle ağlıyor değilim. Beni ağlatan Resülullah aleyhissalâtu vesselam’ın bir ahdidir. O bana bir husus ahdetmişti, şimdi kendimi o ahdi tecavüz etmiş görüyorum.”
Sa’d: “Resülullah size ne ahdetmişti ?” diye sordu. Selmân: “Aleyhissalâtu vesselâm bana: “Birinize dünyalık olarak bir yolcunun azığı kadarı yeterli” diye ahdetmişti. Ben kendimi bu haddi aşmış görüyorum. Sana gelince, ey Sa’d! Hüküm verdiğin zaman hükmünden, (hak) taksim ettiğin zaman taksiminden, bir şeye yöneldiğin zaman niyetinden Allah’tan kork.” Ravilerden Sâbit der ki: “Selman radıyallahu anh’ın vefat ettiğinde geriye nafaka olarak sadece yirmi küsur dirhemlik bir mal bıraktığı haberi bana geldi.”
* Hazreti Osman İbnu Affân radıyallahu anh anlatıyor: “Zeyd İbnu Sa’bît radıyallahu anh gün ortasında Halife Mervan’ın yanından çıkmıştı. Ben: “Bu saatte, Zeyd’i mutlaka sormak istediği bir şey için çağırmıştır” (diye düşündüm ve kendisine kanaatimi) söyledim. Zeyd: “O bize, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’dan işittiğimiz bazı şeyler sordu. Ben Aleyhissalâtu vesselâm’ın: “Kimin emeli dünya olursa Allah onun işini aleyhine darmadağın eder, fakirliği iki gözünün arasında kılar, dünyadan eline geçen miktar da kaderinde yazılandan fazla olmaz. Kimin de kasdi ahiret olursa, Allah, onun (dağınık) işini lehinde toplar, zenginliğini kalbine koyar, dünya nimetleri ona koşarak (kendiliğinden) gelir” sözünü anlattım.”
* Abdullah İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim gam ve tasalarını bire indirir ve sadece ahiret tasasına gönlünde yer verirse, onun dünyevi gamlarını Allah izale eder. Kim de gam ve tasalarını dünya ahvaline dağıtacak olursa, Allah onun, vadilerden hangisinde helak olacağına aldırış etmez.”
* Sehl İbnu Sa’d radıyallahu anh anlatıyor: “Biz (hacc sırasında) Zülhuleyfe’de Resülullah aleyhissalâtu vesselam ile beraberdik. O, birden şişkinlikten ayağı havaya kalkmış bir davar ölüsüyle karşılaştı. Bunun üzerine: “Şu lâşenin, sahibine ne kadar değersiz olduğunu görüyor musunuz? Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun, şu dünya, Allah yanında, bunun sahibi yanındaki değersizliğinden daha değersizdir. Eğer dünyanın Allah katında sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı, kâfire ondan ebediyen tek damla su içirmezdi” buyurdular.”
* Ebu Ümâme radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Benim nazarımda en ziyade gıbta etmeye değer kimse şu evsafı taşıyan kimsedir: (Dünyevi yükü ve) hâli hafif, namazdan nasibi fazla, insanlar içinde (adem-i şöhretle) gizli kalmış ve kendisine (cemiyette) iltifat edilmemiş mü’mindir. Onun rızkı (zaruri ihtiyaçlarına) yetecek kadardı, o buna sabretti, ölümü de çabuk geldi, az miras bıraktı, kendisi için mâtem tutan kadın da az oldu.”
* Esmâ Bintu Yezid radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün): “Size en hayırlınızı haber vereyim mi?” diye sordu. “Evet! Ey Allah’ın Resûlü!” dediler. “Sizden o kimseler en hayırlıdır ki, onları görenler aziz ve celil olan Allah’ı hatırlarlar” buyurdular.”
* İmrân İbna Husayn radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Şurası muhakkak ki, Allah Teâla hazretleri, maddeten fakir, çoluk çocuk sahibi olup dilencilik ve haram kazançtan kaçınan mü’min kulunu sever.”
* Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: “Muhacirlerin fakirleri, Allah’ın, zenginleri kendilerinden (mali ibadetler yönüyle) daha üstün kıldığı hususunda dert yandılar. Aleyhissalâtu vesselâm onlara: “Ey fakirler cemaati! Ben sizi, fakir muhacirlerin, cennete zenginlerinden, (dünya ölçüleriyle beşyüz yıl olan) yarım gün önce gireceklerini müjdelemeyeyim mi?” buyurdular.” Bu hadisi rivayet eden Musa rahimehullah şu ayeti okudu: “Ve şüphesiz, senin Rabbin katındaki bir gün sizin saymakta olduğunuz bin yıl gibidir” (Hacc 47).
Yine Tirmizi İbn-i Ömer’den rivayet ediyor: “Dünyada garip gibi yaşa. Veya bir yolcu gibi ol. Kendini (ölmeden önce) kabir ehlinden say!”
“Dünya hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcayıp tükettiniz; onların zevkini sürdünüz” âyetinin mazmûnunca, dünyada tadılan meşrû-gayr-ı meşrû her nimet ve lezzet, ahiretin lezzet ve nimetlerinden bir şeyler noksanlaştırır. Yalnız, burada dikkat isteyen bir nokta vardır ki, o da şudur:“Lezzetten eksilme, muâheze olunmak “sorguya çekilmek” demek değildir. İnsan, meşrû dairede aldığı lezzetlerden Âhiret’te muâhezeye tabi tutulmaz; fakat, burada tattığı lezzet ve faydalandığı nimetler ölçüsünce, Ahiret’teki mükâfat ve tadacağı lezzetlerden eksilme olur.
Dünyanın üç yüzü var.
Birinci yüzü, Cenâb-ı Hakkın esmâsına bakar; onların nukuşunu gösterir, mânâ-i harfiyle, onlara âyinedarlık eder. Dünyanın şu yüzü, hadsiz mektubât-ı Samedâniyedir. Bu yüzü gayet güzeldir; nefrete değil, aşka lâyıktır.
İkinci yüzü, âhirete bakar; âhiretin tarlasıdır, Cennetin mezraasıdır, rahmetin mezheresidir. Şu yüzü dahi, evvelki yüzü gibi güzeldir; tahkire değil, muhabbete lâyıktır.
Üçüncü yüzü, insanın hevesâtına bakan ve gaflet perdesi olan ve ehl-i dünyanın mel’abe-i hevesâtı olan yüzdür. Şu yüz çirkindir. Çünkü fânîdir, zâildir, elemlidir, aldatır. İşte, hadîste vârid olan tahkir ve ehl-i hakikatin ettiği nefret, bu yüzdedir.
Hazreti Osman, kölesi ile bir yerden geçiyordu. Bir ağacın altında herkesten uzak vaziyette yatan Ebu Zerri Gıffari hazretlerini gördü. Ebu Zerr, eshabın maddeten en fakirlerinden biri idi. Hz. Osman yanındaki kölesine bir kese altın verdi:
“Git bunu şu ağacın altında yatan adama ver. Eğer dediğimi yaparsan seni azad edeceğim” dedi.
Hazreti Osman’ın bu müjdesine sevinen köle, mutlaka parayı verebileceği ümidiyle uyuyan adamın yanına varıp uyanmasını bekledi. Bir müddet sonra Ebu Zerr Hazretleri uyanmıştı. Köle:
“Al bu keseyi… “ diye rica ettiyse de Ebu Zerr, kabul etmiyordu. Köle ısrar ederek:
“Eğer bu altınları alırsan kölelikten kurtulacağım. Sen benim azad olmamı istemez misin?” diye söylediğinde O:”senin kölelikten kurtulmanı ben de isterim ama, ben onu alırsam sen hür olacaksın, ben köle olacağım. Sen benim köle olmamı ister misin? Diyerek parayı almayı kabul etmedi.”
DÜNYADA CENNET NİMETLERİNİ YEME
Salihlerden bir kimse çok fakir olup dünyalık hiçbir şeye malik olmadığı için ailesi “bu hale nasıl sabredelim. Cenab-ı Hak’tan bir miktar dünyalık istesek olmaz mı?” diye, gece-gündüz efendisi ile münakaşa edermiş.
Nihayet o salih zat da dua eder ve duası kabul buyurulur. Bir de ailesi bakar ki evin köşesinde, altında bir kerpiç bulunur ve hemen efendisine getirir, ihtiyaçlarını karşıla diye verilir.
Efendisi o gece rüyasında görür ki, cennette bir köşk içinde bulunuyor. Lakin köşkün bir kerpici eksik olduğu için güzelliğinde eksiklik vardır. O kerpicin ne olduğunu sorunca “dünyada sana verilmişti” derler.
Uyanınca hemen bunu ailesine anlatır. Kadın da dünyayı istediğine pişman olur. Efendisi tekrar “Ya Rabbi, bana dünya gerekmez. O kerpici geri yerine gönder” diye dua eder. Bakarlar ki, evin köşesinden kerpiç kaybolmuştur.
Hadis-i şerifte buyurulmuştur ki :
Bir kimsenin dünyada yediği lokmanın karşılığı, ahiretteki hissesinden eksilir.
BİR KAÇ DAKİKA TAHTA ÇIKMA
Halife Harun Reşid’in kardeşi Behlül Dane hazretleri bir gün kardeşinin tahtına geçip oturmuştu. Birkaç dakika oturmadan hemen sarayın hizmetçileri görürler. Behlül Dane hazretlerini tahtan indirdikleri gibi bir de temiz bir dayak atarlar. Behlül ağlamaya da başlamıştı. O anda saraya Harun Reşid gelerek Behlül’ün niye ağladığını sordu. Oradakiler Behlül’ün büyük ve affedilmez bir hata ettiğini, tahta çıkıp oturduğunu, kendilerinin de tahttan indirip dövdüklerini söylediler. Ağabeyinin ağlamasına üzülen Harun Reşit:
“Behlül böyle hatalardan dolayı dövülür mü?” deyip özür diledi. Behlül Dane hazretleri kardeşine:
“Kardeşim ben beni dövdüler diye ağlamıyorum. Ben birkaç dakika tahta çıkmakla bu kadar dayak yedim, yarın senin durumun ne olur, ne kadar dayak yiyeceksin diye düşünüyor ve onun için ağlıyorum” dedi. Bu sözler Harun Reşid’in gözlerini yaşarttı…
“O halde söyle nasıl hareket edersem kurtulurum” dedi. Hazret şu tavsiyede bulundu:
“Adaletle hükmet, kimseyi incitme, millet senden memnun olup sana dua etsinler. Ancak o zaman kurtulursun.
DÜNYA KİMSEYE YÂR VE RÂM OLMAMIŞTIR
Dünya, işvebaz bir kadın gibidir. Gönül kapıcıdır. Fakat hiç kimseye yar ve ram olmamıştır.
Malik bin Dinar’dan:
- Her kim dünyaya evlenme teklifinde bulunursa ondan mehir bedeli olarak, dininin tamamını ister.
Dünya süslü, bezekli bir gelin gibi herkesin yüzüne gülmüş, fakat kimseyle evlenmemiştir.Dünyanın bu keyfiyetini anlayan zatlar, ona yüz vermemişlerdir.
HAM MEYVE
Hazreti Mevlana anlatıyor:
- Bu dünya bir ağaç gibidir. Biz de bu alemin yarı ham, yan olmuş meyveleri gibiyiz.
Ham meyveler dala iyice yapışır. Oradan kolay kolay kopmazlar. Çünkü ham meyve, köşke, saraya lâyık değildir.
Bu dünyadan başka hayat tanımayanlar ham meyve gibi, dünyadan ayrılmak istemezler. Çünkü, Allah’ın huzuruna, sultanın sarayına, cennete çıkacak ne yüzleri, ne de olgunlukları vardır.
Allah, insana cennete ehil hale gelecek imkânı verir. Hatta her şey onu cennete sevk eder. Ermesini, olmasını destekler. Rüştlerini isbat edip şaşırmayanların yolu cennete çıkar.
PADİŞAHIN OĞLU
Bir padişahın çok yiğit bir oğlu vardı. İçi ve dışı hünerlerle bezenmişti.
Padişah bir gece rüyasında oğlunun öldüğünü gördü büyük bir ıstırap içinde kıvranmaya başlamıştı ki uyandı. Uyanınca bunun rüya olduğunu görüp bu seferde sonsuz bir sevinç içinde kaldı ve kendi kendine:
“Bu sevincimin sebebi rüyadaki kederdi. Allah, bir sebep ihsan edip beni sevindirdi.” dedi.Padişah düşündü:
“Soyumun devamı için oğlumu evlendirmem lâzım, oğluma kötü bir padişahın kızını almaktansa iyi bir kişinin soyundan bir kız almam daha iyi.” dedi.
Şehzadenin annesi bu işten haberdar olunca: “Oğlumuzu bir yoksulla mı akraba yapacaksın?” dedi. Padişah:
“Temiz bir kişiye yoksul demek hatadır, çünkü temiz kişilerin gönülleri zengindir bu da Allah vergisidir.” dedi. Uzun münakaşalardan sonra nihayet padişahın dediği oldu. Padişah oğluna yaradılışı güzel ve temiz bir kız aldı. Kızın güzellikte eşi yoktu, huyu ve ahlâkı da yüzü gibi güzeldi.
Padişah oğluna o güzel kızı aldı almasına lâkin o güzelim şehzadeye ihtiyar bir büyücü de aşık olmuştu. O büyücü kocakarı şehzadeye öyle bir büyü yaptı ki şehzadeyi kendine aşık etti. Şehzade o dünya güzeli kızdan yüz çevirerek, kocakarı büyücüye yöneldi. Şehzade tam bir yıl o karıya esir oldu. O kokmuş karının ayakkabısının tasmasını öpüp duruyordu.
Padişah pek çaresiz kaldı, gece gündüz kurbanlar kestirerek sadakalar verdi. Ne çare varsa başvurdu. Fakat oğlan gittikçe daha da kocakarıya bağlandı.
Aradan aylar günler geçti nihayet bu işten haberi olan iyi kalpli bir büyücü çıkıp geldi. Şehzadeyi o büyücünün esiri olmaktan kurtardı. Şehzadenin aklı başına gelince koşarak babasına geldi. Padişah şenlik yaptırdı. Öyle büyük şenlik oldu ki şehrin köpeklerinin önüne bile gül suyundan şerbet kondu. Büyücü kocakarı da üzüntüsünden geberdi. Şehzade gelinin yanına giderek onun aydan daha parlak yüzünü görünce, aklı başından gitti, düşüp bayıldı. Tam üç gün aklı başına gelmedi. Bir yıl sonra babası söz arasında:
“Oğlum o büyücü kocakarıyı bir hatırla bakalım, o günler ne günlerdi.” dedi. Şehzade:
“Bırak baba, dedi. Ben gerçeği hakiki yerimi, gerçek sevgiyi buldum, aldanma kuyusundan kurtuldum.” dedi.
Alinti: www.ismailaga.info