Bu da Amerika patentli ve orada bulunuyor ve yayın yapıyor. Türkiye’de binlerce bedava kitap dağıtyor. Cübbeli Hoca yazının sonunda bu konuya şöyle değiniyor: “Bu kadar kitapları nasıl, hangi imkanlarla bedava dağıtabiliyorlar, şaştım kaldım. Biz iki kitap basamıyoruz”
İŞTE CÜBBELİ HOCANIN YAZISI
Ahmet Hulusi denen yazarın kitaplarını soruyorlar geçenlerde baktım, hapishanedeki mahkumlara 1000 tane bunun bir kitabını hediye ettiler, dağıttılar. Ben 20 sene önce bunu araştırmış ve Ehli-i Sünnet’e muhalif nice görüşlerini tespit etmiştim.
Bu adam tasavvuf ağzı konuşuyor, vahdet-i vücuttan dem vuruyor. Muhyiddin ibni Arabi (Kuddise Sirruhû)ya nispet edilen bu makamın ince izahları vardır ki Efendi Hazretleri Mektubat’ın 2. cildinin 1. mektubunda açıklanan bir konuyu bize defalarca izah etmiştir.
Of’tan Nuhoğlu merhum Fazlı Ağa ki bu zat ihvandan olup aynı zamanda memlekette ve burada çok etkili bir şahsiyetti. Hurşid Efendi, Rasul Hocam ve ben 1980 senesi icazetimden önce Of’a gidip halkı icazetime davet için cumadan önce Of Merkez Câmii’nde vaaz etmek istediğimizde o zamanki müftü Numan Kama izin vermemişti ama bu merhum Fazlı Ağa ayağa kalkıp müftünün masasına yumruğu vurunca hemen müsaade etmişti.
Fakat bu Fazlı Ağa’ya bazı hocalar Muhyiddin ibni Arabi Hazretleri’nin vahdet-i vücut gibi fikirleri yüzünden kafir olduğunu söylemişler, onu da buna ikna etmişlerdi. O vakit yaşı doksanına yakın olduğu halde çok zeki olan Fazlı Ağa Fusûsü’l-Hikem gibi kitaplarına atıflar yaparak Muhyiddin ibni Arabi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ne atıp tutuyordu.
Efendi Hazretlerimiz çok sevdiği bu müridinin bu yanlış fikirden döndürmek için Mektubatın 2. cildinin 1. mektubunda geçen İmâm-ı Rabbânî Hazretleri ile Muhyiddin ibni Arabi Hazretleri’nin meşrep farkları hakkındaki beyanlarının o yaşta adama tekrar ede ede öyle bir anlattı ki günlerce devam eden bu derslerde biz de dinlerken çok ince marifet anlamıştık fakat bu ilimler “Anlarım, anlatamam, hissederim, söyleyemem” cinsinden şeyler olduğu için bu mektup bunların zerresinin şerhine dahi müsait düşmez. Zaten biraz anlatmaya kalksam çoğunun ayağı yerden kesilir kafası karışır kalır.
Oysa biz:
“İnsanlara akılları ölçüsünde konuşun” buyruğuyla memuruz.
İşte bu Ahmet Hulusi ve bir de kadın çıktı. Nur Cemal mi, Cemal Nur mu ne adında, bu büyüklerin ince ilimlerine vakıf olmadan ne demek istediklerini anlamadan tasavvufi konulara girerek insanları yoldan çıkarabilirler.
Nitekim Muhyiddin ibni Arabi (Kuddise Sirruhû):
“Biz kitaplara bakılması haram olan bir toplumuz” buyurmuştur. Ayrıca bu konuları en iyi şerh İmâm-ı Şârânî (Kuddise Sirruhû) Yahudilerin Muhyiddin ibni Arabi Hazretleri’nin kitaplarına sapık fikirler doğuracak sözler karıştırdıklarını, asıl kendi el yazma nüshalarını incelediğinde istinsah (kopya) edilen kitaplarda olan bazı yanlış beyanlara o el yazmalarında rastlanmadığını açıklamıştır.
Dolayısıyla kimsenin Muhyiddin ibni Arabi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin aleyhine konuşması helal olmaz. O veli bazılarının hatta birçoklarının anlayamayacağı kadar yukarılardadır. Kendisi hakkında:
“Her asrın kendisiyle yüceldiği biri vardır, Gelecek asırların tümü içinse o bir benim” diyebilecek kadar mânevî âlemde nazı olan, bacağı kırıldığında “Ben bunu nice zaman önce Fâtiha’daki ilimlerden çıkartmıştım” diyebilen, kabrinin yüzyıllar sonra Yavuz Selim Han tarafından çıkarılacağını:
“Sin Şın’a yani Selim Şam’a girince Muhyiddin’in kabri zuhur eder” sözüyle bildirecek büyük bir keramet izhar eden, Fütuhât-ı Mekkiyye isimli o hacimci ve değerli eserini Allâh-u Te?âlâ’nın kabul edip etmediğini ortaya çıkarmak için yazma eserin tamamını bir sene boyunca Kâbe-i Muazzama’nın tavanında bıraktığı halde o kadar rüzgarlar ve yağmurlara rağmen kitabının bir yaprağı dahi bozulmayan, muhaddis ve müctehitlerden kabul edilen bir zâtın aleyhine konuşmak kimin haddine düşmüş?!
İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) da:
“Şeyh Muhyiddin mânevî keşfimde makbul kimselerden görülüyor” buyurarak bu meseleye bizim cepheden son noktayı koymuştur.
Gerçi üstünlük meselesine gelince İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) bize göre Muhyiddin Arabi (Kuddise Sirruhû)dan efdaldir. Hatta bir kere Efendi Hazretleri, hocası Hacı Dursun Fevzi Efendi ile bu konuda tartışmış, hocası İbni Arabi Hazretleri’ni tafdil etmiş (üstün tutmuş) ama o gece rüyasında ona “Ahmed el-Fârûkî” diye bir nida gelince Efendi Hazretlerimiz’in görüşüne dönmüştür.
Diyeceğim o ki aslanlar mücadele ederken çakallara bir şey düşmez. Lakin İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin “Vahdet-i vücut makamı çok tatlı ve lezzetli bir makam, ben de o makamda bir süre bulundum hatta o makamdan hiç ayrılmamak istedim fakat Allâh-u Te?âlâ hâlis fazl-u keremiyle beni o makamdan yukarı çekince baktım ki Muhyiddin ibni Arabi Hazretleri aşağıda çadır kurmuş duruyor” şeklindeki beyanından vahdet-i vücudun tasavvufta nihâî bir mertebe olmadığı anlaşılmaktadır. Üzücü olan ise o makamın ehli olmayan Ahmet Hulusi gibilerin bu konuları istismar ederek insanları saptırmaları ve varlıkların hakikini inkar yoluna giderek dünyadaki mesuliyetleri ortadan kaldırmaya çalışmalarıdır. Oysa İbni Arabi Hazretleri’nin maksadı asla bu yanlış görüşler değildir.
Bakın geçen Pazar Rehâ Muhtar, Ahmet Hulusi’nin “Evrensel Sırlar” adındaki kitabından bir bölümü “Günün Sözü” köşesinde almış ki yazının başlığı bile “Her şey ‘Tek’ birden ibarettir” şeklinde büyük bir fecaat içeriyor yani bütün varlıkların Allâh ile birleşmiş olduğunu, bizim varlıklarımızın bir hayal ürünü olduğunu söylemeye çalışıyor, zaten yazının sonunda geçen “Yaşadığınız dünya hayatı kozmik bilinçten ibaret olan gerçek benliğinizin rüyasında ibarettir, uykudan uyanarak gerçek benliğine kavuşan için bu rüya sona erer, uyanamayanlar içinse rüya, dünya-âhiret, cennet-cehennem adları altındaki özel rüyalar halinde devam eder” ifadeleri gerçek maksadını açığa vurmaktadır yani sapık Sûfestâiyye fırkasının inancı gibi eşyanın hakikati yok yani varlıklarımız gerçek değil, dünya-âhiret hepsi rüyadan ibaret, dolayısıyla yaptıklarımızın mesuliyeti yok gibi nice insanı dinden imandan çıkaracak safsatalar ve şeytanın kendi dostlarına ilka ettiği “Zuhrufe’l-kavl” yani yaldızlı edebî sözler, Reha Muhtar gibiler de böyle edebî cümleleri görünce balıklama dalmış.
Murat Bardakçı’nın dediği gibi, bizim programlarımızdaki eski kelimeleri ve bilgileri dinleyin, ehil değilsiniz de belki entellektüel takılarak kız tavlamanıza yardımcı olur. Bu işler ciddî meseleler şakası yok, ben 2002’de Bandırma Cezaevi’nde yatarken o zamanki Ahmet Sarıhan yönetimindeki Beyan Dergisi Harun Yahya ekibinin bir yazısının dergiye koymuş, o yazıda da “Eşyanın hakikatı yoktur yani eşya sizin zannettiğiniz gibi gardolap, buzdolabı değildir” demişler. Yani “Allâh’tan başka varlık yok” demek, “Bizim varlıklarımız gerçek değil” demek, bunun da neticesi “Âhiretin de, azabın da gerçeği yok” demek. Bak iş nereye, hangi şirk noktasına varıyor, halbuki Muhyiddin ibni Arabi (Kuddise Sirruhû)nun mezhebi bu mu, görüşü bu mu?!
Hâşâ ve kellâ! Anlar-anlamaz, bilip-bilmeden yazıp çiziyorlar, bazıları da maksatlı olarak tasavvufu, dini, mezhebi bozmak için ortaya çıkmışlar. Rabbim şerlerinden muhafaza eylesin. Onun için bu adamında, bu kadının da kitaplarından ve konuşmalarından uzak durun, bunlardan bazıları Amerika’daki bazı Hristiyanlara Mevlevî şeyhliği bile veriyorlarmış. “Tilki mağaraya girememiş, kuyruğuna süpürge bağlamış.” Sanki kendileri Mevlevî şeyhi olmuş da gavurlara da icazet veriyor, hep dinleri birbirine katma projelerinin uzantıları bunlar,
Ahmet Hulusi de Amerika’da duruyor, oradan yayın yapıyor. Bu kadar kitapları nasıl, hangi imkanlarla bedava dağıtabiliyorlar, şaştım kaldım. Biz iki kitap basamıyoruz birden televizyon kuramıyoruz Şî?îleri, Şî?î yalakaları, peygamberlik taslayan Evrenesoğlu gibileri, Mesihlik Mehdîlik iddia edenleri, tasavvuf bozguncuları, hepsinin ne kanalları var, Haydar Baş’ın hem de iki tane, siz hâlâ Ehl-i Sünnet’in sesi olan bizim gibileri desteklemezseniz, bir hak üzere kanal kurdurmazsanız, âhirette cevap veremezsiniz Rabbinize! Benden söylemesi!
Ahmed Mahmud Ünlü