“İmanın temeli ve en kuvvetli alameti Allah dostlarını sevmek,
düşmanlarına düşman olmaktır.” İmam-ı Gazali (ra)
Yüce Allah İsa’ya (as): “Yer ve gökteki tüm mahlûkatın ibadetini yapsan dostlarımı sevmedikçe ve düşmanlarıma düşman olmadıkça sana hiçbir faydası olmaz” buyurdu. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Allah ehl-i beytten her nevi ricsi, kusur ve kötülüğü gidermek ve tertemiz etmek istiyor” (Ahzab, 33:33) ayetini inzal buyurunca Peygamberimiz (sav) Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i (ra) abasının altına aldı ve “İşte benim ehl-i beytim bunlardır. Ya Rabbi bunlardan kötülüğü kaldır ve hepsini temizle” buyurarak dua etmişlerdir.
Her namazda okuduğumuz salavat-ı şerifede “Ve alâ âlihî” diye alini kasdettiğimiz zaman işte bu ehl-i beyti ve onların neslinden gelenleri kasdetmektedir. Asıl kastedilen neseben âl-i beytten gelenler olduğu gibi Kur’ân-ı Kerimde “iman edenler Allah’ın dostlarıdır” (Bakara, 2:257) buyrulduğuna binaen bütün mü’minler bu ayetin şumûlüne dâhildir.
Her namazda okuduğumuz salavat-ı şerifede “Ve alâ âlihî” diye alini kasdettiğimiz zaman işte bu ehl-i beyti ve onların neslinden gelenleri kasdetmektedir. Asıl kastedilen neseben âl-i beytten gelenler olduğu gibi Kur’ân-ı Kerimde “iman edenler Allah’ın dostlarıdır” (Bakara, 2:257) buyrulduğuna binaen bütün mü’minler bu ayetin şumûlüne dâhildir.
Allah’ın en mükerrem dostları Hz. Peygamber (sav) ve onun âl-i beyti olan Hz. Ali ve onun evladıdır. Onun soyundan gelenler içinde de dinini ve sünnetini muhafaza edenlerdir. Peygamberimizin (sav) dininden ve milletinden, yani sünnetinden olmayanlar onun yakınları bile olsalar onun âlinden sayılmazlar. (Kurtubî, Camiu’l-Beyan, 1:381) Nitekim Hz. Nuh’un (as) inanmayan oğlu için yüce Allah “O senin ehlinden değildir. Çünkü onun yaptığı Salih olmayan bir iştir” (Hud, 11:46) buyurarak iman etmeyenin Hz. Nuh’un oğlu da olsa neslinden olmadığını açıklamıştır.
Ehl-i Beytin imamlarından olan Cafer-i Sadık (ra) “Hz. Peygamberin (sav) dinin gereklerini yerine getiren tüm müslümanlar onun âli sayılır” (Rağıb el-Isfahânî, Müfredât, 38) demiştir. Peygamberimiz (sav) de “Benim babamın yakınları olan falanlar benim dostlarım değildir. Benim asıl dostlarım, Allah Salih mü’minlerdir. Benim Ebu Leheb ile herhangi bir yakınlığım kalmamıştır” (Kurtubî, 1:382) buyurmuştur. Bu durumda namazda okunan ve Allah’ın emrettiği (Ahzab, 33:56) salavatta “Allahım! Âl-i İbrahimi mübârek kıldığın gibi Âl-i Muhammedi mübarek kıl” duasında yalnız neseben gelen âl-i beyt ile sınırlı değildir. Sünnetine sarılıp yolundan giden tüm mü’minleri kapsamına almaktadır denilmiştir.
Kur’ân-ı Kerim bir imtihan kitabıdır. Okunduğu zaman iman edenlerin imanlarını artırır, kafirlerin ise küfrünü artırır. (Bakara, 2:26) Ancak peygamberimiz (sav) “Âlemlere rahmet olarak gönderildiği için” (Enbiya, 21:107) peygamberimizin (sav) sünneti mahza hidayettir. Sünnete sarılanlar kesin hidayete ererler. Bu nedenledir ki Hz. Ali (ra) Hâricilerle konuşmak için Abdullah b. Abbas’a (ra) “Haricilerle tartışırken Kur’ândan delil getirme. Zira onda farklı anlamlara gelen kelimeleri vardır. Sen bir anlam verirsin, onlar başka bir anlam verirler. Onun için sen onlara peygamberin (sav) sünnetinden yola çıkarak cevap ver” demiştir. İbn-i Abbas (ra) “Ey mü’minlerin emiri! Ben Allah’ın kitabını onlardan daha iyi bilirim. Zira Kur’an bizim evimizde nazil oldu” dedi. Hz. Ali (ra) “Sen bunu onlara alatamazsın. Onlar başka bir mana verirler ve seni cahillikle suçlarlar. Sen onlarla tartışmanda sünneti merkeze al. Onlar sünnet karşısında kaçacak yer bulamazlar” (Suyutî, İtkan, 1:185) dedi.
Ehl-i Beytin imamlarından olan Cafer-i Sadık (ra) “Hz. Peygamberin (sav) dinin gereklerini yerine getiren tüm müslümanlar onun âli sayılır” (Rağıb el-Isfahânî, Müfredât, 38) demiştir. Peygamberimiz (sav) de “Benim babamın yakınları olan falanlar benim dostlarım değildir. Benim asıl dostlarım, Allah Salih mü’minlerdir. Benim Ebu Leheb ile herhangi bir yakınlığım kalmamıştır” (Kurtubî, 1:382) buyurmuştur. Bu durumda namazda okunan ve Allah’ın emrettiği (Ahzab, 33:56) salavatta “Allahım! Âl-i İbrahimi mübârek kıldığın gibi Âl-i Muhammedi mübarek kıl” duasında yalnız neseben gelen âl-i beyt ile sınırlı değildir. Sünnetine sarılıp yolundan giden tüm mü’minleri kapsamına almaktadır denilmiştir.
Kur’ân-ı Kerim bir imtihan kitabıdır. Okunduğu zaman iman edenlerin imanlarını artırır, kafirlerin ise küfrünü artırır. (Bakara, 2:26) Ancak peygamberimiz (sav) “Âlemlere rahmet olarak gönderildiği için” (Enbiya, 21:107) peygamberimizin (sav) sünneti mahza hidayettir. Sünnete sarılanlar kesin hidayete ererler. Bu nedenledir ki Hz. Ali (ra) Hâricilerle konuşmak için Abdullah b. Abbas’a (ra) “Haricilerle tartışırken Kur’ândan delil getirme. Zira onda farklı anlamlara gelen kelimeleri vardır. Sen bir anlam verirsin, onlar başka bir anlam verirler. Onun için sen onlara peygamberin (sav) sünnetinden yola çıkarak cevap ver” demiştir. İbn-i Abbas (ra) “Ey mü’minlerin emiri! Ben Allah’ın kitabını onlardan daha iyi bilirim. Zira Kur’an bizim evimizde nazil oldu” dedi. Hz. Ali (ra) “Sen bunu onlara alatamazsın. Onlar başka bir mana verirler ve seni cahillikle suçlarlar. Sen onlarla tartışmanda sünneti merkeze al. Onlar sünnet karşısında kaçacak yer bulamazlar” (Suyutî, İtkan, 1:185) dedi.
Peygamberimiz (sav) “Ehl-i Beyti” için şöyle buyurmuşlardır:1. Ehl-i beytimi seveni Allah sever, onlara buğz edene de buğz eder.
2. Ehl-i beytimi sevip onlara dil uzatmayan cennette benimle beraber olur.3. İslamın esası bana ve ehl-i beytime sevgidir.
4. Size iki şey bıraktım. Birisi Allah’ın kitabı, diğeri ehl-i beytim. Bunlara uyan hidayet üzeredir, uymayan ise dalalettedir.5. Ehl-i beytim Nuh’un (as) gemisi gibidir. Ona yapışan kurtulur. Tutulmayan boğulur.
6. Ehl-i beytime cehennemlik olanlardan başkası buğz etmez. Ona buğz eden ise yüzüstü cehenneme atılır. 7. Ehl-i beytimi sevmeyen ihtilafa düşer ve şeytana arkadaş olur.
8. Allah’a yemin ederim ki ehl-i beytimi sevmeyenin kalbine iman girmez.9. Sizin iyileriniz benden sonra ehl-i beytime iyilik eden, kötüleriniz kötülük edendir.
10. Şu üç hürmeti gözetenin dini ve dünyası korunur. İslama, peygambere ve onun ehl-i beytine hürmet edenler kurtulurlar.11. Beş kişiyi sevmeyen cennete giremez.
2. Ehl-i beytimi sevip onlara dil uzatmayan cennette benimle beraber olur.3. İslamın esası bana ve ehl-i beytime sevgidir.
4. Size iki şey bıraktım. Birisi Allah’ın kitabı, diğeri ehl-i beytim. Bunlara uyan hidayet üzeredir, uymayan ise dalalettedir.5. Ehl-i beytim Nuh’un (as) gemisi gibidir. Ona yapışan kurtulur. Tutulmayan boğulur.
6. Ehl-i beytime cehennemlik olanlardan başkası buğz etmez. Ona buğz eden ise yüzüstü cehenneme atılır. 7. Ehl-i beytimi sevmeyen ihtilafa düşer ve şeytana arkadaş olur.
8. Allah’a yemin ederim ki ehl-i beytimi sevmeyenin kalbine iman girmez.9. Sizin iyileriniz benden sonra ehl-i beytime iyilik eden, kötüleriniz kötülük edendir.
10. Şu üç hürmeti gözetenin dini ve dünyası korunur. İslama, peygambere ve onun ehl-i beytine hürmet edenler kurtulurlar.11. Beş kişiyi sevmeyen cennete giremez.
Peygamberimiz (sav) ümmetin istikametini murad etmiş ve ümmeti için endişe ederek Hud suresi beni ihtyarlattı” buyurmuşlardır. Zira bu surede yüce Allah “Emr olunduğun gibi istikamet üzere ol!” ferman etmiştir. Peygamberimizin (sav) istikamet konusunda endişesi elbette yoktu, o ümmetin istikametini düşünerek ihtiyarladığını ifade etmiştir. Ümmetinin istikameti için ‘Âl-i İbrahim (as) gibi ümmetin Âl-i beyt etrafında istikamet üzere olmasını istemiştir. Zira âl-i beytin istikameti konusunda yüce Allah “Ehl-i beytin kusur ve ricsten kurtulacağı ve korunacağını vaat etmiştir.” (Ahzab, 33:33) peygamberimizin (sav) Âl-i beyti ise Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin neslinden gelen mücedditler ve ehl-i imanın istikametini koruyan mürşidler ve velilerdir. Onlar peygamberimizin (sav) “Sünnetini ve ahkâmını” muhafaza etmeyi kendilerine vazife bilmişlerdir. Ümmeti de onların izinden ve peşinden gittikleri sürece istikamet üzere olacağını" ifade buyurmuşlardır.
Ehl-i beytin en birinci prensibi Resulullah’ın (sav) sünnetini muhafaza ve ihya etmektir. Sünneti seniyyeye ittibaı adet etmeyen ve sünneti ihya etmeyen hakiki ehl-i beyt olmadığı gibi, ehl-i beyte dost da olamaz. Sünnet-i seniyyeyi muhafaza eden ve ihyasına çalışan da neseben ehl-i beytten sayılmasa da “manevî ahl-i beytten” sayılabilir.
Ehl-i beytin birincisi ve en gözde temsilcisi Hz. Ali’dir. (ra) Hz. Ali (ra) ayrıca peygamberimizin (sav) en birinci şakirdi, talebesi, sahabesi ve kızının damadıdır. İlimde peygamberimizin (sav) “Ben ilmin şehriyim, Ali onun kapısıdır” “İçinizde kur’ânı en iyi anlayan ve en iyi hüküm vereniniz Ali’dir” diye övdüğü birisidir. Neslinden veliler ve evliyalar gelmiş olduğu ve bütün velayet silsilelerinin başında bulunduğu için kendisine “Şah-ı velâyet” unvanı verilmiştir.
Hz. Ali (ra) Hulefa-i Raşidin’in dördüncüsü olmakla beraber ilk üç halifenin danışmanı, şeyhu’l-islamı ve şuranın birinci üyesidir. Her zaman ilk üç halifeye yardımcı olmuş ve asla hilafet davasında bulunmamış ve onları kendisinden daha hayırlı bilmiştir. Sahabelerin pek çoklarının vefat ettiği, bir kısmının da dünyanın çeşitli yerlerine dağılarak dini yaymaya gittiği ve oralarda bulunduğu ve toplumun bozularak saltanat davası gütmeye başladığı fitne ve fücur döneminde hilafet vazifesini, dini ve şeriat-ı Ahmediyeyi korumayı üzerine vazife olarak almıştır. Pek çok fitne ve iftiralara maruz kalmış ama dinden ve “adalet-i mahza”dan asla taviz vermemiştir. Din düşmanları, münafıklar, Yahudiler, cahil sofiler ve mütecaviz bilgisiz gençler tarafından pek çok ithamlara maruz kalmıştır. Bu dönemde fitneye aldanarak “Aşere-i Mübeşşere” den olan sahabeler dahi kendisine karşı cephe almış ve ümmetin bir kısmını yanlarına alarak Hz. Ali’ye karşı mücadele etmişlerdir. Daha sonra Hz. Muaviye gibi nüfuzlu ve kavim ve kabilece çok taraftarı bulunan sahabeler Hz. Ali (ra) ile mücadele etmişlerdir. Bütün bunlara rağmen Hz. Ali (ra) dindeki hak ve hakikat prensiplerini esas alarak Kur’ânın doğru anlaşılması için mücadele etmiş ve dinden asla taviz vermemiş peygamberimizin (sav) “Ben Kur’ânın tenzili için savaştım, Ali ise onun tevili ve doğru anlaşılması için savaşacaktır” emrinin gereğini hakkıyla ifa etmiştir. Peygamberimiz (sav) Hz. Ali’nin bu misyon gereği etrafında ümmetini toplamak için onun hakkında pek çok senakârane sözler söylemiş ve ona bir nevi yardım etmiştir.
Hz. Ali (ra) peygamberimizin (sav) senasına o derece mazhar olmuştur ki Hz. Ali (ra) Kufe camiinde hutbe okurken “Peygamberimizin (sav) benim hakkımda ‘Ben kimin dostu isem Ali de onun dostudur’ hadisini içinizde peygamberimizin (sav) ağzından işiteniniz yok mu?” diyince cemaatten 20 (Yirmi) kişi ayağa kalkarak “Evet, biz bizzat gözümüzle gördük ve bu söz peygamberimizin (sav) ağzından işittik” diye şahitlik yapmışlardır.
Hz. Ömer (ra) hilafeti döneminde Ali’ye danışmadan bir karar vermemiş ve “Ali olmasaydı Ömer helak olurdu” buyurmuş ve onu takdir etmiştir. Aynı şekilde Tabiin ve Tebe-i Tabiin döneminde gelen müçtehit imamlar da fitne zamanında Hz. Ali’nin verdiği hükümler ve uygulamalarına bakarak içtihatlarını yaparak isabet etmiş ve dindeki istikametli yolu göstermişlerdir.
Peygamberimiz (sav) Hz. Ali’ye hitaben “Ya Ali! Hz. İsa’nın (as) şahsında iki zümre helak oldukları gibi, senin şahsında da iki zümre helak olacaktır. Yahudiler İsa’ya (as) düşmanlıklarından onu inkar ettiler. Hıristiyanlar da aşırı muhabbetlerinden dolayı ona Allah’ın oğlu dediler ve her ikisi de biri tefrit, diğeri ifrat ederek yoldan çıktılar. Senin şahsında da bir kısmı senin haklılığını inkar ederek sana düşmanlıklarından helak olacaklardır. Diğer kısmı da sana olan aşırı sevgilerinden dolayı diğer sahabelerime buğz ederek istikametten ayrılıp helak olacaklardır” buyurmuş ve aynen buyurduğu gibi vuku bulmuştur. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat ise istikameti muhafaza ederek Hz. Ali’yi haklı diğerlerini haksız görmekle beraber, diğerlerinin haklı yönlerini de dikkate alarak düşmanlıkta aşırıya kaçmamış, Hz. Ali’yi sevmede de hak ve hakikatten ayrılarak ifrata kaçmamışlar ve orta yolu muhafaza etmiş, Kur’ân ve Sünnet çizgisinden ayrılmamışlardır.
Ehl-i beytin en birinci prensibi Resulullah’ın (sav) sünnetini muhafaza ve ihya etmektir. Sünneti seniyyeye ittibaı adet etmeyen ve sünneti ihya etmeyen hakiki ehl-i beyt olmadığı gibi, ehl-i beyte dost da olamaz. Sünnet-i seniyyeyi muhafaza eden ve ihyasına çalışan da neseben ehl-i beytten sayılmasa da “manevî ahl-i beytten” sayılabilir.
Ehl-i beytin birincisi ve en gözde temsilcisi Hz. Ali’dir. (ra) Hz. Ali (ra) ayrıca peygamberimizin (sav) en birinci şakirdi, talebesi, sahabesi ve kızının damadıdır. İlimde peygamberimizin (sav) “Ben ilmin şehriyim, Ali onun kapısıdır” “İçinizde kur’ânı en iyi anlayan ve en iyi hüküm vereniniz Ali’dir” diye övdüğü birisidir. Neslinden veliler ve evliyalar gelmiş olduğu ve bütün velayet silsilelerinin başında bulunduğu için kendisine “Şah-ı velâyet” unvanı verilmiştir.
Hz. Ali (ra) Hulefa-i Raşidin’in dördüncüsü olmakla beraber ilk üç halifenin danışmanı, şeyhu’l-islamı ve şuranın birinci üyesidir. Her zaman ilk üç halifeye yardımcı olmuş ve asla hilafet davasında bulunmamış ve onları kendisinden daha hayırlı bilmiştir. Sahabelerin pek çoklarının vefat ettiği, bir kısmının da dünyanın çeşitli yerlerine dağılarak dini yaymaya gittiği ve oralarda bulunduğu ve toplumun bozularak saltanat davası gütmeye başladığı fitne ve fücur döneminde hilafet vazifesini, dini ve şeriat-ı Ahmediyeyi korumayı üzerine vazife olarak almıştır. Pek çok fitne ve iftiralara maruz kalmış ama dinden ve “adalet-i mahza”dan asla taviz vermemiştir. Din düşmanları, münafıklar, Yahudiler, cahil sofiler ve mütecaviz bilgisiz gençler tarafından pek çok ithamlara maruz kalmıştır. Bu dönemde fitneye aldanarak “Aşere-i Mübeşşere” den olan sahabeler dahi kendisine karşı cephe almış ve ümmetin bir kısmını yanlarına alarak Hz. Ali’ye karşı mücadele etmişlerdir. Daha sonra Hz. Muaviye gibi nüfuzlu ve kavim ve kabilece çok taraftarı bulunan sahabeler Hz. Ali (ra) ile mücadele etmişlerdir. Bütün bunlara rağmen Hz. Ali (ra) dindeki hak ve hakikat prensiplerini esas alarak Kur’ânın doğru anlaşılması için mücadele etmiş ve dinden asla taviz vermemiş peygamberimizin (sav) “Ben Kur’ânın tenzili için savaştım, Ali ise onun tevili ve doğru anlaşılması için savaşacaktır” emrinin gereğini hakkıyla ifa etmiştir. Peygamberimiz (sav) Hz. Ali’nin bu misyon gereği etrafında ümmetini toplamak için onun hakkında pek çok senakârane sözler söylemiş ve ona bir nevi yardım etmiştir.
Hz. Ali (ra) peygamberimizin (sav) senasına o derece mazhar olmuştur ki Hz. Ali (ra) Kufe camiinde hutbe okurken “Peygamberimizin (sav) benim hakkımda ‘Ben kimin dostu isem Ali de onun dostudur’ hadisini içinizde peygamberimizin (sav) ağzından işiteniniz yok mu?” diyince cemaatten 20 (Yirmi) kişi ayağa kalkarak “Evet, biz bizzat gözümüzle gördük ve bu söz peygamberimizin (sav) ağzından işittik” diye şahitlik yapmışlardır.
Hz. Ömer (ra) hilafeti döneminde Ali’ye danışmadan bir karar vermemiş ve “Ali olmasaydı Ömer helak olurdu” buyurmuş ve onu takdir etmiştir. Aynı şekilde Tabiin ve Tebe-i Tabiin döneminde gelen müçtehit imamlar da fitne zamanında Hz. Ali’nin verdiği hükümler ve uygulamalarına bakarak içtihatlarını yaparak isabet etmiş ve dindeki istikametli yolu göstermişlerdir.
Peygamberimiz (sav) Hz. Ali’ye hitaben “Ya Ali! Hz. İsa’nın (as) şahsında iki zümre helak oldukları gibi, senin şahsında da iki zümre helak olacaktır. Yahudiler İsa’ya (as) düşmanlıklarından onu inkar ettiler. Hıristiyanlar da aşırı muhabbetlerinden dolayı ona Allah’ın oğlu dediler ve her ikisi de biri tefrit, diğeri ifrat ederek yoldan çıktılar. Senin şahsında da bir kısmı senin haklılığını inkar ederek sana düşmanlıklarından helak olacaklardır. Diğer kısmı da sana olan aşırı sevgilerinden dolayı diğer sahabelerime buğz ederek istikametten ayrılıp helak olacaklardır” buyurmuş ve aynen buyurduğu gibi vuku bulmuştur. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat ise istikameti muhafaza ederek Hz. Ali’yi haklı diğerlerini haksız görmekle beraber, diğerlerinin haklı yönlerini de dikkate alarak düşmanlıkta aşırıya kaçmamış, Hz. Ali’yi sevmede de hak ve hakikatten ayrılarak ifrata kaçmamışlar ve orta yolu muhafaza etmiş, Kur’ân ve Sünnet çizgisinden ayrılmamışlardır.
Peygamberimiz (sav) Hz. Ali hakkında şöyle buyurmuşlardır:1. Ali’yi ancak mü’min olan sever ve ona ancak münafık buğz eder.
2. Ali’yi sevmek ateşin odunu yaktığı gibi günahları yakar bitirir.3. Ali’ye düşman olanın düşmanı Allah’tır.
4. Ben ilmin şehriyim, Ali onun kapısıdır.5. İlim on kısımdır, dokuzu Ali’de, biri halktadır. O bu birini de en iyi bilendir.
6. Ali’nin yüzüne bakmak ibadettir.7. Ali’yi seven beni sevmiştir, O’na düşmanlık eden de bana düşmanlık yapmıştır. Onu inciten beni incitmiştir, beni inciten de Allah’ı incitmiş olur.
8. Ya Ali! Ben senin sevdiğini sever, buğz ettiğine de buğz ederim.9. İmanın birinci alameti Ali’yi sevmektir.
10. Ali’nin bana yakınlığı, Musa’nın Harun’a yakınlığı gibidir; ama ne var ki benden sonra peygamber yoktur.11. Allah Fatıma ve nesline cehennemi haram kılmıştır.
12. Ya Rab! Hasan ve Hüseyin’i seveni sev, onlara buğz edene de buğz et.
2. Ali’yi sevmek ateşin odunu yaktığı gibi günahları yakar bitirir.3. Ali’ye düşman olanın düşmanı Allah’tır.
4. Ben ilmin şehriyim, Ali onun kapısıdır.5. İlim on kısımdır, dokuzu Ali’de, biri halktadır. O bu birini de en iyi bilendir.
6. Ali’nin yüzüne bakmak ibadettir.7. Ali’yi seven beni sevmiştir, O’na düşmanlık eden de bana düşmanlık yapmıştır. Onu inciten beni incitmiştir, beni inciten de Allah’ı incitmiş olur.
8. Ya Ali! Ben senin sevdiğini sever, buğz ettiğine de buğz ederim.9. İmanın birinci alameti Ali’yi sevmektir.
10. Ali’nin bana yakınlığı, Musa’nın Harun’a yakınlığı gibidir; ama ne var ki benden sonra peygamber yoktur.11. Allah Fatıma ve nesline cehennemi haram kılmıştır.
12. Ya Rab! Hasan ve Hüseyin’i seveni sev, onlara buğz edene de buğz et.
M. Ali KAYA
Alinti