A´dan Z´ye… ا´den ي´ye… Beşikten mezara kadar öğrenilmesi gereken, kadın-erkek tüm Müslümanlara farz olan ve sonu Cennete varan bir yoldur İlim✦Amel✦İhlas
Sapitanlar 3 - MASON ABDUH VE HEZEYANLARI
Muhammed Abduh miladi 1849 yılında Mısırda doğdu ve 1905’de orada öldü. O dönemde Mısır’da çıkan Vekayı’-ul-Mısrıyye gazetesinde ve El-Menar dergisinde ve El-Ahram gazetesindeki yazıları, bozuk düşüncelerini ortaya koymaktadır.
Bir müddet Beyrut’ta da faaliyette bulundu.
Ehli sünnet alimleri bunun kötü maksatlarını anladığı için yüz bulamayınca
Paris’e gitti. Orada İslam’a karşı mason planlarını hazırlamaya çalışan
Afgani’nin çalışmalarına katıldı.
Orada “El-urvetulvuska” dergisini
çıkardılar. Sonra Beyrut ve Mısır’a gelerek alınan planları uygulamaya ve
genleri aşılamaya başladı ise de hidiv Tevfik Paşa hükümeti, derslerinin ve
yazılarının zararlı olduğunu anlayarak onu mahkeme ve memurluklarında kullandı.
Masonları desteği ve entrikaları ile Mısır
müftüsü oldu. Ehlisünnete saldırmak için iyi fırsat bulmuştu. İlk olarak Cami-ul Ezher üniversitesini
ders programlarını bozmaya, gençlere değerli ilimlerin öğretilmesini
engellemeye başladı. Üniversiteden birçok dersi kaldırdı. Lise ve ortaokulda
okutulan kitaplar, yüksek sınıflarda okutuldu.
En'am Suresi Faziletleri
Âlemlere rahmet olan sonsuzluk neBîsi buyururlar ki:
«cEn'âm sûresi bana bir defada ve yetmiş bin melekle teşyi' edilerek indi.
Teşyi' sırasmda meleklerin tesbîh ve tah-mîd avazları vardı.» (100)
Sahâbîler saraymm sultanlarmdan Abdullah -ibn-i Mes'-ûd (radıyallahü anh)
den; ResûlüUah (sallâllahü aleyhi ve-^ sellem) şöyle buyurdular:
«Kim sabah namazını cemâatle kılar ve namazı kıldığı yerde oturarak En'âm
sûresinin başından üç âyet okursa, Allah bu sayede (ona) yetmiş melek*
görevlendirir. Bunlar kıyamete kadar Allah'ı tesbîh (ve tenzih) ederler ve o
kişiye de istiğfarda bulunurlar.» (101)
Muhkem – Müteşâbih Ayetler Ve Tevili
Kur’an-ı
Kerim ayetlerinin bir kısmı herkesin anlayabileceği bir şekilde (muhkem), bir
kısmı da herkesin anlamayacağı bir şekilde (müteşâbih) idi. Kur’an-ı Kerîm’de
muhkem ve müteşâbih ayetlerin varlığına işaret eden bizzat yine Kur’an-ı
Kerîm’in kendisidir. Cenab-ı Hak şöyle buyurur:
“(Habibim) sana kitabı indiren O’dur. Ondan bir kısım ayetler muhkemdir ki
bunlar Kitab’ın anası (temeli)dir. Diğer bir kısmı da müteşâbihlerdir. İşte
kalblerinde eğrilik bulunanlar, sırf fitne aramak (ötekini berikini saptırmak)
ve (kendi arzularına göre) Onun te’viline yeltenmek için Onun müteşâbih olanına
tabi olurlar. Hâlbuki Onun te’vîlini Allah Teâlâ’dan başkası bilmez. İlimde
yüksek payeye erenler ise, “Biz O’na inandık. Hepsi Rabbimiz katındandır”
derler. (Bunları) salim akıllardan başkası iyice düşünmez.”1
Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Cesareti
Cesur
ŞECAAT VE NECDETŞecaat: Dinî ve dünyevî hukukunu korumak için canını dahî verecek derecede gösterilen bir yiğitlik olarak tarif edilir.
Necdet: Korku ve dehşet veren bir hâdise anında ve olağanüstü haller karşısında sabır ve sebat göstererek soğukkanlılığını koruyup, endişeye kapılmadan sakin bir şekilde hareket etmektir.
Bu hasletlerden her ikisi de Peygamberimiz (asm)'de tam ve mükemmel manada bulunuyordu.
O, insanların en cesuru, en yüreklisi, en kahramanı ve en yiğidi idi. Gençliğinden itibaren hayâtının bütün devrelerinde şecaat manasındaki cesaret, Peygamberimiz (asm)'de çok açık bir şekilde görülüyordu.
Peygamberimiz (asm) tebliğinde ve insanları hakka davetinde o derece metanet, sebat ve cesaret gösteriyordu ki, büyük devletler, büyük dinler, kavim ve kabilesi ve hatta amcası ona şiddetli düşmanlık ettikleri halde, zerre kadar bir tereddüt eseri, bir telaş, bir korkaklık göstermiyor; tek başına bütün dünyaya meydan okuyor; İslâmiyeti anlatmaya devam ediyordu. Bu sebat ve azmin sonunda nihayet İslâmiyeti dünyaya hakim kıldı.
O’nda (asm), her zaman sarsılmaz ve sağlam bir irade vardı. Bu iradenin ters yüz edilmesi mümkün değildi. Çünkü O’ndaki (asm) iradeyi Cenâb-ı Hakk, gizli meşietiyle biledikçe bilemişti.
Fikih Babi - KAYNAKLAR
|
Ölü veya Diri Rabbim Dilerse Arasında Bir Fark Yoktur - Cübbeli Ahmet Hoca
Bedenin esâretinden, ilişkilerinden ve engellerinden kurtulan bir ruhta, öyle tasarruflar, öyle kuvvetler, öyle himmetler ve Allâh-ü Teâlâ ile öyle süratli irtibatlar bulunur ki, beden içerisinde hapsolmuş basit bir ruhta bu güçlerin hiç biri tasavvur edilemez.
Allâh-ü Teâlâ’ya hamd-ü senâlar, Rasûlüllâh (Sallâ-llâhu Aleyhi ve Sellem)’e ve âl-i ashâbına salât-ü selâmlar, ölü ve diri tüm Allâh dostlarına fevka’t-tecellîlerle duâlardan sonra; geçen yazımızda tevessülün ölümden sonra da câiz olduğunun delillerini serd etmeden önce cevabını açıklamak istediğimiz bazı suâller sorduk ve bunlar içerisinden sadece birincisinin cevabını açıkladık ki, o da ölümün bir yok oluş demek olmadığı, sadece bir yurttan diğerine geçiş olduğu konusuydu.
İkinci sorumuzun cevabına gelince; evvelâ şunu ifade edelim ki; Allâh-ü
Teâlâ’nın izni ve yardımı olmadan kimsenin bir şeye gücü yetmeyeceği hususunda
ölüyle dirinin farkı yoktur. Allâh-ü Teâlâ’nın müsaadesiyle bir şeye kadir olma
hususunda ise ölüyle dirinin farkı vardır ama, muhâliflerin dediği gibi, diri
muktedir, ölüyse âciz değildir, aslında bu iddia, şirkin ta kendisidir. Zîra
diriye müstakil bir güç isnad etmektedir. Fakat ölüyle dirinin gücü arasında
farklı bir durum vardır, çünkü ölenin ruhunun, dirininkinden daha güçlü olduğu
şüphesiz bir hakîkattir. Zîra bazılarının zannettiği gibi, sadece dirilerden
duâ ve hediye bekleyen bir âciz konumuna düşmez, bilakis gerçek gücünü
göstermesinin önündeki tek engel olan cesetten kurtulunca, sağ iken yapamadığı
şeyleri yapmaya başlar. Nitekim İbn-i Kayyım ki bir çok yanlışların sahibidir,
İbn-i Teymiye’nin yanlış fikirlerini yayarak büyük bir ifsâda sebebiyet
vermiştir. Ama Mevlâna Hâlid (Kuddise sirruhû)nun da beyânı veçhile; rûhun
ölümünden sonraki tasarruflarını ispat hususunda birçok delil toplayarak,
kendisini önder kabul ettiklerini savunan tevessül düşmanlarını şaşkına
çevirmiştir. İşte bu kişi, “er-Rûh” isimli kitabında şöyle demektedir: ‘Bedenin
esâretinden, ilişkilerinden ve engellerinden kurtulan bir ruhta, öyle
tasarruflar, öyle kuvvetler, öyle himmetler ve Allâh-ü Teâlâ ile öyle süratli
irtibatlar bulunur ki, beden içerisinde hapsolmuş basit bir ruhta bu güçlerin
hiç biri tasavvur edilemez.
Senin Rabbin Diledigini Secer - Cübbeli Ahmet Hoca
Resûlüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki; “Her kim Şaban ayına değer verir, onda Allâh-u Teâlâ’dan sakınırsa, taatıyla amel eder ve nefsini günahlardan tutarsa, Allâh-u Teâlâ onun günahlarını bağışlar ve o sene vuku bulacak tüm belalardan ve hastalıklardan kendisini emin kılar.”
Bu mübarek âyetlerde Allâh-ü Teâlâ hazretleri, yaratmada ve seçmede yegâne olduğunu ve bu hususlarda, kendisiyle çekişecek ve hükmünü geciktirecek hiçbir şey olmadığını haber vermiştir. Hiçbir kimse, Mevlâ Teâlâ hazretlerinin bir şeyi ihtiyar ve iltizam buyurmasına mani olamaz. O’nun dilediği olur, dilemediği olmaz. Hayrı ve şerri ile bütün işler, O’nun kudret elindedir ve işlerin dönüşü O’nadır.
Hâzin ve Kazî’nin beyanlarına göre bu âyetin
sebebî nüzûlü; Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm Kendisine Peygamberlik verilip,
tebliğ ve dâvete başlayınca, müşrikler: “Allâh-ü Teâlâ Kur’an’ı, bu iki
beldenin karyelerinden bir büyük zat üzerine inzal etmeli değil miydi?”
demeleri üzerine, bunu red için bu âyet nâzil oluyor.
İHSAR BABI
|
Sapitanlar 2 - CEMALEDDİN AFGANİ
İslam alemine “alim” olarak lanse edilen din tahrifçilerini sizlere tanıtmaya
devam ediyoruz. Bu yazımızda Cemaleddin Afgani’yi tanıyacağız.
Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz Han zamanlarında beş defa sadrazamn
olan ve 1871′de ölüp, Süleymaniye Cami bahçesinde gömülen Ali paşa mason idi.
Dinde reformcu olan Cemalledin Afgani’yi İstanbul’a getirip, dinde reform
yapmak için onunla elele vererekçalışmaya koyuldu. Fakat İslam alimleri uyanık
davranarak meydanı bunlara bırakmadılar. Cemalledini rezil ettiler. Ali Paşa’da
onu destekleyemedi…
Cemaleddin Afgani 1254’de Afganistan’da doğdu. 1261’de Kabil’e geldi. On
sene kaldı. Felsefe kitapları okudu. Bir aralık, Ruslara Afganistan hakkında
casusluk yapıp, jurnaller verdi. Ruslardan çok para aldı.
Sabah Erken Kalkmak İçin Okunacak Dualar
Erken Kalkmak İçin
Bir de her
kim gece yatarken:
okuyup
erkenden uyanmak niyetiyle yatar ise bi-iznillahi teâlâ dilediği saatde uyanır.
Uyandığı
zaman hemen kalkıp abdest alır, ibâdetine başlar.
Peygamberimizin Yüce Ahlaki - İnsanların En Cömerdi
İnsanların En Cömerdi
Hz. Muhammed (asv), insanların en cömerdi ve en iyilik severi idi. Ramazan'da Cebrâil (as) ile beraber bulunduğu zamanlarda her şeyini verirdi. Cebrâil (as), her Ramazan gecesi Onun (asm) yanına gelir, ona Kur'an öğretirdi. Cebrâil (as) şöyle derdi:
"Allah'ın Râsulü, bereket getiren rüzgârlardan daha cömerttir." (Müslim, Fezâil, 12, 2308)
Malı olmayan kişide hırs değil kanaat olmalıdır. Malı olan kişide ise cimrilik değil cömertlik olmalıdır.
İKİ ALTINDAN KURTULMAK
Bilal-i Habeşi anlatır:Allah'ın Elçisinin hesaplarını ben takip ediyordum. Bir fakir kendisinden yardım istediğinde bana emreder, eğer elimizde para yoksa birinden borçlanarak o fakirin ihtiyacını görürdük. Bu durumu bilen ve Hz. Muhammed (asv)'e de sempatisi olduğu zannedilen zengin bir putperest bir gün bana:
Hz.Peygamberin Üstünlüğünü Inkar Edenlere Reddiye - Cübbeli Ahmet Hoca
MUSTAFA
İSLAMOĞLU ‘BEŞERİN EN ÜSTÜNÜ’NÜN BÂZI ÜSTÜNLÜKLERİNİ İNKÂR EDERKEN BİZ O
SEVGİLİYE VEFÂ BORCUMUZU NASIL ÖDEYEBİLİRİZ?
Bu reddiyeleri kaç kişiye ulaştırırsanız ve Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in şânını tasğir ve şerefini tenkis için uydurulan bu hezeyanlara inanarak Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in şefâatinden mahrum olmaktan kimleri kurtarırsanız, Allâh ve Rasûlü nezdinde o denli mahbûbiyet ve makbûliyet kesbedecek ve Makâm-ı Mahmûd’un Sâhibinin ırzını ve haysiyetini koruyan bahtiyarlar zümresinde haşrolunacaksınız.
İdrâkiyle müşerref olacağımız Mevlid ayı olan Rebî’u’l-evvel ayında Rahmeten li’l-âlemîn olan Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i bize gönderen Allâh-u Te’âlâ’ya sonsuz hamd-ü senâlardan, kendisi: “Ben ancak çokça hidâyet eden bir rahmetim” buyuran Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ve âl-i ashâbına sınırsız salât-ü selâmlardan sonra!
Bu ayki yazımızın başlığından da anlayacağınız üzere; Kâdı Iyâz, Suyûtî ve Nebhânî gibi büyükler işlerini güçlerini, keyiflerini ve zevklerini terkedip bütün ömürlerini Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in dînine ve O’nun fazîletlerinin neşrine hizmet uğrunda kitaplar yazmaya vakfetmişlerken, Mustafa İslamoğlu gibi birileri de bütün mesâilerini Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bâzı fazîletlerini inkâr etme ve insanlara da bu inkârcı fikirleri telkin etme uğrunda hebâ etmektedirler. Ne yazık ki, İslâmî ilimlerden yoksun olan günümüz Müslümanlarının bir kısmı, canları gibi hattâ canlarından ileri sevdiklerini iddiâ ettikleri Peygamberlerinin en sahîh kaynaklarda yer alan fazîletlerini hayâsızca ve pervâsızca inkâr eden bu kişi hakkında hâlâ: “O kültürlü ve âlim biridir, belki bir bildiği vardır, Cübbeli Hoca niçin Müslümanların aleyhinde konuşuyor?” diyebilmekte, böylece de icmâa muhâlefetten başka hiçbir meziyeti olmayan bu kişinin şaz görüşleri karşısında Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in, kendisi hakkındaki açık beyanlarını, sahâbenin kavlî ve fîlî tatbîkâtını ve on dört asır ulemâsının cumhûrunun görüşlerini rahatlıkla göz ardı edebilmektedirler. Bu reddiyeleri hazırlamam ve sohbetlerimde bu konuları gündeme getirmem husûsunda beni tenkid edenleri insâfa dâvet ederek kendilerine şu soruyu yöneltiyorum: “Mustafa İslamoğlu “Yahudileşme Temâyülü” kitabında; hayızlı kadının mescide girmesinin helal olmadığını söyleyen Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i, ashâbını ve günümüze kadar gelip geçmiş dört mezheb ulemâsının tümünü Yahudilere meyletmekle ithâm ederken, “Üç Muhammed” kitabında ise, Ka’bu’l-Ahbâr gibi, sahâbenin dahi kendisinden ilim öğrendiği yüce bir Tâbi’î’yi, Yahudi Kabbalizmine dayalı hadis uydurmakla suçlarken, ayrıca Şifâ-i Şerîf sâhibi Kâdı Iyâz ve Hasâis sâhibi Suyûtî gibi büyükleri, dolayısıyla onların kaynak gösterdikleri Buhârî, Müslim ve Ahmed ibni Hanbel gibi muhaddis ve müctehitleri Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e karizma kazandırmak için hadis uydurma iftirâsıyla karalarken hiç çekinmiyor da, ben bu zatları ve doğru görüşlerini müdâfaa uğrunda reddiye hazırlarken niye çekineyim? Ayrıca şunu soruyorum: “İnsanlar ona ‘Sen bu büyükler hakkında nasıl böyle ağır ithamlarda bulunabiliyorsun ve bunca sahîh hadisi nasıl inkâr edebiliyorsun, sen bu cesâreti nereden alıyorsun?’ diyecekleri yerde, nasıl oluyor da bana: ‘Sen bu kişinin hakkında nasıl konuşabiliyorsun’ diyebiliyorlar.”
Bu reddiyeleri kaç kişiye ulaştırırsanız ve Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in şânını tasğir ve şerefini tenkis için uydurulan bu hezeyanlara inanarak Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in şefâatinden mahrum olmaktan kimleri kurtarırsanız, Allâh ve Rasûlü nezdinde o denli mahbûbiyet ve makbûliyet kesbedecek ve Makâm-ı Mahmûd’un Sâhibinin ırzını ve haysiyetini koruyan bahtiyarlar zümresinde haşrolunacaksınız.
İdrâkiyle müşerref olacağımız Mevlid ayı olan Rebî’u’l-evvel ayında Rahmeten li’l-âlemîn olan Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i bize gönderen Allâh-u Te’âlâ’ya sonsuz hamd-ü senâlardan, kendisi: “Ben ancak çokça hidâyet eden bir rahmetim” buyuran Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ve âl-i ashâbına sınırsız salât-ü selâmlardan sonra!
Bu ayki yazımızın başlığından da anlayacağınız üzere; Kâdı Iyâz, Suyûtî ve Nebhânî gibi büyükler işlerini güçlerini, keyiflerini ve zevklerini terkedip bütün ömürlerini Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in dînine ve O’nun fazîletlerinin neşrine hizmet uğrunda kitaplar yazmaya vakfetmişlerken, Mustafa İslamoğlu gibi birileri de bütün mesâilerini Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bâzı fazîletlerini inkâr etme ve insanlara da bu inkârcı fikirleri telkin etme uğrunda hebâ etmektedirler. Ne yazık ki, İslâmî ilimlerden yoksun olan günümüz Müslümanlarının bir kısmı, canları gibi hattâ canlarından ileri sevdiklerini iddiâ ettikleri Peygamberlerinin en sahîh kaynaklarda yer alan fazîletlerini hayâsızca ve pervâsızca inkâr eden bu kişi hakkında hâlâ: “O kültürlü ve âlim biridir, belki bir bildiği vardır, Cübbeli Hoca niçin Müslümanların aleyhinde konuşuyor?” diyebilmekte, böylece de icmâa muhâlefetten başka hiçbir meziyeti olmayan bu kişinin şaz görüşleri karşısında Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in, kendisi hakkındaki açık beyanlarını, sahâbenin kavlî ve fîlî tatbîkâtını ve on dört asır ulemâsının cumhûrunun görüşlerini rahatlıkla göz ardı edebilmektedirler. Bu reddiyeleri hazırlamam ve sohbetlerimde bu konuları gündeme getirmem husûsunda beni tenkid edenleri insâfa dâvet ederek kendilerine şu soruyu yöneltiyorum: “Mustafa İslamoğlu “Yahudileşme Temâyülü” kitabında; hayızlı kadının mescide girmesinin helal olmadığını söyleyen Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i, ashâbını ve günümüze kadar gelip geçmiş dört mezheb ulemâsının tümünü Yahudilere meyletmekle ithâm ederken, “Üç Muhammed” kitabında ise, Ka’bu’l-Ahbâr gibi, sahâbenin dahi kendisinden ilim öğrendiği yüce bir Tâbi’î’yi, Yahudi Kabbalizmine dayalı hadis uydurmakla suçlarken, ayrıca Şifâ-i Şerîf sâhibi Kâdı Iyâz ve Hasâis sâhibi Suyûtî gibi büyükleri, dolayısıyla onların kaynak gösterdikleri Buhârî, Müslim ve Ahmed ibni Hanbel gibi muhaddis ve müctehitleri Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e karizma kazandırmak için hadis uydurma iftirâsıyla karalarken hiç çekinmiyor da, ben bu zatları ve doğru görüşlerini müdâfaa uğrunda reddiye hazırlarken niye çekineyim? Ayrıca şunu soruyorum: “İnsanlar ona ‘Sen bu büyükler hakkında nasıl böyle ağır ithamlarda bulunabiliyorsun ve bunca sahîh hadisi nasıl inkâr edebiliyorsun, sen bu cesâreti nereden alıyorsun?’ diyecekleri yerde, nasıl oluyor da bana: ‘Sen bu kişinin hakkında nasıl konuşabiliyorsun’ diyebiliyorlar.”
Sapitanlar 1 - Ibni Teymiyye
Miladi 1943 senesinde vefat eden Seyyid Abdülhakim Efendi buyuruyor ki: “Dinde reform sapıklığını ortaya ilk çıkaran
İbni Teymiyye oldu. Bu sapıklık sonradan, cahiller ve İslam düşmanları
tarafından küfre kadar götürüldü.”
Yazıya başlamadan önce şöyle bir hatırlatma yapmak isteriz. İngiliz ajanı
sayesinde Vehhabiliği kuran Muhammed b. Abdülvehhab’da İbni Teymiyye’nin ve
talebesi İbnii Kayyım’ın kitaplarından etkilemiştir.
Bu gün dinde reformdan bahsedenlerin üstadı İbni Teymiyye’dir. Günümüzün
reformdan bahseden ve durmadan yeni şeyler ortaya atan Porfesör ve hoca
geçinenleri buna göre değerlendirmenizi tavsiye ediyoruz.
İbni Teymiyye’yi tanımak için fikirlerini ve o dönemdeki âlimlerin
sözlerine kulak vereceğiz. Sizlerde bu bedbahtın ne derece tehlikeli olduğunun
farkına varacaksınız.
YAĞMUR DUASİ NAMAZI
|
Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Çocuklara Şefkati
İBRAHİM'İ ZİYARET
Hizmetçisi Enes,
O'nu (asm) "Aile efradına O'ndan daha şefkatli davranan bir insan
görmedim." sözleriyle anlatır...
Hayatının son
yıllarında dünyaya gelen oğlu İbrahim'i, bulunduğu süt annenin evinde sık sık
ziyaret eder... Burası, Medine'nin kenar mahallelerindedir ve süt annenin
kocası da bir demirci ustasıdır. Evin içi de çoğu kez demirci ocağından gelen
dumanla doludur. Her ziyarette İbrahim'i kucağına alır ve uzun uzun koklayarak
öper. Bu sırada bütün Arap yarımadasını hakimiyeti altında bulunduran bir
devletin de başkanıdır.[1]
AĞLAYAN BİR ÇOCUĞUN SESİ
Mescit'te sabah
namazını kıldırmaktadır. Genellikle yaptığı uygulama, farz olan iki rekatta,
namazın ruhuna uygun bir biçimde, ağır ağır 100 ayet okuyarak uzun bir namaz
kıldırmak iken, o sabah çok kısa sürede namazı tamamlar ve selam verir.
Arkadaşları sorar:
- Ey Allah'ın
Elçisi! Bugün neden namazı hızlı kıldırdın?
- Ağlayan
bir çocuğun sesini duydum. Ana-babasının üzüleceğinden endişelendim.[2]
BEN DE SİZİ SEVİYORUM
CUMA SABAHININ İSTİĞFARI
Enes (Radıyallâhu Anh)da.n rivayete göre Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ŞÖylc buyurmuştur:
"Her kim cuma gününün sabahı, sabah namazından evvel üç kere:
'Kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan, Hayy ve Kayyum olan O büyük Allâh-u Te'âlâ'dan mağfiret talep ederim' derse, günahları denizin köpükleri kadar (fazla) da olsa, Allâh-u Te'âlâ onları affeder."
(Ibnü 's-Siinm, Amelü'l-yevmi ve'l-leyle, no:83, Nevevî, el-Ezkâr:41)
Ölümünün Ardından Ölenin Kerâmeti ve Şerefi Bâkîdir
(Hz. Osman (ra)´in Kabr-i Serifi)
Ölüye kabrinde hürmet etmek, evinde hürmet etmek gibidir. Çünkü kabirler, ölülerin yurtları ve ziyaret mahalleridir. Rablerinin rahmeti onların kabirlerine yağmaktadır. Yüksek derece sahiplerine
özel tecellîler inmektedir.
Allâh-u Te‘âlâ’ya sonsuz hamd-ü senâlar, Rasûlüne, Ehl-i Beyt’ine ve diğer âl-i ashâbına sınırsız salât-ü selamlar, evliyâ ve meşâyıha tâzim ve senâlardan sonra; dergimizin başlangıcından bu yana tevessülle ilgili bazı konuları delilleriyle beraber îzaha çalışmış ve bu hususta birkaç soru sorup cevaplandırmıştık.
Takip edenlerin bileceği üzere dördüncü soru; ölünün vefatının ardından bir değerinin olup olmadığı sorusuydu. Bugünkü yazımızda inşâallâh bu konuyu vuzûha kavuşturmak için gerekli delilleri serdedeceğiz.
Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Hoşgörülü
YAHUDİ İDİ, İNSANDI
Medine'de
meydanlık bir yerde arkadaşlarıyla oturmaktadır. Önlerinden bir cenaze alayı
geçer. Alayın her şeyinden belli olmaktadır ki bu bir Yahudi cenazesidir. Hz.
Muhammed (asv) cenaze geçinceye kadar, kalkarak ayakta bekler. Arkadaşları
şaşkın, "belki de durumu anlayamamıştır" düşüncesiyle
uyarırlar:
"Ey
Allah'ın Elçisi! Bu bir Yahudidir."
Yani Müslüman
değildir. Yani ayağa kalkmanız gereksizdir.
Oysa ki Hz.
Muhammed (asv) başından beri her şeyin farkındadır, cevap verir:
ABDULLAH'LA UĞRAŞMAYIN
GÜNEŞ VE AY TUTULMASI ANINDA NAMAZ KILMAK
|
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)