Bedenin esâretinden, ilişkilerinden ve engellerinden kurtulan bir ruhta, öyle tasarruflar, öyle kuvvetler, öyle himmetler ve Allâh-ü Teâlâ ile öyle süratli irtibatlar bulunur ki, beden içerisinde hapsolmuş basit bir ruhta bu güçlerin hiç biri tasavvur edilemez.
Allâh-ü Teâlâ’ya hamd-ü senâlar, Rasûlüllâh (Sallâ-llâhu Aleyhi ve Sellem)’e ve âl-i ashâbına salât-ü selâmlar, ölü ve diri tüm Allâh dostlarına fevka’t-tecellîlerle duâlardan sonra; geçen yazımızda tevessülün ölümden sonra da câiz olduğunun delillerini serd etmeden önce cevabını açıklamak istediğimiz bazı suâller sorduk ve bunlar içerisinden sadece birincisinin cevabını açıkladık ki, o da ölümün bir yok oluş demek olmadığı, sadece bir yurttan diğerine geçiş olduğu konusuydu.
İkinci sorumuzun cevabına gelince; evvelâ şunu ifade edelim ki; Allâh-ü
Teâlâ’nın izni ve yardımı olmadan kimsenin bir şeye gücü yetmeyeceği hususunda
ölüyle dirinin farkı yoktur. Allâh-ü Teâlâ’nın müsaadesiyle bir şeye kadir olma
hususunda ise ölüyle dirinin farkı vardır ama, muhâliflerin dediği gibi, diri
muktedir, ölüyse âciz değildir, aslında bu iddia, şirkin ta kendisidir. Zîra
diriye müstakil bir güç isnad etmektedir. Fakat ölüyle dirinin gücü arasında
farklı bir durum vardır, çünkü ölenin ruhunun, dirininkinden daha güçlü olduğu
şüphesiz bir hakîkattir. Zîra bazılarının zannettiği gibi, sadece dirilerden
duâ ve hediye bekleyen bir âciz konumuna düşmez, bilakis gerçek gücünü
göstermesinin önündeki tek engel olan cesetten kurtulunca, sağ iken yapamadığı
şeyleri yapmaya başlar. Nitekim İbn-i Kayyım ki bir çok yanlışların sahibidir,
İbn-i Teymiye’nin yanlış fikirlerini yayarak büyük bir ifsâda sebebiyet
vermiştir. Ama Mevlâna Hâlid (Kuddise sirruhû)nun da beyânı veçhile; rûhun
ölümünden sonraki tasarruflarını ispat hususunda birçok delil toplayarak,
kendisini önder kabul ettiklerini savunan tevessül düşmanlarını şaşkına
çevirmiştir. İşte bu kişi, “er-Rûh” isimli kitabında şöyle demektedir: ‘Bedenin
esâretinden, ilişkilerinden ve engellerinden kurtulan bir ruhta, öyle
tasarruflar, öyle kuvvetler, öyle himmetler ve Allâh-ü Teâlâ ile öyle süratli
irtibatlar bulunur ki, beden içerisinde hapsolmuş basit bir ruhta bu güçlerin
hiç biri tasavvur edilemez.
Beden zindanındaki bir ruhun dünyada bu kadar gücü varsa, ya cesetten tamamen ayrılıp, dağınık tüm kuvvetlerini bir araya toplarsa, tabi ki o zaman onun başka sıfatları olur ve başka fiilleri olur, çünkü o zaman o, bedenle alâka kurmadan önceki yüceliğine, temizliğine, asâletine ve üstün himmetine yeniden kavuşmuş olur.1
Tabi ki burada birtakım yükümlülükler vardır ki, ölünün
onlardan sorumluluğu kalmamıştır. Nitekim vefatının ardından bir ruh; namazla,
oruçla ve geçim teminiyle mükellef değildir, ama: “İnsan öldüğü zaman, ameli kesilir,
ancak (cami, çeşme ve yol gibi) devam eden sadaka, faydalanılan ilim ve
kendisine dua eden salih bir çocuktan ibaret üç şey müstesnâ”2
hadîs-i
şerîfinden anlaşıldığı üzere, ölüyle dirinin müşterek olduğu ameller de vardır.
Demek ki, diriyle tevessülü câiz görüp de, ölüyü aracı yapmayı câiz
görmeyenler, ölünün bir şeye gücü yetmeyeceğini söylerken, dirinin, istediğini
yapmaya güçlü olduğunu iddia etmiş olmaktadırlar ki, böylece onlar her
Müslüman’ın inanması gereken: “Allâh’ın izni olmadan yaprak kıpırdayamaz”
îtikâdını zedelemiş olmaktadırlar, çünkü dirinin bir şeye gücü yetebilir mi ki,
ölü ondan âciz kalmış olsun! Allah’ın izniyle olduktan sonra ise, ölüyle diri
arasında ne fark olabilir? Netice olarak; “Allâh-ü Teâlâ’nın izin verdiği
kimse, ölü de olsa güçlüdür, Allâh-ü Teâlâ’nın izin vermediği kimse ise diri de
olsa âcizdir” demeyen kişi, Allâh-ü Teâlâ’nın kudretinin büyüklüğünü ikrar
etmiş olamaz.
Üçüncü sorumuzun cevabına gelince; ölünün, dirinin dualarından ve sadakalarından fayda-landığı konusu, Ehl-i Sünnet akîdesinde yer etmiş bir konudur. Gerçi Mu’tezile gibi bazı bâtıl fırkalar bunu inkâr etmekteyseler de, şu anda onlara reddiye yapacak mecâlimiz yoktur. Dirinin ölüden faydalanmasına ge-lince; bunun da sübûtunu bir çok hadîs-i şerîften anlamaktayız ki, bunun en açık delili, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in: “Benim hayatım sizin için hayırlıdır, (benim sağlığımda bir takım işler) yaparsınız, size (onlarla ilgili hükümler) bildirilir. Ben öldüğümde ise vefâtım sizin için hayırlı olur, çünkü amelleriniz bana (kabrimde) arz edilir, hayır görürsem Allâh’a hamdederim, şer görürsem Allâh’tan sizin için af dilerim” hadîs-i şerîfidir.3
Üçüncü sorumuzun cevabına gelince; ölünün, dirinin dualarından ve sadakalarından fayda-landığı konusu, Ehl-i Sünnet akîdesinde yer etmiş bir konudur. Gerçi Mu’tezile gibi bazı bâtıl fırkalar bunu inkâr etmekteyseler de, şu anda onlara reddiye yapacak mecâlimiz yoktur. Dirinin ölüden faydalanmasına ge-lince; bunun da sübûtunu bir çok hadîs-i şerîften anlamaktayız ki, bunun en açık delili, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in: “Benim hayatım sizin için hayırlıdır, (benim sağlığımda bir takım işler) yaparsınız, size (onlarla ilgili hükümler) bildirilir. Ben öldüğümde ise vefâtım sizin için hayırlı olur, çünkü amelleriniz bana (kabrimde) arz edilir, hayır görürsem Allâh’a hamdederim, şer görürsem Allâh’tan sizin için af dilerim” hadîs-i şerîfidir.3
Artık “Ben vefatından sonra Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in
istiğfârından bir şey ummuyorum” diyene, “İnkârcının nasibi ancak
mahrûmiyettir” demekten başka ne denebilir? Oysa bu hadîs-i şerîfi Bezzâr
(Rahimehullâh) gibi bir hadîs hâfızı Müsned’inde zikretmiştir.4
Hâfız Irâkî
(Rahmetullâhi aleyhi) “Bu hadîsin isnâdı çok iyidir” demiştir. 5
Heysemî (Rahmetullâhi
aleyhi) “Bu hadîsi Bezzâr rivâyet etti, ricâli sahihte geçen zevâttır”
demiştir 6.
Sü-yûtî (Rahimehullâh) “Bu hadîs sahihtir” demiştir7.
Kastalânî
“Buhârî Şerhi”nde, Ali el-Kârî “Şifâ Şerhi”nde, Zerkanî de “Mevâhib Şerhi”nde
bu hadîs-i şerîfin sahih olduğunu söylemişlerdir8.
Abdullâh ibn-i Sıddîk el-Gumarî (Rahi-mehullâh) “Nihâyetü’l-âmâl fî şerhi ve tashîh-i hadîs-i arzi’l-e’mâl” isimli müstakil bir risâleyi sadece bu hadîsin sıhhatini beyâna tahsis etmiştir. Bu hadîsin sahîh olduğuna ve dört mezhep imamı dâhil bir çok imama göre huccet kabul edilen sahîh ve mürsel yollarla rivâyet edildiğine dâir, müstakil kitaplar yazılacak kadar ilim mevcutken, inançlarını hadîslere göre ayarlamak yerine, hadîsleri inançlarına göre tahlîle tâbi tutma yolunu seçen Elbânî gibilerin bu hadîsi zayıf kabul etmeleri, hilekâr tilkilerin, ars-lanların silsilesini koparma teşebbüsü gibi gülünç ve tehlikelidir.9
Ama elden ne gelir? Hadîs-i şerîfte vârid olduğu üzere: “Dini
iyi anlamak ancak Allâh’ın, kendileri hakkında hayır dilediği kimselere
nasiptir.”10
Saîd ibn-i Müseyyeb (Radıyallâhu anh), ümmetinin amellerinin
Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’e arzedilişini Kur’ân-ı Kerîm’den
istinbât etmiştir. Nitekim Abdullah ibn-i Mübârek (Radıyallâhu anh) onun şöyle
dediiğini nakletmiştir: “Ümmetinin amellerinin sabah-akşam Rasûlüllâh
(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e arzedilmediği bir gün yoktur, zaten o, bu
nedenle onlar hakkında şahitlikte bulunabilecektir. Allâh-ü Teâlâ “(Habîbim!
Seni inkâr edenlerin hâli) nasıl olacak o zaman ki; her ümmetten (kendileri
hakkında) bir şâhit (olmak üzere peygamberlerini) getireceğiz, seni de işte
şunlar üzerine bir şâhit olarak getireceğiz?”11 buyurmaktadır.
(Ümmetinin ne
yaptığını görmeden, onlar hakkında nasıl şahitlik yapabilir?)12
Görüldüğü
üzere; biz, vefâtından sonra da sağlığındaki gibi Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi
ve Sellem)’in dua ve istiğfarından faydalanmaya devam etmekteyiz. Yine böylece
herkesin bildiği ve kimsenin itiraza yeltenmediği sahih hadîs-i şerîfte “Mi’râc
gecesi Mûsâ (Aleyhisselâm) ın şefâatiyle farz namazın elli vakitten beş vakite
indirildiği13 anlatılmıştır.
Binlerce sene evvel vefât etmiş olan Mûsâ
(Aleyhisselâm) ın, bu ümmete ne büyük iyiliği olduğu nasıl göz ardı edilebilir.
Bundan dolayı Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Mûsâ (Aleyhisselâm)
size ne güzel şefâatçi olmuştur, ona çok salât okuyun” buyurmakla, bize onun
iyiliğini takdir etmemizi talim etmiştir. Şimdi biri çıkıp da “Vefatından sonra
Mûsâ (Aleyhisselâm) dan bir fayda beklenmez, onun için namaz elli vakit
kalmalıdır” diyecek olsa, bunu hangi akıllı mâkul görebilir. Sakın birileri
kalkıp, ölülerin dirilere bu türlü yardımının peygamberlere mahsus olduğunu
iddiâya kalkışmasın, çünkü bu, delilsiz dâvâ olur, hatta aksine delil kâimdir.
Nitekim İskenderiye ulemâ meşîhatinin müderrisi olan Muhammed Tâcuddîn
(Rahmetullâhi aleyhi): “er-Risâletü’r-Remliyye” isimli eserinde şöyle demiştir:
“Peygamberlerin ve velîlerin berzah (kabir âlemindeki) hayatları şehitlerin
hayatlarından aşağı olamaz. Tabi ki nebîlerin hayatı, herkesinkinden daha
mükemmeldir, nitekim ümmetinin amellerinin Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve
Sellem)e gösterildiği ve onun günahkârlar için istiğfârda bulunduğu konusu
sahîh sünnette bir çok hadîs-i şerîfle sabit olmuştur. Salih kulların (vefatlarından
sonraki) hayatları ve yakınlarının amellerinin onlara arz edilişine dâir İmam-ı
Ahmed’in Müsned’inde bir hadîs-i şerîf vardır ki, ölülerle tevessülü
reddedenlerin imamı olan İbn-i Teymiye’ye göre, Ahmed ibn-i Hanbel’in
Müsned’indeki hadîs-i şerîflerin tamamı makbûldur. Zaten bâtılın tutarlılığı
olmadığını ve çelişkiden asla kurtulamayacağını İbn-i Teymiye ve İbn-i Kayyım
gibilerin kelâmlarıyla, inançlarını kıyasladığımızda daha iyi anlamaktayız.
Enes ibni Mâlik (Radıyallâhu anh) dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Sizin yaptıklarınız ölü olan akrabanıza ve aşîretlerinize gösterilir, eğer (yaptığınız) hayırsa, onunla sevinirler, başka bir şeyse: ‘Ey Allâh! Bizi hidâyete erdirdiğin gibi onları da hidâyete eriştirinceye kadar öldürme’ derler”.14
Amellerin arzı için akrabalık ilişkisi de şart değildir. Nitekim Ebû
Eyyûb el-Ensârî (Radıyallâhu anh) dan mevkûfen rivâyet edilen bir hadîs-i
şerîfte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Amelleriniz ölülere arz edilmektedir. Güzel bir şey görürlerse, onunla
müjdelenirler, kötüyse: ‘Ey Allah! Onları (tâatına) döndür” derler.15
Bu konuda
birbirini takviye eden o kadar hadîs-i şerîf mevcuttur ki, böylece biz
ölülerin, özellikle yakınlarımızın kabir âlemindeki duâlarına mazhar olduğumuza
dâir yakînî bir îtikâda sahip olmaktayız.
Üçüncü sorunun cevabına dâir bazı deliller daha mevcuttur ki, onlar bize dirilerin ölülerden bilfiil yararlandığını daha iyi açıklayacaktır. Ancak bu yazımızda bunlara yer kalmadığından inşâallâh bir sonraki yazımızda daha ne ilginç deliller okuyacaksınız ve dördüncü sorunun cevâbıyla birlikte, ölülerden himmet istemenin, dirilerden istemekten daha çabuk tesir edeceğine ikna olacaksınız. Bir çok ağır hastalığıma, kitap çalışmalarıma ve sohbetlerime rağmen siz Kasr-ı Ârifân okurlarına faydalı ve ilmî yazılar hazırlamaya beni muvaffak kılan Rabbime hamd-ü senâlar son sözüm olsun, ama kendilerine hiçbir yararı olmayan gazete, roman ve dergilere, fuzûlî eğlencelere vakit ayırıp da, bunca âyet ve hadîse birkaç dakikalarını dahi ayırmaya tenezzül etmeyenlere, iki cihanda da bir çift sözüm olsun!
DİPNOTLAR
1- (er-Rûh, sh: 137)
2- (Müslim, no: 1631)
3- (İbni Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ:2/194, İbni Hacer el-Askalânî, el-Metâlibül-Âliye, no:3853, 4/22, Heysemî, Mecma’u’z-zevâid, no:14250, 8/594).
4- (Keşfü’l-estâr, 1/397)
5- (Tarhu’t-tesrîb, 3/297)
6- (Mecma’u’z-zevâid, 9/24).
7- (el-Hasâisu’l-kübrâ, 2/281).
8- (Seyyid Ebu’l-Haseneyn, er-Rasâil fî tahkîkı’l-mesâil, Def’u şübuhâti’l-mâni’în, 1/13)
9- (Mahmûd Saîd Memdûh, Raf’ü’l-minâre li tahrîc-i ehâdîsi’t-tevessüli ve’z-ziyâre, sh:156-169)
10- (Buhârî, no:71, 1/39; Müslim, no:1031, 2/718)
11- (Nisâ Sûresi:41)
12- (Seyyid Ebu’l-Haseneyn, er-Rasâil fî tahkîkı’l-mesâil, Def’u şübuhâti’l-mâni’în, sh:13)
13- (Buhârî, no: 3207, 3393, 3430, 3887, 7517; Müslim, no:162, 262; Tirmizî, no: 3346; Nesâî, no: 449; Ahmed ibn-i Hanbel, el-Müsned, 17833, 17837, 29/370-381; İbn-i Ebî Şeybe, 14/302-304; Taberî, 14/416-420)
14- (Ahmed ibn-i Hanbel, el-Müsned, 3/164)
15- (İbn-i Ebi’d-Dünya, Kitâbü’l-menâmât, sh:8; Irâkî, el-Muğnî, 4/497)
AHMET MAHMUT ÜNLÜ (CÜBBELİ HOCA) KASRI ARİFAN DERGİSİ ŞUBAT 2008 SAYISINDAN ALINTI...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.